11 Eylül 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / PRODİ'NİN BİSİKLETİ VE DERVİŞ

Cahit UYANIK 

Kemal Derviş, kendisine yakışanı biraz gecikmeli de olsa yaptı. İstifa etti ve bunu yaparken halka önümüzdeki dönemde karşılaşabileceği seçim ittifakları konusunda net mesajlar verdi. Derviş'in kafasındaki devletin siyasi yönetim modeli, aslında seçim ittifaklarına dayanıyor. 

Derviş geçmiş konuşmalarında hep İtalya'nın Türkiye için bir model olabileceğini söyleyip durmuştu. Ancak bunun sadece devletin bürokratik ve hukuki yapılanması ile bağlantılı olduğu tahmin ediliyordu. Zaten IMF ve Dünya Bankası ile üzerinde çalışılan şeffaf ve güçlü devlet modeli de bunu doğruluyordu. Derviş, ülkenin gündemine birden bire seçim oturunca ne yapacağını şaşırdı. Yine karşısına İtalyan Modeli çıktı.

İtalya'daki irili ufaklı birçok sol parti, bundan bir önceki seçimde şimdilerde AB Komisyonu Başkanı olan Romano Prodi'nin başkanlığında ittifak yapmış ve başarılı olmuştu. O dönemde İtalyan halkı da yolsuzluklar nedeniyle bunalmış durumdaydı ve devletine güvenini yitirmişti. Tıpkı Türkiye gibi... Devletin dürüst insanlar tarafından deyim yerindeyse 'rektefiye edilme' işlemine ihtiyacı vardı. İşte Prodi, Zeytin Dalı İttifakını kurarak İtalya'yı eski bir bisikletin sırtında köy köy, kasaba kasaba gezip İtalyanların derdini birinci ağızdan dinledi. 

10 Eylül 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / PETKİM'E NİYE DÜŞÜK TEKLİF GELDİ?

Cahit UYANIK 

Geçen Cuma günü yapılan Petkim ihalesi, yaşadığı iki önemli ekonomik krizin ardından Türkiye'nin henüz büyük çaplı özelleştirmeler yapmaya hazır olmadığını gösterdi. Sermaye sahiplerinin ellerinde tuttukları paraya atfetttiği kıymet ile devletin içinde bulunduğu kaynak arayışları çerçevesindeki para beklentisi arasındaki 'trade-off' noktası kesişmiyor. Niye mi?

Petkim gibi her açıdan 'çöpsüz üzüm' bir kamu şirketine talip olan iki büyük özel sektör kuruluşu Sanko ve Zorlu, güç birliğine gitmelerine rağmen bu özelleştirmeye 600 milyon doların altında kıymet biçebildi. Dikkat edilirse bu iki şirket 2000 ve 2001 krizlerinden pek etkilenmiş değiller. Zorlu daha çok dış pazarlara yönelik üretim yapıyor. Sanko ise geçmişten bu yana güçlü özsermayesi ile göze çarpıyor ve iplik pazarının yüzde 75-80'ini kontrol ediyor. Döviz ve nakite bu kadar yatkın iki kuruluşun 600 milyon dolarlık, üstelik sadece yüzde 40'ı peşin istenen bir özelleştirmeden çekilmeleri dikkatle araştırılmalı.

Abdülkadir Konukoğlu'nun ihaleden çekilmeden önce ettiği iki çift laf ise Türkiye'nin özelleştirme politikalarına ýöneltilmiş çok ağır ancak yerinde eleştiriler olarak tarihteki yerini aldı. Abdülkadir Ağa, özelleştirmenin sadece para olarak değerlendirilmemesi ve özelleştirme sonrası yapılacak yatırımlarla ilişkilendirilmesi gerektiğini anlattı. Bu eleştiriyi biz gazeteciler olarak yıllardır söylüyorduk ama dinleyen olmuyordu. Fakat özelleştirmeye talip olan iki büyük grubun temsilcisinin de aynı noktaya gelmiş olması, siyasetçilerin dikkatle değerlendirmesi gereken bir gelişmeydi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAHKONEN'İN GÜLÜMSEMESİ VE SİYASİLERİMİZ

Cahit UYANIK 

IMF Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen yaklaşık 1,5 yıldır Ankara'ya gelip gidiyor. Soğuk tavırları, az konuşması, mesafeli duruşu ile baklava ve futbol tiryakisi Carlo Cottarelli'yle taban tabana zıt bir tablo veren Kahkonen, geçen haftaki basın toplantısını müstehzi bir ifade ile tamamladı. 

Kahkonen'in buz gibi suratı AKP ve seçimden sonra Türkiye'ye ne zaman gelecekleri sorulduğunda hafif gerildi. Başlangıçta ters bir cevap bekleyen gazeteciler, Kahkonen'in yüzüne yayılan gülümsemeyi görünce şaşırdılar ama bu durumu pek hayra alamet bulmadılar. Kahkonen'in gülümsemesi psikolojide 'telafi hareketi' olarak tanımlanan davranıştan başka birşey değildi.  Yani Kahkonen, olup bitenlerden rahatsızdı.

Eylül ayı başından bu yana üzerinde çeşitli spekülasyonlar yapılan Dördüncü Gözden Geçirme deyim yerindeyse 'havada' kaldı. Bunun sebebi elbette erken seçimdi. IMF belki de tarihinde ilk defa bir stand by'ı iptal etmeden, seçim ortamı görüyor. Koşullar onlar için de yeni... Türkiye'deki siyasetçiler ise ne yapacaklarını şaşırdılar. Yıllardır IMF'nin istediği yasalar için canhıraş çırpınan siyasetçiler, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda sabahlayan isimler; şimdilerde IMF'yi nereye koyacaklarını bilemiyorlar. Ama minare o kadar büyük ki kılıf dikmek için çok geç.

9 Eylül 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / MECLİS'İN SON SORUMLULUĞU

Cahit UYANIK 

Türkiye, AB yolunda önemli bir adım attı. MHP dahil tüm siyasi partiler tebrik edilmeli. Herkes rolünü gerektiği gibi ve gerektiği kadar oynadı. Kimse ne eksik ne fazla rol kesti. MHP muhalefeti abartmadı, diğer partiler de AB taraftarlığını... Meclis'te yapılan tartışmalar 18'inci Yüzyılın sonunda başlayan yenileşme hareketlerinin mirası üzerinde, vakarla bitirildi.

Meclis, uluslararası bir münafık yüzünden 70 milyon kişinin kaderi ile oynama basiretsizliğini göstermedi. TBMM 23 Nisan 1920'de ne idiyse 1-2 Ağustos 2002'de oydu. Aslında Türkiye bu manzaraları daha önce de görmüştü. 1997 yılında 8 Yıllık Temel Eğitim Kanunu yasalaşırken, 2001 yılı Nisan ayında yapısal reformlarla ilgili bir dizi kanun görüşülürken de Meclis halkın iyiliği ve çıkarları için önemli adımlar atmıştı. 

Türkiye artık bundan sonrasına bakmalı. 1996 yılından bu yana düşe kalka sürdürülen reform sürecinin meyveleri toplanmaya başlanmalı. Ancak bunun için yapılması gereken çok önemli birkaç şey var. Herşeyden önce 3 Kasım 2002 günü yapılacak seçimlere bu halde gidilmemeli. Türkiye mevcut seçim sistemiyle sandıkta çok değişik olaylarla karşılaşabilir. Yüzde 25 oy alıp 300 milletvekili çıkaran bir parti tek başına iktidara gelebilir. İktidara gelecek parti, yerinde sayma ve yoksullaşma pahasına son 6-7 yıldır yapılan reformları göz ardı edebilir. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / IMF SEÇİME Mİ GİRİYOR?

Cahit UYANIK 

Türkiye, IMF marifetiyle bir seçim kampanyası idrak ediyor ama ortalıkta garip şeyler olup bitiyor. Hemen hemen hiç bir siyasi partinin seçim bildirgesinde IMF'den tek sözcükle bile bahsedilmiyor. Hele IMF politikalarının en sadık uygulayıcısı Devlet Eski Bakanı Kemal Derviş'in siyasete girmeyi tercih ettiği CHP Seçim Bildirgesinde IMF'den hiç söz edilmemesi ilginç. 

Recep Tayyip Erdoğan'ın ise uluslararası ilişkiler denilince aklına ilk gelen şey Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi. IMF filan hak getire; nasıl olsa teslimiz... Tayyip'in amacı varsa yoksa -muhtemelen- kendi partisine bağlı hükümetten 2 milyon euro'yu cebe atmaya çalışmak. Belki böylece Tayyip, çocuklarına ABD bursu aramaktan vazgeçecek! Kendi parası pardon kendi hükümetinden kazandığı tazminat parasıyla çoluk çocuk okutacak. Zavallı çocuklar eğitimsiz kalmasınlar. 

Anlayacağınız Türkiye'de iktidara talip olan birkaç büyük siyasi partimizin seçim sonrası ekonomik ortamın en önemli aktörü durumundaki IMF ile nasıl bir politika izleyeceğini bilemiyoruz. Bu yılın Şubat ayında IMF ile imzalanan yeni stand by anlaşmasının süresinin 2004 yılının Ekim ayında dolduğunu gördüğümüzde, habere attığımız başlık 'Seçimi delen IMF Anlaşması' olmuştu. Çünkü Türkiye'de normal seçimlerin tarihi 2004 Nisan ayı idi. Türkiye daha bu garip çelişkinin nasıl aşılacağını anlayamadan, yaz aylarında erken seçim ortamına yuvarlandı. 

8 Eylül 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / TÜRKİYE'DE VERGİ REFORMU YAPILIR MI?

Cahit UYANIK 

Bugün Ekonomik ve Sosyal Konsey toplanarak hükümetin uzun zamandır üzerinde çalıştığı Vergi Reformu Tasarısı taslağını görüşecek. Bu taslağın eleştirisini işin uzmanlarından okudunuz veya dinlediniz. Benim de burada uzun uzun ahkam kesmeye niyetim yok. Ancak üzerinde önemle durulması gereken konu Türkiye'de bir hayat-memat meselesine dönmüş olan vergi politikasının da kavram kargaşasına kurban gitmiş olmasıdır. Çünkü yapılması planlanan değişiklikler bir vergi reformu değil, devletin faiz giderlerini finanse etmeye yönelik yeni vergi rötuşlarından ibarettir.

Tüm siyasi iktidarların yap-boz tahtasına dönüştürdüğü vergi yasaları karmaşıklaştıkça geniş kitleler Türkiye'de vergi reformu yapıldığı zannına kapılmaktadır. Oysa vergi reformunun ilk önce, bu yasaların sadeleştirilmesi ve dilinin güncelleştirilmesi aşamasından başlatılması gerekmektedir. Vergi reformunun ikinci olmazsa olmaz şartı milli gelir pastasının paylaşımını değiştirmeye yönelik olmasıdır. Bu, tüm dünyada vergi reformunun adeta amentüsüdür. 

Artık herkesin başvurduğu bir bahanecilik veya günah keçisi haline dönüşen kayıt dışı ekonominin, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu vergi reformu çerçevesini ne kadar dolduracağı ise bence tartışmalıdır. Kayıt dışı ekonomi, "Vergi tabanını genişleterek vergi reformu yapacağız" diyen politikacıların sığındığı güvenli bir liman gibidir. Vergi tabanını genişletme sözünün açık tarifi şudur: "Biz, sizinle mevcut olan rant ilişkilerimize dokunmayacağız. Onun yerine üretim yapan kesimlerin üstüne biraz daha büyük bir hışımla gideceğiz". Türkiye'nin yakın tarihi bu politikanın örnekleriyle doludur. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / TÜRKİYE VE YENİ DÜNYALAR

Cahit UYANIK 

Duygusal milletiz vesselam. 1997 yılı başında 5+1+5 formülünü açıklayan, Türkiye için özel bir tam üyelik stratejisi geliştirilmesi gerektiğini söyleyen, bu tavırlarını yıl ortasında teyit eden Avrupalılar; aynı şeyleri yıl sonunda Lüksemburg Zirvesinde tekrarlayınca neden alınıyoruz ki? 

Türkiye'nin geleneksel dış politikasında iktidar ve muhalefet uyumunun belki de tek istisnası Avrupa Birliği konusudur. Bütün siyasetçiler özellikle 1995 yılından bu yana AB politikasını bir vatan millet sakarya edebiyatına döküp kendi oy tabanına selam vermek için kullanıyor. Bu tehlikeli oyunu önce Tansu Çiller ve Deniz Baykal'ın 1995 sonbaharında ortaklaşa kurduğu hükümet oynadı. Çiller "Türkiye'yi Avrupa'ya sokan kadın", Baykal da "Avrupa'daki diplomat cengaver" rolünü 1995 Aralık ayındaki genel seçimlerde oya tahvil ettiler. 

Avrupa Parlamentosu, Gümrük Birliği Kararını onayladıktan sonra Ankara'nın yüksek tepelerinden havai fişekler fırlatıldığını çok iyi hatırlıyorum. Bir tv muhabiri havai fişek gösterisini izleyen vatandaşa Gümrük Birliğinden ne anladığını sormuş ve "Bugün arabama plaka taktırdım. Köşesindeki mavi bantta TR yazıyordu" cevabını almıştı. Gümrük Birliğini oto plakasına indirgeyen vatandaşın Çiller ve Baykal lehine yapılan medya propagandasından etkilenmemesini beklemek herhalde saflık olurdu.

7 Eylül 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / DOLUDİZGİN ENFLASYONA DOLUDİZGİN

Cahit UYANIK 

Eğer iktisat kitaplarında yanlış yazmıyorsa ve siyasetçilerimizin bir itirazı yoksa yüzde 100'ü geçen enflasyona 'doludizgin enflasyon' denildiğini anımsatmak isterim. Evet Türkiye sonunda doludizgin enflasyona doludizgin ve göz göre göre gitti.

Hem de günah keçisine çevrilen bütçe, planlanandan 500-600 trilyon lira daha az açık vermesine rağmen... Hem de kamu ürünlerine Ocak ayında zam yapılmamasına rağmen... Hem de siyasetçilerimiz yaklaşık 1 aydır çenelerine hakim olmayı başarmalarına rağmen... Olan oldu ve doludizgin enflasyonu kurumsallaştırma yolunda 1997 yılı boyunca önemli ve emin adımlar attık. Bu başarıyı sağlayanları tebrik etmek boynumuzun borcu. Helal olsun size...

Önce Hoca'nın 'denk bütçe' safsatasıyla bu kurumsallaşmanın temelleri atıldı. Ardından iktidar değişti. Enflasyonu çıldırtacak her türlü davranış yani ölçüsüz kamu zamları ve demeçlerin yanı sıra üstü örtük enkaz edebiyatı siyasi çığlıklar arasında mübah görüldü. 'Vallahi biz yapmadık, Hoca yapmış' türü savunmalar klişe halinde tekrarlanıp durdu. 

Her türlü savurganlık, çöken denk bütçe söyleminin arkasına saklanıp kendisine güvenli, tutarlı ve sorgulanmaya  cesaret edilemeyen bahaneler yarattı. Rantın binbir türlüsünün tedavül ettiği ülkemizde Refahyol'un siyasi rantı malum hükümetimizce hovardaca yenilip tüketildi. 'Ekonomiyi biz düzeltiriz' diyenler zam yapıp IMF Heyeti ağırlamaktan başka bir görev icra edemediler.

6 Eylül 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YÜZDE 0,25 ENFLASYON RÜYASI

Cahit UYANIK 

Tatlı bir düş gibi bu; 2000 yılında aylık enflasyon yüzde 0,25'e düşecek. Bu 25'ler üst üste konulup toplana toplana; siz deyin tıngır mıngır ben diyeyim tıpış tıpış inerek yüzde 3'te karar bulacak. Olmaz ya; diyelimki bu rüya gerçek oldu! Bakın güzel ülkemizi nasıl bir gelecek bekliyormuş, ekonomi kurmaylarına kolaylık olsun diye bendeniz düşünüp ortaya koydum. 

Efendim, bankacılara benden kötü haber var. Sözüm Hazine faizinden çöplenip cafcaflı binalarda vatan-millet sorunları üzerine ahkam kesen yuppie'lere... Enflasyon patır kütür yüzde 3'e düşüverince birçok banka kapısına kilit vurmak zorunda kalacak. Çünkü ne Türkiye'ye gelmek isteyen sıcak para yüzde 3 enflasyonu sever ne de Hazine yüzde 3 enflasyonda yüzde 7-8'den fazla yıllık getiri sağlayamaz onlara... Bir anda memleketteki banka sayısı 30'a, 40'a iniverirse sakın şaşırmayın. Eh Hazine yetkilileri neden uluslararası standartlara uygun bir Bankacılık Yasası çıkması için bu kadar aceleci dersiniz? Mali Sektör Yüksek Kurulu da banka iflas,  tasfiye ve birleşmeleriyle ilgilenir zannedersem...

İkinci kötü haber de sendikacıları ilgilendiriyor. Sözüm oy silahı ile köşeye sıkıştırdığı politikacıdan kopardığı zammı, kamu işçilerine dağıtmak sanan bazı sendikacılara...

3 Eylül 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / UTANGAÇ PROGRAMIN IMF'LİK ÖMRÜ BİTTİ

Cahit UYANIK 

Şapkadan tavşan çıkartırmış gibi laptop'undan üç senelik istikrar programı çıkartıveren Devlet Bakanımız Sayın Güneş Taner, Uluslararası Para Fonunu (IMF) ikna edemedi. Türkiye'deki kaygan siyasi zemini, her yılki 4. Madde konsültasyon ziyaretlerinde değişik değişik bakanlar ve bürokratlara muhatap olarak geçiren IMF, -eğer çok büyük deformasyona uğramamışsa- böyle garip bir destek önerisine zaten sıcak bakmayacaktı. Ben IMF'ye yönelik "Para mara istemiyoruz, desteğinizi açıklayın yeter" türünden talepleri 'utangaç' diye tanımlıyorum.

Peki neden utangaç? Çünkü hükümetin üç yıllık istikrar programı da utangaç... Hükümeti ayakta tutan sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin (parlamento dışı güçler) ne sosyal güvenlik ne de vergi reformuyla ilgili olumlu desteği henüz açıklanmış değil. Üstelik bu tanımlamaya azınlık hükümetini fiilen ayakta tutan Cumhuriyet Halk Partisi de giriyor.

IMF'nin açıkça söylemek istediği şudur: "Bu utangaç programla ekonomi adam olmaz. Tam tersine, sorunların üstüne cesaretle gitmelisiniz. İnsanları büyük fedakarlıklar yapmaya ve bunun sonucunda da sizin enflasyonu kesinlikle düşüreceğinize ikna edin. Bu desteği en fazla 1 yıl süreyle sağlayabilirsiniz. Eğer bu işi başarırsanız 1999 ilkbaharında seçime gidin."

IMF'nin diplomatik üslupla dile getirdiği bu düşünceler, Türkiye kamuoyuna Hazine Müsteşarı Mahfi Eğilmez'in 'Erken seçim korkusu' olarak yansıdı. Eğilmez, kaliteli bir bürokrat olduğunu erken seçim ihtimalini şimdiden engellemeye çalışarak gösteriyor. 

2 Eylül 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR/ ASKERİN RÖVANŞI

Cahit UYANIK 

Evet sonunda askerler rövanşı aldılar. Bilmem hatırlar mısınız 1997 Bütçe Yasa Tasarısı Meclis'te görüşülürken Refah Partisi, bir bakan danışmanının işgüzarlığı bahane edilerek Milli Savunma Bakanlığı bütçesinden 50 trilyon lira kesinti yapmıştı ya... İşte o rövanştan bahsediyorum. Ordu ile RP arasında ödenek kriziyle zirveye ulaşan çekişme, askeri darbeler hariç, sivillere askerlerin en önemli hesaplaşmasının ikinci ayağıdır.

Bu hesaplaşma eğilimi önce kendisini Milli Eğitim konusunda gösterdi. Asker, İmam Hatipler'de devletin parasıyla Refah Partisine sempatizan yetiştirildiğini kamuoyunun gözleri önüne rakamlarla serdi. 2000'li yıllarda Milli Görüş tandanslı seçmen yüzdesinin yüzde 30'a ulaşacağı görüldü. Şimdi bu hesaplaşma, RP'nin ikinci can damarı olan ekonomik boyuta doğru götürülüyor. Kuzey Irak Harekatı kaynaklı ödenek krizi, 'bütçe pastası' paylaşımında seçim ekonomisi için birkaç dilim saklamayı amaçlayan RP'li Maliye Bakanı'na verilmiş çok sert bir yanıttır.

Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir yaptığı bir açıklamada ülke savunmasını zaafa uğrattığı için kendisinin Divan-ı Harb'e verilebileceğini ifade ederek, RP'li Maliye Bakanına üstü kapalı Yüce Divan göz dağı verdi. Çünkü yaşanan bu krizde bilerek veya bilmeyerek Maliye Bakanı Şener'in dahli olduğu açık seçik ortaya çıktı. Kendisi de Maliye Bakanlığı bünyesinde uzun yıllar bürokratlık yapmış olan Şener'in lavhe-i tedrisatından geçtiği bu kurumu ve geleneklerini bilmemesi imkansız. 

1 Eylül 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇİLLER'E YÖNELEN PROTESTONUN ANLAMI

Cahit UYANIK 

Tansu Çiller'in kısa politikacılık geçmişi dramatik olaylarla bezeli. Çiller'in TOBB Genel Kuruluna katılıp da yuhalanan DP, AP, DYP çizgisindeki ilk genel başkan olması buna bir örnek mesela... O TOBB ki siyaset yasağının en koyu olduğu, ANAP'ın 'hanedan saltanatı' sürdüğü günlerde 'Özal mı, Demirel mi?' tercihini ikincisinden yana koymuştu. Güniz Sokak'taki evi her türlü abluka ile kontrol altında tutulan siyaset yasaklısı Süleyman Demirel, yani o dönemin moda deyimiyle 'Bir Bilen', TOBB Genel Kurullarını avucunun içinde tutmuştu. Çiller, kendi milletvekillerini elinde tutamazken, TOBB delegesenin protestosu hafif bile kaldı denilebilir. 

Tansu Çiller'in TOBB'da yuhalanması, siyasi kader çizgisinin tükendiğinin en önemli işaretlerinden birisi sayılmalı. Artık kendisini başka kader çizgileri bekleyen Çiller, başbakan olduğu günden bu yana 'KOBİ Şampiyonluğu' yapıp da yuhalanıyorsa, bunun başka bir anlamı olmasa gerek. TOBB delegesi, eski başkanı Yalım Erez'in dolduruşlarına gelecek kadar siyaset taciri isimlerden oluşmaz. Çoğu tüccar ve sanayicilerden oluşan delegeler, iş yaşamının yumuşak ve uzlaşmacı çizgisini Ankara'ya taşırlar. Eğer bu delege siyasetteki uzantısı olan bir partinin genel başkanını protesto ediyorsa, temel çıkarlarının zedelendiğine inanması gerekir. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ENFLASYON DÜŞMEYİNCE TUZ KOKUYOR

Cahit UYANIK 

Geçen hafta boyunca tüm gazeteler Türkiye'nin içine düştüğü keşmekeşin ibret verici tabloları ile dopdoluydu. İnsanın içini acıtan ve yüreğini burkan bu tabloların odağında bir sosyal demokrat hukukçu ile akademisyen kökenli bir siyasetçi duruyordu. Hukukun ve bilimin özünden kaynaklanan güçlü geleneklerin yanı sıra tarihten süzülüp gelen etik ilkeleri ile tanınan bu iki meslek grubunun temsilcileri, siyasete girince varoluş sebeplerine ihanet ettiler.

1992 yılında dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Arif Yüksel'in görevden alınıp yerine kendisinin atanması sırasında basının gücünü arkasında hisseden Yusuf Kenan Doğan hakkında 1998'de ortaya atılan iddialar, aslında Türkiye'nin dramıydı. Basın, bu yargıç hakkındaki iddiaları içeren teftiş kurulu raporunu yayınlayınca 'komplocu' oluverdi. Rapor, insanın midesini bulandıran cinsel taciz sahnelerini şahit ve mağdur ifadeleriyle sıralamak bir yana, Hakimevleri'nin çok küçük maddi çıkarlar için nasıl yağmalandığını da gözler önüne serdi. Anlaşılan yağma bir kez başlayınca ne siyasetçi, ne hakim, ne polis, ne de bilim adamı tanıyor. 

Birçok üniversitede öğretim üyeliği yapmış, daha sonra YÖK Başkanlığı görevini yürütmüş Mehmet Sağlam'ın yaptıkları ise Gogol'un Ölü Canlar romanından fırlamış bir sahne gibiydi.  Sahte belgelerle işe alınan ölü Kahramanmaraşlılar'ın suçu günahı yok ama iki ayaklarının üzerine dolaşmakta olanlar, Kurtuluş Savaşında şövalye ruhu ile düşmana karşı koyan dedelerinin kemiklerini sızlattılar. 

31 Ağustos 2024 Cumartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BAŞBAKANLIK'TAKİ YENİ ADETLER

Cahit UYANIK 

Türkiye'de iktidara gelen siyasi partilerin kendi adamlarını bürokrasinin kilit noktalarına yerleştirmelerine alıştık. Siyasi istikrarsızlık ortamında koltuğunu 1 yıldan fazla koruyabilen yüksek dereceli bürokratlar artık 'Uzun süre görevde kaldı' şeklinde değerlendiriliyor. Değişiklik furyası sadece iktidarların gelip gitmesiyle de sınırlı değil. Aynı bakanlık koltuğuna aynı partiden ama farklı isimler otursa bile üçlü kararnameler hazırlanıyor. İşte o zaman gelsin genel müdürler, gitsin müsteşarlar... Yani kadrolaşma bırakın partiyi, isme göre yaşanmaya başladı bürokraside... 

Yalnız politikacıların bu konuda ortaklaşa bir tavırlarına dikkat çekmek istiyorum. Eskiden bürokrasi operasyonları en fazla genel müdür yardımcıları seviyesine kadar inerdi. Daha alt düzeydeki memurların politikacılarla, politikacıların da onlarla ilgileri pek yoktu. Atama, nakil talepleri dışında... 

Refah Partisinin iktidara gelmesiyle bu davranış kalıbı kökten değişti. Meslektaşlarımızın yazdığı 'Ahçıya kadar değiştirdiler' başlıklı haberler harfiyen doğru. Söz gelimi Başbakanlık... Yaklaşık 15 yıldır bürokrasinin çok değişik kademelerinde görev yapmış ve son gelişmelerin ardından DYP'nin kontrolündeki bir bakanlığa kapağı atmış bir hanımefendiye göre, Erbakan geldikten sonra Başbakanlık'taki memurlar bile değiştirildi. 

Bürokrat hanımefendi 1983'ten beri görev yapan Turgut Özal, Yıldırım Akbulut, Mesut Yılmaz, Süleyman Demirel ve Tansu Çiller olmak üzere hiç bir başbakanın bu kadar alt dereceli memurlarla uğraşmadığını hayretle anlatıyor. Tabii bu operasyonlar daha çok devlet bakanları kanalıyla yürütülüyormuş.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YUMURTA KAPIYA DAYANINCA

Cahit UYANIK 

Geçen hafta iç siyasi çekişmelerden dış politikadaki çok önemli gelişmeleri göz ardı ettik. Bunlardan belki de en önemlisi Türkiye'nin çok uzun yıllar sonra Avrupa Birliği ile ilişkilerde 'açıklık ve akılcılık' çizgisine yanaşmayı sonunda kabullenmesiydi. Ama ne yazık ki geç kalınmıştı.

1995'te Avrupa'yla ilişkilerde 'uçurum kenarı diplomasisi' öneren Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal'ı istifaya zorlayan Tansu Çiller'in AB büyükelçilerine geçen hafta dağıttığı rapor, bir ibret belgesi olarak tarihe geçmeye adaydır. Çünkü Çiller bırakın uçurum kenarı diplomasisini 'hedef diplomasisi' izleyip Alman Başbakanı Kohl'ü sert şekilde eleştirdi. Çünkü Türkiye'nin Gümrük Birliği konusunda karşılaştığı engellerin hemen hepsi de Almanya ve Kohl'den gelmişti. Oysa politikalarımızı Alman muhalefetine göre belirlesek daha isabetli olacaktı. 

Geçmiş hesapları bir yana bırakırsak... Yıllardır genişlemeyi tartışıp her yıl bir Doğu Avrupa ülkesine çiçek demeti uzatan AB'ye 1987'deki tam üyelik başvurumuzu yumurta kapıya dayanınca hatırlatmanın faturasını kim üstlenecek acaba? Ülkeyi mert-namert kavgası yüzünden zamansız ve erken bir seçime götüren Tansu Çiller mi üstlenecek? Seçimin ardından birbirinin gözünü oymakla meşgul siyasetçiler mi yoksa? 1989'da oluşturulan AB Görüşü'ndeki Türkiye'nin tam üyeliğe ehil bir ülke olduğu, çok kritik Amsterdam Zirvesine birkaç ay kala mı bir tez olarak ortaya atılır?

30 Ağustos 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / İYİ NİYET TAŞLARI

Cahit UYANIK 

"Felakete giden yol iyi niyet taşlarından örülüdür" diye bir söz vardır, bilir misiniz? Geçen hafta yayınlanan Dünya Bankası raporu bence bu taşlardan birisi. Çünkü bu rapor kendisine tutunacak dal arayan, daha 10'uncu ayını doldurmadan içteki itibarı sıfıra yaklaşan Refahyol Hükümeti üyelerinden mal bulmuş magribi muamelesi gördü. Çünkü koca koca ağızlarını doldurarak asgari ücret düzeyi 100 doların altına düşen halkın ürettiklerinin dünyayı hayran bırakmasından kendilerine pay çıkardılar. Sonra da 'ihram şov' yapıp hacca gittiler. 

Bu raporun iç politikada ağızlara sakız edilmesi, Dünya Bankası yetkililerini eminim çok kızdırmıştır. Merak ediyorum Dünya Bankasının Türkiye ile aynı kategoriye soktuğu ülkelerde de benzeri vavelalar koptu mu? Türkiye'nin büyük bir ekonomik potansiyeli olduğu sanki ilk kez mi yazılıp çiziliyor Allah aşkına? Daha geçen yıl ABD, Türkiye'yi 'Yükselen 10 Pazar' arasına koymadı mı?Avrupa Birliği neden kapıyı suratımıza çarpamıyor?

Dünya Bankası raporunun açıklandığı aynı günlerde 5 Nisan Kararlarının 3'üncü yıl dönümünü idrak etmedik mi? O idrak ki hala ekonomi denilen komplike arabanın düşük faiz inadı uğruna beton duvara çarptırılmasının etkilerini bize yaşatıyor. Bana inanmıyorsanız DPT Müsteşarı Necati Özfırat'ın 5 Nisan'a ilişkin geçen haftalardaki değerlendirmelerini okuyuverin. Teknik deyimler arasına sıkışmış zehir zemberek eleştiriler, bürokrasinin felaket sinyallerini işaret ediyor.