15 Aralık 2014 Pazartesi

DAVUTOĞLU HÜKÜMETİ VE EKONOMİDE KRİTİK 9 AY

Cahit UYANIK 

Yerel yönetimler ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonuçlanmasının ardından, 2015 yılı Haziran ayında yapılacak genel seçimlere kadar geçecek 9 aylık süreç ekonomi açısından hayli kritik. Bu öyle bir 9 ay ki, Türkiye’nin 2023 yılı için belirlediği iddialı ekonomik hedefleri yakından ilgilendiriyor.  Bu iddialı hedefleri yeniden hatırlatalım:
- 2 trilyon dolar Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH),
-  25 bin dolar kişi başına milli gelir,
-  500 milyar dolarlık ihracat…

Ancak 2014 yılı itibarıyla Türkiye bu hedeflerin oldukça gerisinde bulunuyor. 
- 850 milyar dolar GSYH,
- 10 bin 500 dolar kişi başına milli gelir,  
- 160 milyar dolar ihracat düzeyindeyiz.

2023 hedefleri için Türkiye’nin önümüzdeki 9 yılda; yabancı paralar karşısında değerini koruyabilen istikrarlı bir TL ile yoluna devam etmesi ve ekonomisinin rekabet gücünü yükselterek  üretim düzeyini ve ihracatını artırması gerekiyor.  Çünkü GSYH, yerel para birimi değeri ile hesaplanıyor. TL’nin yabancı paralar karşısındaki istikrarlı duruşunu koruması ve devalüe edilmemesi, dolar cinsinden belirlenmiş bu hedeflere ulaşılmasını kolaylaştıracaktır.

İşte önümüzdeki haftalarda, 2023’e giden 9 yıllık sürece ilişkin önemli kararlar verilmesi gereken zamanları yaşayacağız.  Ahmet Davutoğlu başbakanlığındaki hükümetin Eylül ayı içinde ilk yapacağı şey 2015-2017 yıllarını kapsayan Orta Vadeli  Ekonomik Programı (OVP) açıklamak olacak. Bu program, Türkiye’de son aylarda zirve yaparak, yabancı yatırımcıları hayli rahatsız eden faiz politikasında değişiklik olup olmayacağı ve enflasyonla mücadelenin samimiyetini test etmek açısından hayli önemli. 

Üstelik 2015-2017 OVP’si dış ekonomik konjonktürdeki belirsizliklerin ve risklerin iyice arttığı bir dönemde açıklanacak. Amerikan Merkez Bankasının (FED) faiz artırımına başlaması, Avrupa Birliği ekonomilerinde durgunluk beklentisinin giderek yükselmesi, Ortadoğu ve Rusya’ya ilişkin jeopolitik risklerin sürmesi  OVP’de hayli ihtiyatlı hedefler görebileceğimizin işareti. Çünkü en iyimser tahminler bile Türkiye ekonomisinin gelecek yıl yüzde 3.5 düzeyinde büyüyebileceğini öngörüyor. Konjonktürün olumlu seyir göstermesi, bu rakamı yüzde 4’ün üzerine çıkarabilir.  

Türkiye’nin yüzde 3.5 düzeyinde ilan edeceği düşük profilli 2015 büyüme hedefi, halen sürdürdüğü para, faiz ve döviz kuru politikası ile uyumludur. Bu cümle tersten okunup, “Halen sürdürülen para, faiz ve kur politikası yüzde 3.5 düzeyinde bir büyümeye uygundur” şeklinde de anlaşılabilir.  Neden mi? Bu sorunun cevabı için reel ekonominin en önemli göstergesi olan fiyat artışlarına bakmamız gerekiyor. Çünkü Türkiye, uzun yıllardır kendi ilan ettiği enflasyon hedeflerini tutturamıyor.

Türkiye’de fiyat artışlarını belirleyen en önemli unsurlardan biri hala döviz kuru. Kurdaki kalıcı artışlar, ekonominin genelinde fiyatları yukarı itiyor. Çünkü üretim sürecinde kullanılan birçok girdinin fiyatı dövize bağlı. Türkiye, 2001 yılından bu yana dalgalı döviz kuru politikası izliyor. Bu politika, ekonomideki ani değişiklik ve dalgalanmalarda döviz kurunu yükselmesine izin vererek ülkenin biriktirdiği  döviz rezervlerini koruyor. Her fırsatta övünülen 136 milyar dolarlık döviz rezervimiz, 13 yıldır ısrarla sürdürülen dalgalı kur politikası sonucu biriktirilmiştir. Döviz rezervinin güçlü olması kısa ve uzun vadeli yabancı sermayenin Türkiye’ye yatırım yapması için en önemli güvencedir.

Dalgalı döviz kuru, Merkez Bankasının para ve faiz politikaları ile yakından bağlantılı. Faizlerin ekonominin temel ilkelerine aykırı ve piyasadaki beklentilerin altında belirlenmesi, yatırımcıların tavırlarında değişikliğe yol açabilir. Faiz oranlarının gerçekçi düzeyde belirlenmesi, döviz kurunun fiyatlar üzerine baskı yapmasını engelleyen en önemli unsurdur. Ekonomik büyümenin artırılması düşüncesiyle, faizin yapay olarak aşağıya çekilmesi durumunda dalgalı döviz kuru politikası, görevini yapamayabilir. Böyle bir müdahale döviz kurunu sıçratırken, rezervleri erime sürecine sokabilir.  TL’nin fiyatını belirleyen faizin düşüşü, yabancıların ellerindeki TL cinsinden varlıkları satarak dövize dönmeleri, bu da rezervin erimeye başlaması demektir. Bu konuda 2013-Aralık ve 2014-Ocak ayında acı bir deneyim yaşamış, oluşma sinyalleri veren döviz krizinden 5 puanlık şok faiz artırımı yaparak çıkabilmiştik. Böyle bir artırım, faizin ılımlı düzeyde yüksek tutulmasından daha olumsuz sonuçlara yol açacaktır.

Önümüzdeki dönemde döviz fiyatları iç dengelerimizin yanı sıra, bizim hiçbir şekilde etkileyemeyeceğimiz dış etkenlerle de değişebilir. Söz gelimi dolar-euro arasındaki paritenin 2017 yılı sonuna kadar  yavaş yavaş 1.3’lerden 1 düzeyine inebileceği beklentisi  bile mevcut. Yani 1 dolar, 1 euroyla eşitlenebilir. Böylesi önemli bir parite değişimi, doların ve euronun TL cinsinden fiyatlarına yansıyacaktır ki, buna müdahalemiz söz konusu olamaz.  Böylesi bir gelişmenin iç piyasada döviz kuruna yansımasını  faiz politikası ile değil, reel ekonominin yönelimlerini değiştirerek dengeleyebiliriz. Yani Avrupa pazarına yapılacak ihracatta kazanılan her euro, daha az TL anlamına geleceği için; daha çok dolarla satış yapabileceğimiz pazarlara yönelmemiz gerekecektir.

2015-2017 dönemi OVP’sini işte bu tip yapısal döviz problemlerine de çözüm arayacak şekilde belirlemek durumundayız. Artık herkesin kabul ettiği ve üzerinde tartışma yapılmayan üretim-enflasyon-kur-faiz ilişkilerini yeniden anlamlandırmaya uğraşmak değil, ekonomimizin yapısal cari açık problemine yoğunlaşmalıyız.  Cari açık meselesini üretime dayalı olarak çözdüğümüzde, 2023 hedeflerine ulaşma şansının iyice artacağını anlamalıyız.

Türkiye için kritik 9 ayın ikinci aşaması Ekim ayında açıklanacak 2015 yılı bütçesi. İktidar partisi yeni bir genel başkanla seçime gittiği için, seçim ekonomisi  izleyebilir mi? Adalet ve Kalkınma Partisi, şimdiye kadarki seçimlerde popülist ve kaba seçim ekonomisi uygulamalarına başvurmadı.  Yeni hükümet,  ekonomi yönetiminde bir değişikliğe gitmedi ve güvenilir profil çizen Mehmet Şimşek Maliye Bakanı olarak görevini sürdürüyor. Türkiye bütçesi, son yıllarda yüklü faiz ödemelerinden kurtularak altyapı yatırımları, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanların finansmanına yönlendirildi. Ekstra seçim ekonomisi yükü, bütçe açığını artırarak enflasyonu da olumsuz etkileyecektir. Bu çerçevede 2015 Yılı Bütçesi  de Türkiye ekonomisinin önümüzdeki yıllardaki yönelimleri açısından hayli kritik bir gösterge olacak gibi görünüyor.

Sonbahar aylarının ekonomide önemli bir tartışma konusu da, 2015-2017 dönemi için belirlenen hedeflere bakarak kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye hakkında yapacağı açıklamalardır. Bu kuruluşlar, son dönemlerde Türkiye ile ilgili değerlendirmelerinde siyasi kırılganlık kavramından bahseder oldular. Bu kırılganlığın 2015 seçim sonuçları belli olana kadar süreceğini ifade ediyorlar. Siyasi kırılganlık analizinin arka planında iktidar partisindeki lider değişimi, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesinin ekonomi yönetimini nasıl etkileyeceği ve iktidar partisinin seçimlerde gücünü koruyup koruyamayacağı düşünceleri yatıyor. Ekonomi yönetiminde  önümüzdeki aylarda yaşanabilecek güvensizlik, kararsızlık, koordinasyonsuzluk; bu kuruluşların seçim sonucunu beklemeden olumsuz bir not ayarlaması yapmasına yol açabilir.
                                               
Halen 3 önemli kredi derecelendirme kuruluşundan 2’si Türkiye’yi yatırım yapılabilir ülke statüsünde tutuyor. Bu sayının 1’e düşmesi istenmeyen bir şeydir ki, Türkiye’deki faiz oranlarını ve dövizi yukarı itici etki yaratacaktır. Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur: Türkiye, ekonomi cephesinde, önümüzdeki 3 ayda hayli kritik ve isabetli kararlar verip, bunun uygulaması konusundaki samimiyetini göstermek zorunda. Olumsuz sürprizlere kapı aralamayacak, düzenli, öngörülebilir, şeffaf, iletişimi güçlü ekonomi politikaları önce 2017, daha sonra 2023’e giden yolu rahatlatacaktır. Ekonomide çok başlılık ve fevri kararlar, daha 2015 yılı ortasında, Cumhuriyetimizin 100. Yılı için belirlenen iddialı 2023 yılı hedeflerini aşağı yönlü revize etmemiz sonucu doğurabilecektir.  
(Bu yazı, Diplomatik Gözlem Dergisinin Eylül-2014 sayısında yayınlanmıştır.)  

YENİ YAPISAL REFORM PROGRAMI, TÜRKİYE’Yİ YÜZDE 5’LİK BÜYÜME BANDINA YÜKSELTEBİLECEK Mİ?

KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARI, 2015’TE TÜRKİYE İÇİN 7 AYRI AYDA 7 KEZ NOT AÇIKLAYACAK
EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA VE KRİZ KORKUSU HAD SAFHADA; FATURAYI TOPLUM ÜSTLENECEK

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder