Cahit UYANIK
1918-1920 yılları arasında yaşanan İspanyol Gribi pandemisinde kaç kişinin hayatını kaybettiği hala net olarak bilinmiyor. En favori tahmin, 50-100 milyon kişi arasında değişiyor. İnsanlığın yaşadığı en büyük trajedilerden biri olan İspanyol Gribi pandemisi, hakkında çok az sayıda yazılı veri bulunabilen en büyük insani afetlerden biri olma özelliğini taşıyor. İspanyol Gribindeki can kaybını, kitlesel ölümler skalasında başa oturtmamız gerekiyor. Çünkü 1. Dünya Savaşında ölenlerin sayısı 19 milyon, 2. Dünya Savaşında ölenlerin sayısı 50 milyon kişi olarak tahmin ediliyor.
İspanyol
Gribi, adını bu konuda basın-yayın faaliyetlerine bir sansür uygulamayan ve 1.
Dünya Savaşına girmeyen İspanya’dan alıyor. Yoksa bu pandemi İspanya’dan çıkıp
dünyaya yayılmış değil. İspanya dışındaki tüm ülkelerde basına pandemi
haberleriyle ilgili geniş bir sansür uygulandığı biliniyor. İspanyol Gribi pandemisi hakkında veri
azlığı, bu kadar büyük acılara sebebiyet veren bir pandeminin düşünce iklimi, kültür ve sanat dünyasını çok az etkilemiş
olması da hep bu sansüre bağlanıyor.
İspanyol
Gribinin dünya ekonomisini ne kadar etkilediği ise çok iyi bilinmiyor. O
yıllarda zaten modern istatistikler bulunmuyordu. Birçok ülke ekonomik
faaliyetlerini ölçmekten acizdi. Bu konu
açıldığında yapılan en önemli analiz, erkek nüfusun hem savaş hem de peşinden
gelen pandemide büyük bir kırıma uğradığı, kadınların 1920’li yıllarda bu
sebeple ekonomik üretim sürecine bilfiil girmek zorunda kaldığı şeklinde…
Birinci
yılını bitirmek üzere olan COVID-19 pandemisi ise İspanyol Gribinin tam tersi
biçimde; yani abartılı bir enformasyon ve salgını kontrol atında tutma
çabasıyla ilerliyor. Ortaya çıkmasıyla beraber tüm iletişim mecralarında ilk
sıraya oturan COVID-19 salgını, her boyutuyla mercek altında bulunuyor. Bu
salgın; bir pandeminin iletişim araçlarının
kullanımını değiştirmesi, ekonomi, eğitim, teknolojik yenilikler, toplumsal
yapılar, ülkelerarası politik ve ekonomik ilişkiler, ticaret, siyaset, sağlık
sisteminin gidişatını salgınla mücadele için yönlendirme, üretim yapılarını
değiştirme, farklı istihdam şekilleri gibi birçok yeni boyutu ortaya çıkardı.
Bu
boyutların hemen hepsinin ortak özelliği ise buyurgan olması. Pandeminin kendi
koşulları haricinde başka hiçbir koşulun kabul edilemiyor oluşu, insanoğlunun
çaresizliğini de simgeliyor. Şu ana kadar yaşananların tek pozitif yanı,
insanoğlunun bir pandemiyi ilk kez bu kadar yakından izleyerek yönetmeye çalışması.
Bu durum, en azından gelecekte yaşanabilecek bir pandemide, hafta hafta neler
yaşayabileceğimizi bir kenara yazıp, yapılan hatalardan ders çıkarıp, başka bir
pandeminin daha az hasarla atlatılmasına olanak sağlayabilecek. Buna bir tür
‘pandemi idaresi bilinçlenmesi’ de diyebiliriz.
Pandemik
şokun yaşandığı ilk aylarda, panik halinde dünya ekonomisinin geleceği için çeşitli isabetsiz tahminler yapılmıştı. O günler
geride kaldıktan sonra, şimdilerde daha dikkatli, gerçekçi, sakin ve ayağı
yeren basan ekonomik tahminler ortaya konulmaya başlandı. Bu tahminlerden en yenisi Uluslararası Para
Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva’dan geldi.
IMF-Dünya Bankası Sonbahar Yarıyıl Toplantıları sebebiyle konuşan Georgieva;
istisnasız tüm
ülkelerin ‘zor, düzensiz, belirsiz ve aksaklıklara açık bir uzun tırmanış’ ile karşı karşıya olduğunu yineledi.
Georgieva, küresel ekonominin bu yıl yüzde 4,4 daralmasının beklendiğini (IMF,
bu daralmayı Nisanda yüzde 3, Haziran ayında ise yüzde 4,9 olarak tahmin
etmişti) anımsatarak, "Kriz,
gelecek beş yıl içinde, üretim kayıplarında tahmini 28 trilyon dolara mal
olabilir" ifadesini kullandı. IMF
böylece geleneksel 3 yıllık orta vadeli değil; farklı şekilde 5 yıllık uzun
vadeye ait bir tahminde bulunarak COVID-19’un etkilerinin 2025 yılına kadar sürüp
gideceğini de ilk kez ilan etmiş oldu.
Bir milyonu aşkın kişinin canını alan ve
ekonomileri tersine çeviren yeni tip koronavirüs kriziyle hala mücadele edildiğini belirten
Georgieva, son birkaç aydaki tablonun daha az vahim olduğunu ancak 1929’daki
Büyük Buhran'dan bu yana en kötü küresel resesyonun öngörülmeye devam
edildiğini söyledi. Görünüme ilişkin tahminlerine yönelik büyük bir belirsizlik
olduğunu vurgulayan Georgieva, "2021'de kısmi ve düzensiz bir toparlanma
öngörüyoruz, büyümenin yüzde 5,2 olması bekleniyor" dedi.
Yaşamları ve geçim kaynaklarını korumak için gerekli önlemlere
devam edilmesi gerektiğini vurgulayan Georgieva "Kalıcı bir ekonomik
toparlanma ancak pandemiyi her yerde yenersek mümkündür. Hayati sağlık
önlemlerini artırmak şarttır. Hane halklarına ve şirketlere mali ve parasal
destekte olduğu gibi, kredi garantileri ve ücret sübvansiyonları gibi yaşam
hatları, ekonomik ve finansal istikrarı sağlamak için muhtemelen bir süre daha
kritik olacak. Fişi çok erken çekerseniz, kendi kendinize ciddi zarar verme
riski alırsınız" uyarısında da bulunmaktan sakınmadı.
Georgieva, daha dayanıklı ve kapsayıcı bir
ekonominin inşa edilmesi gerektiğine işaret ederek, "Yeni araştırmamız,
özellikle yeşil projeler ve dijital altyapıya yapılan kamu yatırımlarının
oyunun kurallarını değiştirebileceğini gösteriyor. Verimliliği ve gelirleri artırırken
milyonlarca yeni iş yaratma potansiyeli taşıyor" değerlendirmesinde
bulundu. Küresel kamu borcunun GSYH'ye oranının 2021'de yüzde 100 gibi rekor
bir yüksekliğe ulaşmasının beklendiğine dikkati çeken Georgieva, bu konuyu orta
vadede çözmenin kritik bir öneme sahip olduğunu dile getirdi. Georgieva, birçok
düşük gelirli ülke için acil eylem gerektiğinin altını çizerek, bu ülkelerin
daha fazla hibeye, imtiyazlı krediye ve borç ertelemesine ihtiyacı olduğunu
ifade etti.
Özellikle aşının geliştirilmesi ve dağıtımında her
zamankinden daha fazla uluslararası iş birliğine ihtiyaç olduğunu vurgulayan
Georgieva, "Tıbbi çözümlerdeki daha hızlı ilerleme toparlanmayı
hızlandırabilir, 2025 yılına kadar küresel gelire yaklaşık 9 trilyon dolar
katabilir. Bu da daha yoksul ve daha zengin ülkeler arasındaki gelir farkını
daraltmaya yardımcı olabilir" dedi. IMF'nin krizin başlangıcından bu yana
280 milyar doları aşkın borç taahhüdünde bulunduğunu kaydeden Georgieva, üye
ülkeleri desteklemek için 1 trilyon dolarlık kredi verme kapasitelerinde hala
önemli kaynakları olduğunu aktardı. Georgieva, 81 ülkeye finansman
sağladıklarını belirterek, en yoksul üye ülkeler için borç servisinde uzatmaya
gittiklerini, imtiyazlı, sıfır faizli kredileri desteklemek için ilave 21 milyar
dolar ayırdıklarını anlattı.
COVID-19 pandemisinin dünyada yoksulluk artışına
sebep olması da bir başka boyut. Dünya Bankası Başkanı David Malpass, geçen
haziran ayında 60 milyon kişinin COVID-19 sebebiyle aşırı yoksulluğa düşeceği
tahminini dile getirmişti. Dünya Bankası günde 1,9 doların altında yaşayanları
aşırı yoksul olarak tanımlıyor. Malpass, 4 ay geçtikten sonra geçtiğimiz ekim ayı
başında yaptığı açıklamada ise dünyada gelecek
yıla kadar 150 milyon kişinin yeniden yoksulluk sınırının altına düşebileceği
uyarısında bulundu.
Bu rakamlar, yoksullukla mücadele
konusunda yaklaşık 20 yıllık kazanımların 1-2 yıl içinde kaybedilmesi anlamına
geliyor. Dünya Bankası günde 1,9 doların
altında yaşayan dünya nüfusunun oranının 2020’de yüzde 9,1’den yüzde 9,4’e çıkmasının beklendiğini ve
bu artışın halihazırda yüksek yoksulluk oranlarına sahip ülkelerde yoğunlaştığını
belirtti. Oysa koronavirüs salgınının olmaması durumunda Dünya Bankası, 2020
yılında yoksulluk oranının yüzde 8’in altına düşmesini bekliyordu.
Banka’nın iki yılda bir yayınlanan Yoksulluk ve Paylaşılan
Refah Raporu, 2020 yılında günde 1,9 dolardan az parayla yaşayan insan
sayısının 88 milyon ile 115 milyon arasında artacağını tahmin ediyor. Virüsten
kaynaklanan ekonomik daralmanın ciddiyetine bağlı olarak bu sayı önümüzdeki
yılsonunda 150 milyona ulaşabilir. Dünya Bankası Başkanı Malpass, “Kalkınmaya
ve yoksulluğun azaltılmasına yönelik bu ciddi gerilemeyi tersine çevirmek için,
ülkelerin sermaye, emek, beceri ve yeniliği yeni iş ve sektörlere taşınmasına
izin vererek COVID-19 sonrası farklı bir ekonomiye hazırlanmaları gerekecek” diyor.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem dergisinin Kasım-2020 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder