Dünyada nasıl 1950 ve 60’lar planlamacılar, 1970’ler karma ekonomiciler, 1980’ler özelleştirmecilerin etkisinde geçti ise önümüzdeki 10 yılı üst kurulların kuracağı yeni modelle geçireceğiz gibi görünüyor.
Cahit UYANIK
Cahit UYANIK
Moda, hepimizin hayatını etkileyen bir gerçek. Giyim söz
konusu olduğunda yerli yerine oturan ve kulağa hoş gelen moda deyimi, başka
alanlarda kullanıldığında ise hafif bir ‘küçümseme tonu’ içeriyor. Acaba yazımızın
konusunu oluşturan “Üst Kurullar” devlet idaresinde bir moda mı? Yani birkaç
yıl sonra terkedilecek bir yönetim biçimi mi? Üst kurullar neden bu kadar
eleştiri alıyor? Türkiye’deki üst kurullar yabancıların dayatması sonucu mu
kuruldu, yoksa bunlar ekonomi için elzem mi? Bu sorular daha uzatılabilir.
Fazla kafa karıştırmadan, önce Türkiye’de ekonominin ve ekonomi yönetiminin
tarihsel geçmişine bakalım.
Türkiye’de devlet ve devletin ekonomiyle ilişkileri konusundaki
yapılanma arayışları oldukça eskilere dayanır. Bu arayışların hemen hepsi de
dışarıdaki gelişmelerden etkilenmiş görünüyor. Sözgelimi Osmanlı
İmparatorluğunun iyice güç kaybetmeye başladığı 19’uncu yüzyılın ikinci
yarısında, modern bir ekonomi yönetimi kurulamadığı için göstermelik konularla uğraşılmıştı.
Devlet, ekonomi yönetmek deyince Avrupa piyasalarından borç bulmayı anlamıştı.
Sonuç, Duyun-i Umumiye’ye kadar gitti.
Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra ise kapitülasyonların
bitişi ve dünyadaki liberalizm akımlarının etkisiyle serbest bir ekonomi
politikası izlendi. Ama genç Türkiye Cumhuriyeti daha dünya ekonomisine entegre
olmadan 1929’daki Büyük Ekonomik Bunalım patlak verdi. Elbette bundan da
etkilenmek kaçınılmazdı. ABD, devletin odağında bulunduğu kalkınmacı
politikalarda büyük başarı sağlayınca, dünya bu modeli taklit etti. Türkiye’de
KİT’lerin kurulması bu döneme denk geldi. 1950’li yıllar ise savaş sonrasında
bilinçli yatırımlar yapmaya yönelik planlama yıllarıydı. Türkiye, bu akıma 1960’larda
ayak uydurdu. 1980’lerde ise yeniden özelleştirme destekli liberalizm
dönemiydi. Türkiye, bunu da çabuk algıladı. Şimdilerde ise tüm dünyada
küreselleşmenin etkilediği bir devlet ve ekonomik yönetim modeli hüküm sürüyor.
İşte üst kurullar gerçeğine bu perspektiften bakmak
gerekiyor. 1980’lerde iletişim teknolojisindeki büyük değişim, dünyada sermaye
akımlarının serbestçe dolaşımının alt yapısını kurmuştu. Bu değişim daha sonra
küreselleşmeyi doğurdu. ‘Küresel köy’ olarak adlandırılan bu dönemde, ülke
ekonomilerinin uluslararası finans akımlarının yırtıcı ve olumsuz etkilerini
asgariye indirmek için ‘üst kurul’ modeline geçildi.
Bu model, ekonominin kritik sektörlerinde faaliyet izni,
denetleme, sermaye girişi ve çıkışı gibi süreçlerin konunun uzmanları
tarafından izlenmesini gerekli kıldı. Bu gerçeklik ise üst kurulları
beraberinde getirdi. Çünkü eski tip bürokratik yapılanmalarda hem siyasi
etkiler çok fazlaydı hem de konunun uzmanları devlette çalışmak istemiyordu.
Sorun, idari ve mali açıdan özerk, teknik uzmanlar tarafından yönetilen izin,
gözetleme, denetleme ve sistem dışına çıkarma yetkisine sahip kurulların
oluşumuyla aşıldı.
Bu oluşum ve yeni durum, elbette devletin yapılanmasını da
etkiledi. Bazı kurum ve kuruluşlar ortadan kalktı, bazı kurumlar bünyesindeki
yapıları bu üst kurullara devretmek zorunda kaldılar. Türkiye’de söz gelimi
Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) Hazine, Merkez Bankası, Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT), Bankalar Birliği, kamu bankaları gibi kurumlarından
alınan fonksiyonlarla yeni bir yapı şeklinde ortaya çıktı.
Telekomünikasyon Kurumu ise Ulaştırma Bakanlığı ve Türk
Telekom’dan bazı yapıları ithal ederek kuruldu. Rekabet Kurulu ise ağırlıkla
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), DPT gibi
kuruluşların görev ve yetkilerini üzerine devraldı. Elbette bütün bu
yapılanmalar Meclis’in yani siyasiler üzerinden halkın iradesiyle yapıldı.
Türkiye’de halen Rekabet Kurulu, BDDK, Sermaye Piyasası
Kurulu, Telekomünikasyon Kurulu, Şeker Kurulu, Enerji Piyasası Düzenleme
Kurulu, Kamu İhale Kurulu ve Tütün Kurulu olmak üzere dokuz tane yeni
bürokratik yapılanma faaliyette bulunuyor. Bunların hepsinin kendi özel kuruluş
kanunları var. Kendi gelir kaynaklarına sahip olan özerk üst kurullar önemli
görevleri yerine getiriyorlar. Ancak bu kurulların ellerindeki büyük parasal
kaynakların denetlenmesi konusunda ideal bir yapı kurulabilmiş değil. Sorun,
devlette genel denetim sisteminin yaşadıklarıyla yakından ilişkili. Gerçekten
devlette yapılan harcamaların sadece mevzuata uygunluğu denetleniyor. Bunun
yerine performansa dayalı bir denetime geçilmesi gerekiyor. Denetimde yeni
yapılanma için Sayıştay’ın yeniden yapılanması çalışmaları sürüyor. Bu
başarıldığında tüm devlet kuruluşları gibi üst kurulların da yaptıkları
harcamaların gösterdikleri performansla ilişkisi kurulabilecek. Hesap sorulabilecek.
Peki üst kurulları kaldırmak mümkün mü? Tüm dünyadaki genel
gidişat itibarıyla pek mümkün görünmüyor. Çünkü modern ülkelerde bu tip yapılar
giderek güç kazanıyor. Uluslararası ilişkilerde giderek bir “üst kurullar diplomasisi”
oluşuyor. Her üst kurul, diplomasideki mütekabiliyet yani “karşılıklılık ilkesi”
ilkesi gereği eşini arıyor. Bunu yaparken de üst kurulun idari ve mali açıdan
özerkliğine bakıyor. Bu, sınır gözetmeden yatırım yapmak isteyen yatırımcılar
için çok önemli bir şey. Çünkü üst kurullar, küreselleşme çerçevesinde tüm
dünyada rahatça yatırım yapabilmenin alt yapısını kurmaya çabalıyor. Bu açıdan
bakıldığında üst kurulları terk etmek olası değil. Üst kurullar etkinleştirilebilir,
daha iyi denetlenebilir. Bunlar bizim kendi iç sorunumuz. Söz gelimi şeker ve
tütün vb. ürünler için tek bir tarım ürünleri üst kurulu olabilir. Değişik
enerji alanları tek çatı altında izlenebilir. Tüm mali kurumlara ilişkin üst
kurullar bir araya getirilebilir. Bunu kimse engellemiyor. Ama bir yabancı
yatırımcı için siyasi etkilerden arındırılmış izin, çalışma ve denetleme
süreçleri büyük büyük önem taşıyor.
Dünyada nasıl 1950 ve 60’lar planlamacılar, 1970’ler karma
ekonomiciler, 1980’ler özelleştirmecilerin etkisinde geçti ise önümüzdeki 10
yılı üst kurulların kuracağı yeni modelle geçireceğiz gibi görünüyor. Ne zaman
ki üst kurulları gerektiren şartlar ortadan kalkar veya bu yapı bir evrime
uğrar; o zaman yeni bir akım (moda) kendini gösterir. Türkiye’nin işte bu
gerçeği dikkate alarak üst kurul olayına yaklaşması gerekir. Üst kurulların
rehabilite edilmesi, denetlenmesi, aşırıya kaçan yetkilerinin alınması gibi
tartışmalarla tamamen lağvedilmelerini birbirinden ayırt etmemiz zorunlu gibi.
Yoksa nefes nefese koşulan dünya ekonomik yarışında önemli bir cepheyi
kaybetmiş olabiliriz.
(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard Dergisinin Aralık-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder