22 Aralık 2017 Cuma

REKABET KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİNDE EKONOMİ BASINININ ROLÜ NEDİR?


REKABET KÜLTÜRÜNÜN GELİŞMESİNDE EKONOMİ BASINININ ROLÜ

Cahit UYANIK (Ekonomi Muhabirleri Derneği-EMD Başkanı)

(15.11.2005  tarihinde Rekabet Derneği toplantısında yapılan  konuşma)

Türkiye'de "ekonomi basını" ile "rekabet hukuku" aynı kaderi paylaşıyor. Ekonomi basını 1980'den sonra gelişmeye başladı. Rekabet hukuku da 1990'dan sonra... İkisi de sayıca çok geniş olmayan bir grup tarafından anlaşılmaya, uygulanmaya çalışılıyor. Söz gelimi biz ekonomi gazetecilerinin sayısı Ankara ve İstanbul olmak üzere toplam 500-600'ü geçmiyoruz. Türkiye'deki rekabet hukukçularının sayısı hakkında net bir fikrim yok ama, şu kesin ki her iki grup da çalışmalarıyla toplumdaki geniş kitleleri yakından etkiliyor.

Türkiye'de rekabet denilince nedense hemen 24 Ocak 1980 Kararları akla gelir. Ünlü "Bırakınız Yapsınlar, Bırakınız Geçsinler" anlayışının Türkiye'ye bir ekonomik kriz sonrasında girişi hatırlanır. Devletin ekonomik hayattan çekilmeye karar vermesi ve fiyatların serbest şekilde belirlenmeye başlanması bu kararların odak noktasıydı. Ancak zaman geçtikçe, serbest piyasayı ve rekabeti "kuralsızlık" ve "kural tanımazlık" olarak görmeye başladık. İşte o zaman "Bu rekabet denilen olayın bir kuralı, bir hukuku yok mu?" diye sorduğumuzda önümüze rekabet hukuku çıktı. Oysa bu konu gelişmiş piyasa ekonomisine sahip ülkelerde 100 yılı aşkın maziye sahipti. Meraklıları özellikle ABD'deki devlet eliyle şirketlerin parçalara ayrılmasıyla rekabet hukukunun nelere kadir olabileceğini çok iyi biliyorlardı. Türkiye ise hukuka uygun rekabet olabileceği ile 1990'larda tanıştı. Geç mi kalındı? Bence hayır. Çünkü zaten Türkiye, 1980'e kadar serbest piyasayla ilgili bir ülke değildi. Sanayileşmeye, gelişmeye çalışıyordu.


Rekabet Kanunu, '94 Krizinden sonra çıkarıldı

Türkiye'de ucu günümüze kadar uzanan bir rekabet kanunu çıkarma hazırlıkları 1992'den sonra başladı. Bu konudaki hazırlıklar ve yasama süreci yaklaşık 2 yıl sürdü. Türkiye'nin, ekonomisine getirmeyi karar verdiği rekabet ortamının düzenlenmesi de, -tesadüf müdür bilinmez- 1994 krizinden sonraya denk geldi. Ekonomik krizden sonra çıkartılan en önemli iki-üç kanundan birisi rekabetle ilgiliydi. Diğerleri özelleştirme ve tüketicinin korunmasıyla ilişkindi. Dikkat edilirse rekabet ve tüketicinin korunması kanunları, kuralsız serbest piyasa ekonomisine bir çeki-düzen vermek üzere çıkarılmış yasal metinlerdi. Kanunun hazırlık sürecini çok iyi hatırlayamıyorum ama Meclis'ten bir hayli zorlanılarak geçirildiğini çok iyi biliyorum. Neden böyle olduğunu ise şu şekilde açıklamak mümkün: Yıllardır kuralsızlıkla çalışmaya alışmış ekonomideki bazı güçlerin, elbette kendilerinin alıştığı ilişkilerin engellenmesine karşı çıkmaları normaldi. Ama bu engel, bu kanun toplumun çıkarına olduğu için önünde-sonunda aşılabildi.

Rekabet Kurulu'nun ilk çalışmaya başladığı yer

Rekabet Kurulu'nun oluşumu, göreve başlaması ve ilk başvuruyu kabul etmeye başlaması da hayli sorunlu oldu. Kurul'un Tandoğan'daki Makina-Kimya Endüstrisi Genel Müdürlüğü binasının, sanırım 10'uncu katındaki hali şimdi gözlerimin önünde. Tüm kurul üyelerinin bir odada toplanmış, ellerine kağıt kalem almış, tebliğ-yönetmelik yazdığı hallerini gözlerimle müşahede ettim.  Salondaki tüm kurul üyeleri, ileride Türkiye ekonomisinde rol oynayacak bu önemli organizasyonun gücünün ve öneminin bilinciyle orada bulunuyorlardı. O inançla çalışıyorlardı. Bu bakış açısının aradan geçen yaklaşık 11 yılda da, gerek Rekabet Kurulu, gerekse rekabet hukukçuları olarak kaybolmadığını görüyorum. Bu vesile ile şunu da söylemekte fayda var: Belki tüm dünyada ve Türkiye'de bir gün üst kurullar modası bitebilir. O zaman birçok kurul ortadan kalkabilir veya önemi azalabilir. Ancak ben Rekabet Kurulu'nun ve rekabet hukukunun hiçbir zaman öneminin azalmayacağını düşünüyorum. Çünkü serbest piyasa ekonomisinin temelinde kar güdüsü oldukça, bu karın rekabet hukukuna uygun olarak elde edilip edilmediği de insanlığın en temel sorunlarından birisi olacaktır. Bu nedenle yine, rekabet hukuku ve bu konudaki gelişmeler ekonomi basınının ilgi alanından kesinlikle çıkmayacaktır.

RK'nın Bilkent'teki binası lüks mü, büyük mü?

Sizi şimdi bir başka binaya götürmek istiyorum. MKE'nin binasından Bilkent'teki halen Kurul'un görev yaptığı binaya... O dönemde biraz "Bu bina lüks değil mi, büyük değil mi?" tartışmaları da yapıldı. İçinizde bu tartışmaya iki yönde de katılmış olanlar vardır. Ama benim şahsi, subjektif yorumum; onlarca milyar doların döndüğü piyasalara hükmeden insanları denetleyen, gerekirse cezalandıran bir devlet kuruluşunun süklüm-püklüm bir binada çalışması doğrusu bana pek doğru gelmiyor. Sözgelimi Özelleştirme İdaresi'nin gösterişli bir binada çalışması beni rahatsız ediyor da, Rekabet Kurulu'nun devletin gücünün yansıdığı kale gibi bir binada çalışması beni mutlu etmese de, en azından rahatsız etmiyor.
Özel sektörde rekabet kültürü var mı?

Aslında rekabet kültürü ve hukuku Türkiye'de gitgide oturuyor. Artık özel sektörde de bu konudaki bilinç oluşmaya yüz tuttu denilebilir. Tabii bu süreç; anlama, kabullenme, öğrenmeye çalışma, uymaya çalışma, uymak veya uymamak gibi bir yol izledi. Şu anda özel sektörde, iyi niyetten veya bilgisizlikten kaynaklı rekabet aksaklıkları asgari düzeyde yaşanıyor denilebilir. 2005'in Türkiye'sinde bu kanunu ihlal edenler, bizce bile bile bunu yapıyor. Halk ise hala ticaret hukukunun konusu olan haksız rekabetle, rekabet kurallarını ihlali birbirinden yeni yeni ayırt etmeye başladı. Halkın bilinç düzeyinin yükselmesini beklerken biraz daha sabırlı olmamız gerekiyor.   

Ekonomi basını ile Rekabet Kurulu ilişkileri 

Gelelim ekonomi basını-rekabet kurulu ilişkilerine... RK, geçmişte ve günümüzde Ekonomi Muhabirleri Derneği'ne ve ekonomi basınına her zaman yakın davrandı. Ben en azından, iki veya üç basını bilgilendirme toplantısına katıldığımı ve Kurul Üyesi veya uzmanlarının yaptığı çok ayrıntılı sunumlara şahit oldum. Ama bir süredir bu konuda bir duraksama yaşanıyor. Oysa ekonomi basınında çalışanlarda sürekli bir gençleşme var. Zaten zorlu bir uzmanlık alanı olan ekonomi basını içerisinde, genç beyinleri rekabet gibi daha karmaşık bir konuya yönlendirmek pek kolay olmuyor. Ama bir yandan da artık rekabet meselesi, sadece Kurul‘la bağlantılı değil. Bu konuda birçok sivil toplum kuruluşunun çalıştığını görüyoruz. Yani rekabet kültürünü oluşturma yolunda işbirliği yapmak için basının artık daha fazla seçeneği var. Bu fırsatı kullanmalıyız.

Bu alanda haber yaparken zorlandığımız konular neler? İlk aklıma gelen şey şu: Rekabet hukukunun, bir çok hukuk dalında olduğu gibi kendine has bir dili, jargonu var. Ama jargon gündelik hayatta çok karşımıza çıkmadığı için, ekstradan yani fazladan bir açıklamaya ihtiyaç gösteriyor. Mesela "Rekabet Hukuku Terimleri Sözlüğü" çalışması yapılamaz mı? Bu sözlük acaba internetten yayınlanamaz mı? Sözgelimi yatay anlaşmanın kartelleşme olduğunu, kartelleşmenin fiyat anlaşması veya bölge paylaşımı anlamına geldiğini söyleyemez miyiz?

PİRİNÇTEKİ FİYAT ARTIŞI REKABETE AYKIRI BULUNMADI

Bunun dışında rekabet araştırma-soruşturmalarının; gerek rekabeti ihlal, gerekse birleşme devralma, gerekse menfi tespit ve muafiyet konularının  gizli bir şekilde sürdürülmesine saygı duyuyoruz. Ancak RK'nın açıkladığı, mesela tefhimlerle birlikte acaba gerekçeli kararlar da aynı anda açıklanamaz mı? Bu konuda verilmiş kararların, neye dayandığını anlatabilmek için daha açıklayıcı cümleler kurulamaz mı? Bunlar Rekabet Kurulu‘nun verdiği kararlara ilgiyi azaltıyor.

Bu noktada insanın aklına şu soru geliyor. Acaba Rekabet Kurulu'nun verdiği kararlar bir basın brifingi yoluyla açıklanamaz mı? Yani kararlar açıklanırken bir Kurul Sözcüsü, bunların ne anlama geldiğini, ne gibi sonuçlar doğurabileceğini bize ifade edemez mi? Bunu iyice bir düşünmek gerekiyor. Bu basın brifingleri aynı zamanda rekabet konusunda uzmanlaşmış muhabirliği ve belki ileriki yıllarda basında rekabet yorumculuğunu beraberinde getirebilir.     

Rekabet Kurulu'nun internet sitesi oldukça doyurucu. Eskiden Resmi Gazete sayfaları arasında kaybolup giden birçok gerekçeli karar, sitede geriye doğru rahatlıkla bulunabiliyor. Bence tek eksiği çok büyük olmayan, rekabet hukukunun kullandığı 150-200 kavramı içeren bir sözlük bulunmaması. Bu arada Rekabet Kurulu Basın Danışmanı, yıllardır bizle omuz omuza ekonomi gazeteciliği yapmış olan arkadaşım Perin Pigey'in de, rekabet konusunun toplum tarafından tam anlaşılıp anlatılmasında çok önemli görevler üstlendiğini söylemekte ve onu övmekte bir sakınca görmüyorum. Çünkü, o bunu hak ediyor.

Basın genelde rekabetle ilgili kararları haberleştirirken tarafsız bir görünüm arz ediyor. yani ne RK'nın verdiği kararı daha ayrıntılı yorumluyor ne de ceza kesilen veya kesilmeyen kurumların görüşlerini yansıtmaya çalışıyor. Bu, rekabet konularına uzak olunmasının yanı sıra, kararların tam olarak anlaşılamamasından kaynaklanıyor. Yani "Ne yapmış da o cezayı almış?" sorusuna net yanıtlar bulunamıyor. 3-4 ay sonra gerekçeli karar açıklandığında ise iş işten geçmiş oluyor.

Basının mesafeli duruşunun bir ilan-reklam boyutu da zaman zaman olabiliyor. Yani güçlü bir reklam verenin aldığı ceza, haberin yorumsuz verilmesini de beraberinde getiriyor. Ayrıca Türkiye'deki basın piyasasının da RK'nın zaman zaman ilgi ve araştırma alanına girmesi mesafeli bir ilişkiyi ve haber verilişini beraberinde getiriyor.

Türk basınında rekabet sorunları

Biraz da iğneyi kendimize batıralım. Türk basınında uzmanlaşma zayıf. Habersel davranışlar daha çok tepkisel bir görünüm veriyor. Ayrıntılı raporları anlayıp, anlatmakla ilgili sorunlar da var. Bu biraz da gazete sattığınız kitlelerin eğitim durumu ile yakından ilgili. Karmaşık yapıları ne kadar çözerseniz çözün, yine de kitlelerin ilgisini çekmek çok zor olabiliyor. Bu yapı değişmez mi? Gelişmez mi? Bunun için neden böyle olduğunu anlamak gerek? En önemli sebebi, basındaki tekelleşme eğilimi. Bu açıdan bakıldığında bu konu biraz da rekabet hukukçularının anlayabileceği birşey.

Tekelci veya oligopolcüler, fiyat ve mal farklılaştırmasına giderek karını maksimize etmeye çalışıyor. Birbirinin benzeri ürünler piyasada dolaşıyor. Boyalı olup olmamaları, fiyatları, yazarları farklı. Ama içerik neredeyse aynı ve sığ. Rekabet eksikliği, içeriksizliğe; içeriksizlik ise uzmanlaşmanın önemsenmemesine neden oluyor. Piyasa anlamında rekabet ya yok ya da çok zayıf. Yoksa gazeteciler, muhabirler uzmanlaşma konusunda tembellik içinde değiller. Çünkü sistem onları, birçok alanda, birçok yönde kullanmaya alışmış. Uzmanlık istemiyor. Yüzeysellikte ısrar ediyor. Bunu da tüketici tercihlerine bağlıyor.“ Farklı renklere boyayıp satabilirim“ düşüncesinden kendisini alamıyor. Rekabet olmayınca suçlama ve boş tartışmalar baş gösterebiliyor. "Senin gazeten şöyle, senin patronun böyle" haberleri veya "Sen yemek takımı verirsen ben de çay takımı veririm" kampanyaları yıllarca basına zarar verdi.  Yani bu konudaki kendimize batırdığımız iğne, daha çok gazete sahipleri ve gazete yönetimleriyle yakından ilgili. Biz zaten muhabirler; kendi gücümüzle yapabileceğimizin azamisini yapmaya çalışıyoruz.
Biz gazetecilerin görevi, çok teknik sorunları ve açıklamaları anlaşılır hale getirmek. Uzmanlarla toplum arasında adeta köprü olabilmek. Yılların uzmanlarının yazdığı metinleri, birkaç saat içinde okuyup, anlayıp, yorumlayıp daha sonra da anlatmanın ne kadar zor bir iş olduğunu düşünmenizi rica ediyorum. Bu nedenle günlük hayatınızda gazetecilere kapınızı açık tutmanızı talep ediyorum. Çünkü gazetecilerin sizinle yaptığı bir sohbet, ileride sizin daha kolay anlaşılmanıza yardımcı olacaktır. 

Günümüzde Türkiye'de rekabet, bir kanuni düzenleme ve bunu oturtmaya çalışan bir idari yapılanmanın, bir Kurul'un ötesine geçmiştir. Rekabet Derneği'nin çalışmaları da gösteriyor ki artık, rekabet bir sivil toplum konusu haline gelmiştir. Rekabet Derneği gibi kuruluşların yapacağı çalışmalar ise hem karar alıcı organ Rekabet Kurulu, hem de bunları yansıtmakla görevli basına yol gösterecektir. Teşekkür ederim.


(Bu konuşma, Rekabet Derneğinin Rekabet Forumu adlı aylık bülteninin 17'inci sayısında (20 Kasım 2005) yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder