6 Şubat 2024 Salı

EĞİTİM, SAĞLIK VE YENİ BÜTÇE SİSTEMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de uzun zamandır tartışma gündeminden düşmeyen sorulardan birisi devletin yeniden yapılanması. Bazılarına göre devletin sosis, postal, basma, iplik, içki vb. malları üretmemesi anlamına gelen devletin yeniden yapılanması, geri planına bakıldığında çok daha karmaşık problemleri barındırıyor. Globalizasyon sonrasında oluşan yeni dünyada devleti dönüştürme görevini sadece özelleştirmeye indirgemek büyük bir hata gibi görünüyor. Özelleştirme, artık olsa olsa devletin yeniden yapılanmasında sadece bir boyut olarak ortaya çıkıyor, o kadar...

Devletin yeniden yapılanması denilince toplanan vergilerin toplumun gelişimi yolunda nasıl harcandığı daha büyük önem kazanıyor. Özellikle Türkiye gibi geniş nüfusa sahip ülkelerde eğitim ve sağlık alanında bir ara moda olan özelleştirme eğilimleri rafa kalktı. Devletlerin insani gelişim açısından büyük önem taşıyan bu iki alandaki eylem planları, toplum tarafından çok yakından takip ediliyor. Aslında bu 1950'lerden sonra eğitim ve sağlık alanlarına büyük yatırım yaparak, bunların piyasa ekonomisiyle bağını kurabilmiş ABD ve Japonya gibi devletlerin modellerinin başarıya ulaştığının kanıtı. 

Bugün ABD ve Japonya'da öğretmenler ve doktorlar toplumda çok büyük itibar sahibi kimseler. Japonya'da öğretmen yetiştiren üniversiteler, üniversite seçme sınavlarında en yüksek puanları almış kişileri bünyelerinde topluyorlar. Öyleyse Türkiye'de devletin yeniden yapılanmasının nereye gitmekte olduğu üç aşağı beş yukarı kestirilebilir:  Türkiye insanlarını iyi eğiterek ve sağlıklarını koruyarak üretim kapasitesini artıracak. İnsan zenginliği haricinde başkaca büyük bir doğal kaynağı olmayan Türkiye'nin çıkış yolu buna dayanıyor. Türkiye'nin 1998 yılında yaptığı 8 Yıllık Kesintisiz Temel Eğitim Reformu da bu yönde atılmış en önemli adım. Artık devletin bu noktadaki kilit rolünün yadsınmaması gerekiyor.

Eğitim ve sağlık alanlarına yapılan yatırımın ekonomi ile bağının kurulduğu en önemli doküman bütçe. Türkiye'nin bu iki alana özellikle 1980'lerden sonra pek fazla yatırım yapmadığı herkesin bilgisi dahilinde. Ancak bu konuda bazı uluslararası karşılaştırmaları vermekte fayda var. Önce sağlık harcamalarını ele alalım: 1997 rakamlarına göre kamu sektörünün fert başına sağlık harcaması 171 dolar. Türkiye'nin her zaman kendisini mukayese ettiği Yunanistan'daki bu rakam 634 dolar. Rakam Şili'de 285, Polonya'da 281, Rusya'da 193 ve Meksika'da 172 dolar. Daha kötü bir tablo eğitimde karşımıza çıkıyor. Türkiye'de kamu sektörünün fert başına düşen eğitim harcaması 136 dolar iken bu rakam Yunanistan'da 390 dolar, Şili'de 400 ve Meksika'da 401 dolar. Kişi başına eğitim harcaması Güney Afrika'da 552, Polonya'da 361 ve Tunus'ta 346 dolar...

Türkiye'nin dünyadaki rekabet yarışında kendisine acilen bir yer kapabilmesi için eğitim ve sağlık alanlarına yeni kaynaklar yönlendirmesi zorunlu görünüyor. İşte bu noktada Türkiye'nin Dünya Bankası (DB) ile ortaklaşa yürüttüğü 'Kamu Harcamaları ve Kurumsal Yapının Değerlendirilmesi Raporu"  ortaya çıkıyor. Türkiye ve DB yaklaşık 1,5 yıldır bu raporun üzerinde çalışıyor. Raporun amacı kamu kaynaklarının nasıl sağlandığı ve nerelere harcandığını tam olarak ortaya koymak. Böylece savurganlığa kurban giden kaynaklarını tasarruf ederek eğitim ve sağlık gibi insani harcama alanlarına yönlenmesini sağlamak. Devletin bütçe hazırlama tekniğini baştan sona değiştirmesini içeren raporun ilk bölümünde ortaya konulan öneriler, 2001 yılında uygulamaya alındı. Şimdi 2002 yılında bu rapora dayanılarak oluşturulan Eylem Planının ikinci aşamasına geçilecek.

Arka arkaya sıraladığımız bu kavramları açmakta fayda var. Önce devlet harcamalarının görünenden daha büyük olması problemini de ele alalım. Sayıştay'ın bu yıl Meclis'e sunduğu '2000 Yılı Hazine İşlemleri Raporu'na göre devletin toplam 10,2 katrilyon liralık kayıt dışı gideri var. Buna karşılık rapora göre, devletin 3,2 katrilyon liralık da kayıt dışı geliri mevcut. Teknik ayrıntılar raporda açıklanmış ama devlette kayıt dışılığın boyutu 13,4 katrilyona varıyor. Geçen yıl devlet bütçesinin 46,7 katrilyon olduğunu belirtirsek, 10,2 katrilyonluk kayıt dışı giderin boyutu kolayca anlaşılır. İşte uzun yıllardır büyük yakınmalara sebep olan bu problemi çözmek için az önce sözünü ettiğimiz rapor hazırlandı. Rapor ne yazık ki Türkiye açısından acıtıcı tespitlerle dolu.

Rapor hükümetlerin çok partili koalisyonlardan oluşmasının uzun vadeli kararlar alınmasını zorlaştırdığını belirtiyor ve Türkiye'yi 'OECD'nin kamu mali yönetimi ve denetimi en zayıf ülkesi' olarak tanımlıyor. Bütçelerin 12 aya odaklandığını ve alınan kararların gelecek yıllara etkilerini tahmin edemediğinin vurgulandığı raporda "Türkiye, politikaların ve mali kararların kalitesini artıracak çok yıllı bütçeleme yöntemi kullanmayan az sayıda OECD ülkesi arasındadır" deniliyor. Çok yıĺlı bütçe sistemine geçilmesinin toplam harcamanın istikrara kavuşmasında önemli bir yöntem olduğu anlatılan raporda "Kısa ömürlü hükümetler nedeniyle bütçe hazırlanmasına yönelik stratejik politikalar azdır. Eğer birkaç yıl içerisinde sürdürülebilir bir mali yapıya ulaşılacaksa, hükümetin sona erdirmek durumunda kalacağı politika ve programları belirlemeye yönelik kararları zor da olsa alması gerekecektir. Politikalar, planlar ve bütçeler arasında daha iyi bir bağlantı oluşturulması amacıyla bir dizi girişimde bulunmak şarttır" tespiti yapılıyor. 

Raporun önerdiği çözüm yolunun meali ise şu: Türkiye, 2003 yılı bütçesini hazırlarken harcamacı kurumlardan 2004'e ilişkin bütçe tekliflerini de isteyecek. Böylece Türkiye'de ilk kez 2 yıllık bütçe hazırlanmış olacak. 5 yıllık kalkınma planlarıyla uyumlu ve belirlenecek 2 yıllık makro çerçeve ile ters düşmeyecek olan tekliflerle, bütçe hazırlığında kısa dönemden orta döneme geçiş hedefleniyor. Harcamacı kuruluşlar bu çerçevede 'orta vadeli bütçe' ve 'stratejik planlar' hazırlayarak DPT'ye gönderecek. DPT ise bunları konsolide ederek 5 yıllık plan hedefleri ile bağlantılandıracak. 2 yıllık bütçe sayesinde devam eden hizmetlerin maliyeti ile yeni başlayacak hizmetlerin maliyeti birbirlerinden ayrılacak. Bu aşamada yazının başından beri tartıştığımız eğitim ve sağlıkla ilgili enteresan bir karar verilmesi gerekecek. Buna göre sağlık ve eğitime GSMH'nin belirli bir yüzdesi olarak tahsis edilecek ödenekler, gelecekteki belirli bir dönem için de taahhüt edilecek. Yani eğitim ve sağlıktan kesilip faiz ödemelerine para aktarılamayacak.

Evet bu konuların hemen hepsi bildiğimiz gerçekler. Ancak bu sarmaldan çıkış için önerilen kavramlar ise şimdilik bize yabancı ve yeni görünüyor. Bütçesindeki gelir ve gider kalemlerini kontrol edebilen, bunları toplumun temel sorunlarına çözüm için yönlendirebilen bir Türkiye'nin, dünyanın geleceğinde kendisine rahat ve saygın bir yer edinebilmesi mümkün. Tabii ki daha iyi bir öneri yoksa...

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard dergisinin Aralık-2001 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder