27 Aralık 2017 Çarşamba

15 YIL ÖNCEKİ BİR SORU: ÜST KURULLAR BİR MODA MI?

Dünyada nasıl 1950 ve 60’lar planlamacılar, 1970’ler karma ekonomiciler, 1980’ler özelleştirmecilerin etkisinde geçti ise önümüzdeki 10 yılı üst kurulların kuracağı yeni modelle geçireceğiz gibi görünüyor. 

Cahit UYANIK

Moda, hepimizin hayatını etkileyen bir gerçek. Giyim söz konusu olduğunda yerli yerine oturan ve kulağa hoş gelen moda deyimi, başka alanlarda kullanıldığında ise hafif bir ‘küçümseme tonu’ içeriyor. Acaba yazımızın konusunu oluşturan “Üst Kurullar” devlet idaresinde bir moda mı? Yani birkaç yıl sonra terkedilecek bir yönetim biçimi mi? Üst kurullar neden bu kadar eleştiri alıyor? Türkiye’deki üst kurullar yabancıların dayatması sonucu mu kuruldu, yoksa bunlar ekonomi için elzem mi? Bu sorular daha uzatılabilir. Fazla kafa karıştırmadan, önce Türkiye’de ekonominin ve ekonomi yönetiminin tarihsel geçmişine bakalım.

Türkiye’de devlet ve devletin ekonomiyle ilişkileri konusundaki yapılanma arayışları oldukça eskilere dayanır. Bu arayışların hemen hepsi de dışarıdaki gelişmelerden etkilenmiş görünüyor. Sözgelimi Osmanlı İmparatorluğunun iyice güç kaybetmeye başladığı 19’uncu yüzyılın ikinci yarısında, modern bir ekonomi yönetimi kurulamadığı için göstermelik konularla uğraşılmıştı. Devlet, ekonomi yönetmek deyince Avrupa piyasalarından borç bulmayı anlamıştı. Sonuç, Duyun-i Umumiye’ye kadar gitti.

Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra ise kapitülasyonların bitişi ve dünyadaki liberalizm akımlarının etkisiyle serbest bir ekonomi politikası izlendi. Ama genç Türkiye Cumhuriyeti daha dünya ekonomisine entegre olmadan 1929’daki Büyük Ekonomik Bunalım patlak verdi. Elbette bundan da etkilenmek kaçınılmazdı. ABD, devletin odağında bulunduğu kalkınmacı politikalarda büyük başarı sağlayınca, dünya bu modeli taklit etti. Türkiye’de KİT’lerin kurulması bu döneme denk geldi. 1950’li yıllar ise savaş sonrasında bilinçli yatırımlar yapmaya yönelik planlama yıllarıydı. Türkiye, bu akıma 1960’larda ayak uydurdu. 1980’lerde ise yeniden özelleştirme destekli liberalizm dönemiydi. Türkiye, bunu da çabuk algıladı. Şimdilerde ise tüm dünyada küreselleşmenin etkilediği bir devlet ve ekonomik yönetim modeli hüküm sürüyor.

İşte üst kurullar gerçeğine bu perspektiften bakmak gerekiyor. 1980’lerde iletişim teknolojisindeki büyük değişim, dünyada sermaye akımlarının serbestçe dolaşımının alt yapısını kurmuştu. Bu değişim daha sonra küreselleşmeyi doğurdu. ‘Küresel köy’ olarak adlandırılan bu dönemde, ülke ekonomilerinin uluslararası finans akımlarının yırtıcı ve olumsuz etkilerini asgariye indirmek için ‘üst kurul’ modeline geçildi.

Bu model, ekonominin kritik sektörlerinde faaliyet izni, denetleme, sermaye girişi ve çıkışı gibi süreçlerin konunun uzmanları tarafından izlenmesini gerekli kıldı. Bu gerçeklik ise üst kurulları beraberinde getirdi. Çünkü eski tip bürokratik yapılanmalarda hem siyasi etkiler çok fazlaydı hem de konunun uzmanları devlette çalışmak istemiyordu. Sorun, idari ve mali açıdan özerk, teknik uzmanlar tarafından yönetilen izin, gözetleme, denetleme ve sistem dışına çıkarma yetkisine sahip kurulların oluşumuyla aşıldı.     

Bu oluşum ve yeni durum, elbette devletin yapılanmasını da etkiledi. Bazı kurum ve kuruluşlar ortadan kalktı, bazı kurumlar bünyesindeki yapıları bu üst kurullara devretmek zorunda kaldılar. Türkiye’de söz gelimi Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Hazine, Merkez Bankası, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Bankalar Birliği, kamu bankaları gibi kurumlarından alınan fonksiyonlarla yeni bir yapı şeklinde ortaya çıktı.

Telekomünikasyon Kurumu ise Ulaştırma Bakanlığı ve Türk Telekom’dan bazı yapıları ithal ederek kuruldu. Rekabet Kurulu ise ağırlıkla Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), DPT gibi kuruluşların görev ve yetkilerini üzerine devraldı. Elbette bütün bu yapılanmalar Meclis’in yani siyasiler üzerinden halkın iradesiyle yapıldı.

Türkiye’de halen Rekabet Kurulu, BDDK, Sermaye Piyasası Kurulu, Telekomünikasyon Kurulu, Şeker Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu, Kamu İhale Kurulu ve Tütün Kurulu olmak üzere dokuz tane yeni bürokratik yapılanma faaliyette bulunuyor. Bunların hepsinin kendi özel kuruluş kanunları var. Kendi gelir kaynaklarına sahip olan özerk üst kurullar önemli görevleri yerine getiriyorlar. Ancak bu kurulların ellerindeki büyük parasal kaynakların denetlenmesi konusunda ideal bir yapı kurulabilmiş değil. Sorun, devlette genel denetim sisteminin yaşadıklarıyla yakından ilişkili. Gerçekten devlette yapılan harcamaların sadece mevzuata uygunluğu denetleniyor. Bunun yerine performansa dayalı bir denetime geçilmesi gerekiyor. Denetimde yeni yapılanma için Sayıştay’ın yeniden yapılanması çalışmaları sürüyor. Bu başarıldığında tüm devlet kuruluşları gibi üst kurulların da yaptıkları harcamaların gösterdikleri performansla ilişkisi kurulabilecek. Hesap sorulabilecek.

Peki üst kurulları kaldırmak mümkün mü? Tüm dünyadaki genel gidişat itibarıyla pek mümkün görünmüyor. Çünkü modern ülkelerde bu tip yapılar giderek güç kazanıyor. Uluslararası ilişkilerde giderek bir “üst kurullar diplomasisi” oluşuyor. Her üst kurul, diplomasideki mütekabiliyet yani “karşılıklılık ilkesi” ilkesi gereği eşini arıyor. Bunu yaparken de üst kurulun idari ve mali açıdan özerkliğine bakıyor. Bu, sınır gözetmeden yatırım yapmak isteyen yatırımcılar için çok önemli bir şey. Çünkü üst kurullar, küreselleşme çerçevesinde tüm dünyada rahatça yatırım yapabilmenin alt yapısını kurmaya çabalıyor. Bu açıdan bakıldığında üst kurulları terk etmek olası değil. Üst kurullar etkinleştirilebilir, daha iyi denetlenebilir. Bunlar bizim kendi iç sorunumuz. Söz gelimi şeker ve tütün vb. ürünler için tek bir tarım ürünleri üst kurulu olabilir. Değişik enerji alanları tek çatı altında izlenebilir. Tüm mali kurumlara ilişkin üst kurullar bir araya getirilebilir. Bunu kimse engellemiyor. Ama bir yabancı yatırımcı için siyasi etkilerden arındırılmış izin, çalışma ve denetleme süreçleri büyük büyük önem taşıyor.

Dünyada nasıl 1950 ve 60’lar planlamacılar, 1970’ler karma ekonomiciler, 1980’ler özelleştirmecilerin etkisinde geçti ise önümüzdeki 10 yılı üst kurulların kuracağı yeni modelle geçireceğiz gibi görünüyor. Ne zaman ki üst kurulları gerektiren şartlar ortadan kalkar veya bu yapı bir evrime uğrar; o zaman yeni bir akım (moda) kendini gösterir. Türkiye’nin işte bu gerçeği dikkate alarak üst kurul olayına yaklaşması gerekir. Üst kurulların rehabilite edilmesi, denetlenmesi, aşırıya kaçan yetkilerinin alınması gibi tartışmalarla tamamen lağvedilmelerini birbirinden ayırt etmemiz zorunlu gibi. Yoksa nefes nefese koşulan dünya ekonomik yarışında önemli bir cepheyi kaybetmiş olabiliriz.
(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard Dergisinin Aralık-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder