Türkiye
halihazırda, 13 yıl önce Uluslararası Para Fonu (IMF) ile ortaklaşa tasarlanmış
bir ekonomik program izliyor ve uyguluyor.
IMF’nin bu ekonomik programdaki resmi ortaklığı bundan 6 yıl önce bitti.
Ancak IMF, kendi kuruluş sözleşmesinin 4’üncü Maddesi gereği her yıl sonbahar
aylarında Türkiye’ye bir heyet göndererek genel ekonomik gidişat hakkında kamu,
özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarının bilgi ve düşüncelerini ilk elden alıp,
bir değerlendirme raporu yayınlıyor.
Bu
tip ziyaretler, aslında IMF üyesi tüm ülkelere yapılıyor. Ancak IMF’nin Türkiye
ziyaretlerinin öncesi ve sonrası daha
dikkatle takip ediliyor. Çünkü IMF, “ortaklaşa tasarladığı başarılı ekonomik programlar için” her fırsatta Türkiye’yi örnek gösteriyor. Fakat
en önemli yükselen piyasa ekonomilerinden birisi olan Türkiye’de cari açık
sorunu bir türlü aşılamıyor. Cari denge problemleri denilince, iktisatçıların
ve piyasa aktörlerinin aklına ilk gelen kurum ise IMF oluyor. Çünkü IMF,
bizatihi cari denge problemleri üzerinde uzman ve bu problemin aşılmasında
zorlanan üyelerine kullandırabileceği ucuz kredi kaynaklarına sahip. IMF’nin diplomatik
dili ustaca kullanan ve nezaket tonu yüksek ‘tavsiyeleri’ ise herkes tarafından “uyarı” veya “ev ödevi” olarak
algılanıyor. Bu nedenle olsa gerek, IMF Heyetinin nasıl bir ortamda Türkiye’yi
ziyaret ettiği ve ardından yayınladığı değerlendirme raporu hep merakla
bekleniyor. IMF’nin geçtiğimiz Eylül
ayında oldukça net mesajlar verdiği;
- iyi görünen ancak potansiyel sorunlar
içeren kamunun mali dengesi,
- zaman zaman kararsızlıklar ve
gecikmeli kararlar sergilenen para politikası,
- ekonomik büyümenin doğrudan doğruya dış
kaynağa bağımlılığı ve
- bir süredir durgun bir görünüm
sergilenen yapısal reform takvimine
yönelik
uyarılarının bulunduğu son değerlendirme raporunun detaylarına birazdan
bakacağız. Üç sayfalık değerlendirme raporunu orta gelir tuzağına düşmemesi,
yani kişi başına milli gelirde 10-12 bin dolar aralığına takılıp kalmaması
için; IMF’nin Türkiye’den daha kararlı bir ekonomi yönetimi ile yeni yapısal
reformlar gerçekleştirmesini istediği şeklinde özetleyebiliriz. Uzmanlara “IMF,
Türkiye hakkında birkaç yıldır bu kadar net uyarılar yapmamıştı” dedirten bu
değerlendirme raporunun ayrıntılarına girmeden önce, Türkiye-IMF ilişkilerinin yakın
geçmişine göz atmakta yarar var.
Türkiye, IMF’ye 1947 yılından bu yana üye. Aradan geçen 67 yılda bu kurumla 19 anlaşma imzalayan Türkiye’nin, IMF’nin en talepkar müşterilerinden birisi olduğunu söylemek mümkün. Bunun sebebi ise temelleri 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda yaşanmaya başlanan ve Cumhuriyet döneminde de süren ve bir türlü çare bulunamayan ekonominin dış kaynak ihtiyacı. IMF 1960’lı yıllardan sonra, Türkiye’nin içine düştüğü döviz krizlerinde hem borç vererek, hem de üstü kapalı kefaletini göstererek, ülkenin dış dünyadan döviz ve borç ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynadı. IMF ile yürütülen son stand-by anlaşması 2008 yılında bitti ve Türkiye anlaşmayı yenilemeden yoluna devam etme kararı aldı. IMF’ye olan borcun son taksiti de 2013 yılı mayıs ayında ödenerek, bu kuruma borç sıfıra indirildi.
Türkiye, IMF’ye 1947 yılından bu yana üye. Aradan geçen 67 yılda bu kurumla 19 anlaşma imzalayan Türkiye’nin, IMF’nin en talepkar müşterilerinden birisi olduğunu söylemek mümkün. Bunun sebebi ise temelleri 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunda yaşanmaya başlanan ve Cumhuriyet döneminde de süren ve bir türlü çare bulunamayan ekonominin dış kaynak ihtiyacı. IMF 1960’lı yıllardan sonra, Türkiye’nin içine düştüğü döviz krizlerinde hem borç vererek, hem de üstü kapalı kefaletini göstererek, ülkenin dış dünyadan döviz ve borç ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynadı. IMF ile yürütülen son stand-by anlaşması 2008 yılında bitti ve Türkiye anlaşmayı yenilemeden yoluna devam etme kararı aldı. IMF’ye olan borcun son taksiti de 2013 yılı mayıs ayında ödenerek, bu kuruma borç sıfıra indirildi.
IMF
ile son anlaşmayı bitirdiği 2008 yılının sonbaharında baş gösteren dünyadaki
ekonomik krizden çok büyük yaralar almadan çıkan Türkiye, IMF ortaklık yapısı
ve yönetimindeki gücünü ve ağırlığını da artırdı. Şöyle ki: 2008’den sonra IMF içerisindeki kota
dağılımının ve IMF yönetim yapısının üye ülkelerin dünya ekonomisi içerisindeki
göreli paylarını yansıtmaktan uzak olduğu ve bu nedenle, özellikle gelişmekte
olan ekonomilerin Fon içerisindeki temsil güçlerinin yetersiz kaldığı yönündeki
eleştiriler ciddi boyutlara ulaşmıştı. Bu çerçevede 2010 yılında IMF kotalarının adil bir şekilde
dağıtılmasına ve yönetim yapısının iyileştirilmesine yönelik bir reform
çalışması başlatıldı. Bu çalışmanın sonucunda Türkiye’nin IMF nezdindeki
kotası, 1.455,8 milyon SDR iken; 2010 Kota ve Yönetim Reformu kapsamında
4.658,6 milyon SDR’ye yükseltildi.
Böylece Türkiye’nin kotasının toplam IMF kotaları içerisinde yüzde 0,61
düzeyinde bulunan payı, yüzde 0,98 seviyesine ulaştı. Türkiye, IMF’de en yüksek
kota payına sahip üye sıralamasında 32’nci sıradan 20’nci sıraya yükseldi.
Türkiye, kota payı en çok artış gösteren 4’üncü ülke oldu.
Türkiye
2012 yılına kadar; İcra Direktörleri Kurulu’nda (IMF’nin yönetim kurulu
denilebilir) Belçikalı bir İcra Direktörü tarafından temsil ediliyordu.
Belçikalı İcra Direktörü, Türkiye’nin yanı sıra diğer üyeleri Avusturya,
Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Beyaz Rusya, Slovakya, Lüksemburg, Kosova ve
Slovenya olan bir ülke grubu adına IMF yönetiminde rol alıyordu. Ancak, Belçika
ve Lüksemburg’un gruptan ayrılma kararı alması ile birlikte; 1 Kasım 2012
tarihinden itibaren yürürlüğe girmek üzere, grubun geriye kalan üyeleri ile
birlikte yeni bir ülke grubu oluşturuldu. Yeni ülke grubunun İcra Direktörleri
Kurulu’ndaki temsili dönüşümlü bir şekilde sağlanmaya başlandı. Bu kapsamda
Türkiye, 2014-2016 ile 2018-2020 yılları arasında ikişer yıl süreyle İcra
Direktörlüğü pozisyonunu üstlenmeye başladı. Böylelikle Türkiye, 1947 yılından
bu yana üyesi olunan IMF’de ilk defa dönüşümlü olarak İcra Direktörlüğü
pozisyonu üstlenmiş oldu. Görevi fiilen, Hazine Müsteşarlığı görevinden ayrılan
İbrahim Çanakçı üstlendi.
İşte IMF, yazının başında bahsettiğimiz 24 Eylül 2014 tarihli 11 maddelik değerlendirme raporunda; artık icra direktörü seviyesinde ve kendisinden başka ülkeleri de temsil eden, yüzde 1’e yaklaşan ortaklık hissesine sahip Türkiye ile muhatap olunduğunu ‘herkese’ hissettiren bir ton kullandı. IMF, gerçekleştirilmesini istediği 5 konuyu sıraladı ve şu mesajları verdi:
İşte IMF, yazının başında bahsettiğimiz 24 Eylül 2014 tarihli 11 maddelik değerlendirme raporunda; artık icra direktörü seviyesinde ve kendisinden başka ülkeleri de temsil eden, yüzde 1’e yaklaşan ortaklık hissesine sahip Türkiye ile muhatap olunduğunu ‘herkese’ hissettiren bir ton kullandı. IMF, gerçekleştirilmesini istediği 5 konuyu sıraladı ve şu mesajları verdi:
“Türkiye ekonomisi, 2010 yılından bu yana
ortalama yüzde 6 oranında kayda değer bir büyüme kaydetmiştir. Ancak, düşük
ulusal tasarruflar ve rekabet gücü zorlukları, yatırım ve ihracatı sınırlamakta
ve Türkiye’nin gelişmiş ülkelerle olan kişi başına gelir farkını kapatma
arzusunu gerçekleştirmesini güçleştirmektedir. Düşük tasarruflar aynı zamanda,
dış dengesizlikleri artırmakta ve bu da, ülkeyi uluslararası sermaye akımlarına
bağlı risklere maruz bırakmaktadır. Bu nedenle;
1-
Yetkililerin birincil önceliği özel ve kamu tasarruflarının artırılması
olmalıdır.
2- Daha
yüksek bir faiz dışı fazla (bütçe harcamalarının azaltılması kastediliyor)
verilmesi elzemdir.
3- Buna ek
olarak, para politikası enflasyon hedefine odaklanmalıdır.
4- Ayrıca,
finansal istikrarın korunmasına yönelik makro-ihtiyati politikalar
güçlendirilmelidir.
5- Aynı
şekilde, 10. Kalkınma Planı’ndaki reformların kararlılıkla uygulanması da,
Türkiye’nin “orta gelir tuzağı”ndan kaçınabilmesi açısından önem arz
etmektedir.”
IMF’nin bu taleplerinin
etkisi ekonomi yönetiminde hemen hissedildi ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, 2015-2017 Orta Vadeli Ekonomik
Programı basın toplantısıyla açıklarken ilk cümlesi, önümüzdeki 3 yılda
enflasyonla mücadelenin öncelikler açısından ilk sıraya alındığı (cari açık
sorunuyla mücadeleyle yer değiştirerek) şeklinde oldu. Babacan,
gerçekleştirilecek yapısal reformlara da basın toplantısında geniş yer
ayırarak, 10. Kalkınma Planında belirlenen 25 adet Dönüşüm Programının hayata
geçirilmesi için bir eylem planı hazırlamaya başladıklarını bildirdi. Babacan,
25 Dönüşüm Programını gerçekleştirmek için 1.250 eylem tespit ettiklerini ve
bunun takvimini içeren eylem planının yakında kamuoyu ile paylaşılacağını
aktardı.
IMF
Türkiye’den ayrıca faiz dışı fazlanın GSMH’nin yüzde 2’sine ulaşacağı ‘önden
yüklemeli’ (hemen sonuç alınan türden) tedbirler almasını istedi ki, bunun yolu
kamuda israfın azaltılması, kamu ürünlerinin satış fiyatlarına zam yapılması
(elektrik, doğal gaz vb.) ve kamunun gelirlerinin artırılmasından (bazı vergi
oranlarının artırılması, yeni özelleştirmeler yapılması) geçiyor. Ancak IMF,
Merkez Bankasının izlediği faiz politikasının enflasyonun yüzde 5’e çekilmesi
ile uyumlu olmadığını, pozitif reel faizi sağlayacak bir orana yükseltilmesini de
bekliyor. Aksi taktirde tasarrufların artmayacağı ve cari açıkla mücadele edilemeyeceğini
belirtiyor. Faiz cephesinde IMF’nin ‘tavsiyesi’nin (uyarı veya ev ödevi) ne
zaman yerine getirileceğini ise bekleyip görmek gerekecek.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Kasım-2014 sayısında yayınlanmıştır.)
IMF'YE BORCUNU TAMAMEN ÖDEYEN ÜLKELER VE TÜRKİYE
BİR IMF UZMANININ HATIRA DEFTERİ: VER HESABINI EMEKLİ ZAMMININ...
IMF İLE AZ BİLİNEN GEÇMİŞİMİZ
MİSTER CONİ NİYE GELMEDİ?
'ESKİ DOST' FISCHER, 2001'DE DOLARIN KAÇ LİRAYA ÇIKTIĞINI UNUTTU
YENİ YAPISAL REFORM PROGRAMI, TÜRKİYE’Yİ YÜZDE 5’LİK BÜYÜME BANDINA YÜKSELTEBİLECEK Mİ?
IMF'YE BORCUNU TAMAMEN ÖDEYEN ÜLKELER VE TÜRKİYE
BİR IMF UZMANININ HATIRA DEFTERİ: VER HESABINI EMEKLİ ZAMMININ...
IMF İLE AZ BİLİNEN GEÇMİŞİMİZ
MİSTER CONİ NİYE GELMEDİ?
'ESKİ DOST' FISCHER, 2001'DE DOLARIN KAÇ LİRAYA ÇIKTIĞINI UNUTTU
YENİ YAPISAL REFORM PROGRAMI, TÜRKİYE’Yİ YÜZDE 5’LİK BÜYÜME BANDINA YÜKSELTEBİLECEK Mİ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder