16 Aralık 2014 Salı

DAVUTOĞLU'NUN YARIM TRİLYON DOLARLIK YANILGISI: 2018 YILI İÇİN 1,3 TRİLYON DOLARLIK EKONOMİ OLMA SÖZÜ VERMİŞTİ



YENİ YAPISAL REFORM PROGRAMI,  TÜRKİYE’Yİ  YÜZDE 5’LİK BÜYÜME BANDINA YÜKSELTEBİLECEK Mİ?

Cahit UYANIK


Türkiye’de yaklaşık 7 yıldır süren “yeni yapısal reformlar gerçekleştirilmesi gerektiği” yönündeki tartışmalar, Kasım ayı başında Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun düzenlediği basın toplantısıyla yeni bir aşamaya geçti. Davutoğlu, kabinede görev yapan 11 bakanı yanına alarak ''Güçlü ve Dengeli Büyüme İçin Yapısal Dönüşüm Programı”nın ilk ayağını açıkladı; yeni yapısal reformlar gerçekleştirme yönünde hükümetin kararlılığını ilan etti. Davutoğlu Hükümeti’nin amacı, son yıllarda iyice tökezleyen ekonomik büyüme performansını yeni yapısal reformlarının desteği ile önümüzdeki 3 yılda yüzde 5 bandına oturtmak. Bu beklenti ve hedef, programın ismine de ‘güçlü ve dengeli’ sözcükleriyle yansıdı zaten...

Davutoğlu, ''Güçlü ve Dengeli Büyüme İçin Yapısal Dönüşüm Programı”nın 25 öncelikli dönüşüm programı ile bu programların nasıl hayata geçirileceğini gösteren 1.300 eylemden oluştuğunu ifade ettikten sonra; ilk olarak reel ekonomiye yönelik 9 sektörel dönüşüm programı ve 417 eylemin ayrıntılarını ilan etti. Davutoğlu, önümüzdeki haftalarda ise daha çok makro ekonomik dengeleri ilgilendiren ikinci paketi (8 sektörel dönüşüm programı) ve insani kalkınma ve sosyal boyutlu alanlardaki üçüncü paketi (8 sektörel dönüşüm programı) açıklayacaklarını kaydetti.

Davutoğlu’nun açıklamalarının ayrıntıları ve yorumuna girmeden önce yapısal reform tartışmalarının yakın geçmişi hakkında bilgi vermekte fayda var. Türkiye, ekonomide yaşadığı devasa problemleri 2001-2002 yıllarında gerçekleştirdiği yapısal reformlarla aşma yolunda önemli adımlar atmıştı. Bankacılıktan kamu maliyesine, tarım sektöründen enerjiye, kamu alımlarından para politikalarına kadar çok geniş bir yelpazede hayata geçirilen yapısal reformlara “birinci kuşak” denildi. Türkiye, 2002 yılı sonundaki seçimlerden tek parti iktidarı ile çıkıp siyasi istikrarı da sağlayınca, ekonomisinde 2002-2006 döneminde yıllık ortalama yüzde 7 civarında bir büyüme yakalayabildi.

“İkinci kuşak” yapısal reform tartışmaları ise büyümenin 2007 yılında yüzde 4,5’a inmesiyle başladı. 2008 yılında tüm dünyada baş gösteren küresel ekonomik krizle mücadeleye öncelik verilmesi, yapısal reform tartışmalarını kısa süreliğine unuttursa da; 2010 yılından itibaren ekonomik büyümede yüzde 4 bandının bile zor tutturulur hale gelmesi bu tartışmayı yeniden gündeme taşıdı. Türkiye ekonomisi, 2007 yılından bu yana bir daha yüzde 7’lik ortalama büyüme oranının yanına bile yaklaşamadı. Ancak Türkiye ile aynı kategoride bulunan diğer gelişmekte olan ülkeler, daha yüksek büyüme oranlarına ulaşabiliyorlardı. Türkiye, neden yüzde 4’e takılıp kalmıştı?

Hiçbir şey yapmadan, yapısal reform tartışmaları arasında geçen 2010-2014 yıllarında Türkiye’deki yeni ve oldukça problemli bir ekonomik ortam oluştu. Bu, aynı zamanda neden yüksek hızla büyüme sağlanamadığının cevabıydı. Bu durumun ayrıntıları, bizzat Kalkınma Bakanlığı’nın bir dokümanında “Dış finansman imkânlarının iyileşmesiyle birlikte artan sermaye girişi, TL’nin genel olarak yabancı paralar karşısında güçlenmesine, kredi imkânlarının artmasına, yurtiçi talebin canlanmasına ve ithalatın ivme kazanmasına neden olmuştur. Bu gelişme, üretim sürecinde ithal girdi kullanımını artırırken, giderek yurtiçi ara malları üretimi aleyhine bir ortam oluşturmuştur” denilerek anlatılıyor ve yeni yapısal reformlara gerekçe olarak açıklanıyor. İşte ekonomide bu sorunlara yol açan ortamın değiştirilmesi için Davutoğlu’nun basın toplantısında ilan ettiği, 9 yapısal dönüşüm programına ait “1. Grup Eylem Planları” şu başlıklardan oluştu: 

Davutoğlu, Türkiye'nin ihracatında kilogram başına değerin 1,6 dolar iken Almanya'da bu rakamın  4,5 dolar olduğunu ifade ederek, "Bu kıyaslamada bizden 3 misli daha fazla değer katan bir teknolojik yoğunluktan bahsediyoruz. Gelişmiş ülkelerle olan mesafeyi kapatmamız, insan kaynağının geliştirilmesinin yanı sıra teknolojinin etkin kullanımının sağlanmasıyla olabilir” diye konuştu.

Davutoğlu, sektörel dönüşüm programlarıyla hedeflerinin 2018'in sonuna kadar gayri safi yurtiçi hasılayı 1,3 trilyon dolara çıkarmak, cari açığı yüzde 5,2'ye çekmek, işsizlik oranını da yüzde 7 seviyesine indirmek olduğunu söyledi. Davutoğlu, “Bu tip programlar, planlar ilan edilip uygulanmadan unutulur mu?” yönündeki endişelere cevaben de “Kesinlikle sadece 5 yıllık, 10 yıllık programlar çerçevesinde değil, ay bazında takip edilerek, izleme komiteleriyle, gelişim seyrini yöneteceğimiz önemli dönüşüm programıdır. Temenni ve vaatlerden, soyut temennilerden ibaret kalmayacaktır. Uygulamada getirdiğimiz her yeniliğin sonuçlarını kamuoyuyla paylaşacağız. Biz 62. Hükümet Programı'nı, 2015 Haziran'a kadar olan 8 aylık bir dönemi değil, 2023 yılına kadar olan 9 yıllık dönemi kapsayacağı konusunda mutabık kalarak kaleme almıştık” diye konuştu.

Peki Davutoğlu’nu ilan ettiği yapısal dönüşümle ilgili önlemlerin genel çerçevesi nasıl çizilebilir? Dokuz program ve 417 eyleme bakıldığında ortak noktasının  “yurt içindeki üretim düzeyini artırarak işsizlik, cari açık ve enflasyon sorununa çözüm bulmayı amaçladığı” kolaylıkla söylenebilir. Bu sorunların kaynağının ne olduğu tespiti teker teker yapıldıktan sonra, nasıl aşılabileceği de başlık başlık sayılıyor. Sözgelimi    İthalata Olan Bağımlılığın Azaltılması Programı Eylem Planı”nda; performans göstergeleri hem niteliksel, hem de niceliksel (rakamsal)  olarak açıkça yazılarak, Planın uygulanmasından hangi kurumların sorumlu olduğu belirtiliyor. Daha sonra da gerçekleştirilecek eylemler, tüm ayrıntısıyla sıralanıyor.  Öyle ki, halen yüzde 60 düzeyinde bulunan ihracatın ithalatı karşılama oranının 2018 yılında yüzde 70’e çıkarılacağı hedefi ortaya konuluyor.  Bu programda ilk bakışta; ithalatın en önemli kaynağını oluşturan enerji konusuna genişçe yer verilerek, özellikle yerli enerji üretimi (hidro, güneş, rüzgar enerjisi) sırasında kullanılan makine-teçhizatın yurt içinde üretiminin sağlanarak, en azından bu açıdan bir döviz tasarrufuna gidilmesi; ara malı ithalatının önemli bir kaynağını oluşturan işlenmiş maden ithalatını azaltmak için Türkiye’de bu tip maden işleme tesislerini desteklemek gibi önlemler göze çarpıyor.     

Davutoğlu’nun açıkladığı yapısal reform programı, sadece ekonomi boyutuna yönelik. Ancak yapısal reform denilince siyasi, hukuki, idari, sosyal, beşeri (eğitim, sağlık, kültür vb.) yapısal reformların da yapılıp yapılamayacağı sorusu net cevaplanmış değil. Sözgelimi madenlerde üretimi artırmak ekonominin konusudur; ancak madenlerdeki iş kazalarının önlenmesi siyasi, hukuki ve idari bir dönüşümü gerektirir. Türkiye’deki ekonomik koşulları yabancı sermayeyi cezbedici yönde düzenlemek ekonomide yapısal reform gerektirirken, yabancıların iş yaşamı sırasında ortaya çıkan anlaşmazlıkları iyi işleyen mahkemelerde çözmek istemesi, hukuki ve idari yapısal reform ihtiyacını ortaya koyar. Günümüzde yabancı sermaye, “Aynı ekonomik şartlara sahip iken, neden Türkiye yerine bir başka ülkeye yatırım yapmayı tercih ettiniz?” sorusuna ‘hukuk sistemindeki yetersizlikler’ ve ‘aşırı bürokrasi yükünün varlığını’ gerekçe göstermektedir.

Sonuçta Davutoğlu Hükümeti’nin açıkladığı ilk merhale yapısal reformlar, ekonomide bir takım umut kıvılcımlarına neden olmuştur. Ancak bu reformların geriye kalan 16 başlığını görmenin yanı sıra siyasi, hukuki, idari, sosyal ve beşeri alanlarda da yapısal reformların ortaya konulması gerekmektedir.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder