26 Şubat 2025 Çarşamba

BAŞKENT NOTLARI / MENDERES VE RP'DE SU YÜZÜNE ÇIKAN ANLAŞMAZLIKLAR

Cahit UYANIK 

Bir söz vardır: 'İnsanın fikri neyse zikri de odur' diye... Aydın Menderes'in geçirdiği trafik kazası sonrasında Refah Partisi (RP) kanadından verilen demeçlerden birisi bu açıdan çok ilginçti. RP Genel Başkan Yardımcısı Şevket Kazan'a korkunç kazanın Belek'teki o meşhur seminer programını etkileyip etkilemeyeceği soruluyor. El cevap: "Arkadaşlarımıza her zaman 'Bize birşey olursa dahi çalışmalarınızı aksatmayın ve üzerimize basıp geçin' diyoruz. Şu anda böyle bir durumu yaşıyoruz." Şimdi bu söze ne demeli? İnsanların üstüne basıp geçmek o kadar kolay değilmiş ki Belek semineri ertesi gün iptal edildi. 

Bu elim kazanın ortaya çıkardığı seminer iptaliyle ilgili küçük anlaşmazlığın geri planında aslında neler var? RP, modern bir siyasi parti olarak 'müslüman demokrat' kimliğe mi kavuşacak? Yoksa çağ dışı düşüncelerin sığınak aradığı bir dergah, ocak, tarikat, siyasi parti karışımı bir organizasyon mu olacak? RP, seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Ama hala muhalefette... Refah, örgütünü modernize etti ama fikirleri hala 50 yıl geriden geliyor. Böyle olduğu içindir ki tüm çağdaş sağ ve sol partiler RP ile işbirliği yapmıyor. İşte Kazan gibi politikacılar o eski misyonun, marjinal RP'nin temsilcileri...

Peki Menderes'in RP'de işi neydi? Menderes aslında seçimlerden önce merkez sağ partilerden teklif bekledi. Ama gelmedi. Çünkü her iki sağ partinin liderleri Çiller ve Yılmaz'ın koltuğu hala tartışılır konumda... Ancak aynı zamanda hem ANAP hem DYP'de mevcut genel başkanların alternatifi de bulunamıyor. İşte Menderes'e yapılacak bir davet aynı zamanda 'alternatif lider adayı'na yapılacak bir davet olacaktı. Hal böyle olunca Menderes, kendisine RP içinde yer bulabildi. Menderes gibi merkez sağ bir siyasetçinin bu partiye girmesi RP'nin modern bir parti haline gelmesi için bir umuttu. Menderes'e merkez sağdan gitmeyen davet ve Kazan'ın işte o 'Üzerimize basarak ilerleyin' demesinin gerisinde bütün bu liderlik çekişmeleri yatıyor. Bu tespiti önümüzdeki günlerde yaşanacak gelişmeler daha açık şekilde ortaya çıkaracak.

SÖYLEMEZ ATTI, SARACOĞLU KAPTI

Hükümet değişti ya... Bürokrasinin üst kademelerinde de dalgalanma yaşanması sürpriz değil. Bu değişikliklerin çoğu geçmiş hesaplaşmaların ve ekipçiliğin yansıması...

İşte size bir örnek: Ergin Nural Özelleştirme İdaresi Başkanlığında İdari İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı olarak çalışıyordu. Nural, çalıştığı kurumu o kadar seviyordu ki, bir defasında yarım saatliğine 'hülle başkan' bile olmayı kabul etmişti. 

1993'te o zamanki ismiyle Kamu Ortaklığı İdaresi (KOİ) Başkanlığı koltuğu Üstün Sanver'in istifasıyla boşalmıştı. Başbakan Çiller o günlerde KOİ'nin başına vekaleten Can Yeşilada'yı getirmek istiyordu. Ancak KOİ'nin 1993'teki tuhaf statüsü başkanlığa ancak başkan yardımcılarının vekaletine imkan veriyordu. Yani Can Yeşilada'nın önce başkan yardımcısı olması, sonra başkan vekili olması gerekiyordu. Şipşak çözüm bulundu. Nural, yarım saatliğine başkan vekilliğine getirildi, Yeşilada da başkan yardımcılığına... Yarım saat sonra da işlemin tam tersi yapıldı. Yeşilada başkan vekili oldu, Nural yeniden eski görevine döndürüldü. 

Gel zaman git zaman ÖİB'in başına Ufuk Söylemez atandı. Söylemez orada kendi ekibini kurmak istiyordu. Nural görevinden ayrıldı. 1996 başında iktidar yine değişti ve Rüşdü Saracoğlu Ergin Nural'ı yeniden görevlendirdi. Nural şimdi, 1993'teki 30 dakikalık vekaleten başkanlığından sonra ikinci kez bu koltuğa oturuyor. Ama bu sefer hayli uzun ömürlü olacağa benziyor.

KAMU BANKALARI İÇİN ENGİN CİVAN'IN FİKRİ ALINMALI

Türkiye'de kamu bankalarının özelleştirilmesi tartışması çok ilginç bir zamana denk geliyor aslında... Çünkü Emlakbank Eski Genel Müdürü Engin Civan, bu ayın ilk haftasında serbest kalacak. ANAP her zaman siyasetteki kirlenmenin en önemli kaynağının kamu bankaları olduğunu belirtiyor. Kesinleşmiş mahkeme kararlarına göre Civan, bu kirlenmenin kanlı canlı son örneği... Bir insan cezaevine niye atılır? Islah olması için... Civan'ın ıslah olduğunu mevcut hukuk normlarına göre kabul etmek zorundayız. Bir önerim var: Tam bu özelleştirme tartışmaları hızlanmışken, kamu bankaları için Engin Civan'ın da fikri alınmalı diyorum. 

Laf özelleştirmeden açılmışken... Kamu bankalarının özelleştirilmesi o kadar kolay değil. Çünkü 5 Nisan Kararları sonrasında bu bankaların işlevleri çok daralmıştı ve ülke ekonomisinde ciddi sorunlar yaşandı. Yani krizin görünür faturasının dışında ekonomi çok daha büyük bir erozyona uğradı. Söz gelimi tarımda gübre ve zirai mücadele ilacı kullanımı yarı yarıya azaldı ve sonuçta ekmek 15 bin liraya fırladı.  Döviz cinsinden konut kredisi kullanan dövizzedeler sokaklara dökülürken, iflasın eşiğine gelen KOBİ'ler de cabasıydı... Bunların hemen hepsi kamu bankaları ile ilgiliydi. Üstelik bu devasa bankaları satın alacak finansal derinlik de henüz Türkiye'de yok ve bu sebeple özelleştirme aşamasinda gündeme yabancı bankalar ve yabancı ortaklıklara satış formülü gelecek. Ekonominin 2000'li yıllardaki performansını ilgilendiren bu operasyonda tüm adımların dikkatle atılması gerekiyor. Yoksa vebali çok ağır olabilir.

BAKANLAR GÜNDE 500-600 KİŞİYİ AĞIRLIYOR

Hatırlayacaksınız Başbakan Mesut Yılmaz daha göreve başlamadan söylemişti: "Lütfen yurdun dört bir yanından heyetler yola çıkıp Ankara'ya gelmesin. Bizi iş yapamaz hale koymasın. Ben şahsen heyetleri sadece haftanın bir gününde kabul edeceğim. Bakan arkadaşlarımdan da rica ediyorum, bu kurala riayet etsinler." Gerçekten de Yılmaz bu sözünü tuttu. Heyetleri sadece bürokratik, diplomatik ve Meclis trafiğinin hafiflediği Cumartesi günleri kabul ediyor. Yılmaz'ın Mart ayının son haftasındaki Cumartesi programı bu sebeple gün boyunca dört kez değişti. Yani Yılmaz tüm Cumartesi gününü heyetlerle geçirdi.

Bu yazıyı hazırladığım günlerde yeni göreve başlayan birkaç bakanın özel kaleminde de bulundum. Özellikle ANAP'lı bakanlık özel kalemlerinde büyük arbede yaşanıyordu. Çünkü bu parti yaklaşık 5 yıldır iktidardan uzaktaydı. Bir an aklıma 'AnaRefah Koalisyonu'nun gerçekleştiği ihtimali geldi. O zaman herhalde yaklaşık 20 yıldır iktidar yüzü görmeyen RP'liler neler yapmazdı.

Sohbet ettiğim bir özel kalem müdürü "İnanmayacaksınız belki ama sabahtan bu yana beşinci heyeti ağırlıyoruz. Anlaşılan heyetler sadece Başbakan'ın  sözünü dinliyorlar" diye dert yandı. Hasbelkader beşinci heyetin bakanlık makamına girişine de şahit oldum. Yanlış saymadıysam 50-60 metrekarelik odada 80-90 kişi vardı. Diğer 4 heyeti de dikkate alırsanız bakanı bir günde 500-600 kişi ziyaret etmiş olabilirdi. 

Bir an "Bu ortamda nasıl olup da sorunlara çözüm bulacak bu siyasetçiler?" diye düşündüm. Türkiye'de acilen vatandaş-siyasetçi, vatandaş-devlet arasındaki ilişkileri kurumsallaştıracak yapılanmalara ihtiyaç var. Bunun da yolu sanırım devletin menfaat umulan bir kapı olmaktan çıkması yani küçülmesinden geçiyor. Anayolcuların işi sanıldığı kadar kolay değil.

TOBB SEÇİMİNDE ANAYOL KOALİSYONU GÜNDEMDE

Odalar Birliği Genel Kurulu Mayıs ayı sonunda toplanacak. Ama bu seçimli genel kurulda seçimin nasıl yapılacağını kimse henüz bilemiyor. TOBB Başkanı Fuat Miras seçimin il delegeliği sistemine dayalı olarak yapılacağı garantisini verdi vermesine ama bu biraz tartışmalı... Miras gerekirse tek maddelik bir yasa çıkarılarak sorunun çözüleceğini belirtiyor. Ancak hükümetin bu yoğun yasa trafiği içinde TOBB seçimlerini ne kadar düşüneceği belli değil.

Öbür taraftan "Hızlı ANAP'lı" olarak bilinen ATO Başkanı Ahmet Çavuşoğlu, muhalif grubun en güçlü adayı olarak gösteriliyor. Miras ise DYP'nin adayı... Ancak TOBB Genel Kurullarının ülkedeki siyasi havayı yansıttığını bilenler, buradan da bir 'Anayol Çözümü'nün çıkacağını söylüyor. Bu formüle göre hem ANAP hem DYP'ye yakın bir isim olan Rona Yırcalı, TOBB Başkanlığına seçilebilir. 

Bu formülü zorlayan en önemli etkenlerden birisi oda seçimlerinde yaşanan Refah tehdidi... Özel sektörün en büyük temsilcisi TOBB'da kesinlikle 'çember sakallılar' istenmiyor. Eh durum böyle olunca Yırcalı'nın listesine, Miras ve Çavuşoğlu'nu alacağını söylersek sürpriz olmamalı. Mayısa kadar bekleyip bu beklentilerin gerçek olup olmadığını göreceğiz.

KARACAN'IN CEVABI...

Geçen ayki sayımızda Uzan Ailesi ile DYP arasındaki kavganın iç yüzüne ışık tutabilecek bir yazı yayınlanmıştım. Yazıda 1995 Mayıs ayında Meclis'ten geçirilen vergi paketinde Uzan Ailesi lehine yapılmak istenen bir değişikliğe dikkat çekmiştim. Çukurova ve Kepez Elektrik'in sermaye artırımına izin veren bu düzenleme girişimi sırasında bazı üst düzey görevliler ve devlet kurumlarının nerede olduğu sorusunu yöneltmiştim. Sorular cevaplandığında DYP-Uzan Ailesi kavgasının daha kolay aydınlanabileceğini de vurgulamıştım. 

Bu yazıya ilk ve tek tepki SPK Başkanı Ali İhsan Karacan'dan geldi. Karacan o dönemdeki parantez içi operasyonunu öğrenir öğrenmez gerekli girişimleri yaptığını, bu düzenlemeyi SPK'nın kabullenemeyeceğini ilgili makamlara bildirdiğini anlattı. Sayın Karacan'a teşekkür ediyorum.

(Bu kulis yazısı, aylık Macro Economy dergisinin Nisan-1996 tarihli 18. Sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder