Cahit UYANIK
Bugünlerde herkesin kafasındaki soru şu:
ABD ve İngiltere'deki finans sektöründe yaşanan finansal krizin sonuçları ne
olur? Türkiyeyi nasıl etkiler? Her şeyden önce şunu kabul edelim ki, finansal
sektörde yaşanan krizler, ileride reel sektöre bulaşacak bir krizin ön
habercisi. Bu bulaşmanın olumsuz etkisi ve yaygınlığı ise ekonomi
yönetimlerinin becerikliliği veya beceriksizliğine bağlı. Eğer bu iki ülkedeki
ekonomi yönetimleri basiretli biçimde davranıp sistemin sağlığına kavuşması
için gerekli önlemleri almazlarsa, belki birkaç aylığına biraz yatışacak olan
kriz, bir daha geldiğinde çok daha ağır faturalar ortaya koyacaktır. Bunu
nereden mi biliyorum?
Türkiye'de böyle olmadı mı mesela?
Hatırlayın, 1994'teki ekonomik kriz ilk finans sektöründe baş gösterdi. Daha
sonra ekonomi yönetimince köklü tedbirler alınmadığı ve sorunlar halı altına
süpürüldüğü için, 2001 krizi (2000 yılı sonbaharında yaşanan öncü ve mini
finans krizini de unutmayalım) yaşandı. Oysa 1994'ten 2001'e kadar 3-4 hükümet
geçmiş, birkaç seçim yapılmıştı. 2001 krizinde iktidarda kim, hangi parti,
hangi başbakan olsa yaşadığımız büyük krizi önleyemezdi. Çünkü krizin temel parametreleri
oluşmuştu. Finansal sektörde yüklü açık pozisyon, gizli zararlar sonucu erimiş
sermayeler, banka hortumculuğu sonucu kredi portföylerindeki sorunlar vb. gibi
gözlerden saklanan büyük gedikler açılmıştı.
Finans sektörü ile reel sektör arasında zaten
zayıf olan bağlar kopmuş, finans sektörü reel sektörden bağımsız, boşlukta
duruyordu. Hazine ihalelerindeki yüksek faiz nedeniyle dışarıdan yapılan
borçlanmalar ekonomi yönetimlerince doğru dürüst izlenmediği için (izlenip de
tedbir almamak da olabilir) bankaların açık pozisyonları çığırından çıkmıştı.
Kamunun gözetimindeki banka sayısı 10'u geçmişti. Bankalarda doğru dürüst
denetim yapılmıyordu. Sonuçta 20'yi aşkın bankaya el konuldu, bazı bankalar
birbirleriyle birleşmek zorunda kaldı. 2000 yılında 81'e kadar çıkan banka
sayısı, şu anda 50'nin altına inmiş vaziyette. Bu yaşananlardan çıkan sonuç şu:
Reel sektörü besleyecek finans kuruluşları sağlığını kazanmadan, reel sektörün
canlanması beklenemezdi ve aynen öyle oldu. ABD ve İngiltere'de yapılması gerekenleri,
yapılanları ve yapılacakları Türkiye'nin 1994-2001 yılları arısındaki dönemini
gözlerinizin önüne getirerek izlemenizi rica ediyorum.
Finans kapitalizminden geriye dönüş...
Peki bundan sonra ne olacak? Gerçekten
bazı siyasetçilerin söylediği gibi bu kriz Türkiye için fırsata dönüşebilir mi?
Bundan sonra 1990'lı yıllardan beri 'de-regülasyon' yani mümkün olduğu kadar asgari düzeyde
mevzuatla işleyen dünya finans piyasalarının artık zapt-ü rapt altına
alındığını göreceğiz. Artık moda deyim 'multi-regülasyon' olacak. Yani finans
piyasaları birkaç açıdan izlenecek. Kriz öncesinde bazı 'akil' iktisatçıların
önerdiği sermaye hareketlerine sınır konulması, bu yapılamıyorsa sermaye
hareketlerinin vergilendirilmesi (Tobin vergisi) gibi tartışmalara tanık
olacağız. Bu tartışmalarda 'Türkiye'yi 2001 krizinden çıkartan isim' olarak
bildiğimiz Kemal Derviş'in de sıcak para hareketlerinin düzenlenmesi ve
vergilendirilmesinden yana taraf olduğunu hatırlatayım. Bundan sonra; 'finans
kapitalizmi'ne dönüşen sistemin yeniden 'sermaye (üretime dayalı) kapitalizm'e
dönüşüne tanıklık edeceğiz. 1990'lı yıllar boyunca üretim ekonomisinin önemine
dikkat çekerek, finansal piyasalardaki hormonlu büyümenin başımıza büyük işler
açacağını söylediği için aforoz edilen (işten çıkarılma, üniversitelerden
atılma, yazılarının yayınlanmaması gibi) iktisatçıların ön plana çıktığını
görebileceğiz.
Yeni sistemlerde Türkiye'ye biçilen rol
Peki bu kriz Türkiye için bir fırsat
yaratır mı? Bu söylem, 2001 krizinden sonra Türkiye'de çok prim yapmıştı ve
doğru bir söylemdi. Çünkü dünyadaki ekonomik ve finansal koşullar bizim için
veriydi. Biz bu koşulları esas alıp, kendi hareket şeklimizi değiştirmiştik.
Yani bir türlü yapamadığımız reformları yapıp, krizi fırsata dönüştürmüştük.
Ama bundan sonraki aylarda, dünyada halen karmakarışık olan sistemlerin yeniden
kurulduğunu göreceğiz. Bu sistemler içerisinde Türkiye'ye elbette bir rol
biçilecek. Bu rolü işimize geldiği kadar kabul etmek, bundan olumlu veya
olumsuz yönde etkilenmek; üretim gücümüzle, rekabet kapasitemizle, finansman
yaratma kabiliyetimizle doğrudan bağlantılı olacak. Şu anda Türkiye'nin bazı
önemsiz ayrıntılar (Göz dikilmiş ancak Türkiye'ye gelmemekte direnen Körfez
sermayesi gibi) dışında, kendisine krizden fırsat yaratması mümkün değil. Çünkü
yeni düzenin temel verilerine sahip değiliz. Türkiye'nin yapması gereken şey,
zarların yeniden atılacağı 2009 yılında sağlam ve uyanık durup, ani gelişmelere
hemen uyum sağlamak olmalı. İlk fırsatlar bizim için ancak bu şekilde
oluşabilir.
(Bu yazı, Türkiye İnşaat Sanayicileri İşverenler Sendikası-İNTES'in Genç Yöneticiler Grubu'nun yayın organı Genç Yönetici Gazetesinde 2008 sonbahar aylarında yayınlanmıştır.)
EKONOMİDEKİ YAVAŞLAMA VE KRİZ KORKUSU HAD SAFHADA; FATURAYI TOPLUM ÜSTLENECEK
2008 KRİZİNDEN SONRA 'DAHA YERLİ' BİR BANKACILIK BİZİ BEKLİYOR
YENİ YAPISAL REFORM PROGRAMI, TÜRKİYE’Yİ YÜZDE 5’LİK BÜYÜME BANDINA YÜKSELTEBİLECEK Mİ?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder