Türkiyede son ayların
en flaş tartışma konusu Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)... Ekonomiyi
olumlu etkilemek üzere, merkez bankası kısa vadeli para politikası faizlerinin
düşürülüp düşürülmemesi üzerinden başlayan tartışma genişleyerek büyüyor. Bazı siyasetçiler, bundan tam 14 yıl önce büyük bir ekonomik
krizin ardından getirilen merkez bankası bağımsızlığından geri dönmek
istiyorlar.
Tek görevi “fiyat
istikrarını sağlamak” olarak belirlenen TCMB’ye, 1931-2001 döneminde olduğu
gibi ekonomik kalkınmaya ve hükümet
harcamalarına destek sağlama yükümlülükleri verilmek isteniyor. Hatta bu konuda, dünyada artık unutulmuş kavramlar yeniden
canlandırılarak “Kalkınmacı merkez bankasına geçiş yapacağız” gibi söylemler ortaya atılıyor. Peki Türkiye
geldiği ekonomik büyüklük, üretim düzeyi, bankacılık sektörü, finansal akımlara
bağımlılığı ve uluslar arası yükümlülükleri vb. açısından merkez bankası
bağımsızlığından vazgeçebilir mi? Bu soruya hemen cevap verelim ve nedenlerini
anlatalım: Hayır.
Türkiye’nin merkez
bankası bağımsızlığından vazgeçemeyecek olmasının ilk sebebi Avrupa Birliği (AB) ile ilgili. Maastricht
Antlaşması'nda AB'ye üye devletlerin Ekonomik ve Parasal Birliğe katılımı için
öngörülmüş bulunan ‘Zorunlu Koşullar’ın ilk sırasında merkez bankası
bağımsızlığı bulunuyor. Maastricht Antlaşmasında AB’ye üye olabilmek için
merkez bankalarının aşamalı olarak bağımsız hale getirilmesi yönünde yasal
değişikliklerin yapılması şart koşuluyor. Türkiye, bu şartı neredeyse tamamı
tamamına yerine getirmiş halde… Şöyle ki:
TCMB, Hükümete kamu harcamalarını
karşılamak üzere avans (bir tür borç) vermiyor.
Kısa vadeli faiz oranları bağımsız nitelikteki 7 kişilik Para Politikası Kurulunda belirleniyor.
Kısa vadeli faiz oranları bağımsız nitelikteki 7 kişilik Para Politikası Kurulunda belirleniyor.
Açık ve düzgün bir kamuoyu bilgilendirme
ve iletişim politikası takip ediliyor. Kurların piyasada serbestçe belirlenmesini
sağlanıyor.
TCMB Başkanı, bağımsızlığın içini dolduracak görev ve
yetkilere sahip.
Demek ki Türkiye ancak
AB tam üyeliği hedefinden vazgeçerek, merkez bankası bağımsızlığını rafa
kaldırabilir.
Bağımsızlıktan
vazgeçilemeyecek olmasının ikinci sebebi ise Türkiyenin izlediği açık
enflasyon hedeflemesi rejimi… Türkiyeyi
1970’lerden itibaren 30 yıl meşgul edip ciddi zararlar veren enflasyon sorununu
kökünden çözmek için izlenen yol ve yöntem olan açık enflasyon hedeflemesi,
ancak bağımsız bir merkez bankası tarafından yürütülebilir. Neden mi?
Bu sorunun cevabını vermek için biraz ayrıntılara inmemiz gerekli. 2001 yılında TCMB'nin Kuruluş Kanunu’nda yapılan
değişiklikle; bu kurumun ilk ve en önemli görevinin "fiyat istikrarını
sağlamak ve sürdürmek" olduğu Meclis tarafından kabul edildi. Peki bu
'fiyat istikrarı' denilen kavram nedir? Fiyat istikrarı, ‘insanların yatırım,
tüketim ve tasarrufa yönelik kararlarında dikkate almaya gerek duymadıkları
ölçüde düşük bir enflasyon oranı’nı ifade ediyor. Fiyat istikrarı, ekonomik ve
sosyal istikrar sağlanabilmesinin olmazsa olmaz bir koşulu. Günümüzde yıllık
bazda yüzde 1 ile yüzde 3 enflasyona sahip olan ülkeler, göreceli olarak fiyat
istikrarına sahip ülkeler olarak kabul görüyor. Fiyat istikrarı sadece düşük
enflasyon oranına ulaşmayı değil, o oranın sürdürülmesini de kapsıyor. Düşük
enflasyon oranının belirli bir süre sürdürüldüğü ortamlar, fiyat istikrarının
sağlandığı ortamlar olarak kabul ediliyor. Yani enflasyonun yüzde 1 ile yüzde 3
arasındaki düşük seviyelere ulaşıp sonra tekrar yüksek, örneğin yüzde 10’un
üzerindeki seviyelere çıkması fiyat istikrarının sağlandığı anlamına gelmiyor.
MODERN ÇAĞIN YENİ VE GİZLİ HÜKÜM SAHİPLERİ: MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI
MODERN ÇAĞIN YENİ VE GİZLİ HÜKÜM SAHİPLERİ: MERKEZ BANKASI BAŞKANLARI
Şu anda dünyadaki uygulamalar; Türkiye gibi MB
bağımsızlığına geçmiş ancak henüz fiyat istikrarını kurup sürdürememiş
ülkelerde, enflasyonla mücadele aracı olarak açık enflasyon hedeflemesi
rejimine geçildiğini gösteriyor. Enflasyon hedeflemesi rejimi, fiyat
istikrarına ulaşılabilmesi amacıyla uygulanan ve giderek yaygınlaşan bir para
politikası stratejisi. Uygulamalara bakıldığında enflasyon hedeflemesi rejimini,
diğer rejimlerden (sabit kur, kontrollü
kur vb.) ayıran iki ana unsurun bulunduğu görülüyor:
1) Enflasyon hedeflemesi rejimi uygulayan merkez bankaları,
enflasyon hedeflerini rakamsal olarak açıklıyor ve bu hedeflere ulaşmayı
taahhüt ediyor, açıklanan hedeflere ulaşılamaması durumunda kamuoyuna hesap
vermekle yükümlü oluyorlar.
2) Para politikası kararlarının ekonomiyi etkilemesi belli
bir süre gerektirdiğinden, merkez bankaları bugünkü enflasyonu değil
gelecekteki enflasyonu kontrol edebiliyor. Bu amaçla belirli zaman
aralıklarıyla enflasyon tahminleri oluşturuluyor ve bu tahminleri kamuoyu ile
paylaşıyorlar. Enflasyon hedeflemesi rejimi çoğu zaman "enflasyon tahmini
hedeflemesi” olarak da adlandırılıyor. Bu doğrultuda öngörülerin enflasyon
hedefi ile tutarlılığı ve hedeften sapma konusundaki riskler kamuoyuna
anlatılıyor.
Türkiye, enflasyon hedeflemesine geçiş için 2002-2005
yılları arasında 'örtük enflasyon hedeflemesi' sistemi uygulamıştı. 2006
yılından bu yana ise -örtük sözcüğüne atıfla- 'açık enflasyon hedeflemesi'ne
geçildi. Bu iki rejimin de ortak özelliği, hedeflenen enflasyon oranına ulaşmak
için ellerindeki tek operasyonel aracın Para Politikası Kurulunun belirlediği
kısa vadeli faiz oranları olması. Yani MB; gecelik veya 1 haftalık faiz
oranları ile (yani kısa vadeli) oynayarak, ekonomideki para miktarını ayarlayıp
enflasyon hedefine ulaşmaya çabalıyor. MB, bankalardan borç alma faizini
yükseltirse, bankalar üzerinden ekonomiden para çekmiş; tersini yaparsa
ekonomideki para miktarını fazlalaştırmış oluyor.
MB faizinin; Türkiye gibi sık sık döviz dengesi sorunu
yaşayan bir ülkede, dış kaynakların çekilmesi açısından da rolü var. Faiz
yükselirse, dış kaynak akışı hızlanıyor ve ekonomi döviz dengesi açısından
rahatlıyor. Açık enflasyon hedeflemesi rejimini, örtük enflasyon
hedeflemesinden ayıran bir diğer husus, karar alma mekanizmasının
kurumsallaşmış olması. Örtük enflasyon hedeflemesi rejimi döneminde para
politikası kararları başkan tarafından alınırken, Para Politikası Kurulunun bir
danışma organı olarak görev yaptığı gözlemleniyordu. Ama açık enflasyon
hedeflemesi rejimine geçilmesiyle para politikası kararları, olağan dışı bir
durum yaşanmadığı sürece önceden ilan edilen tarihlerde ve Para Politikası
Kurulu tarafından oylama yöntemiyle alınıyor.
Peki MB, politika faizlerini nasıl ve neye göre belirliyor?
Para politikası kararları Kurul'un önceden ilan edilmiş bir takvim çerçevesinde
yaptığı aylık toplantılarla oylama yoluyla alınıyor. Kurul, faiz kararlarını
alırken kararların gecikmeli olarak etkisini göstereceğini göz önüne alarak ve
dolayısıyla orta vadeli bir bakış açısıyla, gelecek dönem enflasyonundaki olası
gelişmeleri değerlendiriyor. Buna paralel olarak, "dışsal şokların
enflasyon üzerindeki geçici etkilerine anında tepki verilmemesi" ve
"orta vadeli hedeflere vurgu yapılarak politika tepkisinin zamana
yayılması" prensibi benimsenmiş durumda. Kurul faiz kararı alırken; toplam
arz-talep dengesi, maliye politikasına ilişkin göstergeler, parasal göstergeler
ve kredi büyüklükleri, ücret-istihdam-birim maliyet-verimlilik gelişmeleri,
kamu ve özel sektör fiyatlama davranışları, enflasyon bekleyişleri, döviz
kurları ve onları etkileyebilecek gelişmeler, olası dışsal şokların analizi ve
Banka içinde üretilen projeksiyonları içeren geniş bir bilgi setini inceliyor.
Kurul toplantılarında faiz oranlarına ilişkin alınan kararlar gerekçesi ile
birlikte toplantı ile aynı günde açıklanıyor; toplantıdaki tartışmaların özeti
de bir süre sonra yayımlanıyor.
Dokuz yıldır uyguladığımız açık enflasyon hedeflemesi
rejimi; Türkiye gibi demokrasi içinde kalkınma çabası veren ve fiyat
istikrarını henüz sağlayamamış bir ülke için en tercih edilmesi gereken yöntem.
Bu yöntemin en güçlü alt yapısını ise bağımsız merkez bankacılığı oluşturuyor.
Merkez Bankası üstüne düşen para politikası ayarlamalarını yaparken, siyasi
iktidarlar da fiyat istikrarını sağlama ve sürdürme yönündeki tedbirlere
yoğunlaşıyorlar. Ancak Türkiye’de yaklaşık 5-6 yıldır siyasetçiler yapısal
reform konusunda isteksiz ve iradesiz davranıyor. Sonuçta işsizlik oranları
yükseliyor ve fiyat istikrarı bir türlü sağlanamıyor. Hal böyle olunca, sorunların
faiz oranları ile oynanarak, merkez bankası politikaları değiştirilerek hatta bağımsızlığın
aşındırılarak çözüleceği zannediliyor. Bu konuda yaşanan yanılgı ve atılacak
yanlış adımların, toplumun önüne ekonomik kriz şeklinde bir fatura koyabileceği
ise –ne yazık ki- göz ardı ediliyor.
14 YIL ÖNCEKİ 21-22 ŞUBAT DA FIRTINA GİBİ GEÇMİŞTİ: KUR, ARTIK DALGALANMAYA BIRAKILMIŞTI
BAĞIMSIZ MERKEZ BANKASININ 3 YILI VE SONUÇLARI
'PİYASA MUHALİFİ' TURHAN, APAR TOPAR KURUL ÜYESİ OLDU
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder