31 Mart 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ULUSAL BAĞIMSIZLIK VE FİNANS YAYGARACILARI

Cahit UYANIK 

Yıllar önce ekonomi gazeteciliğine başladığımda yabancı ekonomilerin başlarına gelen felaketler, yeni yeni Türk okuyucusunun ilgisini çekiyordu. Krizden krize sürüklenen ABD'nin arka bahçesi Brezilya, Meksika, Şili, Venezuela ve Arjantin'le ilgili haberleri okurken 'Vah, vah, vah' diye iç geçirdiğimi hatırlıyorum. 

Şimdi Hazine Müsteşarlığı Basın Müşaviri olan arkadaşım Orsoy Girgiç'in Brezilyalı futbolcunun tekinin Avrupa takımlarından birisinde, ülkesinin ödeyemediği dış borçlara karşı rehin kalışına ilişkin haberi birkaç gün gazetelerin ilk sayfalarından inmemişti. O zaman bizim için gırgır ve makara konusu olan bu tip manzaralar, 2003 yılının Kurban Bayramı öncesinde gelip kapımıza dayandı.

Türkiye, gırtlağına kadar borca batmış bir vaziyette. Artık Türkiye'nin borçlarını ödeyip ödeyemeyeceği tartışması bir yana, yabancı bir Hazine'nin garantisi ciddi ciddi konuşuluyor. Düyun-i Umumiye, İstanbul'dan kalkıp binlerce kilometre ötedeki senatörlerin, milletvekillerinin iki dudağı arasına, oradan yerini bile bilmediğimiz binalardaki, Türkiye'yi hala padişahlıkla yönetiliyor sanan uzmanların disketlerine kadar yayılma istidadı gösteriyor. Çok yazık, çok...

Oysa Türkiye yaklaşık 150 yıldır dış borçlanma yapmasına rağmen küçük bir-iki istisna dışında borçlarını hep ödemiş bir ülke. Öyle ki kanlı bir savaşla kurulan Türkiye Cumhuriyeti, her türlü alanda redd-i miras ettiği Osmanlı'nın borçlarını üstlenmekten kaçınmamıştı. Ama karşılığında Düyun-i Umumiye'yi kapatmış, kapitülasyonları sona erdirmişti.

Önce New York, Londra, Paris ve Frankfurt'taki 'finans açıkgözleri'nin raporlarında kendine yer bulup, yaşama iklimi yaratılmaya çalışılan bu ABD Hazinesi garantisi meselesi; sonunda gelip Ankara-Balgat'taki Hazine binasının içinden girdi. Üstelik ABD Hükümetinin en üst düzeydeki yetkililerinden birisinin marifetiyle...

Türkiye, Başbakan Abdullah Gül'ün deyişi ile Irak Krizine yumuşak karınla zaten yakalandı. Olmuşla ölmüşe çare yok. Ama bu konumumuzu daha kötüye götürmek veya bu krizden en asgari zararla çıkıp sonra kara geçmek bizim elimizde. 

Savaş olsun veya olmasın; Türkiye'nin önüne uzatılan havuçlardan en tehlikelisi yabancı bir hazinenin garantisidir. Bu öyle bir havuçtur ki, AB'ye girmek, Kıbrıs'ı en uygun koşullarda yeni konumuna taşımak, Silahlı Kuvvetlerin üstlendiği barışçı misyonları sürdürmek, NATO içindeki tek müslüman ülke olma ayrıcalığının sürmesi ile doğrudan ve yakından ilgilidir. 

Üç-beş yabancı ve yabancıların kontrolündeki Türk finans açıkgözlerinin bastığı yaygara ile ortaya atılan bu öneri, 'Borçlarımızı çeviremezsek ne olur?' korkusuna çare olmamalı. Türkiye, 13 milyon nüfuslu, okuma-yazma oranı yüzde 10 düzeyinde iken, askerinin ayağına postal bulamazken Osmanlı borçlarını üstlenebilme cesaretini gösterdi ise ve 2003 yılında geçmişine bakıp bunları hatırlayamıyorsa, ne yapmalı dersiniz?

(Bu yazı Finansal Forum gazetesindeki Başkentten Yansımalar köşesinde 10 Şubat 2003 tarihinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder