3 Ekim 2025 Cuma

'KAĞIT KAVGASI' YÜZÜNDEN KOLTUĞUNDAN OLAN GENEL MÜDÜR VEYA KAMUDAKİ BİR TASARRUF FETİŞİ: BASILI YAYIN ÇIKARMAMAK

BEN DEVLETİM, YAYIN ÇIKARMAM...

Devlet, tasarruf bahanesiyle yayın çıkarmamak için elinden geleni yapıyor.

Cahit UYANIK 

Aydın Güven Gürkan, henüz çiçeği burnunda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı idi. Bakanlık yöneticileri ile yapılan toplantılarda herkes kağıt sıkıntısından bahsediyordu. Bırakın kitap basmayı veya bastırmayı, fotokopi cihazlarında kullanılacak kağıt bulmak bile mucizeydi. Bütçedeki ayrıntı kodlarına bakıldı. Kağıt almaları için ayrılan ödenek daha birkaç ay içinde tüketilmişti. Bütçenin '390-Diğer hizmet alımları' ve '410-Kırtasiye, baskı ve yayın giderleri' ayrıntı kodundaki ödenek ise doğru dürüst bir kitap veya yayın bastırmaya yetmiyordu. 

Ancak çözüm kısa sürede bulundu. Uluslararası Çalışma Örgütünün (ILO) bir projesi için satın alınan kağıtlar, bakanlığın deposundaydı. Projeyi yürüten Çalışma Genel Müdürü İsmail Bayer arandı ve kağıtları bakanlık emrine tahsis etmesi istendi. Ancak Bayer, dirençli çıktı. Proje için ayrılan kağıtları günlük sarfiyata veremeyeceğini bildirdi ve olan oldu. Bayer, kızağa alındı ve mutad olduğu üzere uzun bir yıllık izne ayrıldı. Evet kağıt-kitap meselesi, bir bakan ile genel müdürün arasını açmaya yetmişti.

Kitap-yayın istemem...

Günümüzde birçok devlet dairesinde buna benzer manzaralarla karşılaşmak mümkün. Devletteki tasarruf hemen gazete-dergi takımlarının sınırlanması, kağıt tüketiminin baskılanması ve -en dramatik olanı da- üç beş bin adet basılan kitapların rafa kaldırılması şeklinde kendini gösteriyor. 15-20 milyar liralık makam otoları, cafcaflı mobilyalar, seçim bölgesine devlet kesesinden yapılan 'temas ve inceleme gezileri' ise tasarruf gündeminde yok.

Ancak bu tasarruf furyası, son zamanlarda devletin çok da başarılı sınav vermediği açıklık ve şeffaflık politikasını iyice zayıflattı. Devlet faaliyetlerinin dökümü niteliğindeki tüm yayınlar 1994 yılından bu yana tasarruf kıskacında... Bırakın sokaktaki vatandaşı akademisyenler, gazeteciler, araştırmacılar 1993'ten sonrasına eğilmek istediklerinde 'harfsiz ve rakamsız bir Türkiye' ile karşılaşıyor. Herşey bilgisayar bellekleri ve tozlu raflarda. Söz gelimi adalet istatistikleri... Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünde 1993'e kadarki tüm dokümanları bulmak mümkün. Ancak 1994 istatistikleri ortada yok. İsteyene binbir rica minnet bilgisayar çıktıları veriliyor. Bu sefer de printer kağıdı sorunu ortaya çıkıyor. Aşabilene aşk olsun...

30 bin sayfa fotokopi!

İkinci örnek DPT'den... Diyelim ki bir araştırmacısınız ve Türkiye'nin geçirdiği 7 planlı dönemin hepsine ilişkin bilgi toplamak istiyorsunuz. İlk işiniz bu planları edinmek olmalı. Ama bu DPT'de mümkün değil çünkü baskıları yok. Üstelik baskı yapmaya niyet ve maddi kaynak da yok. Ne yapacaksınız? Fotokopiciler yaşasın. Yaklaşık 20-30 bin sayfayı fotokopi yaptırmak mecburiyetindesiniz. Daha yeni uygulamaya konulan 7. Beş Yıllık Kalkınma Planının baskısının  ise karaborsaya düşmek üzere olduğunu söylersek konunun vahameti ortaya çıkar. Türkiye'yi yıllık yüzde 5 enflasyona ve 21. Yüzyıla taşıyacak 7. Planın hal-i pür melali bile böyle... Adı var, kendi yok...

Hazine, DPT, DİE gibi uzun yıllardır yayın çıkarmaya alışmış ve bu nedenle bünyesinde matbaa kurmuş devlet daireleri ise nispeten mutlu. Çünkü çok çok kağıt ve mürekkep peşinde koşmak zorundalar. Matbaaya ödenecek para için binbir minnet rica, ödenek çıkarttırmaya gerek yok. 

Peki bu konuda bazı bütçe oyunlarına başvurarak ödenek fasılları arasında, izin almadan aktarma yapılamıyor mu? İsterseniz yapın. Maliyenin hafiyeleri her gün ensenizde... 'Tahsis edilen ödenek gayesi ile alakalı kullanılmamıştır' derlerse, yandınız... Gelsin ihtarlar, gitsin sicile düşülen kötü notlar... Türkiye aslında devletin faaliyetinden vatandaşı haberdar etme konusunda 1980'den sonra bazı önemli adımlar atmıştı. Daha 1970'lerdeki uluslararası görüşmelerde ülke ekonomisinin genel verileri daktilodan çıkmış şekilde dosyalara konuluyordu. Yani 1994'ten itibaren tasarruf çılgınlığı nedeniyle, 1970'lere geri dönüldü. 

Gazeteciler matbaa önünde neden bekleşiyor?

Ülkemizde vatandaşı bilgilendirme konusunda ciddi savurganlık örneklerine rastlamak da mümkün. Sarı saman kağıda basılı bir kitap ile beyaz ve birinci sınıf hamur kağıda basılı bir kitap arasındaki fark biraz abartıldı galiba... Hemen bütün yayınlar beyaz ve fiyakalı kağıtlarla basılmış durumda... 'İfrat ile tefrit' arasında gidip gelinen kağıt tüketimi ve yayın çıkarma konusunun bir başka boyutuna ise artık yurt dışı görevde bulunan bir bürokrat dikkat çekmişti: 

"Akşam geç saatlere kadar çalıştım makamda... Sonra çıktım. Baktım birkaç gazeteci, ellerinde fotoğraf makinesi bekleşiyor. Yaklaşıp neyi beklediklerini sordum. 'Sizin matbaada filanca politikacının seçim afişleri basılıyormuş. Kamyonete yüklenirken yakalayacağız' dediler. Onları alıp matbaamıza götürdüm. Bütün makineler boştu. Sonra düşündüm, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Aynı saatlerde bir başka devlet matbaası bu işi yapıyor olabilirdi. 'Matbaalar demek ki politikacıların da işine yarıyormuş' diye düşündüm."

(Bu haber-analiz haftalık İntermedya Ekonomi dergisinin 17-23 Eylül 1995 tarihli, Yıl: 2, Sayı: 33'te yayınlanmıştır.)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder