5 Haziran 2022 Pazar

KAPAK HABERİ / TÜRKİYE'DE 'STRATEJİK PLANLAMA' BEKLENTİSİ YENİDEN CANLANIYOR: 22 YIL ÖNCESİNDEN BİR EKONOM DERGİSİ KAPAĞI...

8. PLAN: KRİTİK KAVŞAKTA BEKLİYOR

Cahit UYANIK - Orsoy GİRGİÇ

Plan, herkesin bildiği ve kullandığı bir sözcük. Planlama ise yine herkesin yaptığı veya yapmaya çalıştığı bir uğraş. Küçük bir çocuğa "Büyüyünce ne olacaksın?" diye sormak bile, onu planlı düşünmeye sevk edebilir. Ama planlama kavramını milyonlarca insanın yaşadığı, milyonlarca karar unsurunun bulunduğu, yüz binlerce üretim odağının çalıştığı bir ekonomiye uygulamaya çalıştığınızda işin rengi değişiveriyor. Ekonomik dengeleri etkileyen değişkenlerle, toplumun beklentilerini ortak noktada buluşturma çabası; ekonomik planlamanın ne kadar zor ancak aynı zamanda ne kadar vazgeçilmez olduğuna işaret ediyor. Türkiye, 1963 yılından bu yana planlı bir ekonomi. Bu süreçte planlamanın önemi zaman zaman arttı, zaman zaman azaldı. Ancak hiç bir zaman vazgeçilemedi. Çünkü dünyadaki ciddi devletlerin hepsi bu tür teşkilat veya oluşumlara sahip. Aksi taktirde geleceğe ilişkin tahminler, bir takım ön yargılar ve subjektif değerlendirmelere teslim edilebilir. 

(Tıklayınız) BİR 'PLAN' KAPAĞININ YAZILIŞ HİKAYESİ VEYA İKTİDAR DEĞİŞİRSE "4. PERSPEKTİF PLAN" İLAN EDİLİR Mİ?

Türkiye'de plancılığın tarihi Atatürk Dönemine kadar uzatılabiliyor. Ancak o dönemde hazırlanan planlar, daha çok devletin sanayi alanındaki yatırımlarının bir listesi ve programı niteliğindeymiş. Modern plancılığa geçiş ise "Her mahallede bir milyoner yaratma" sevdasına yönelik olarak dağıtılan bol keseden teşvikler ve krediler, plansız-programsız yatırımlar döneminin hemen ardından geliyor. Türkiye, hep söylenegelen ancak bir türlü rakamlara dökülemeyen ekonomik potansiyelini planlar sayesinde tanımaya başlıyor. Aradan geçen 39 yılda tüm çalışmalara rağmen Türkiye'nin kendi gücü ve ekonomik potansiyelini tanıyıp değerlendirebildiğini söylemek mümkün değil. İşte hazırlıklarına başlanan 8. Plan, Türkiye'ye bu fırsatı sunuyor. 

8. Plan, kendini daha iyi tanıyıp yerinde değerlendirmeler yaparak sorunlarını analiz ettikçe, Türkiye'nin çözümlere ulaşmasının daha kolay olacağını gösterebilir. 8. Plan, Türkiye'nin önünde bekleyen, sayısı giderek artan ve acilleşen yapısal reformlar için bir el feneri görevi üstlenebilir. Kapak konumuzu kritik bir kavşakta bekleyen ve kritik bir misyon üstlenen; ancak kamuoyunda yeterince tartışılmayan 8. Plan'a ayırdık. Ancak bizim 8. Planı kapak konusu olarak seçerken gösterdiğimiz hassasiyeti, ismi gazete sayfalarından inmeyen bazı özel sektör derneklerinden göremedik. Üniversite dünyası da anlaşılan bu konuyla pek ilgili değil. Görüşlerine başvurmak istediğimiz bazı öğretim üyeleri "Türkiye Ekonomisi sınavına soru hazırlıyorum" gibi gerekçelerle konu üstünde kafa yormayı reddettiler.

Giriş yerine...

"Eğer Türkiye'de Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) olmasaydı 21. Yüzyıl için kurulması gerekirdi". Bu söz DPT Eski Müsteşarı Orhan Güvenen'e ait. Ne mutlu ki Türkiye, 2000 yılından tam tamına 39 yıl önce bir planlama örgütü kurmayı başardı. Peki bu yazı boyunca neyi tartışacağız o zaman? Soruyu cevaplamak için belki Güvenen'in sözünü biraz değiştirerek kullanmakta yarar var: "Türkiye, 39 yıl önce DPT'yi kurup, 37 yıl önce planlı ekonomiye geçtiyse, neden kendisini 2000'li yıllara hazır hissetmiyor?"

Bu kritik sorunun cevabını kapak yazımız boyunca arayacağız. Üstelik bu soruya 2000'li yıllara girerken kendisini hissettiren, özellikle ekonomide yapısal reform ihtiyacının içeriğini sorgulamak boyutunu da ekleyeceğiz. Çünkü 2000 yılı boyunca tartışıp 2001-2005 arasında uygulayacağımız 8. Beş Yıllık Kalkınma Planı ile yapısal reform ihtiyacı ve toplumda yarattığı beklentiler uzun zamandır üst üste çakışmış görünüyor. Burada yapısal reformlar, yaşamın pratiğini simgeliyor. 8. Plan ve yapısal reformların genel Türkiye ve dünya dengeleri içindeki uygulama şansının şartlarını öngörüyor. Böyle bir bağlantı kurmamızın nedeni ise açık. Türkiye'de özellikle son 20 yılda bazı yapısal reform çalışmaları bir plan veya programa dayanmadığı için daha doğmadan öldü. İşte 8. Plan, Türkiye'ye kendisini yeniden tanımlayacağı önümüzdeki yıllar için "altın bir fırsat" sunacak.

Türkiye, bugüne kadar tam 7 adet plan hazırladı. Bu planların hepsi, kendi koşulları içinde incelendiğinde önemli özellikler taşıyor. Ama 8. Plan'ı üstlendiği veya üstleneceği misyon itibarıyla 1. Plan'a benzetmek çok mümkün. Çünkü 8. Plan, tıpkı 1. Plan'da olduğu gibi uzun bir kararsızlık döneminden sonra, Türkiye'nin yeni açılımlar yapmaya hazırlandığı bir zaman dilimine denk geliyor. Bu savı açabilmek için 1950'lerin Türkiyesine dönmek gerekiyor. Demokrat Parti (DP) iktidarı ile girilen hızlı kalkınma süreci, kendi kendisini 1950'lerin ikinci yarısından itibaren tüketmeye başlar. "Piyasanın gizli eli" kavramının her şeyi düzenleyeceği varsayımıyla yapılan dağınık yatırımlar ve bol keseden verilen krediler, 1957 yılına gelindiğinde ülkeyi borç ödeyemez duruma düşürür. Dış borç geri ödemeleri tehlikeye düşene kadar plan kavramını ağzına bile almayan yabancı ülkeler, bu tarihten itibaren Türkiye üzerinde yoğun bir baskı kurmaya başlarlar.

Türkiye, planlamaya nasıl razı edildi?

Oysa Doğan Avcıoğlu'nun "Türkiye'nin Düzeni" adlı kitabında yer alan bilgilere göre, 1950-58 döneminde muhalefet DP iktidarını yatırımların plana bağlanması konusunda sürekli eleştirmişti. Ancak DP buna kulak asmamıştı. DP iktidarı, komünizm korkusuyla uzak durmaya çalıştığı planlama kavramını muhalefet partileri dillendirince önemsememiş, ama kendi müttefiklerinden de aynı istek gelmeye başlayınca yelkenleri suya indirivermişti. Nitekim Türkiye borç ödeyemez hale geldikten sonra, 1958'de başlatılan Paris Görüşmelerinde yardım şartlarından birisi "Kalkınma Programı kapsamında yatırımların zorunlu koordinasyonunu sağlamak üzere Koordinasyon Bakanlığı kurulması" idi.

Baskılar sonuç verir. Koordinasyon Bakanlığı kurulur ve başına Sebati Ataman getirilir. Ardından Başbakanlık'a bağlı İktisadi Müşavirlik Kurulu kurulur. Bu çerçevede Türkiye için bir kalkınma planı hazırlamak için Prof. Jan Tinbergen ile anlaşmaya varılır. Tinbergen, 1959 ilkbahar aylarında Türkiye'ye yardımcısı J. Koopman'la gelerek ilk plan hazırlıklarına başlar. Tinbergen ismi burada büyük önem taşıyor. Çünkü Tinbergen, "Aşamalı Planlama Tekniği" olarak bilinen yaklaşımın yaratıcılarındandır.

ABD: İyi ki planlamaya geçtiniz

DP iktidarı, kendi oy ve teşkilat tabanından "Komünist metotlarıyla çalışmaya başladılar" eleştirisini almamak için Tinbergen'in çalışmalarını gözlerden uzak sürdürmesini ister. Derken 27 Mayıs 1960 İhtilali yaşanır. İhtilalin heyecanlı günleri geçtikten sonra, geleceğe ilişkin planlar yapılmaya başlanır. Bu çerçevede 1961 yılında Tinbergen'in müşavirliğinde DPT kurulur. DPT ile pek fazla bilinmeyen bir gerçek ise bu kuruluşun oluşturulmasında Alparslan Türkeş'in etkin rol oynadığıdır. Avcıoğlu'nun verdiği bilgilere göre Başbakanlık Müsteşarı Türkeş, DPT'nin kuruluşuna önemli katkılar yapmıştır. Belki de günümüzde MHP'nin planlama kavramı ve DPT'yi bu kadar sahiplenmesinin gerisinde, Türkeş'in zamanında gösterdiği bu etkin çabalar vardır. 

Jan Tinbergen

Yeniden 1. Plan'a dönersek... Tinbergen'in öncülüğünde hazırlanan 1. Plan, özellikle ABD tarafından hoşnutlukla karşılanır. Dönemin ABD Büyükelçisi Hare, hükümete verdiği bir mektupta DPT'nin kurulmasını överek, "Yeni hükümetin başarılı bir ekonomik kalkınmanın katlanılacak büyük çapta fedakarlıklarla mümkün olabileceğini açıkça takdir etmekte olması ve hususi sektörün bu kalkınmada oynayacağı rolü de müdrik bulunarak planlı bir kalkınmaya atfettiği önem ABD üzerinde çok müspet bir tesir yaratmış ve cesaret vermiştir" görüşünü ortaya koyar. İşte 8. Plan'la benzer kaderi paylaştığını düşündüğümüz 1. Plan'ın kısa ve öz öyküsü.

1958 Türkiyesi ve 1999 Türkiyesi

8. Plan da tıpkı 1. Plan gibi; ekonomide büyük bir boşluk dönemi, sorunların altından kalkılamaz ve dış destekle çözülebilir bir yapıya büründüğü ortamda gündeme girecek. Bu tabloyu biraz daha netleştirmekte fayda var. Türkiye ekonomisinin, çoğunlukla siyasi istikrarsızlık nedeniyle 1987 yılından bu yana iyi yönetilemediği ortada. Kökleri 1970'lerin sonuna kadar uzanan enflasyon problemi ise bir türlü çözüme kavuşturulamıyor. Başlangıçta ekonomideki üretim yetersizliğiyle beslenen enflasyon sorunu, 1990'lara gelindiğinde kamu finansman açıklarından sebeplenir oldu. Geldiğimiz noktada hemen hemen herkes, problemin dış destekle çözülebileceğinde hemfikir. 

1999'da IMF ile stand-by imzalamaya çalışan ekonomi yönetimi, ekonomik sistemi berbat ederek yetkilerini teker teker bağımsız kurullara devretmeye başlayan siyaset kurumu ve kör kör gözüm parmağına özelleştirme isteyen iş dünyası 1958'lerin Türkiyesine ne kadar benziyor. 1958 Paris Görüşmelerini yaklaşık 3 yıldır devam ettirdiğimiz IMF ile sonu gelmez müzakere süreçlerine kolayca benzetebiliriz. Ekonomideki gücü ve önemi ekonomide iyice kendisini hissettirecek ve yabancı yatırımcıların istediği düzenleyici kurulları da planlama konusunda yapılan dış baskılarla aynı kefeye koymak mümkün. Halen izlediğimiz politikalara ABD'nin verdiği destek de üç aşağı beş yukarı 1960'ların başındaki günlere çok benziyor. Önümüzdeki günlerde ekonomide yaşayacağımız yapısal dönüşümleri, yıllardır gırtlağını yırtarcasına haykıran ancak kimseye duyuramayan sağduyulu muhalif sesleri ise 1958 ve 1999 Türkiyesinin resmedildiği bu tablonun en güzel yerine yerleştirmek gerekiyor. İşte 8. Plan, bu nedenle "önemli ve kritik" bir kavşakta bizi bekliyor. Tüm toplumu ve ekonomik yapının geleceğe ilişkin beklentilerinin bir yansıtılabildiği bir 8. Plan, yapısal reformlar devreye alınırken "bir toplumsal ve ekonomik rehber gibi" herkesin ilk göz attığı doküman olabilmeli.

Üçüncü defa perspektif boyutu

Aslında 8. Plan'ın hazırlıkları sessiz sedasız başladı. 8. Plan'ın nasıl bir çerçevede ortaya konulacağına ilişkin ilk resmi doküman Ağustos-1999'da yayımlanan Başbakanlık Genelgesi... Toplam 15 sayfadan oluşan genelgede öne çıkan ilk tespit; 8. Plan'a normal bir plan olmanın ötesinde 2023 yılına kadar geçecek 22 yıllık süreci de kapsayan bir "perspektif plan" fonksiyonu verilmesi. 

Türkiye böylece 1963'te geçtiği planlama sürecinde, kendisine üçüncü defa perspektif biçmiş oluyor. Daha önce 1963'te hazırlanan 1.Plan'da 15 yıllık bir perspektiften (1963-1978) bahsedilmişti. Bu perspektif, 2. Plan döneminde de dikkate alındıktan sonra uygulamadan kaldırıldı. 1973-1977 dönemini kapsayan 3. Plan hazırlanırken, planlamaya 22 yıllık yeni bir perspektif  (1973-1995) biçildi. Bu perspektif, o dönem kullanılan deyimle Ortak Pazar'la imzalanan Katma Protokol'ün 22 yıllık listelerine ilişkin ikinci dilim geçiş süreci ile bağlantılı bir görünüm arz ediyordu. 6. Plan sonuna kadar bu perspektif geçerli oldu. Ancak 1996-2000 dönemini kapsayan 7. Plan'da herhangi bir perspektif öngörülmedi. 8. Plan Genelgesinin girişinde ise üçüncü perspektif boyutu (2001-2023) şu şekilde açıklanıyor:

"Türkiye gelişmesini Mustafa Kemal Atatürk'ün belirttiği çağı aşma hedefi doğrultusunda daha ileri aşamalara ulaştırmakta kararlıdır. Binlerce yıllık tarih birikiminden gelen toplumumuzun zaman dinamiğinde daha etkin olmasını hedefleyen bir yaklaşımla, Türkiye Cumhuriyetinin 100. Yıl Dönümüne tekabül eden yıl hedef alınarak "2023 Türkiye Orta ve Uzun Dönem Gelişme Hedefleri ve Stratejileri" belirlenecektir. 21. Yüzyılda Türkiye kültür ve uygarlığın en ileri aşamasında, dünya standardında üreten, gelirini adil paylaşan, insan hak ve sorumluluklarını katılımcı demokrasiyi, laiklik, din ve vicdan özgürlüğünü en etkin düzeyde uygulayan küresel düzeyde etkili bir dünya devleti olacaktır. Uzun Dönem Gelişme Stratejilerinin ilk 5 yıllık bölümünü oluşturacak olan 8. Plan'ın bu doğrultuda ve en etkin katılımla hazırlanması ve uygulanması büyük önem arz etmektedir."

Perspektif  için farklı düşünceler

Peki dünyadaki gelişmelerin baş döndürücü bir hızda seyrettiği bir ortamda Türkiye'nin önüne neredeyse çeyrek yüzyıllık bir perspektif koymak ne kadar akılcı? Bu konuda değişik isimler, değişik görüşler ileri sürüyor. DPT Eski Müsteşarı Ali Tigrel, 25 sene sonrasını şu anda düşünemediğini belirterek "Önce kısa ve orta vadeli sorunları çözelim. Türkiye, önümüzdeki 1, 3 ve 5 senede neler yapması gerektiğini çok iyi ortaya koyması gereken bir ülke. Bazı trenler kaçıyor. Bekleyen sorunlar sıradan değil. Önce bu sorunları nasıl aşacağımızı düşünmemiz lazım. Kısa vadeci kesinlikle değilim. Ama Türkiye'nin bence önünde en fazla orta vade diyebileceğim kritik bir zaman dilimi var. Bence bu plan özellikle bütün gücünü ilk birkaç seneye vermeli" görüşünü savunuyor. 

DPT Eski Müsteşar Yardımcılarından Yavuz Ege ise perspektif plan kavramına daha sıcak yaklaşıyor. Ege, 8. Plan hazırlıkları başlarken yeni bir perspektife ihtiyaç olduğunu kaydederek "Plan sadece 5 yıllık dönemi değil, çok daha uzun bir dönemi kapsamalı. Herkesin üzerinde mutabık olduğu bir yıl da var: 2023. Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 100'üncü yıl dönümü. Böyle bir perspektifin benimsenmesi ve bununla ilgili ciddi bir hazırlığın yapılıp 8. Plan'ın hazırlanması doğru olur" şeklinde konuşuyor. Ancak Ege'nin perspektif planın oluşum sürecine itirazı var. ege "Perspektif nerede, kim tarafından ve nasıl oluşturuluyor? Bunun bir defa kamuoyuna mal edilmesi lazım. Bunun bir sürü yararı var. Benimsenen bir şey olmalı ki, toplum bütünüyle bir heyecan, bir bekleyiş, bir umut hissine kapılsın. Bu istikamette toplum bir çaba, bir gayret sarf etme hissi duysun" düşüncesini dile getiriyor. 

DPT'de uzun yıllar aktif görevler üstlenen ancak isminin açıklanmasını istemeyen eski bir bürokrat da, perspektif plana temkinli yaklaşıyor. "Perspektif boyutuna bazı nümerik hedefler, örneğin 2020 yılında kişi başına milli gelir şu kadar olacak gibi hedefler koymak çok yanlış olur. Rakam verdiğin zaman daha baştan kadük olma ihtimali var. Tabii bu hiç projeksiyon yapılmasın anlamına gelmiyor. Ama rakamsal projeksiyonları olabildiğince sınırlı tutmak lazım" değerlendirmesini yapan DPT Eski Bürokratı, perspektife daha çok normlara ilişkin bilgileri koymak gerektiğini anlatıyor. Eski bürokrat "Yani Türkiye'nin neleri çözeceği ve ne duruma geleceği hedeflenmeli. Belki karşılaştırmalı bir yaklaşım izlenebilir. Eğer kamuoyuna bir perspektif ve projeksiyon taşıyorsanız, olabildiğince uzun süre kalabilecek şeyleri söylemeliyiz" değerlendirmesini yapıyor. 

Türkiye'nin geçmişte hazırladığı planlara önemli katkılar sunan 3 önemli uzmanın perspektif plan hakkındaki düşünceleri birbirinden farklı. Ancak bunların hepsi de dikkate alınması gereken düşünceler. Yalnız bu noktada Ege'nin perspektif tarihinin kamuoyunun desteğiyle belirlenmesine ilişkin düşüncesine dikkat çekmek gerekiyor. Acaba Türkiye'de kaç kişi 8. Plan'ın hazırlanacağı ve bu planın bünyesinde 2023 perspektifi bulunduğundan haberdardır?

Yeni boyut: Bilgi sektörü

8. Plan genelgesinde dikkati çeken ikinci tespit ise klasik sektör yapılanmasının geliştirilmesi... Bu çerçevede tarım sektörü "yüksek katma değerli tarım sektörü" olarak tanımlanırken, sanayi ve hizmet sektörlerinin yanına bilgi sektörü de ekleniyor. Böylece klasik tarım, sanayi, hizmetler sınıflamasına dördüncü boyut eklenerek "bilgi sektörü" de klasifikasyona dahil ediliyor. Genelgede bilgi sektörünün önemi "Bilgiye ulaşabilen, bilgiyi kullanabilen birey ve toplumlarla bu olanaktan yoksun kalanlar arasındaki farklılaşma, yeni yüzyılda ayırt edici bir özellik olarak ortaya çıkacaktır. Yerleşen uluslararası norm ve standartlara uyulamaması ve teknolojideki gelişmelerin dışında kalınması, küresel ölçekte meydana gelmekte olan etkileşime ülkelerin etkileyici birer aktör olarak katılmalarını olanaksız kılacaktır" şeklinde tanımlanıyor. Zaten 8. Plan için oluştutrlan 98 adetlik özel ihtisas komisyonları listesinde "Bilgi Ekonomisi", "Bilim, Teknoloji ve Yenilikçi Buluşlar", "Fikri ve Sınai Mülkiyet Haklarının Kullanılması ve Korunması", "Haberleşme, İletişim, Tele İletişim Alt Yapısı ve İşletmeciliğinin Türkiye'nin Gelişme ve Tanıtım Stratejilerinde Kullanılması", "Harita, Tapu Kadastro, Coğrafi Bilgi Sistemleri, Uzaktan Algılama Sistemleri" olmak üzere bilgi sektörünü yakından ilgilendirecek 6 özel ihtisas komisyonu kurulması öngörüldü.

Bu noktada bilgi ekonomisi veya bilgi sektörü denilince Türkiye'nin mevcut durumunu tespit etmek gerekiyor. Genelgenin hazırlandığı dönemde DPT Müsteşarı olarak görev başında olan Orhan Güvenen, dünyada bilgi hizmet ve teknolojileri konusunda yapılan harcamaların yılda 1,2 trilyon ABD Dolarına ulaştığını belirterek, bir çok OECD ülkesinde bilgi derleme, işleme ve iletme alanında çalışan kişi sayısının işgücüne oranının yüzde 50'yi geçtiğini vurguluyor. Güvenen daha sonra OECD ile karşılaştırmalı olarak Türkiye'nin mevcut durumuna dikkat çekiyor: 

"Türkiye'nin bilgi ve beceri ağırlıklı rekabet ortamında geri kalmaması ve muazzam potansiyelini gerçekleştirebilmesi için, bilim ve eğitim alanında ne kadar büyük bir aşama gerçekleştirilmesi gerektiği bilinmektedir. İlk bakışta rakamlar karamsarlık yaratabilecek niteliktedir. Türkiye'de işgücünün yaklaşık yüzde 70'inin azami eğitim düzeyi ilkokuldur. Orta öğretimde okullaşma oranı diğer OECD ülkelerinin çok büyük bölümünün üçte birinin altında kalmıştır... Zorunlu temel eğitimin 8 yıla yükseltilmesiyle bu alanda önemli bir adım atılmıştır. Bununla birlikte hem ortalama eğitim düzeyi yetersiz kalmakta hem de insan kaynaklarının hedeflenen  şekilde geliştirilmesi ortalama eğitim düzeyinin artırılmasının ötesinde daha kapsamlı bir ivme gerektirmektedir."

Özel ihtisas komisyonları etkin mi?

Siz bu yazıyı okurken 8. Plan hazırlıkları konusundaki ikinci aşama yani özel ihtisas komisyonlarının (ÖİK) çalışmaları sürüyor olacak. Genelgede sayısı 95 olarak belirlenen ancak DPT inisiyatifiyle sayıları 98'e çıkan ÖİK'ler, 31 Ocak'a kadar raporlarını DPT'ye teslim edecekler. Plan genelgesinde ÖİK'lerin yapması gereken şeyler ise şöyle sıralanıyor:

"8. Plan katılımcı planlama yaklaşımı çerçevesinde kamu ve özel kesim ile sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin ve üniversite öğretim üyelerinin katılımıyla hazırlanacaktır. Önceki planlarda olduğu gibi ÖİK çalışmaları plan hazırlıklarını yönlendirici bir rol oynayacaktır. Komisyon raporlarının konuyla ilgili amaçları, durum analizlerini, politika seçeneklerini ve önerilecek projelerin uygulama takvimini getiri, maliyet ve kaynaklarını da ortaya koyması gerekmektedir. Komisyon çalışmalarında uzun dönemli (2001-2023) stratejileri ile sürdürülebilir kalkınma ve bölgesel gelişmeyle ilgili öneri ve değerlendirmelere de yer verilecektir." 

Genelgedeki değerlendirmelerden de anlaşılacağı gibi plan hazırlık sürecinin ilgili çevrelerle tek temas noktası ÖİK'ler. Çünkü bu aşamadan sonra Plan, tamamen bürokrasi-hükümet-Meclis üçgeninde yönlendiriliyor. Türkiye'de karar ve üretim süreçlerinde etkinliğini giderek artıran özel sektörün 8. Plan'la ilgili düşünceleri bu çerçevede büyük önem kazanıyor. Özel sektörün plan hakkındaki düşüncelerini iki noktada analiz etmekte fayda var. İlk olarak özel sektör, plan hazırlık sürecine yeterince etkin katıldığına inanıyor mu? 

"Özel sektörün duayeni" Koç Grubu'nun konu hakkındaki düşüncelerini İktisadi Planlama Grubu Başkanı Necati Arıkan "Planların hazırlanması aşamasında özel ihtisas komisyonları içinde özel sektör yer almaktadır. Ancak uygulamada ciddi sapmalar oldukça ve planların önemi azaldıkça özel sektörün bu katılımı giderek düşmektedir. Planların uygulama aşamasında ise özel sektörün karar mekanizmalarına katkısı yok denecek kadar düşüktür. Bu konuda ciddi reform ihtiyacı vardır" şeklinde belirtiyor. 

Ege ise Japonya'daki plan hazırlık sürecine dikkat çekiyor. Ege, Japonya'da Türkiye'deki YPK'nın gördüğü işlevi üstlenen kurumların daha kapsamlı olduğunu belirterek "Japonya'da YPK'nın gördüğü işlevi gören Ekonomik ve Sosyal Konsey benzeri bir kurumdur. Şirketler, çalışanlar, üniversiteler de dahil toplumunun çeşitli kesimlerinin üst düzeyde temsil edildiği geniş katılımlı bir kurumdur. Japonya'daki planlama kurumu, planların hazırlanmasında çok etkili. ÖİK'lere benzer bir takım komisyonar, komiteler de var. Ama planla ilgili her kararın alındığı yer bu kurumdur. Eğer 8. Plan, önümüzdeki yılın Haziran ayında Meclis'e gelecek ise şu anda YPK yerine böyle bir kurumu koyalım demek için geç. Ama eğer biz bunu bir süre daha erteleyelim, hatta YPK'nın yerine böyle bir kurul geçsin ya da benzeri başka bir oluşum denilirse, daha geniş bir şekilde toplumun görüşlerini belirtebileceği, kamuoyunun üzerinde rahatça tartışabileceği bir zaman yakalayalım. Bu çerçeve içinde bir perspektif oluşturalım diyor isek, o zaman planı 1 sene ertelemek gereği de doğabilir" görüşünü savunuyor.

Özel sektör plana değil programa bakıyor

Ya Türkiye'de özel sektör kendi faaliyetlerini yeterince planlıyor mu? Arıkan'ın sorumuza verdiği cevap, çoğu konuda olduğu gibi siyasi ve ekonomik istikrarla ilgili:

"Türk özel sektörü, planlama faaliyetlerine her zamankinden daha büyük önem vermektedir. Planlamanın önemi özellikle rekabetin yoğunlaşmasıyla ve küreselleşmeyle daha çok anlaşılmıştır. Burada ana hedef şirketlerin rekabet artırılmasına yönelik faaliyetleri planlamasıdır. Buna paralel, son zamanlarda planlama daha ziyade 'stratejik planlama' şeklini almıştır. Ne var ki planlama faaliyetlerini etkileyen en temel faktörler olan siyasi, ekonomik, sosyal ve de teknolojik gelişmelerin hızı planlama sürecini giderek zorlaştırmaktadır. Türkiye'de istikrarın olmayışı ve kronik enflasyon nedeniyle planlama yapmak son derece güçtür."       

Özel sektörün önemli temsilcilerinden birinin konuya ilişkin düşünceleri böyle. Peki planlama sürecine bürokrat kimliğiyle etkin olarak katılmış, zaman zaman özel sektörün içine girmiş isimlerin yani masanın her iki tarafına da geçmiş uzmanların konu hakkındaki düşünceleri neler? DPT Eski Müsteşarı Tigrel, 7-8 yıldır özel sektörle yakın ilişkiler içinde. Halen bir holdingte yönetim kurulu üyeliği de yapan Tigrel, ciddi özel sektör kuruluşlarının ekonomiyi yakından izlediklerini belirterek "Fakat plan dokümanı konusunu çok da fazla irdeledikleri kanaatini taşımıyorum" diye konuşuyor. Tigrel'in "Neden?" sorusuna verdiği cevap ise az önce Arıkan'ın ileri sürdüğü düşüncelerle örtüşüyor: 

"Nasıl olsa siyasetçiler bu politikalarını, yazdıklarını, söylediklerini yapmaz diyorlar. Ama hükümetlerin ilan ettikleri yıllık program ve bütçe bazındaki sayısal hedeflerini dikkatle irdeliyorlar. Holdingler bu irdelemede kendi hedeflerini hükümetin hedeflerinden bağımsız olarak koyabiliyorlar. Geçen yıl bir çok büyük grubun hükümetin hedeflerinin oldukça üstünde enflasyon ve kur hedefi belirlediklerini biliyorum. Maalesef bunu söylemekten utanıyorum. Türkiye'deki siyasi yönetimler ekonomik anlamda çok fazla ciddiye alınmıyorlar. Bugüne kadar bir şey söylenip de ne zaman tutturuldu mantığı hakim. Halbuki devletin itibarının çok daha fazla olması lazım."

Siyasi süreç, plan kararı için yeterli mi?

Yeniden plan hazırlık sürecinin ayrıntılarına dönersek... ÖİK'lerin raporlarını teslim etmesinden sonra "Plan Stratejisi" için hükümetten nihai direktif alınması gerekiyor. Strateji kurulup Yüksek Planlama Kurulu'nda (YPK) kabul edilerek Bakanlar Kurulu kararı olarak yayımlanıyor. DPT bu aşamadan sonra "Plan Taslağı"nı hazırlayarak sırasıyla YPK ve Bakanlar Kuruluna getiriyor. Kabul sonrasında taslak, Meclis'e doğru yola çıkıyor. Taslak metin, Plan ve Bütçe Komisyonu ile Genel Kurul'da görüşüldükten sonra "TBMM Kararı" statüsü kazanıyor. Bu sürecin 2000 Haziran ayını bulması bekleniyor. 5-6 satıra sığan bu süreç, aslında plan hazırlıklarının ve dolaysıyla 8. Plan'ın en can alıcı periyodunu oluşturuyor. Bu aşamada bürokrat-siyasetçi, daha açık bir deyimle DPT-Hükümet ilişkileri planın kaderini belirliyor. 

Peki ÖİK sürecinden sonra tamamen siyaset kurumuna teslim edilen planlar, acaba ne kadar sağlıklı olabiliyor? Bu konuda Eski Müsteşar Tigrel'in önemli bi değerlendirmesi var. Tigrel "Planlar ve hazırlanan programlarda bürokratlar bazen her şeyi yazamıyorlar. Bir örnek vereceğim: Kimse kalkıp da planda Türkiye'deki Siyasi Partiler Yasası'nın, Seçim Kanunu'nun değiştirilmesi gerekir diye yazmayacaktır. Ama Türkiye'nin en büyük ihtiyaçlarından birisi, gerçekten demokratik ve çağdaş bir sivil toplum olmak istiyorsak belki de budur" diyor. 

DPT Eski Müsteşar Yardımcısı Ege'ye göre bu sürecin bir şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Ege "Planlar TBMM'den geçer ama kanun değil TBMM Kararıdır. Bir yerde toplumun bütününün uzlaşmaya vardığı metinler anlamını taşır. Bunları diğer kanunlardan daha ayrı düşünmemiz lazım, daha fazla tartışmamız lazım. Daha makro yaklaşımlarla, nereye doğru gidildiğini gösterecek ve bunun için neler yapmamız gerektiğini ana hatlarıyla görmemiz lazım" diye konuşuyor. Koç Holding İktisadi Planlama Grubu Başkanı Arıkan da benzeri düşünceleri savunuyor ve "karar mekanizması" üzerinde söz sahibi olmanın önemine işaret ediyor. Arıkan, "Kalkınma planları ve stratejileri tüm kesimler ile birlikte hazırlanmalı ve uygulamada tüm kesimlerin belli bir karar mekanizması içinde söz sahibi olması sağlanmalıdır. Bu şekilde bir planlama müteşebbisliği doğru yönlendirerek sermaye ve insan gücü gibi tüm kaynakların israfını engelleyecek, kaynakların optimum kullanılmasına yardımcı olacaktır" görüşünü savunuyor.

İnsan odaklı planlama

Plan hazırlama sürecine ve tartışmaları özetledikten sonra, 8. Plan'ın üstlenebileceği özgün misyona yeniden dönebiliriz. Bu konuda son olarak 8. Plan'ın herkesi kritik bir kavşakta beklediğini belirtmiştik. Öncelikle Ağustos ayında yayınlanan 8. Plan Genelgesinin kendisine nasıl bir misyon yüklediğini incelemekte yarar var. Genelgede "Plan, bir toplum projesi, bir uygarlık projesidir. Planlama eğitim, insan kaynakları, sosyal sermaye, bilgi sistemleri, teknoloji, ekonomi, kültür, sağlık, enerji, çevre, hukuk karar sistemleri düzeyinde çok sayıda alanı kapsar ve Türkiye-Dünya etkileşiminde Türkiye optimalini teori ve uygulamada hedefler. Uzun Dönem Gelişme Stratejileri'nin ilk 5 yıllık bölümünü oluşturacak olan 8. Plan'ın bu doğrultuda ve etkin katılımla hazırlanması ve uygulanması büyük önem arz etmektedir" deniliyor. Bu cümledeki sıralamada ekonominin beşinci sıraya düştüğünü kolayca gözlemleyip, önündeki ilk dört unsurun ise ekonomiyi ve ekonomik kalkınmayı belirlediğini kolayca değerlendirebiliriz. 

DPT'de görev yapan eski bir bürokrat, gelişmenin odağına insanı alan stratejinin aslında 7. Plan'da uygulanmaya başladığını belirtiyor. "Bugün artık Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisinin yerini, giderek Rekabetçi Üstünlükler Teorisi alıyor ve dünyada üretimin önemli bir bölümü hizmetler sektörüne kayıyor. Durum böyle olunca insan faktörü ön plana çıkıyor" diyen eski bürokrat, sözlerini "Rekabetin temel kaynağı artık insan olgusu. Rekabet gücünü ham petrol, demir veya altın stoku belirlemiyor. Gelişme potansiyelimizi artık insanınızın niteliği belirliyor. Bu da insan kaynağına ciddi yatırım yapmanızı gerektiriyor. Değişen koşullara göre insan yeteneklerinin muhakkak geliştirilmesi lazım" şeklinde bitiriyor.

Yapısal reformlar ve stratejik plan

Genelgede 8. Plan'ı tanımlayan bir başka unsur ise strateji. 8. Plan'ın uzun dönemli gelişme stratejilerinin ilk 5 yıllık bölümünü oluşturacağı ifade ediliyor. Zaten "Stratejik Plan" kavramı görüşlerine başvurduğumuz tüm uzmanların üzerinde uzlaştıkları bir konu olarak kendini gösterdi. Tüm uzmanlar, planların artık rakamlara boğulmadan, uzun dönemli stratejileri içinde barındıran dokümanlar olması gerektiğini ifade ediyorlar. Uzmanlar, planların kendini sürekli yenileyen bir yapıda olması gerektiğine de dikkat çekiyorlar. Söz gelimi Tigrel "Uzun vadede Türkiye'nin gerçekleştirmesi gereken sadece ekonomik alanda değil başka alanlarda da yapısal reformlar var. Hukuk, insan hakları, demokratikleşme konularında almamız gereken mesafeler var. Türkiye'nin idari, siyasi ve ekonomik yapısında çok ciddi değişikliklere ihtiyaç var" görüşünü savunuyor.  

Ege ise "Planların, özellikle perspektif planların içermesi gereken şeylerin başında yapısal değişimler, yapısal reformlar, yapısal öngörüler geliyor. Çok ayrıntıya girmeden, bu tür öngörülerin bu dokümanlarda yer alması gerekir. Zaten önümüzde eğer 23 yıllık bir perspektif varsa, bunun sonunda da gelinecek bir toplumsal yapı varsa, onu kendi doğal seyrinde görebilmek sadece ve sadece bir projeksiyon olur" şeklinde görüş bildiriyor. Özel sektörün bu konudaki düşüncesi de pek farklı değil. Arıkan, pazar ekonomisi geliştikçe kalkınma planlarının gerekliliği konusunda ciddi tartışmalar yapıldığını belirterek, "Yeni dünya düzeni ve ekonomi anlayışı içinde planlamayı belki de 'strateji' olarak düşünmek gerekir. Planlama geçmişte emredici bir fonksiyona sahip idi. Bunu bugün kabul etmek mümkün değildir. Öncelikle bugünkü anlamıyla planlamanın uzun vadeli bir yönlendirme ve bir strateji olarak algılanması gerekmektedir" görüşünü savunuyor. 

Sonuç yerine... 

Sonuçta Türkiye'deki 39 yıllık plan kültürü, kendisini 21. Yüzyıl'ın eşiğinde yarım yüzyıllık bir maziye doğru hazırlıyor. Marjinal kişi ve gruplar hariç Türkiye'de kimse plan ve plancılıktan vazgeçmek istemiyor. Görüşüne başvurduğumuz herkes, plan konusunda hemfikir. Ancak planların neyi, ne kadar kapsaması gerektiği, nasıl hazırlanırsa başarılı olacağı, başarılı olmak için değiştirilmesi gereken yapılar konusunda düşünceler çeşitli. İşte 8. Plan böylesi bir ortamda tartışılmaya başlanıyor.

-----------------

Prof. Dr. Orhan Güvenen

DPT Eski Müsteşarı Güvenen:

"DPT, Türkiye'ye Yol Haritaları Çizmeli"

Ekonom'da "8. Plan ve Yapısal Reformlar" konusunu işlemeye karar verdikten bir kaç hafta sonra, DPT Müsteşarı Orhan Güvenen görevden alındı. Güvenen kendisiyle kurduğumuz temasta, bu konudaki görüşlerini "Türkiye'nin Orta ve Uzun Dönem Stratejik Hedefleri, TC 2007-15, TC 2017-9" adlı kitabında anlattığını ve buna ekleyecek bir sözü olmadığını kaydetti. Biz de DPT Eski Müsteşarı Güvenen'in düşüncelerini bu kitaptan özetleyerek sunuyoruz:

"İktisadi felsefeleri ve yaklaşımları kapsamında 1960-80 planları karma ekonomi ve bütüncül; 1980-2000 planları ise liberal ve stratejik olarak nitelendirilebilir. Bu kapsamda 8. Plan'ın küresel ve ülke düzeyinde orta ve uzun dönemli stratejileri kapsayan dinamik ve sürekli yenilenen bir yapıya sahip olması gerekir. DPT, 20. Yüzyıl ulus devletler çağında ülkenin toplum, ekonomi ve kültür varlığını geliştirerek ileriye aktarma görevi görmekteydi. 21. Yüzyıl devletler üstü etkileşim çağında ise kamu, üniversite, iş dünyası, sivil toplum kuruluşları, 65 milyon insanımız ve 6 milyar insanlıkla çoğulcu, katılımcı demokrasi, hukuk devleti, teknik devlet, bilim, kültür, ekonomi, teknoloji sürecinde saydam ve yoğun etkileşimle pusula ve yönlendirme işlevlerini de üstlenerek Türkiye'ye yol haritaları çizmek durumundadır.

DPT'nin görevi temelde üç sorumluluğu kapsar: 1) Orta ve uzun dönem strateji belirleme, dinamik, sürekli güncellenen planlar, yıllık programlar, karar ve uygulama stratejileri oluşturma, 2) Türkiye ve küresel kapsamda teknik koordinasyon, 3) Kaynak tahsisi... Ekonomi, teknoloji, toplum, jeo-strateji, kültür yapılarını kapsayan makro dengeler, sektör çalışmaları, bölgesel gelişme entegre plan ve stratejileri, uluslararası teknik ilişkiler, bilgi teknolojileri ve sistemleri gibi alanlar DPT yapısında, dinamik eşgüdümle ulusal ve küresel bir bakışla Türkiye optimalini gerçekleştirme amacıyla bütüncül bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Bu anlamda eğer Türkiye'de DPT olmasaydı, 21. Yüzyıl için kurulması gerekirdi. 

Türkiye'nin 193 ülke içinde 10 yıldır kısa bir sürede kümülatif anlamda sisteme en çok etki yapan ilk 15 ülke içinde, 10 yıldan uzun bir sürede ise ilk 9 ülke içinde yer alması mümkündür. Bunun gerekli koşulu gelecek 10 yılda önemli stratejik hata yapmamaktan geçer. DPT ekonomi, sağlık, enerji eğitim, bilgi sistemleri gibi tüm alanlarda uzman istihdam eden ve bu sektörlerden sorumlu bakanlık ve kurumlarla etkileşim halinde orta ve uzun dönemli strateji, plan ve yıllık program üreten ve kamu yatırımlarına kaynak tahsis eden  bir kurum olarak, diğer kurumlarla etkin bir eşgüdüm halinde sistemin bütününü değerlendirerek Türkiye optimalini tespit edebilecek bir yapıya sahiptir. Bu sorumluluğun plan, stratejik yönlendirme ve karar alma süreçlerinden uygulama stratejileri, kararların uygulanması ve son kullanıcı olan bireylere getirdiği katma değere kadar uzanan bir değerlendirmeye ve sürekliliği oluşturması büyük önem taşımaktadır."

-----------------

Necati Arıkan

Koç Holding İPG Başkanı Necati ARIKAN:

"Plan Hedeflerine Ulaşmada İrade Eksikliği Var"

Türkiye'nin en büyük özel sektör kuruluşu olan Koç Holding, uzun bir süredir geleceğe yönelik kararlarını bünyesinde kurduğu İktisadi Planlama Grubu'nun (İPG) çalışmalarına dayanarak alıyor. Peki Koç, Türkiye'deki genel ekonomik planlardan yararlanıyor mu? Plan hedeflerinden ne kadar etkileniyor? Bu soruların cevabını Koç Holding İPG Başkanı Necati Arıkan'dan aldık:

"Kalkınma planları bir ülkenin uzun vadeli gelişmesini yönlendiren uzun vadeli stratejileri ve reform ihtiyaçlarını ortaya koyan çok önemli bir rehberdir. Uzun vadeli ve kalıcı programlar ancak kalkınma planları ile belirlenir. Kalkınma planları aynı zamanda değişen hükümetlerin icraatında da devamlılık sağlar. 8. Plan'ın amaçların biri 2000'li yıllarda hızla değişen dünya rekabetinde Türkiye'nin gerçekleştirmesi gereken yapısal reformların neler olduğunu ve ne şekilde yapılması gerektiğini belirlemek olmalıdır. Türkiye'nin gelecekteki fırsatları iyi kullanabilmek ve muhtemel tehditleri azaltabilmek için gerekli bazı yapısal reformları şunlar olabilir:

1) Eğitim reformu: Her şeyin başında insan vardır. Giderek sertleşen dünya rekabetinde rekabet eden ülke ve kurumların arkasında insanlar vardır. Asıl rekabet insanlar arasındadır. Bu nedenle insanımızı gelecekte de geçerli olacak en doğru sistem ve metotlarla eğitmeli ve geliştirmeliyiz. Değişen dünya şartlarına göre eğitimde reform ihtiyacı olabilir.

2) Kurumsal reform: Türkiye'de tüm kesimlerin temsilcisi kuruluşlar daha verimli ve etkili hale getirilmeli ve karar mekanizmaları içine dahil edilmelidir. Üretici, tüketici, çalışanlar ve iş adamları gibi kesimler menfaatlerini en iyi şekilde savunur ve bunu devletin karar mekanizmaları içinde yaparlarsa ülkenin menfaatleri doğrultusunda kararlar verilebilir. Bu doğrultuda Ekonomik ve Sosyal Konsey tipi karar mekanizmaları oluşturulmalı ve aynı zamanda bunların etkinlikleri artırılmalıdır. Bir kurumsal reform ihtiyacı vardır.

3) Ekonomide devletin küçültülmesi: Önemli bir yapısal reform ise devletin yeniden yapılanmasıdır. Bu yeniden yapılanmada ekonomide devletin küçültülmesi, özelleştirme, daha yaygın ve etkin vergi toplanması, gibi konular önem taşımaktadır. Devletin pazar ekonomisi içinde ağırlıklı bir oyuncu olmak yerine düzenleyici olmasında fayda vardır. Dünyadaki trend budur. Devlet esas görevlerine dönmeli, ekonomi özel kesime yönlendirilmelidir.

4) Dış ilişkiler stratejisi: Türkiye'nin dış ilişkilerinde menfaatlerini ve ihtiyaçlarını ön planda tutan uzun vadeli ve başarılı bir stratejiye ihtiyacı vardır. Bu strateji dünyanın hızlı değişen şartlarına uyum gösterecek şekilde dinamik olmak durumundadır. Artık dış ilişkilerde ticaret ve ekonomi siyaset ile bütünleşmektedir. 

5) Dünya ticaretine entegrasyon: Üretim, tüketim, ticaret, finans gibi tüm konularda kurallarımız dünyadaki genel trend ile uyumlu olmalıdır. Bu nedenle Gümrük Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlarla ilişkileri sürekli geliştirmeli, buralarda daha etkili ve söz sahibi olmalıyız. 

Koç Topluluğu bağlı bulunduğu sektör temsilcisi kuruluşlar, odalar ve dernekler kanalıyla tüm plan çalışmaları içinde bulunmaya gayret etmiştir. Kurulan sektörel özel ihtisas komisyonları çalışmalarına katkıda bulunulmuştur. Dolayısıyla plan hedeflerinin belirlenmesine bizlerin de katkısı olmuştur. Bu hedefler bizim için de yaklaşık olarak inandığımız önemli sektörel hedefler haline gelmiştir.Problem hedeflerin belirlenmesinde değil, hedeflere ulaşma konusundaki irade eksikliğindedir. Kalkınma planları ile ortaya konulan projeksiyonlar, stratejiler, öncelikler bizim için rehber olmaktadır. Yatırım kararlarında bu projeksiyonlardan çok yararlandığımız olmuştur. Kendi planlarımızı yaparken, kalkınma planlarını dikkate alıyoruz. Ancak uygulamadaki ciddi sapmalar nedeniyle kalkınma planları hedefleri ne yazık ki giderek önemini yitirmektedir. 

İPG Başkanlığının temel fonksiyonları ise şunlardır: 

Ekonomik araştırmalar, stratejik planlama, yeni iş geliştirme, yatırım kararları ve yıllık programları değerlendirme, Avrupa Birliği ve Dünya Ticaret Örgütü ile ilgili gelişmeleri takip ve Topluluk bilgi teknolojisi koordinasyonudur. Başkanlık dünya ile Türkiye'deki ekonomik gelişmeleri yakından takip eder. Periyodik olarak yapılan ekonomik araştırmalar ve tahminleri, Koç Holding ve Topluluk şirketlerinin istifadesine sunar.

Özellikle son yıllarda Koç Holding olarak üzerinde hassasiyetle durduğumuz stratejik plan çalışmaları işe şunlardır:

Stratejik planlarımız, Stratejik Planlama Başkanlığı koordinasyonu ile Koç şirketleri tarafından titizlikle hazırlanmaktadır. Bu planlar, önümüzdeki 5 yıl süresince  iç ve dış pazarlardaki gelişmeleri, rekabet analizini ve şirketin rekabet karşısındaki gücünü belirlemeye ve de alınacak tedbirleri tespit etmeye yöneliktir. Şirketlerimizin satış tahminleri, yatırım planları, kaynak ihtiyaçları ve de karlılığı bu planlarda yer alır. İlgili planlar Koç Holding'in karar organlarına sunulup onaylanır. Bu aşamadan  sonra bütün stratejik planlar konsolide edilerek Topluluk genel stratejileri oluşturulur ve Yönetim Kurulunun onayın sunulur. Stratejik planı onaylanmış şirketlerin bu planlar doğrultusunda atacağı adımlar önceden belirlendiği için karar alma süreci önemli oranda hızlandırılmış ve yönetim yetkileri genişletilmiş olmaktadır. Ayrıca Başkanlık hem grup içinden hem de grup dışından gelecek yeni iş konuları ve projelerle ilgilenmekte ve bunları değerlendirmektedir. Ana stratejilere uygun olan iş konularına girilmesi için gerekli faaliyetler de bu kapsamda yürütülmektedir."

------------------

Ali Tigrel

DPT Eski Müsteşarı Ali TİGREL:

"DPT, Paraşütle İnerek Yönetilemez"

Ali Tigrel, uzun yıllar DPT'nin çeşitli kademelerinde görev yaptıktan sonra Müsteşarlığa kadar yükseldi. 1991'de bu görevinden ayrılan Tigrel, yaklaşık 3 yıllık Başbakan Başdanışmanlığı görevi hariç çeşitli özel sektör kuruluşlarında çalıştı. Tigrel'in plan, plancılık, DPT'nin konumu ve siyasetçi-plan ilişkisi üzerine görüşlerini sunuyoruz:

"İktidarların DPT'ye verdiği önem son yıllarda giderek azaldı. Planlama daha çok yol gösterici bir fonksiyon izledi. Makro ekonominin en iyi değerlendirildiği, makro ekonomik dengelerin çatıldığı, hükümete plan ve program hedefleri hazırlarken Maliye, Hazine, Merkez Bankasıyla çok yakın işbirliği yapıldığı bir konuma geldi. Son yılların gelişmeleri, plan program ciddiyetini epey erozyona uğrattı. Ama bunun niye böyle olduğunun yanıtını vermesi gereken kişiler siyasetçilerdir.

Problem, planda yapılan güzel şeylerin siyasetçiler tarafından bir türlü uygulamaya geçirilmemesidir. Sorun, plan hazırlanıp Meclis'te kabul edildikten sonra bir tür akademik egzersiz şeklinde düşünülüp rafa kaldırılmasıdır. Plan Meclis'ten geçtikten sonra, hiç bir siyasetçinin açıp da 'Plan ne diyor, biz ne yapıyoruz?' şeklinde konuştuğunu duymadım. Halbuki siz plan dokümanını ciddiye alırsanız, herkese telkin ederseniz, o zaman bürokratlar değişse bile o plan dokümanının içeriği bir ölçüde ciddiye alınabilir. Türkiye'yi yöneten siyasetçilerin, başbakanların, bakanların oturup bir oto-kritik yapmaları lazım.

8. Plan'da belki bunu daha ileri götürmeliyiz. Onu stratejik bir doküman olarak ele almak lazım. Planın ekonomik ve sosyal tarafına bakıp siyaset boyutunu ihmal edersek yine bir yere varamıyoruz. Devleti bıraktıktan sonra şuna çok inandım: Eğer Türkiye siyasi sistemini değiştirmezse ekonomide başarı sağlayamaz. Maalesef  TBMM'deki milletvekillerimizin büyük bir kısmı, gerçekten halkın seçtiği milletvekilleri değil. Onlar siyasi parti liderlerinin memur ettiği kişiler. Böyle bir toplulukla siz ciddi ekonomik reformları kolay kolay gerçekleştiremezsiniz. Kimi getirirlerse getirsinler DPT, paraşütle inerek idare edilebilecek bir teşkilat değildir. Bunu bütün siyasetçilerin bilmesi lazım. Bilgi birikiminin, teknisyenliğin, liyakatın ne olduğunu fark etmiyorlar. Bu insanlar kolay yetişmiyorlar. Öyle 'pat' yukarıdan geldin, müsteşar oldun.. Neler olup bittiğinin farkına bile varamazsın. Planların arkasında muazzam hesaplar, muazzam teknikler var. İşler bu kadar basit olsaydı herhalde koskoca Amerikan Başkanı ülkenin en iyi ekonomistlerini Danışmanlar Konseyi diye bir araya getirmezdi.

DPT ismi o şekilde kalmalı mıdır? Müsteşarlığım zamanında SSCB çökmeden önce; SSCB Planlama Teşkilatı GOSPLAN Başkanı'ının davetlisi olarak Moskova'ya gittim. GOSPLAN'ın Başkanı aynı zamanda başbakan birinci yardımcısıydı. SSCB, Gorbaçov reformlarından sonra o teşkilatı lağvetti. Arkasından Polonya'daki de lağvedildi. Macaristan'daki de... DPT diye müdahale kokan bir tabir zannediyorum bir Türkiye'de kaldı. Ama Japonya'da Ulusal Plan Ajansı, Belçika'da Planlama Bürosu var. Bunlar hükümetlerin makro ekonomi danışmanı gibi çalışıyorlar. ABD'de Başkan'ın Ekonomik Danışmanlar Konseyi var. Mutlaka birilerinin ekonominin genel gidişi, izlenmesi, gereken politikalar, stratejiler konusunda yönetimi yönlendirmesi lazım. Türkiye'de DPT, uygulamanın dışında olmalı. Bunun tercihen doğrudan Başbakan'a bağlı olmasında fayda var. Başbakan'ın DPT'yi bizzat Danışmanlar Konseyi gibi görmesi lazım.

8. Plan genelgesini okudum. Bu genelgeyi yeniden ele almakta fayda var. Planın sadece bir rehber doküman olarak algılanmasında fayda görüyorum. Uzun vadeli sayısal hedeflerin tespiti konusunun günümüzde çok zor olduğunu düşünüyorum. Çünkü varsayımlar yapmak zorundasınız. Çok detayları var. Basit bir örnek: Mesela dolar-euro ilişkisi ne olacak? Bunu bir değişken olarak denklemlere katmak zorundasınız. Euro çıktığı zaman 1,18 dolardı, bugün 1,07 civarında... Yarın ne olacağı belli değil. O zaman neyin varsayımını yapacaksınız? Dolayısıyla sayısal hedefler koymak zor."

------------------

Yavuz Ege

DPT Eski Müsteşar Yardımcısı Yavuz EGE:

"8. Plan Ertelenmeli"

Yavuz Ege, Türkiye'deki en önemli planlama uzmanlarından biri. Kısa bir süre öncesine kadar Dış Ticaret Müsteşarı olarak da görev yapan Ege, DPT'de "Türkiye ekonomisinin modelini hazırlayan beyin" olarak biliniyor. Ege ile planların kamuoyu tarafından sahiplenilmesi ve DPT'nin yeniden yapılandırılmasını konuştuk:

"Türkiye zaman içinde daha piyasa ekonomisini öne çıkaran bir planlama yaklaşımı ile tanıştı. Bu, 1980'li yıllarda daha belirgin bir hale geldi. Şu an yürürlükte olan 7. Plan dokümanı ise farklı. Hedefler, amaçlar pek kalmamış vaziyette, daha çok tahminler ve projeksiyonlar seti haline dönüşmüş. oysa insanlara bir takım hedefler verilebilmeli. Demek ki bir perspektife ihtiyaç var. 

8. Plan'daki perspektifle ilgili olarak bir takım alt ayrıntılara ihtiyaç var. Bunların hazırlığının yapılması lazım ama ben şu anda böyle bir hazırlık içinde olunduğunu göremiyorum. En azından kamuoyunun gündeminde değil böyle bir şey. Geçmişte plan, bazen 1 sene ertelenmiştir, geçiş programları yapılmıştır. Daha sağlam temele oturtulmuş, daha iyi hazırlıklar yapılabilmesi amacıyla bu yaklaşım benimsenmiştir. Belki bugün de bunu yapmakta yarar olabilir. Ama illa elimizde bir kalkınma planı olsun diye bu yapılacaksa bence yapılmasın daha iyi. 

Planlama Türkiye'de unutulmaya başlanmış bir konu. Toplumun gözünden giderek kaçan, gündeme gelmeyen bir konu. Demek ki plan çalışmalarının artık çok önemli olmadığını düşünüyor toplum. Bu iyi bir gelişme değil. Bu konuların konuşulup tartışılması, bu tür çalışmaların da iyileştirilmesi lazım. Kamuoyu ilgisiz demek mümkün değil. Kamuoyunun ilgisini mümkün kılacak olanlar var. Bunların en başında da DPT geliyor. DPT'nin bu konularda kamuoyuna eğitici, aydınlatıcı bir rol üstlenmiş olması gerekiyor. DPT üzerine düşen görevi yeterince yapmıyor. İnsanların plandan haberi yoksa, bu DPT'nin bir eksikliğidir. Planla ilgili olarak DPT'nin toplantılar, sempozyumlar, seminerler tertip etmesi lazım. Bunu çok ciddi bir eksiklik olarak düşünüyorum. 

DPT'nin artık bir reforma tabi tutulması lazım. DPT, bundan sonra nasıl bir yapılanma içinde olmalı? Artık ayrıntılarla uğraşacak planlama değil, stratejiler ve politikalar oluşturacak bir yere ihtiyaç var. planlamada koordinasyon işlevi son derece önemli. Bu koordinasyon görevini görecek bir yere mutlaka ve mutlaka ihtiyaç var. Şu anki mevcut mevzuat ve yapı itibarıyla bu, DPT'nin üstlenmesi gereken bir işlev. Planlamanın diğer işlevlerinin körelerek tamamen bağımsız olması durumunda ise devlet kurumu olmaktan çıkar ve giderek think-tank haline gelir. Bunun dünyada örnekleri var. Mesela Hollanda'daki planlama geleneği öyle. Hollanda'da planlama bir kamu kurumu tarafından değil, bir anlamda özel bir sivil toplum kuruluşu tarafından başlatılmıştır. Almanya'da mesela bir takım büyük think-tank kuruluşları vardır. Almanya Ekonomi Bakanlığı bu think-tank kuruluşlarının 5 tanesinin ileriye olarak yaptığı bir takım tahminleri, önerileri bir araya getirip onları kullanır. 

Bizde hükümetten bağımsız bir planlama teşkilatı dediğiniz zaman, kendi geleneğimizden kopacağız demektir. Bu tür fikirler var. Bazı siyasilerin en azından bu tür fikirleri oldu. Planlama kamu içinde kalmakla birlikte bir think-tank olsun diyenler de var. Yani kamu yönetiminin dışına çıksın diyenler var. Her fikir tartışmaya değer, dolayısıyla bunlar da tartışılabilir. Ancak yeniden yapılanmaya gidilecekse, sonuçlarının önceden görülmesi gerek. Siyasilerden veya siyasi iradeden bağımsız planlama çalışmalarını düşünmek mümkün değil. Devlet bünyesinde yapılacak bir takım çalışmalar, ister istemez siyasi tercihleri içerecektir. Sonradan olumsuz sapmalar oluyorsa ona diyecek bir şey yok. Ancak salt popülizmden kaynaklanan bir takım sapmalar söz konusu ise bunun değerlendirmesini yapacak olan yer toplumun kendisi. Bunun hesabını toplum siyasi arenada sormalıdır. Bunun illa seçim döneminde olması da şart değil. Biz katılımcı demokrasiden söz ediyorsak bu hesap her yerde sorulabilir. Demokratik kanallar ve yollar kullanılarak siyasilerin neden öngörülenden farklı bir yol izlediklerini sorgulayabilir toplum..."

--------------------------------             

"Öncelikle İnsana Yatırım Yapılmalı"

Ekonom'da genellikle isimsiz görüş ve düşüncelere yer vermiyoruz. Ancak kapak konusu için görüşlerine başvurduğumuz ve ismi bizde gizli olan DPT Eski Bürokratı için bu ilkemizden küçük bir taviz verdik:

"8. Plan'a baktığımız zaman, bir kere Türkiye'yi gobal bir aktör haline getirmeyi sağlayacak tedbirleri içermeli ve bir takvime bağlamalı. 8. Plan Genelgesine bazı temalar serpiştirilmiş. Ama o kadar çok şey genelgeye sıkıştırılmaya çalışılmış ki, net bir mesaj ortaya çıkmıyor. Ana fikri bulmak mümkün olmuyor. ÖİK'lere baktığınız zaman bir dağınıklık dikkat çekiyor. Güzel isimli bir takım komisyonları alt alta sıralamak yetmiyor. Bunlardan ne beklediğinizi tanımlayıp, beklenen şeye göre komisyon yapısını oluşturmak lazım. Plan genelegesi iş yapmaktan daha çok kamuoyunu etkilemeye çalışan bir yapıda... 8. Plan'ın çözmesi gereken en önemli mesele insan kaynaklarına yatırım ile devlet-özel kesim-finans kesimi ilişkilerinin yeniden yapılandırılmasıdır. Planda hayatın her alanının kapsanması gerekiyor. Devletin etkinliğinin artırılması için yerel yönetimlerin etkinliğinin artırılması şart. Bugün artık dünya özel sektör ile devletçilik gibi kavramları tartışmaktan vazgeçmiş, bunlar arasında en verimli ortaklık nasıl olabilir, bunu araştırıyor. Kimse devlet her şeyden elini ayağını çeksin diye bir yaklaşım içinde değil. Aynı şekilde kimse de her şeyi devlet yapsın diye bir yaklaşım içinde değil. 

Globalleşme sürecinden toplumun tüm kesimlerinin nemalanmasının sağlanması gerekmektedir. Birilerini ya da bazı kesimleri dışlamaya kalkarsanız,o zaman sosyal olaylarla karşı karşıya kalırsınız. Birey bazında iyi eğitimin mutlaka verilmesi gerekmektedir. İyi beslenme, sağlıklı nüfus ve iyi eğitim toplumun bütün kesimlerine verilmeli. Türkiye burada, kendisi için en iyi olanı hedeflemelidir. AB üyeliği, Türkiye'nin bulunduğu bölgede daha etkili olabilmesi için iyi bir koz olabilir. Ama Türkiye bugün AB üyesi değildir ama G-20 üyesidir. Dolayısı ile Türkiye bugün dünyadaki karar alma mekanizmalarında kesin olarak yer alacaktır. Ancak bu Türkiye'nin aynı zamanda sorumluluklarını da artırmaktadır. Bütün bu parametreleri 8. Plan dikkate almak zorundadır. Kim istemez ki bugün Türkiye bölgesinde bir istikrar unsuru, bir güç olarak ortaya çıkmasın... Dolayısıyla Türkiye'nin kendisini global arenada hissettirecek bir takım normları benimsemesinde de bir sakınca yoktur. İster AB üyeliği adına olsun, ister başka bir kurumsal yapı adına eğer ülkenin  kendi yararına olacaksa bu normlar benimsenmelidir. 

Genç nüfus, onun dinamizmi ve istekleri önemli. Şimdi belki çıtayı yakalamaya çalışıyoruz ama bu genç nüfusla bir süre sonra çıtayı biz koymaya başlayacağız. Belki bir süre sonra dünyada çıtayı koyan ülkelerden biri haline geleceğiz. Karar alma sürecinde olmak için ise kendimize çeki düzen vermemiz lazım. Bu ülkelerle sürekli diyalog içinde olmamız lazım. Tek başına AB'ye üye olmak bizim için bir amaç olmamalı, bu bizim için sadece bir araçtır. Neyin aracıdır, insanıma dünya standartlarının üzerinde bir yaşam düzeyi temin edebilmenin aracıdır. 

DPT zaten plan yapan bir teşkilat değil. Kurumlar yaşadıkça belli misyonları da elde ediyorlar. Olaylara makro bütünlük içinde bakabilen, makro dengeleri oluşturabilen, bu yeteneği kazanmış bir teşkilattan bahsediyoruz. Adı planlama olur veya olmaz. Buna benzer teşkilatlar dünyanın bir sürü ülkesinde var. DPT'nin kullanılış biçimi de çok önemli. Bu teşkilata ideolojik olarak yaklaşanlar, çok az kullanılması gerektiğini düşünenler, siyasetçiler arasında bu teşkilatı kendi önlerinde engel olarak görenler var. Tek başına Bayındırlık Bakanlığı ya da Enerji Bakanlığı perspektifinden bakarsanız, Türkiye'de tüm yolların tamamlanması ya da tüm enerji şebekelerinin kurulması en önemli olaydır. Ama diğer taraftan baktığınız zaman da buna yapacağınız harcama için gerekli kaynağınız yok ise bunun bir zamanlanması, tayınlanması gerekir. Dolayısıyla entegre bir yaklaşım gerekiyor. DPT hükümete bu entegre yaklaşımı, bu perspektifi sağlayan  bir teşkilat. 

Türkiye'de ekonomi yönetimi dediğiniz zaman bu teşkilatın yaptığı bir fonksiyon var. Bu fonksiyonu ekonomi yönetimin diğer birimlerine devretmeniz mümkün değil. En gelişmiş ülkelerde bile bu tür perspektif veren teşkilatlar var. Çünkü bu tür yaklaşımlara hükümetlerin her zaman ihtiyacı var. Hükümetlerin bir de orta vadeli yaklaşımlara ihtiyacı var. DPT'nin güçlü pozisyonunun muhafaza edilerek bundan azami ölçüde yararlanılması gerekiyor. Uzun süredir DPT'ye gelen bürokratlar 'piar' peşinde koşmamışlardır. Bürokrat olarak kalmaya, verilen alanda çalışmaya dikkat göstermişlerdir. Türkiye'nin belki de önemli sorunların biri de 'piar' peşinde koşan, bulundukları kurumları kendilerine sürekli sıçrama tahtası olarak kullanmaya çalışan yöneticilerdir.

Bürokrasi elbette vermesi gereken bir enformasyon varsa vermeli. Ancak DPT konumu itibarıyla her gün enformasyon vermesi gereken bir kurum değil. Hazine'nin ve Merkez Bankasının böyle bir görevi vardır. Çünkü şeffaflık olmalı. Hazine ve Merkez bankası ister istemez kamuoyunda ön plana çıkıyor. DPT'nin ise hükümete müşavirlik yapma görevi ön planda. Bir de orta vadede yatırım kararlarının alınmasında hükümete yardımcı olma fonksiyonu var. 

Türkiye bir kere yeni yüzyıla makro dengelerini sağlamlaştırmış olarak girmeli. Bunu yapabilmenin yolu da geçici bir takım harcama kesintileri yapmak ya da bazı gelir artış yöntemleriyle olmuyor. Bunları kalıcı hale getirmek lazım. Bu da karar alma süreçlerinin etkinleştirilmesiyle mümkün hale gelir. Buna genel olarak yapısal değişim projeleri deniyor. Dolayısıyla burada devletin daha etkin hale getirilmesi, yolsuzlukların önlenmesi, şeffaflaşma, insan kalitesinin artırılması ve devletin fonksiyonlarının bugünkü sistemin işleyişi içinde en etkin neleri yapabilecekse o boyutta tanımlanması, ona göre de yeniden bir yapılanmaya gidilmesi önem taşıyor."

------------------------------                  

DPT ile İlgili Atama ve Görevden Almalar

23.11.1999 - DPT Müsteşarlığına Müsteşar Yardımcısı Dr. Akın İzmirlioğlu getirildi. DPT Genel Sekreterliğine Planlama Uzmanı Selver Korkut atandı. DPT Sosyal Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdürü Bahaettin Gülgör görevinden alınırken, yerine aynı yerde Planlama Uzmanı Savaş Yıldırım getirildi. DPT Planlama Uzmanlıklarına İktisadi Sektörler ve Koordinasyon Genel Müdür Yardımcısı İstiklal Alpar atandı. DPT Daire Başkanları Danyal Aşık ile Refet Turtin görevlerinden alındı., DPT Daire Başkanlığına ise Planlama Uzmanı Erhan Usta atandı.

27.10.1999 - DPT Daire Başkanı Ferhat Karahan ile Personel Dairesi Başkanı Atilla Altınordu bu görevlerinden alınarak uzmanlığa atandılar.

25.10.1999 - DPT Müsteşarlığında açık bulunan Planlama Uzmanlığına Volkan Erkan ve Metin Özaslan atandı.

11.10.1999 - DPT Müsteşarı Orhan Güvenen, başka bir göreve atanmak üzere bu görevinden alındı.

05.10.1999 - DPT'de iki genel müdürün daha bir başka göreve atanmak üzere bu görevlerinden alınmalarına ilişkin üçlü kararname yayımlandı. DPT Ekonomik Modeller ve Stratejik Araştırmalar Genel Müdürü Mehmet Polat ile DPT Yıllık Programlar ve Konjonktür Değerlendirme Genel Müdürü Zafer Yükseler bir başka göreve atanmak üzere bu görevlerinden alındılar. DPT'de daha önce Faik Öztrak ve Yavuz Arınsoy görevlerinden alınmışlardı. Müsteşar yardımcılığına da Devlet Bahçeli'nin danışmanı Akın İzmirlioğlu atanmıştı.

09.09.1999 -  DPT'de açık bulunan Müsteşar Yardımcılığına MHP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli'nin danışmanı Akın İzmirlioğlu getirildi.

09.08.1999 - DPT Müsteşarlığı Planlama Uzmanlığına Atilla Bedir atandı.

(Bu kapak yazısı, Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin yayın organı Ekonom dergisinin Ocak-2000 tarihli 14'üncü sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder