15 Aralık 2014 Pazartesi

IMF, TÜRKİYE’DEN DAHA KARARLI EKONOMİ YÖNETİMİ VE YENİ YAPISAL REFORMLAR GERÇEKLEŞTİRMESİNİ İSTEDİ

Cahit UYANIK

Türkiye halihazırda, 13 yıl önce Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ortaklaşa tasarlanmış bir ekonomik program izliyor ve uyguluyor.  IMF’nin bu ekonomik programdaki resmi ortaklığı bundan 6 yıl önce bitti. Ancak IMF, kendi kuruluş sözleşmesinin 4’üncü Maddesi gereği her yıl sonbahar aylarında Türkiye’ye bir heyet göndererek genel ekonomik gidişat hakkında kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının bilgi ve düşüncelerini ilk elden alıp, bir değerlendirme raporu yayınlıyor.
Bu tip ziyaretler, aslında IMF üyesi tüm ülkelere yapılıyor. Ancak IMF’nin Türkiye ziyaretlerinin öncesi ve sonrası  daha dikkatle takip ediliyor. Çünkü IMF, “ortaklaşa tasarladığı  başarılı ekonomik programlar için”  her fırsatta Türkiye’yi örnek gösteriyor. Fakat en önemli yükselen piyasa ekonomilerinden birisi olan Türkiye’de cari açık sorunu bir türlü aşılamıyor. Cari denge problemleri denilince, iktisatçıların ve piyasa aktörlerinin aklına ilk gelen kurum ise IMF oluyor. Çünkü IMF, bizatihi cari denge problemleri üzerinde uzman ve bu problemin aşılmasında zorlanan üyelerine kullandırabileceği ucuz kredi kaynaklarına sahip. IMF’nin diplomatik dili ustaca kullanan ve nezaket tonu yüksek ‘tavsiyeleri’  ise herkes tarafından “uyarı” veya “ev ödevi” olarak algılanıyor. Bu nedenle olsa gerek, IMF Heyetinin nasıl bir ortamda Türkiye’yi ziyaret ettiği ve ardından yayınladığı değerlendirme raporu hep merakla bekleniyor. IMF’nin  geçtiğimiz Eylül ayında oldukça net mesajlar verdiği;

- iyi görünen ancak potansiyel sorunlar içeren kamunun mali dengesi,
- zaman zaman kararsızlıklar ve gecikmeli kararlar sergilenen para politikası,
- ekonomik büyümenin doğrudan doğruya dış kaynağa bağımlılığı ve
- bir süredir durgun bir görünüm sergilenen yapısal reform takvimine

yönelik uyarılarının bulunduğu son değerlendirme raporunun detaylarına birazdan bakacağız. Üç sayfalık değerlendirme raporunu orta gelir tuzağına düşmemesi, yani kişi başına milli gelirde 10-12 bin dolar aralığına takılıp kalmaması için; IMF’nin Türkiye’den daha kararlı bir ekonomi yönetimi ile yeni yapısal reformlar gerçekleştirmesini istediği şeklinde özetleyebiliriz. Uzmanlara “IMF, Türkiye hakkında birkaç yıldır bu kadar net uyarılar yapmamıştı” dedirten bu değerlendirme raporunun ayrıntılarına girmeden önce, Türkiye-IMF ilişkilerinin yakın geçmişine göz atmakta yarar var.

Türkiye, IMF’ye 1947 yılından bu yana üye. Aradan geçen 67 yılda bu kurumla 19 anlaşma imzalayan Türkiye’nin, IMF’nin en talepkar müşterilerinden birisi olduğunu söylemek mümkün. Bunun sebebi ise temelleri  19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda yaşanmaya başlanan ve Cumhuriyet döneminde de süren ve bir türlü çare bulunamayan ekonominin dış kaynak ihtiyacı. IMF 1960’lı yıllardan sonra, Türkiye’nin içine düştüğü döviz krizlerinde hem borç vererek, hem de üstü kapalı kefaletini göstererek, ülkenin dış dünyadan döviz ve borç ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynadı. IMF ile yürütülen son stand-by anlaşması 2008 yılında bitti ve Türkiye anlaşmayı yenilemeden yoluna devam etme kararı aldı. IMF’ye olan borcun son taksiti de 2013 yılı mayıs ayında ödenerek, bu kuruma borç sıfıra indirildi.

IMF ile son anlaşmayı bitirdiği 2008 yılının sonbaharında baş gösteren dünyadaki ekonomik krizden çok büyük yaralar almadan çıkan Türkiye, IMF ortaklık yapısı ve yönetimindeki gücünü ve ağırlığını da artırdı. Şöyle ki:  2008’den sonra IMF içerisindeki kota dağılımının ve IMF yönetim yapısının üye ülkelerin dünya ekonomisi içerisindeki göreli paylarını yansıtmaktan uzak olduğu ve bu nedenle, özellikle gelişmekte olan ekonomilerin Fon içerisindeki temsil güçlerinin yetersiz kaldığı yönündeki eleştiriler ciddi boyutlara ulaşmıştı. Bu çerçevede  2010 yılında IMF kotalarının adil bir şekilde dağıtılmasına ve yönetim yapısının iyileştirilmesine yönelik bir reform çalışması başlatıldı. Bu çalışmanın sonucunda Türkiye’nin IMF nezdindeki kotası, 1.455,8 milyon SDR iken; 2010 Kota ve Yönetim Reformu kapsamında 4.658,6 milyon SDR’ye yükseltildi.  Böylece Türkiye’nin kotasının toplam IMF kotaları içerisinde yüzde 0,61 düzeyinde bulunan payı, yüzde 0,98 seviyesine ulaştı. Türkiye, IMF’de en yüksek kota payına sahip üye sıralamasında 32’nci sıradan 20’nci sıraya yükseldi. Türkiye, kota payı en çok artış gösteren 4’üncü ülke oldu.

Türkiye 2012 yılına kadar; İcra Direktörleri Kurulu’nda (IMF’nin yönetim kurulu denilebilir) Belçikalı bir İcra Direktörü tarafından temsil ediliyordu. Belçikalı İcra Direktörü, Türkiye’nin yanı sıra diğer üyeleri Avusturya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Beyaz Rusya, Slovakya, Lüksemburg, Kosova ve Slovenya olan bir ülke grubu adına IMF yönetiminde rol alıyordu. Ancak, Belçika ve Lüksemburg’un gruptan ayrılma kararı alması ile birlikte; 1 Kasım 2012 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere, grubun geriye kalan üyeleri ile birlikte yeni bir ülke grubu oluşturuldu. Yeni ülke grubunun İcra Direktörleri Kurulu’ndaki temsili dönüşümlü bir şekilde sağlanmaya başlandı. Bu kapsamda Türkiye, 2014-2016 ile 2018-2020 yılları arasında ikişer yıl süreyle İcra Direktörlüğü pozisyonunu üstlenmeye başladı. Böylelikle Türkiye, 1947 yılından bu yana üyesi olunan IMF’de ilk defa dönüşümlü olarak İcra Direktörlüğü pozisyonu üstlenmiş oldu. Görevi fiilen, Hazine Müsteşarlığı görevinden ayrılan İbrahim Çanakçı üstlendi.

İşte IMF, yazının başında bahsettiğimiz 24 Eylül 2014 tarihli 11 maddelik değerlendirme raporunda; artık icra direktörü seviyesinde ve kendisinden başka ülkeleri de temsil eden, yüzde 1’e yaklaşan ortaklık hissesine sahip Türkiye ile muhatap olunduğunu ‘herkese’ hissettiren bir ton kullandı. IMF, gerçekleştirilmesini istediği 5 konuyu sıraladı ve şu mesajları verdi:
Türkiye ekonomisi, 2010 yılından bu yana ortalama yüzde 6 oranında kayda değer bir büyüme kaydetmiştir. Ancak, düşük ulusal tasarruflar ve rekabet gücü zorlukları, yatırım ve ihracatı sınırlamakta ve Türkiye’nin gelişmiş ülkelerle olan kişi başına gelir farkını kapatma arzusunu gerçekleştirmesini güçleştirmektedir. Düşük tasarruflar aynı zamanda, dış dengesizlikleri artırmakta ve bu da, ülkeyi uluslararası sermaye akımlarına bağlı risklere maruz bırakmaktadır. Bu nedenle;

1- Yetkililerin birincil önceliği özel ve kamu tasarruflarının artırılması olmalıdır.
2- Daha yüksek bir faiz dışı fazla (bütçe harcamalarının azaltılması kastediliyor) verilmesi elzemdir.
3- Buna ek olarak, para politikası enflasyon hedefine odaklanmalıdır.
4- Ayrıca, finansal istikrarın korunmasına yönelik makro-ihtiyati politikalar güçlendirilmelidir.
5- Aynı şekilde, 10. Kalkınma Planı’ndaki reformların kararlılıkla uygulanması da, Türkiye’nin “orta gelir tuzağı”ndan kaçınabilmesi açısından önem arz etmektedir.”

IMF’nin bu taleplerinin etkisi ekonomi yönetiminde hemen hissedildi ve Başbakan Yardımcısı  Ali Babacan, 2015-2017 Orta Vadeli Ekonomik Programı basın toplantısıyla açıklarken ilk cümlesi, önümüzdeki 3 yılda enflasyonla mücadelenin öncelikler açısından ilk sıraya alındığı (cari açık sorunuyla mücadeleyle yer değiştirerek) şeklinde oldu. Babacan, gerçekleştirilecek yapısal reformlara da basın toplantısında geniş yer ayırarak, 10. Kalkınma Planında belirlenen 25 adet Dönüşüm Programının hayata geçirilmesi için bir eylem planı hazırlamaya başladıklarını bildirdi. Babacan, 25 Dönüşüm Programını gerçekleştirmek için 1.250 eylem tespit ettiklerini ve bunun takvimini içeren eylem planının yakında kamuoyu ile paylaşılacağını aktardı.  

IMF Türkiye’den ayrıca faiz dışı fazlanın GSMH’nin yüzde 2’sine ulaşacağı ‘önden yüklemeli’ (hemen sonuç alınan türden) tedbirler almasını istedi ki, bunun yolu kamuda israfın azaltılması, kamu ürünlerinin satış fiyatlarına zam yapılması (elektrik, doğal gaz vb.) ve kamunun gelirlerinin artırılmasından (bazı vergi oranlarının artırılması, yeni özelleştirmeler yapılması) geçiyor. Ancak IMF, Merkez Bankasının izlediği faiz politikasının enflasyonun yüzde 5’e çekilmesi ile uyumlu olmadığını, pozitif reel faizi sağlayacak bir orana yükseltilmesini de bekliyor. Aksi taktirde tasarrufların artmayacağı ve cari açıkla mücadele edilemeyeceğini belirtiyor. Faiz cephesinde IMF’nin ‘tavsiyesi’nin (uyarı veya ev ödevi) ne zaman yerine getirileceğini ise bekleyip görmek gerekecek. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder