14 Haziran 2024 Cuma

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAĞITLAR DAĞITILMAYA BAŞLANDI

Cahit UYANIK 

Ankara'da Mayıs ve Haziran ayı boyunca karılan kağıtlar nihayet dağıtılmaya başlandı, Kağıt dağıtan isim ise Başbakan Bülent Ecevit. Siyasi pokerin ilk kurbanı ise Ecevitler'in manevi oğlu ve yıllardır yanlarından ayırmadıkları sır çantası, dert ortağı Hüsamettin Özkan.

Geçirdiği rahatsızlık nedeniyle iyice duygusallaşan Ecevit, Özkan'ın koalisyon içinde dönen oyunlardan kendisini haberdar etmemesine çok kızdı. Ecevit'in duygusallaşması, bazı kişiler için hayra alamet değildir. Ecevit duygusallaşınca gerçekleri daha iyi görür ve hep köklü kararlar alır.

Özkan'ın koalisyonun ANAP kanadı ile muhalefetteki DYP'ye yanaşıp yeni hükümet formülleri içine girmesi ya da en azından bu konuda yapılan spekülasyonları kesinlikle yalanlamaya gitmemesi Ecevit'i haklı olarak kızdırdı. Ecevit; bilindiği kadarıyla son yıllarda yatağa düşmesine neden olan tek süreğen rahatsızlığını geçirirken, ortalığın boş bulunup senaryo üstüne senaryo yazılmasını, üstelik bir de sahneye konulmaya çalışılmasını affetmedi. Başrolde de manevi evladının bulunması Ecevit'i küplere bindirdi.

Dünkü televizyon programında Ecevit'in elinde tuttuğu not kağıdının tepesinde 'Hüsamettin Özkan' yazıyordu. Ne ilginçtir ki 'Hüsamettin Özkan' isminin altı da çizilmişti. Ecevit, Özkan konusunda kağıda aldığı notlar haricinde en ufak bilgi vermedi. Övgü dolu birkaç cümlenin ardından DSP'li 5 yöneticinin yaptığı açıklamaya hak verir havada konuşması, Özkan isminin altının çizilmesinin boş bir davranış olmadığını gösteriyordu. Ecevit övgü dolu şeyler söyledi, çünkü manevi evladına kırgındı.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KAHKONEN YALANCI DEĞİLMİŞ

Cahit UYANIK 

IMF'nin sinir uçları cımbızla temizlenmiş görüntüsü veren Türkiye Masası Şefi Juha Kahkonen geçen ay sonunda Türkiye'den ayrılırken, bankaların yeniden sermayelendirme operasyonunda tahminleri ve beklentilerinin tuttuğunu söylemişti. Yani Kahkonen'e göre Türk bankacılık sektörünün sermaye açığı 3-4 milyar dolar düzeyindeydi. 

Oysa aynı günlerde, şimdi maksatlı olduğu anlaşılan bazı kişiler gazetecilere telefon üstüne telefon açıp "Bankaların sermaye açığı beklendiği gibi değil. IMF de BDDK da hata yaptı" diyorlardı. Bu tezvirata açıklık getirmek isteyen muhabir arkadaşlarımızın yönelttiği sorulara karşılık Kahkonen, hiç istifini bozmadan, gerçekleri saklama ihtiyacı hissetmeden kendi bildiğini söylemişti. 

Meğerse Kahkonen 7-8 sözcükten oluşan cümleyle 2 milyar dolarlık bir gerçeği özetlemiş. Ancak BDDK açıklama yaptığında ortada 1 milyar dolar düzeyinde sermaye ihtiyacı ile 2 bankanın "Haydaaa, nereden çıktı şimdi bu?" dedirtecek birleşme kararına soğuk ve mesafeli bakış cümleleri vardı. Bir yanda Kahkonen'in 3-4 milyar doları, öbür yanda BDDK'nın 1 milyar doları... 

Acaba kim yalan söylüyor veya bir şeylerden çekindiği için tam şeffaf davranmıyordu? Olayları dikkatlice takip edenler bütün bu gelişmeler sonucunda ya Kahkonen'in yalancı olduğunu ya da BDDK'nın işini tam yapamadığını düşünmeye başladılar. 10 gün aradan sonra Pamukbank'a el konulması, Yapı Kredi Bankasının da rehin edilmesi Kahkonen'in yalancı olmadığını, BDDK'nın işini tam yaptığını gösterdi. 

13 Haziran 2024 Perşembe

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EHVEN-İ ŞER ÇÖZÜM VE BDDK

Cahit UYANIK 

Geçen hafta Başbakan Bülent Ecevit'in ABD gezisinin tozu dumanı arasında Türkiye'nin yakın geleceğini ilgilendiren çok önemli bir haber gerektiği gibi tartışılmadı. Moody's adlı kredi derecelendirme kuruluşu 4 Türk bankasının puanlarını düşürmüştü. Hükümetin tam da sektöre 4-5 milyar dolar aktarmak için kolları sıvadığı bir ortamda yapılan bu not düşüşü acaba nasıl yorumlanmalı? 

Dünyadaki 3 büyük rating kuruluşu arasında Türkiye'ye en fazla sempati ile bakan Moody's'in açıkladığı gerekçeler aslında Türk bankacılık sektörünün çok ciddi hastalıkların pençesinde kıvrandığını gösteriyor. Hastalığın ismi zaman zaman açık pozisyon oluyor, zaman zaman da grup şirketlerine riskli miktarda kredi aktarımı... Ancak bankacılık sektörünün şu anda içinde bulunduğu durumu genel ekonomik ortamdan soyutlarsak hata etmiş oluruz.

Bankalar geçmişte hükümetin 18 aylık kur taahhütüne kanarak dövizle borçlanma, TL ile borç verme oyununa düşmüşlerdi. Şimdi de ellerindeki kaynakları sağlamlığından emin oldukları kendi grup şirketlerine aktararak aktif-pasif dengesini tutturmaya çalışıyorlar. Ancak bu durum yabancı uzmanların pek hoşuna gitmiyor. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / BİLANÇO GÜNÜ

Cahit UYANIK 

Bugün bilanço günü: 31 Aralık 2001. Hiç de hoş bir sene geçirmedik. Olup biteni şöyle bir zihninizde akıtın, ne demek istediğimi anlarsınız. Türkiye olağan dışı bir ülke. Koşulları da yaşadıkları da öyle. Çoğu toplumun uzun yıllarda içine sığdırıp sindirebileceği gelişmeleri birkaç ayda eskitiyoruz. 

Ama Türkiye'de bazı gelişmelerin mayalanma süreci çok uzun. Zaten olağan dışı gelişmelerin yaşanabildiği bir ülkede, yılların mayalana mayalana iyice ağırlaşmış sorunları da patlak verince 2001 gibi seneler yaşayabiliyoruz. Yakın geçmişimizde 1980, 1988, 1994'ü de tıpkı 2001'e benzetebiliriz. 

Hızla değişen toplumdaki bazı gelişmelerin önüne set çekilmeye çalışıldığı ancak bazı ekonomik gerçeklerin her türlü şeyi altüst ettiği zaman dilimleri, hep ekonomik kriz şeklinde karşımıza çıkıyor. Peki 2001'e bu çerçeveden baktığımızda neleri görebiliriz? 

Bilançonun en önemli maddesinde karşımıza IMF çıkıyor. IMF ile ilişkilerde yıllardır mayalanan problemler, 2001 başında su yüzüne çıktı. IMF reçete zihniyetinden kurtulamamanın faturasını öderken, siyasetçilerimiz ve bürokratlarımız ise inanmadıkları bu reçeteye uyarmış gibi yapıp yine kendi bildiğini okumalarının ceremesini  2001'i altüst ederek çektiler. Sonuçta hem IMF'nin reçeteleri yırtılıp atıldı hem de köhnemiş siyasi yapı ve onu ayakta tutmaya çalışan bürokrat kesimi, halkı derin bir yoksulluğa sürükledi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KÜÇÜK BİR ÖNERİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de yoksulluğun boyutları artık iyice büyüdü. Devletin resmi rakamlarına göre 25 milyonu aşkın kişi günlük yiyecek ihtiyacını bile karşılayabilecek gelir düzeyine sahip değil. Son yılların en ağır kış koşulları acı gerçekleri suratımıza şamar gibi indirdi. Merdiven altları, kapı girişleri, dükkan depoları, kömürlükler, kuytu köprü altlarına sığınarak eksi 15-20 derece soğukla mücadele etmeye çabalayan insanların ölüleri, önce çapalı sonra dalgalı kura geçişin zayiat defterine yazıldı.

Türkiye'de deprem, yangın, su baskını gibi afetler sonrası halkın yerleştirildiği spor salonları, ilk kez evsiz-barksız insanlara açıldı. İçişleri Bakanı bile genelge yayınlayarak başını sokacak bir çatı altı bulamayan insanlara polisin sahip çıkmasını istedi. Anlaşıldı ki ekonomideki kötü yönetimin sonuçları önce toplumsallaşmış, şimdi de polisiye hale dönüşmüştü. 

İstanbul'daki Alibeyköy Kapalı Spor Salonu, Türkiye'nin Arjantin olmadıysa bile onun kıyısında dolaştığının canlı bir fotoğrafı olarak karşımızda duruyor. Devletin 'bir yatak-bir battaniye' vererek çatı altına topladığı evsiz-barksızlar nedense televoleci medyanın ilgisini fazla çekmedi. Alibeyköy'den birkaç kilometre uzaklıktaki süper lüks eğlence mekanlarındaki çıtır mankenlerin aşk oyunları daha önemli idi çünkü...

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / 3 İTİRAZ VE TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ

Cahit UYANIK 

Cumhurbaşkanı Sezer, Bankacılık Yasasının 3 maddesini iade ederek çok basit sorulara cevap arıyor: Acaba birileri kamu parasını kullanırken, özel sektör yöneticisi gibi davranabilir mi? 

Kamu parası, kamusal çıkarlar için kullanılmalı. Bu imkanı kullandıranlar da kullananlar da kamu hukuku ile başbaşa kalmalı.  Yıllardır birileri yani çoğu zaman siyasetçiler, kamu bankalarını popülizm aracı olarak kullandılar. Kamu parasını siyasete alet ettiler. Sonuç ortada. Acaba özel sektör mantığı ile kullanılan kamu parasında da birkaç yıl sonra benzer sorunlar yaşar mıyız? Bu sorunun cevabı net değil. 

Üstelik Sezer'in bu maddenin yeniden yazılmasını istemesi, şu anda 'kral hayatı' süren kamu bankası yöneticilerinin geleceğini de kurtardı. Kendilerini kamusal sorumluluklardan vareste kılan bir Meclis'in, gün gelip seçimle değiştiğinde bu sorumluluğu yeniden sırtlarına yükleyebileceğini bilmeleri gerek. AB tam üyeliği yolunda, 12 Eylül Darbesini yapanlara verilen anayasal koruma zırhının kalkmasının tartışıldığı bir ortamda iki satırlık yasa maddesinin gelecekte ne hükmü olabilir ki?

Sezer'in itiraz ettiği kamu bankaları personeline ilişkin düzenleme ise yöneticilerin 18 yıllık özelleştirme geçmişimizden zerre kadar ders almadığını gösteriyor. Düşünün yüzde 50'den fazlası kamuya ait bir bankada, özel sektör statüsü ile çalışacaksınız. 

12 Haziran 2024 Çarşamba

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÖZGÜRLÜKLER VE EKONOMİK KRİZ

Cahit UYANIK 

Bugün Meclis olağanüstü toplanıyor. Amaç 37 maddelik anayasa değişiklik paketini hayata geçirmek. Meclis'in bunu başarabilmek için önünde 14 günü var. Çünkü Meclis, 1 Ekim'de kendiliğinden normal toplantısını yapmaya başlayacak. 

Anayasa değişikliği Türkiye'de ve dünyada ilginç bir konjonktüre denk geldi. Bütün dünyada kişi hak ve özgürlüklerinin terör korkusuyla kısıtlanması tartışılıyor. Türkiye'de ise anayasa daha özgürlükçü bir yapıya kavuşturulmaya çalışılıyor. İlk bakışta bu bir çelişki gibi görünebilir. Ancak Türkiye'deki kişi hak ve özgürlüklerinin sınırı o kadar kısıtlı ki, bu paket bile Batı'nın terör korkusuyla rötuşlanmış hak ve özgürlüklerinin yanına yaklaşamaz.

Türkiye'deki durumun gerçek manzarasını geçen hafta TÜSİAD ortaya koymuştu. Düşünceye Avrupa standartı talep eden TÜSİAD, 1982 Anayasasının Başlangıç bölümü ile 5 maddesinin yanı sıra 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 maddesi ile TCK'nın 6 maddesinde değişiklikler istedi. Ayrıca bu listeye 15 ayrı kanundaki düşünce özgürlüğünü kısıtlayan düzenlemeler de eklendi. 

Listede Basın Kanunu, Dernekler Kanunu, Milli Eğitim Temel Kanunu, Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu, Radyo ve Televizyon Kanunu, Sinema, Video ve Müzik Eserleri Kanunu, Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu da var. Anlayacağınız sadece 37 maddelik değişiklik paketini yasalaştırmakla Türkiye'ye düşünce özgürlüğü gelmiyor. Mevcut anayasaya dayanılarak çıkarılmış bazı anti demokratik yasaların da yeniden düzenlenmesi zorunlu. 

11 Haziran 2024 Salı

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / REFORMLARIN REFORME EDİLME SÜRECİ

Cahit UYANIK 

Türkiye'de 5 yıllık kalkınma planı ve yıllık ekonomik programın kıymet-i harbiyesi kalmadı. Önümüzdeki günlerde Türkiye'de neler olup biteceğini merak edenlerin Avrupa Birliğinin (AB) Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) ile Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasına (DB) sunduğu mektuplara bakması gerekiyor.

Türkiye'nin AB'nin KOB'una karşılık kabul ettiği Ulusal Program mı? Onu boş verin gitsin. İhale Yasası Meclis'ten geçip Cumhurbaşkanının onayında olduğu günlerde bile, eşik değerlerin bir defa daha değiştirilmesi için AB yetkilileri bürokraside ve ilgili bakanlar nezdinde kulis yapabildiler. Üstelik de arkalarına  DB ve IMF'nin desteğini alarak...

Merak etmeyin Türkiye, en geç Mart ayı sonuna kadar Ulusal Programını revize etmek zorunda. Yeni Ulusal Programımız büyük ihtimalle AB'nin istekleri doğrultusunda şekillenecek. 2002'nin takvimi, bir ay daha dişinizi sıkarsanız iyice netleşecek demektir. 

Türkiye'de olup biteceklerin gün gün sayıldığı bir başka doküman ise yeni stand by karşılığı IMF'ye sunduğumuz Niyet Mektubu... Mektup o kadar detaylı ki masanızdaki ajandanızı açıp tek tek tarihleri ve yapılacakları not etme hissi uyandırıyor. Bunu yapmazsanız sanki çok önemli gelişmeleri kaçıracaksınız da büyük kayıplara uğrayacakmış gibi oluyorsunuz. Kredi portföyünün üçte birini Türkiye'ye kullandırdığını her açıklamasında dikte ettiren IMF'nin, bundan sonra kendisine başvuracak ülkelere bu dokümanları 'Model mektup' olarak sunması beklenebilir.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / NEREDE BU DEVLET?

Cahit UYANIK 

Geçmiş zamanda bir tv haber bülteninin girişinde her gün kulağımızı tırmalayan ama şimdilerde unuttuğumuz 'Nerede bu devlet?' narasının cevabı iyice anlaşıldı: Devlet faiz, maaş ve savurganca yapılan kamu harcamalarını finanse etmek için, vergi veya aslında vergi niteliğindeki birçok ödemeyi toplama peşinde. 

Depoya benzin doldururken, sayısal loto oynarken, sigara tüttürürken, adliyeden temiz kağıdı alırken, cenazenizi toprağa verirken, pasaport alırken, pasaportun süresini uzatırken, yurt dışına çıkmanıza yarım saat kala... Hep devlete birşeyler ödüyorsunuz. Evinizde oturmak bile yüksek emlak ve çöp vergileri nedeniyle devlete birşey ödemekle mümkün. 

Geçenlerde bir arkadaşım "Her akşam evin anahtarını çevirirken 25 milyonun buharlaştiğını hissedebiliyorum" dedi. Dile kolay anahtarı çevirip elinizi elektrik düğmesine atar atmaz devlet vergi veya benzeri bir kesintisi toplamaya başlıyor. Mutfağa giriyorsunuz, -LPG veya doğal gaz fark etmez- çay suyu kaynatmak bile devletin vergi toplaması anlamına geliyor. Duş alacaksınız, akıttığın su vergiyle... 

Bir kadeh birşeyler içip gevşeyeceksiniz, içinde vergi veya benzeri birşey var. Varsa eğer, internete girecekseniz vergiyi gözden çıkaracaksınız. Dostunuz arkadaşınızla telefonla konuşacaksanız KDV üzerinize binip size evde cirit attırıyor. Geçenlerde ATO Başkanı Sinan Aygün, devletin kan satışından bile yüzde 18 KDV kestiğini söyledi. Anlaşılan damarlarımızdaki kanda bile akyuvar, alyuvar ve antikorların yanı sıra vergi parçacıkları da yüzüyor.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / YAVAŞ YAVAŞ SEÇİME DOĞRU...

Cahit UYANIK 

Ankara'ya bahar havası gelmeden seçim havası geldi. Herkes şimdi en geç 1,5 yıl içinde yapılacak bir seçimi konuşmaya başladı. Başbakan Ecevit, partisinin seçim hazırlıklarına başladığını anlatıyor. Başbakan Yardımcısı Yılmaz, 2003 sonbaharını tarih gösteriyor. Bir diğer Başbakan Yardımcısı Bahçeli de koalisyonun yapısı veya koalisyon protokolünün yeniden görüşülebileceğini belirten cümleler sarf ediyor. Ve bütün bunların hepsi de ekonominin henüz sıfır büyüme bile yakalayamadığı bir ortamda olup bitiyor. Koalisyon liderlerinin umudu, ekonominin yaz aylarından itibaren yükselişe geçmesi. 

Halkın hükümeti oluşturan üç partiye henüz hiç güven duymadığı ortada. Hemen hiç bir ankette koalisyon partileri baraj üstü değil. Onun içindir ki MHP, geleneksel tabanını ve son seçimlerde kendisine ekonomik sebepler dışında oy atanları küstürmemek için idam tartışmasında manevra arayışına girdi. Eskiden 'Meclis'teki gücüm kadar konuşurum' diyen MHP, işi hükümet meselesi haline getirebileceğinin sinyallerini veriyor. 

ANAP ise yıllarca alttan alta istemediği AB tam üyeliği konusunda aniden şahin kesildi. Tam üyelik müzakeresi başlatılırsa, bunu oya tahvil etmek istiyor. ANAP bu tavrın, geçmişten bu yana dayandığı kentli oyları cezbedeceğini düşünüyor. 

DSP ise iki arada bir derede kaldı. Dürüstlük tekeli kaptırıldı. Halk başta Cumhurbaşkanı Sezer ve henüz hareket statüsündeki birçok siyasi oluşumun liderinin de dürüstlük karnesinin parlaklığını gözleriyle ve uygulamalarıyla gördü. Onun için DSP'nin artık dürüstlüğün yanı sıra farklı politikalara yelken açması gerek. DSP, geniş halk kitlelerinin hiç sevmediği IMF ve Dünya Bankasının Türkiye'deki 'sol payandası' olarak görülüyor. DSP'nin bu politikasını acilen halka izah etmesi gerek.

10 Haziran 2024 Pazartesi

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / KEMAL DERVİŞ'İN DEVLET MODELİ

Cahit UYANIK 

Ekonomi Muhabirleri Derneği (EMD) üyeleri geçen hafta Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş ve Hazine yetkileri ile yakından temas imkanı buldu. Derviş, EMD üyeleriyle sohbet toplantısında kafasındaki devlet modeline ilişkin bazı açıklamalar yaptı. Ancak bu açıklamalar Temmuz ayı enflasyonu ve 1,5 milyar dolarlık kredi dilimi ile çakıştığı için yeterince tartışılmadı. 

Herşeyden önce Derviş siyasetteki çok parçalı yapının kısa vadede düzeleceğine pek inanmıyor. Hatta bunu "Türkiye'de siyasetin yumuşaması beklenmemeli. Siyasi tartışmalar daha bir süre herkesi meşgul edecek gibi görünüyor" şeklinde dillendiriyor. 

Türkiye'de insanları refaha ulaştırmak için 90'lı yılların ortalama yüzde 3,5'luk büyümesinin yeterli olmadığının altını çizen Derviş, bunun hızla yüzde 7'ye oturtulması gerektiğini anlatıyor. Derviş bu ütopyanın mevcut siyasi sistemle kurulamayacağını iyice algılamış. Bu nedenle Türkiye'nin İtalya tipi bir kalkınma modeli benimseyebileceğini ileri sürüyor. Yani güçlü özel sektör ve güçlü bürokrasinin siyasetteki dalgalanmaların olumsuz etkisini azaltabileceğini belirten Derviş, "Bu şekilde İtalya'nin ortalama büyüme hızı yüzde 5 oldu. Nüfus da hızlı artmayınca refah çabuk çoğaldı" şeklinde konuşuyor. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / DENGE TAŞI YERİNDEN OYNARSA...

Cahit UYANIK 

Yaklaşık bir yıldır görev başında bulunan koalisyon hükümeti, tarım alanında önemli bir reform yaptı. Buğday fiyatları, ilk kez dünya fiyatları ile ilişkilendirildi. Bunun anlamı Türk çiftçisinin uluslararası rekabete açılmasıdır. Ama girişilen her reform gibi tarım reformunun da akılcı temellere oturtulması gerekir. Buğday fiyatlarının yüzde 27,5 oranında artırılması, bu reformun yapılması için alınan ilk karar niteliğindedir. Bu kararın acilen çiftçiyi destekleyici önlemlerle yaşama şansının artırılması zorunludur. Aksi taktirde fiyat da reform da ölü doğmuş olacaktır. 

Buğday, Türkiye'deki ekonomik ve sosyal olayların denge taşı gibidir. Köyden kente göçün büyük ve başıboş kalabalıklar değil de yavaş bir trend halinde yaşanmasının en önemli sebeplerinden birisi buğdaydır. Köylerdeki küçük aile işletmelerinin içine hapsettiğimiz gizli işsizleri besleyen unsur da buğdaydır. Geçen hafta sonunda açıklanan buğday fiyatı ortalama bir tarım işletmesinin kendi yağıyla kavrularak ayakta durmasını imkansız kılmaktadır. 102 bin liralık fiyat, önümüzdeki 4-5 ay içinde, 2001 yılında ne hasat edeceğine karar verecek çiftçiler için hiç de cazip bir fiyat değildir. 

Çünkü niyet mektubunda önümüzdeki hasat döneminde dünya borsa fiyatları ile daha fazla entegrasyon sağlanması istenmektedir. Bütün bunlar çiftçilerin buğday ekiminden uzaklaşmasına neden olabilir. Türk çiftçisinin buğday ekmekten vazgeçmesi demek, şehir nüfuslarınin aşırı düzeyde şişmeye başlaması ve işsizliğin yükselmesi anlamına gelir. Bu gelişmenin yaratacağı sosyal patlama tehlikesinden bahsetmeye hiç gerek yok.

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇİFTE MEKTUPLU TÜRKİYE'NİN GELECEĞİ

Cahit UYANIK 

Uluslararası Para Fonundan (IMF) sonra Dünya Bankası (DB) da Türkiye için külliyatlı miktarda bir krediyi onayladı. DB'ye, IMF'ye verilen Niyet Mektubuna çok benzeyen 'Kalkınma Politikası Mektubu' sunuldu. Bu iki mektup, ileride sırf iktisat tarihçilerinin değil sosyal ve siyasal tarih yazarlarının da 'çıkış noktası' kabul edeceği temel metinlerden olacak. Umarız bu çıkış noktasının 'varış noktası' Türkiye'nin bir refah toplumuna dönüşmesi olur.

Bu iki mektubun verildiği ortam, kıyaslamak gerekirse 24 Ocak Kararları ile aynı kefeye konulabilir. Çünkü 24 Ocak 1980 Kararları da ülkedeki temel yapısal problemleri çözmeye yönelik köklü önlemleri içeriyordu. Ülke ekonomisini ithal ikamesine dayalı bir yapıdan, rekabetçi ve dışa açık bir ihracat ülkesine dönüştürmeye talipti. 24 Ocak'ta konulan hedeflerin bazılarına ulaşıldı bazılarına ulaşılamadı. Askeri darbe ile siyasetin parçalı bir yapıya dönüşmesi başta avantaj gibi göründü. Ama 8-10 yıllık nispi bir istikrar döneminin ardından parçalı siyaset yapısı sistemi içten içe kemirmeye başladı.

Ekonomide ise başlangıçta büyük teşviklerle patlayan ihracat 1989'dan sonra durakladı. Çünkü nakit teşviklere son verilmişti. Türkiye'deki güçlü iç pazar yapısı, sanayinin ihracata dönük yapılanmasını hep engelledi. Popülist siyaset anlayışı ise nispeten düşük olan satın alma gücünün açığını kapattı ve iç pazara üretimi ödüllendirdi. Ekonominin üçer aylık dilimler halinde çizdiği cennet-cehennem tablolarının geri planında hep ekonomiye pompalanan karşılıksız kaynaklar mevcut.

9 Haziran 2024 Pazar

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / EYLÜL GÜNDEMİNE AKL-I EVVELLİK

Cahit UYANIK 

Biraz akl-ı evvellik olacak biliyorum ama söylemeden geçemeyeceğim: Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) ile ilişkileri önümüzdeki aydan itibaren büyük bir ivme kazanacak. Bu ivme bizden değil, yine onlardan kaynaklanacak. Çünkü AB Eylül'de Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) açıklayacak. Belge açıklandığında göreceğiz ki AB, önümüze uzun bir 'ev ödevi' listesi koymuş.

Aslında bu listenin nelerden oluştuğunu Türkiye çok iyi biliyor. 1996 yılında uygulamaya giren Gümrük Birliği (GB) Kararı öncesinde 'müktesebat' dediğimiz sözcüğün içinde binlerce sayfalık bir uyum şablonu olduğunu keşfeden ilk ülke sayılırız. Ama buna rağmen sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi davranıldı. Peki niye böyle oldu? 

Türkiye Ankara Anlaşmasının imzalandığı 1963 yılından bu yana AB macerasının peşinde. Bu süreçte Türkiye için hep ekonomi ön plandaydı. Ta ki tam üyeliğimizin tescillendiği 1999 yılına kadar... Aslında Soğuk Savaş şartları devam etseydi, bu trendde bir değişiklik olmayacaktı. Doğu Bloku'nun yıkılarak yeniden yapılanmasıyla çok şey değişti. Bağımsızlaşan Doğu Avrupa ve bazı Balkan ülkeleri AB'ye tam üyelik için başvurdular. Bu aşamada AB'nin tam üyelik koşullarını çeşitlendirip genişletmesi gündeme geldi. İşte Türkiye de bu rüzgardan etkilendi. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / ÇELEBİ YÖNETİCİLER DÖNEMİ

Cahit UYANIK 

Türkiye geçen haftayı ibret manzaraları içinde ve soluk soluğa geçirdi. Yıllarını adalete adamış dürüst bir yargıç, Cumhurbaşkanlığı Köşküne çıktı. O yargıç ki mal varlığında '1 ev, 1 Uno model otomobil' yazıyordu ve "Çok benzin harcıyor. Devletin parasına yazık" diye zırhlı makam otomobiline binmeye kıyamıyordu. 

Bir başka hukuk adamı ise Çankaya Köşküne 8-10 km. ötedeki otoyolun kenarında, bir trafik kazası sonrası mafya şefinin lüks otomobilinden çıktı. Hemen geçmiş defterler karıştırıldı. 80'li yılların sonuna kadar giden karmaşık ve pis kokulu ilişkiler ortaya saçılıp döküldü. Bu manzaraya karışan hukuk adamının ilk savunması ise "Devletin benzin parası boşa gitmesin diye o arabadaydım" şeklinde oldu. Odağında 'benzin parası' bulunan bu iki sözü ve bunları sarf eden iki yargı adamına ilişkin yargıyı size bırakıyorum. 

10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, daha ilk açıklamasıyla Korutürk tipi bir cumhurbaşkanı olmayacağının sinyallerini verdi. Sezer'in enflasyonla mücadele ve kamu harcamalarında tasarrufa dikkat edilmesi yönündeki sözleri, filanca ilçenin mal müdüründen devletin en güçlü müsteşarına kadar herkesin kulaklarında yankılandı. Cumhurbaşkanlığına Sezer'in seçilmesiyle devletin tepesinde 'çelebi yöneticiler'in ağırlığı arttı. 

BAŞKENTTEN YANSIMALAR / WOLFENSOHN NE DEMEK İSTEDİ?

Cahit UYANIK 

Dünya Bankası (DB) Başkanı James Wolfensohn karizmatik kişiliğiyle Türkiye'den adeta rüzgar gibi geçip gitti. Avustralya'da doğan, Amerika'da büyüyen, güzel sanatlar eğitimi almış, çello ustası Wolfensohn; Malatya sarı sıcağında yaşam savaşı veren köylülerle ılımlı diyaloglar kurabildi. Anlayacağınız Wolfensohn tam bir 'dünya vatandaşı' gibi davrandı. Wolfensohn'un sıcak ve dostça tavırları, son 10 yıldır dünyaya pompalanan küreselleşmenin nasıl bir insan tipi yaratması gerektiğine iyi bir örnekti. 

Ancak küreselleşmenin geride bıraktığı deneyim, hiç de Wolfensohn'un şahsında somutlaşan insan tipini ortaya koyamadı. Uzak Doğu'da başlayan, Rusya'da çöreklenen, esintileri bile Türkiye'yi yatağa düşüren global kriz; intiharlar, iflaslar, işsizlik dalgası, rüşvet ve yolsuzluğun kurumsallaşması, yasa dışı göçün hızlanması, insan ticaretinin patlaması, uyuşturucu ticaretinin zirveye çıkması gibi yan etkiler yarattı. Yani insanlık küreselleşmeden yarar değil zarar gördü.

Wolfensohn, İstanbul'daki ilk gününde küreselleşmenin önündeki sorunları bildiğini belirten çok net mesajlar verdi. Dünya nüfusundaki hızlı artışın iş bulmayı giderek zorlaştıracağını, insanların hoşnutsuzluğunun dini düşüncelerle desteklenmiş siyasi akımları iyice güçlendireceğini anlattı. Wolfensohn, verdiği bu iki mesajı Türkiye'ye bağlamayı çok iyi başardı. Çünkü Türkiye önünde 100 milyonluk nüfus projeksiyonu olan bir ülke. Bu, önümüzdeki yıllarda işsizlik sorununun giderek ağırlaşacağının işareti.