1 Nisan 2015 Çarşamba

TÜRKİYE, 14 YILDIR UYGULADIĞI MERKEZ BANKASI BAĞIMSIZLIĞINDAN VAZGEÇEBİLİR Mİ?


Cahit UYANIK

Türkiyede son ayların en flaş tartışma konusu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)... Ekonomiyi olumlu etkilemek üzere, merkez bankası kısa vadeli para politikası faizlerinin düşürülüp düşürülmemesi üzerinden başlayan tartışma genişleyerek büyüyor.  Bazı siyasetçiler,  bundan tam 14 yıl önce büyük bir ekonomik krizin ardından getirilen merkez bankası bağımsızlığından geri dönmek istiyorlar.
 
Tek görevi “fiyat istikrarını sağlamak” olarak belirlenen TCMB’ye, 1931-2001 döneminde olduğu gibi ekonomik kalkınmaya  ve hükümet harcamalarına destek sağlama yükümlülükleri verilmek isteniyor. Hatta bu konuda,  dünyada artık unutulmuş kavramlar yeniden canlandırılarak “Kalkınmacı merkez bankasına geçiş yapacağız” gibi söylemler  ortaya atılıyor.  Peki Türkiye  geldiği ekonomik büyüklük, üretim düzeyi,  bankacılık sektörü, finansal akımlara bağımlılığı ve uluslar arası yükümlülükleri vb. açısından merkez bankası bağımsızlığından vazgeçebilir mi? Bu soruya hemen cevap verelim ve nedenlerini anlatalım: Hayır.

Türkiye’nin merkez bankası bağımsızlığından vazgeçemeyecek olmasının ilk sebebi  Avrupa Birliği (AB) ile ilgili. Maastricht Antlaşması'nda AB'ye üye devletlerin Ekonomik ve Parasal Birliğe katılımı için öngörülmüş bulunan ‘Zorunlu Koşullar’ın ilk sırasında merkez bankası bağımsızlığı bulunuyor. Maastricht Antlaşmasında AB’ye üye olabilmek için merkez bankalarının aşamalı olarak bağımsız hale getirilmesi yönünde yasal değişikliklerin yapılması şart koşuluyor. Türkiye, bu şartı neredeyse tamamı tamamına yerine getirmiş halde… Şöyle ki:

          TCMB, Hükümete kamu harcamalarını karşılamak üzere avans (bir tür borç) vermiyor.       
           Kısa vadeli faiz oranları bağımsız nitelikteki 7 kişilik Para Politikası Kurulunda belirleniyor.
     Açık ve düzgün bir kamuoyu bilgilendirme ve iletişim politikası takip ediliyor. Kurların piyasada serbestçe belirlenmesini sağlanıyor.
          TCMB  Başkanı, bağımsızlığın içini dolduracak görev ve yetkilere sahip.

Demek ki Türkiye ancak AB tam üyeliği hedefinden vazgeçerek, merkez bankası bağımsızlığını rafa kaldırabilir.

Bağımsızlıktan vazgeçilemeyecek olmasının ikinci sebebi ise Türkiyenin izlediği açık enflasyon hedeflemesi rejimi…  Türkiyeyi 1970’lerden itibaren 30 yıl meşgul edip ciddi zararlar veren enflasyon sorununu kökünden çözmek için izlenen yol ve yöntem olan açık enflasyon hedeflemesi, ancak bağımsız bir merkez bankası tarafından yürütülebilir.   Neden mi?   Bu sorunun cevabını vermek için biraz ayrıntılara inmemiz gerekli. 2001 yılında TCMB'nin Kuruluş Kanunu’nda yapılan değişiklikle; bu kurumun ilk ve en önemli görevinin "fiyat istikrarını sağlamak ve sürdürmek" olduğu Meclis tarafından kabul edildi. Peki bu 'fiyat istikrarı' denilen kavram nedir? Fiyat istikrarı, ‘insanların yatırım, tüketim ve tasarrufa yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları ölçüde düşük bir enflasyon oranı’nı ifade ediyor. Fiyat istikrarı, ekonomik ve sosyal istikrar sağlanabilmesinin olmazsa olmaz bir koşulu. Günümüzde yıllık bazda yüzde 1 ile yüzde 3 enflasyona sahip olan ülkeler, göreceli olarak fiyat istikrarına sahip ülkeler olarak kabul görüyor. Fiyat istikrarı sadece düşük enflasyon oranına ulaşmayı değil, o oranın sürdürülmesini de kapsıyor. Düşük enflasyon oranının belirli bir süre sürdürüldüğü ortamlar, fiyat istikrarının sağlandığı ortamlar olarak kabul ediliyor. Yani enflasyonun yüzde 1 ile yüzde 3 arasındaki düşük seviyelere ulaşıp sonra tekrar yüksek, örneğin yüzde 10’un üzerindeki seviyelere çıkması fiyat istikrarının sağlandığı anlamına gelmiyor.

MODERN ÇAĞIN YENİ VE GİZLİ HÜKÜM SAHİPLERİ: MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI

Şu anda dünyadaki uygulamalar; Türkiye gibi MB bağımsızlığına geçmiş ancak henüz fiyat istikrarını kurup sürdürememiş ülkelerde, enflasyonla mücadele aracı olarak açık enflasyon hedeflemesi rejimine geçildiğini gösteriyor. Enflasyon hedeflemesi rejimi, fiyat istikrarına ulaşılabilmesi amacıyla uygulanan ve giderek yaygınlaşan bir para politikası stratejisi. Uygulamalara bakıldığında enflasyon hedeflemesi rejimini, diğer rejimlerden (sabit kur,  kontrollü kur vb.) ayıran iki ana unsurun bulunduğu görülüyor:

1) Enflasyon hedeflemesi rejimi uygulayan merkez bankaları, enflasyon hedeflerini rakamsal olarak açıklıyor ve bu hedeflere ulaşmayı taahhüt ediyor, açıklanan hedeflere ulaşılamaması durumunda kamuoyuna hesap vermekle yükümlü oluyorlar.
2) Para politikası kararlarının ekonomiyi etkilemesi belli bir süre gerektirdiğinden, merkez bankaları bugünkü enflasyonu değil gelecekteki enflasyonu kontrol edebiliyor. Bu amaçla belirli zaman aralıklarıyla enflasyon tahminleri oluşturuluyor ve bu tahminleri kamuoyu ile paylaşıyorlar. Enflasyon hedeflemesi rejimi çoğu zaman "enflasyon tahmini hedeflemesi” olarak da adlandırılıyor. Bu doğrultuda öngörülerin enflasyon hedefi ile tutarlılığı ve hedeften sapma konusundaki riskler kamuoyuna anlatılıyor.

Türkiye, enflasyon hedeflemesine geçiş için 2002-2005 yılları arasında 'örtük enflasyon hedeflemesi' sistemi uygulamıştı. 2006 yılından bu yana ise -örtük sözcüğüne atıfla- 'açık enflasyon hedeflemesi'ne geçildi. Bu iki rejimin de ortak özelliği, hedeflenen enflasyon oranına ulaşmak için ellerindeki tek operasyonel aracın Para Politikası Kurulunun belirlediği kısa vadeli faiz oranları olması. Yani MB; gecelik veya 1 haftalık faiz oranları ile (yani kısa vadeli) oynayarak, ekonomideki para miktarını ayarlayıp enflasyon hedefine ulaşmaya çabalıyor. MB, bankalardan borç alma faizini yükseltirse, bankalar üzerinden ekonomiden para çekmiş; tersini yaparsa ekonomideki para miktarını fazlalaştırmış oluyor.

MB faizinin; Türkiye gibi sık sık döviz dengesi sorunu yaşayan bir ülkede, dış kaynakların çekilmesi açısından da rolü var. Faiz yükselirse, dış kaynak akışı hızlanıyor ve ekonomi döviz dengesi açısından rahatlıyor. Açık enflasyon hedeflemesi rejimini, örtük enflasyon hedeflemesinden ayıran bir diğer husus, karar alma mekanizmasının kurumsallaşmış olması. Örtük enflasyon hedeflemesi rejimi döneminde para politikası kararları başkan tarafından alınırken, Para Politikası Kurulunun bir danışma organı olarak görev yaptığı gözlemleniyordu. Ama açık enflasyon hedeflemesi rejimine geçilmesiyle para politikası kararları, olağan dışı bir durum yaşanmadığı sürece önceden ilan edilen tarihlerde ve Para Politikası Kurulu tarafından oylama yöntemiyle alınıyor.

Peki MB, politika faizlerini nasıl ve neye göre belirliyor? Para politikası kararları Kurul'un önceden ilan edilmiş bir takvim çerçevesinde yaptığı aylık toplantılarla oylama yoluyla alınıyor. Kurul, faiz kararlarını alırken kararların gecikmeli olarak etkisini göstereceğini göz önüne alarak ve dolayısıyla orta vadeli bir bakış açısıyla, gelecek dönem enflasyonundaki olası gelişmeleri değerlendiriyor. Buna paralel olarak, "dışsal şokların enflasyon üzerindeki geçici etkilerine anında tepki verilmemesi" ve "orta vadeli hedeflere vurgu yapılarak politika tepkisinin zamana yayılması" prensibi benimsenmiş durumda. Kurul faiz kararı alırken; toplam arz-talep dengesi, maliye politikasına ilişkin göstergeler, parasal göstergeler ve kredi büyüklükleri, ücret-istihdam-birim maliyet-verimlilik gelişmeleri, kamu ve özel sektör fiyatlama davranışları, enflasyon bekleyişleri, döviz kurları ve onları etkileyebilecek gelişmeler, olası dışsal şokların analizi ve Banka içinde üretilen projeksiyonları içeren geniş bir bilgi setini inceliyor. Kurul toplantılarında faiz oranlarına ilişkin alınan kararlar gerekçesi ile birlikte toplantı ile aynı günde açıklanıyor; toplantıdaki tartışmaların özeti de bir süre sonra  yayımlanıyor.

Dokuz yıldır uyguladığımız açık enflasyon hedeflemesi rejimi; Türkiye gibi demokrasi içinde kalkınma çabası veren ve fiyat istikrarını henüz sağlayamamış bir ülke için en tercih edilmesi gereken yöntem. Bu yöntemin en güçlü alt yapısını ise bağımsız merkez bankacılığı oluşturuyor. Merkez Bankası üstüne düşen para politikası ayarlamalarını yaparken, siyasi iktidarlar da fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme yönündeki tedbirlere yoğunlaşıyorlar. Ancak Türkiye’de yaklaşık 5-6 yıldır siyasetçiler yapısal reform konusunda isteksiz ve iradesiz davranıyor. Sonuçta işsizlik oranları yükseliyor ve fiyat istikrarı bir türlü sağlanamıyor. Hal böyle olunca, sorunların faiz oranları ile oynanarak, merkez bankası politikaları değiştirilerek hatta bağımsızlığın aşındırılarak çözüleceği zannediliyor. Bu konuda yaşanan yanılgı ve atılacak yanlış adımların, toplumun önüne ekonomik kriz şeklinde bir fatura koyabileceği ise –ne yazık ki- göz ardı ediliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder