30 Ekim 2020 Cuma

FORMULA-1, TÜRKİYE’DE KALICI OLABİLİR Mİ?

 Cahit UYANIK

Formula-1, dünyadaki en büyük motor sporları ve eğlence organizasyonlarından biri. Kısaca F-1 olarak adlandırılan bu organizasyondaki ‘formula’ sözcüğü, Türkçedeki ‘formül’ anlamında kullanılıyor. Söz konusu olan ‘formül’, tek kişilik yüksek teknolojili F-1 yarış arabası motorlarının taşıması gereken temel teknik ve güvenlik özelliklerini belirliyor olmasından geliyor. Bu formül sayesinde Formula-1’e katılan takımların en adaletli, eşit ve güvenli şartlarda yarışması sağlanıyor. Formula-1 ilk kez 1950 yılında gerçekleştirilirken, bu sene -Covid-19 pandemisinden hayli olumsuz etkilense de- 70. Yıldönümünü kutluyor. 

Formula-1 gibi dev bir organizasyonun geri planında oldukça büyük finansal gelir ve gider rakamları bulunuyor. Bir ara, her sezon 20-22 arasında yarışın gerçekleştiği Formula-1’in her etabını dünya nüfusunun dörtte birini temsil eden 150’yi aşkın ülkeden 2 milyar kişinin televizyonlardan izlediği hesaplanmıştı. Ancak bu tv izlenirlik sayısının son yıllarda oldukça azaldığı, özellikle dünyanın en eski ve en büyük otomobil tüketicisi ülke olan ABD’de Formula-1’e ilginin giderek azaldığı biliniyordu. Elbette bu durum Formula-1’e ödenen yayın bedelleri ve televizyon reklam gelirlerini hayli azalttı. Formula-1’in tv gelirlerinin en fazla 2 milyar dolara ulaştığı tahmin ediliyordu.  

Yarış pistlerine izleyici olarak girebilmek için istenen bilet fiyatlarının aşırı yüksek olması da Formula-1’de bir başka şikayet konusuydu. Astronomik düzeydeki fiyatlar yarışların gerçekleştiği pistlerde daha az seyirci tarafından izleniyor olması sonucunu beraberinde getirdi. 2005 yılından itibaren –birkaç ülke hariç- sigara şirketlerinden reklam alınmamaya başlaması ve bu gelir kaybının bir şekilde telafi edilememesi de Formula-1 organizasyonunu oldukça zorlamaya başladı.  

30 Eylül 2020 Çarşamba

ÜLKELERİN 'TİCARİ VE EKONOMİK UZAY' YARIŞI İYİCE HIZLANDI

Cahit UYANIK

Belki iddialı bir cümle olacak ama; çok da uzak olmayan bir gelecekte üniversitelerde ‘uzay ekonomisi’, ‘uzay ticari işletmeciliği’, ‘uzay hukuku’ bölümleri açılırsa hiç şaşırmayın. Çünkü dünyada gelişmiş veya gelişmekte olan fark etmez; hemen hemen tüm ülkeler uzayı şimdiden ekonomik bir gerçeklik ve ticari rekabet alanı olarak belirleyip bir şeyler yapabilmek için harekete geçmiş durumda.

Peki bu noktaya nasıl gelindi? Soğuk Savaş döneminde, 1950’ler ile 1970’li yıllarda Doğu ve Batı bloklarına ait devletlerin (Başta Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri) rekabetine sahne olan uzay yarışı, daha sonraki yıllarda yavaşladı. Doğu Blokunun dağılma sürecinde uzay rekabetinin bir tarafı iyice aksarken; Batı Blokunda, özellikle Avrupa ülkelerinde uzaya uydu fırlatma hizmetlerinden para kazanılmaya başlandı. Böylece uzay, astronomik bilimsel araştırma ve mühendislik alanı çalışmalarının yanı sıra ‘ticari ve ekonomik’  boyut da kazanmaya başladı.

19 Eylül 2020 Cumartesi

KADINLAR, EŞLERİNDEN İZİN ALMADAN 90 KM'DEN ÖTEYE GİDEMEZ Mİ?

Develerin günlük sürati 45-50 km'dir. Bundan 1400 yıl önceki en hızlı ulaşım aracıdır. O zaman; 90 km. 2 günlük yoldur.

Peygamberimiz kadınların 2 günlük yola tek başına gidebileceğini hükmetmiştir. Bu MS 600'lü yıllar için bir devrimdir.

Bunu günümüz taşıtlarından, deve ile kıyaslanabilecek otomobile uygularsak yaklaşık 2 bin km. eder. Uçağa uygularsak 2 günde dünya, baştan başa iki kere dolaşılabilir.
Kaldı ki tek başına uzaya giden ve uzayda internetten kocasının banka internet hesabına izinsiz girip ilk uzay suçunu işleyen kadın astronotla aynı havayı soluyorsak, mesele ve tartışma zaten bitmiştir.

Bilgilerinize...
(Bu yazı 19 Eylül 2019 tarihinde Facebook sayfamda yayınlanmıştır.)

30 Ağustos 2020 Pazar

DÜNYANIN SAĞLIĞI VE DÜNYA SAĞLIK ÖRGÜTÜNÜN (DSÖ) NASIL BİR GELECEĞİ OLABİLİR?

Cahit UYANIK

Bazen çok satan bir roman okur ve ayrıntılarını birkaç hafta içinde unutursunuz. Henüz 56 yaşındaki ABD’li yazar Dan Brown, günümüzde bu tip romanları yazan en ünlü isim olarak biliniyor. Brown kıvrak kalemi, gizemli ve sürükleyici anlatımıyla, televizyon ve internet üzerinden yayın yapan platformların heyecanlı dizi filmleriyle rekabet ediyor.

Geçen yıl sonunda Çin’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya birkaç ay içinde yayılan, Temmuz ayı ortası itibarıyla tüm dünyadan 600 bin kişinin hayatını kaybettiği COVID-19 Pandemisi başladığında acaba kaç kişinin aklına Brown’un 7 yıl önce yayınladığı Cehennem (Inferno) adlı romanı gelmiştir ki? ‘Cehennem’de artan dünya nüfusunun insanlığı yok olmaya götüreceği ön kabulüyle, nüfusu azaltmak için gizli bir konsorsiyumun (şirketler birliği) tüm dünyaya ‘kısırlık virüsü’ yayma planı, Harvard Üniversitesi Simgebilim Profesörü Robert Langdon tarafından kahramanca önlenmişti.

22 Ağustos 2020 Cumartesi

DOĞAL GAZ BULDUK, ŞİMDİ ZENGİN Mİ OLDUK YANİ? CARİ AÇIK KÂBUSU BİTTİ Mİ?

Ekonomi gazeteciliğinde iyi işler, iyi kıyaslamaya dayanır. Öyleyse kıyaslayalım bakalım.

2019 yılında kanıtlanmış en fazla doğal gaz rezervine sahip ülke, 47,80 trilyon metreküple Rusya olurken onu 33,80 trilyon metreküplük doğal gaz rezerviyle İran, 23,86 trilyon metreküple Katar (Pul kadar ülkenin mali gücü bu rezervden geliyor) ve 13,44 trilyon metreküplük rezerviyle ABD izledi.
Yani ABD bile bizim bugün ilan ettiğimiz doğal gaz rezervinin 40 katına sahip. "Zengin mi oluyoruz ne?" diye umuda kapılmanın gereği pek yok. İhraç edip para kazanmayı düşünmek için en az 5 trilyon m3'e (1,5 trilyon m3 bize, 3,5 trilyon m3 ihraç etmek için) ulaşmalıyız. Kendi 30 yıllık ihtiyacımızın 2 katı kadarına denk geliyor bu bence... 320 milyar m3 bir şeydir ama TR'yi enerjide kalıcı şekilde dışa bağımlılıktan kurtarıp; öyle bazılarının söylediği gibi cari açığı ekonomi lügatimizden çıkarmaya yetmez.
Oldukça pahalı bir iş olsa da; petrol vb. enerji aramaları şunu göstermiştir: Aramadan bulamazsın. Bulanlar sebat edenlerdir. Öyleyse aramaya devam!
(Bu yazı 21 Ağustos 2020 tarihinde Facebook sayfamda yayınlanmıştır.)

15 Ağustos 2020 Cumartesi

MEDYA HİKAYELERİ: İLANINDA BİR MİKTAR HABER BULUNMUŞTUR


Hani bir sarhoş fıkrası vardır... 

Aşırı alkollü şahsın, içtiği alkol miktarını belirlemek için hastanede kanı alınır. 

Kandaki alkol oranını görünce laborantın aklı uçar ve rapora şöyle yazar: "Alkolünde bir miktar kan bulunmuştur."

Amiral gemisi olduğu söylenen gazetenin bugünkü kağıt baskısını görünce nedense aklıma bu fıkra geldi: 

"İlanında bir miktar haber bulunmuştur."

(Bu yazı 15 Ağustos 2014 tarihinde Facebook sayfamda yayınlanmıştır.)

30 Temmuz 2020 Perşembe

DÜNYADA 40,3 MİLYON 'MODERN KÖLE' VAR VE DAHA FAZLA MÜCADELE GEREKİYOR


Cahit UYANIK

“1750 ilkbaharı başlarında, Batı Afrika’nın Gambiya kıyılarından içeri doğru nehir boyunca dört günlük yol çeken Juffure köyünde, Omoro ile Binta Kinte’nin bir oğulları oldu” diye başlıyor ünlü siyahi yazar Alex Haley’in Türkçe’ye Kökler (Roots-The Saga of an American Family) ismiyle çevrilen romanı… Doğan çocuğa Kunta Kinte adı verildikten 216 yıl sonra Haley, 1966 yılında kendi ailesinin köklerini araştırmaya ve ulaşacağı bilgilere göre romanını yazmaya karar verdi. 

Haley, 10 yıl süren araştırma ve romanı yazma sürecinde; 7 kuşak geriye gidebildiğinde karşısına Toby adlı bir köle çıktı. İşte Toby, Haley’in kuşaklar öncesinden büyük dedesi, köle tacirlerince kaçırılıp Lord Ligonier adlı gemiyle Annapolis’e (Maryland) getirilip köle olarak satılan Afrikalıdır. Satın alan beyaz adam, bir müslüman olan Kunta Kinte’nin ismini Toby olarak değiştirmiştir hemen… Köle Toby, yaşamı boyunca dört kez esaretten kurtulmaya çalışmış; sonuncusunda, bir daha kaçmaya yeltenmesin diye, ayağı acımasızca kesilip topal edilmiştir.

Toby, kölelik yapması için kaçırılan 12,5 milyon Afrikalıdan (Bunlardan 10,7 milyonu zorlu okyanus yolculuğuna dayanabildi; 1,8 milyonu öldü ve denize atıldı) sadece biriydi. Şanslı olan Haley Ailesi, 200-250 yıl geriye yani Kunta Kinte’ye kadar giden köklerini öğrenmelerini yazar olan oğulları Alex’e borçluydu. Ancak 25 Mayıs 2020 tarihinde Minneapolis kentinde beyaz bir polisin diziyle boğazına basıp nefessiz bıraktığı George Floyd ve ailesi, atalarının Afrika’nın neresinden getirilip köle yapıldıklarını hiçbir zaman bilemeyeceklerdi. ABD’de kölelik dönemi,  1619 yılında ilk Afrikalı insanların getirilmesiyle başladı ve 1866 yılında köleliğin kaldırılmasıyla tam 247 yıl sürdü. Siyahiler ABD’de, daha sonraki 154 yılda sözde özgürdüler ancak bu zaman diliminin üçte ikisini, ikinci sınıf vatandaş olarak geçirdiler. 1960 ve 1970’lerdeki büyük mücadeleleri sonrasında ‘kağıt üzerinde de olsa’ beyaz ırkla tıpatıp aynı haklara sahip oldular. 

25 Temmuz 2020 Cumartesi

EKONOMİ HİKAYELERİ: 'HAYATTA KALMA SAPMASI' NEDİR?


Doğru şeye odaklanmanın mükemmel bir örneği:

II. Dünya Savaşı sırasında Müttefikler, Naziler tarafından vurulan uçaklardaki kurşun deliklerini haritaladılar ve düşman topçularının ağır hasar verdiği alanları güçlendirmeye çalıştılar.

Hedefleri uçağın daha fazla kırmızı noktalı (veya daha fazla merminin isabet ettiği) alanları yeniden inşa etmek ve güçlendirmekti. Teorik olarak, bu mantıklı bir çıkarımdı. Sonuçta, bunlar en çok etkilenen bölgelerdi.

Ama bir matematikçi olan Abraham Wald farklı bir sonuca vardı: kırmızı noktalar sadece eve dönebilen uçaklara verilen hasarı temsil ediyordu.

Gerçekten güçlendirilmesi gereken alanlar, mermilerin isabet etmediği yerlerdi. Çünkü bunlar, uçak vurulduğunda hayatta kalamayacağı yerlerdi.

Bu fenomene hayatta kalma sapması denir. Yalnızca hayatta kalan örneklere odaklanmanızdan kaynaklı bir hatadır.

(Mühendis Beyinler Facebook sayfasından alıntıdır)

3 Temmuz 2020 Cuma

KAPAK HABERİ / COVID-19 SONRASI DÜNYA EKONOMİSİNİN GÖRÜNÜMÜ: "DAHA İÇE DÖNÜK, DAHA DEVLETÇİ, DAHA YEREL"

Cahit UYANIK

Doğu’da “Hekimlerin Piri ve Hükümdarı”, Batı’da ise “Avicenna” olarak tanınan Türk hekim İbn-i Sina (980-1037) “El Kanun Fit Tıb” kitabında bulaşıcı hastalıklara karşı çözüm önerilerini şöyle sıralamıştı:

“Sirke ile temizlik yapın. Ellerinizi, bulaşıklarınızı ve kıyafetlerinizi mutlaka sirke ile yıkayın. Birlikte dolaşmayın. Beş-on kişi bir araya gelerek kalabalıklar oluşturmayın. Pazarları terk edin. Paraları bırakın. Toplu halde ibadet etmeyin. Salgından korkmayın, hastalıktan sakının, hastalarınızı terk etmeyin. Evinizde oturun ve neşeli olun. Hastalık neşeden kaçar.”

İbn-i Sina’nın bundan bin yıl önce tavsiye ettiği önlemlerin çoğu, 2019 yılı sonunda başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 pandemisi için de aynen uygulandı. Salgının 5’inci ayına girilmesiyle beraber, pek çok ülke önlemleri gevşetmeye başladı. Ancak pek çok uzman, sonbahar geldiğinde salgında ikinci dalga yaşanmasının kaçınılmaz olduğunu kararlılıkla vurguluyorlar. Salgından kurtuluş için bütün umutlar, en erken 2021 yılı başında kullanıma hazır hale gelebileceği umut edilen aşıda… Şu anda görev başında bulunan yöneticilerin çoğu, aşı bulunduktan sonra da dünyadaki ekonomik düzenin ‘kaldığı yerden’ aynen devam edeceğini hesaplıyor.

Fakat bazı kurumlar, uzmanlar ve akademisyenler, bundan 5-6 yıl sonra daha farklı bir ekonomik düzenin gelişebileceği konusunda öngörülerinin yer aldığı çalışmaları yayınlamaya başladılar. Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) belki de bu kurumlardan ilki oldu. TÜBA’nın geçtiğimiz Nisan ayı ortasında yayınlanan ve her biri kendi uzmanlık alanlarının önde gelen isimlerinden 24 akademisyen tarafından hazırlanan ‘COVID-19 Pandemi Değerlendirme Raporu’nda ekonominin geleceği için ‘Küreselleşme yerine, içe kapanan milli yaklaşımlar ön plana çıkacak’ vurgusu dikkat çekti. Roma İmparatorluğunda 3. yüzyılda yaşanan ve kayıtlara geçen ilk büyük salgından, günümüze kadarki çok sayıda pandeminin sebep olduğu ekonomik ve toplumsal değişim ve dönüşümlerin tek tek anlatıldığı raporda, bakteri ve virüslerin yakın çağlardaki ekonomik yapılanmaları nasıl etkilediği de şu şekilde analiz edildi:

16 Haziran 2020 Salı

TÜRKİYE'DE İHALE YOLSUZLUĞU NASIL YAPILIR? 90 TEKLİF MEKTUBU DA AYNI KİŞİLERCE YAZILINCA...

İhale Yasasına Selam, Yola Devam...

Cahit UYANIK

Türkiye'de bir türlü düzene sokulamayan konuların başında kamu ihaleleri geliyor. Yıllardır yanlış uygulana uygulana kangrene dönüşmüş olan mevcut ihale sisteminin reorganize edilmesi 10 yıldır Türkiye'nin gündeminde. Konuyu yakından takip edenler, 80'li yılların sonunda Meclis'te bu konuda kurulmuş olan komisyonlardan dem vuruyor. İhale sistemi Türkiye'de siyasetin finansmanında önemli bir rol oynuyor. İktidar partileri ve belediyeler; inşaattan gıdaya temizlik hizmetlerinden taşımacılığa kadar göstermelik ihalelerle kendi yandaşlarına iş alanı açıyorlar.

9 Haziran 2020 Salı

OPEC, OPEC+ VE OPEC-DIŞI PETROL ÜRETİCİSİ ÜLKELER HANGİLERİDİR?

Cahit UYANIK

Petrol fiyatlarındaki dalgalanmaların artmasıyla "OPEC", "OPEC+" ve "OPEC-Dışı (non-OPEC) Ülkeler" kavramları son zamanlarda sıkça duyulur oldu. Benzeyen ve karışıklığa sebep olabilen bu kavramların birbirinden farkları nedir ve bu kapsamdaki ülkeler hangileridir?

Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC)

OPEC ülkeleri (13) şunlardır:

Cezayir, Angola, Kongo, Ekvador Ginesi, Gabon, İran, Irak, Kuveyt, Libya, Nijerya, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Venezüella.

OPEC+ Ülkeleri

OPEC+ (OPEC Plus) ülkeleri ise dünya petrol piyasasının önemli üreticileri konumunda bulunmalarına rağmen OPEC'e üye olmayan, ancak OPEC ile işbirliği yapan ülkelerdir. 

Başını Rusya'nın çektiği OPEC+ ülkelerinin sayısı 10'dur. Bu 10 OPEC+ ülkesi ile OPEC, 2016 yılından bu yana çeşitli kota anlaşmaları yapmaktadır. Çünkü OPEC ve OPEC+ ülkeleri 2016 yılında İşbirliği Bildirgesi, 2019 yılında İşbirliği Anlaşması imzalamıştır. OPEC+ ülkeleri gayrıresmi bir oluşum şeklinde değerlendirilse de, OPEC'in petrol üretim kotalarının (artış, azalış veya sabit bırakma) belirlenmesinde sık sık pazarlığa oturduğu bir yapılanma olarak giderek gücünü artırmaktadır. 

OPEC+ ülkelerinin OPEC'le imzaladıkları anlaşmayla  kendi aralarında 

1) 'Ortak Bakanlar İzleme Komitesi (JMMC)' 
2) 'OPEC ve OPEC+ Bakanlar Toplantısı (ONOMM)' 

formatlarında bir araya gelerek ortak görüş ve tavır oluşturmaya çalışılmaktadır. Genellikle JMMC toplantıları iki ayda bir, ONOMM toplantıları ise 6 ayda bir yapılmaktadır. 

OPEC+ ülkeleri (10) şunlardır: 

"Azerbaycan, Bahreyn, Brunei, Kazakistan, Malezya, Meksika, Umman, Rusya, Sudan, Güney Sudan."

OPEC-Dışı ülkeler

OPEC-Dışı ülkeler ise dünyada petrol üretiminde söz sahibi olan, ancak OPEC veya OPEC+ ülkelerine üye olmayan ülkelerdir. 

OPEC-Dışı ülkeler (16) şunlardır:

Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Arjantin, Brezilya, Kolombiya, Ekvador, Norveç, İngiltere, Türkmenistan, Katar, 
Avustralya, Çin, Hindistan, Endonezya, Vietnam, Mısır.


7 Haziran 2020 Pazar

İSTANBUL'UN BÖLGESEL VEYA ULUSLARARASI FİNANS MERKEZİ OLMASI İÇİN 7 ŞART YERİNE GETİRİLMELİ


İstanbul'un Bölgesel veya Uluslararası Finans Merkezi Olmasının Koşulları 

Cahit UYANIK

Geçen ayın en ilginç tartışma başlıklarından biri Merkez Bankasının (MB) İstanbul'a taşınması idi. Devlet Bakanı Ali Babacan, hükümetin bu yöndeki isteğini ortaya koydu. MB ise bu konuda bir yasa değişikliği gerektiğini belirtti. Tartışmalar halen sürüp gidiyor. Tartışmaları bir tarafa bırakıp, İstanbul'un bölgesel veya uluslararası finans merkezi olup olamayacağını tartışmakta fayda var. Çünkü MB'nin İstanbul'a taşınması kararını; ancak böyle bir unvanı kazandıktan sonra isabetli bir şekilde tartışmak mümkün olacakmış gibi görünüyor. Peki neden böyle? Yazımızda bunu anlatmaya çalışacağım. 

Her şeyden önce söze şunu belirterek başlamakta fayda var. İstanbul, Türkiye'nin finans merkezidir. Çünkü bankaların genel müdürlükleri, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), borsa aracı kurumları, sigorta şirketlerinin genel merkezleri hep İstanbul'dadır. Türkiye'nin reel sektör üretiminin, ithalat ve ihracatının önemli bir kısmı da İstanbul'dan gerçekleşir. Bu nedenle finans kuruluşlarının bu şehirde toplanması sürpriz değildir. İkinci aşamada ise İstanbul'un bölgemizdeki başka ülkelerin finans akımlarını kendisine çekecek biçimde bir bölgesel finans merkezi olup olamayacağını ele almalıyız. Üçüncü aşamada ise İstanbul'un New York, Londra, Milano, Frankfurt, Tokyo gibi uluslararası bir finans merkezi olup olamayacağını konuşmalıyız. En son aşamada ise Merkez Bankası İstanbul'a taşınmazsa veya taşınma kararı verilirse ne zaman taşınmasının bölgesel ve uluslararası finans merkezi olmasına etki edip etmeyeceğini ortaya koymalıyız. 

6 Haziran 2020 Cumartesi

KULİS: MERKEZ BANKASI BİR ZAMANLAR KENDİNİ 'PARA KURULU'NA BENZETMİŞTİ!


MB'nin Para Kurulu Sömürgeci Mirası

Cahit UYANIK

Merkez Bankası (MB), Ocak ayının ilk haftası içinde 'Para Politikası Uygulaması'nı açıkladı. Bu konudaki haberler uzun uzadıya gazete sayfalarında yerini buldu. Başkan Gazi Erçel, toplantı sonunda gazetecilerin sorularını cevaplandırırken, MB'nin yaklaşık 2 yıldır 'Para Kurulu' gibi çalıştığını belirtti. Erçel, Para Kurulu'nun nasıl görev yaptığını ise "Piyasaya para sürülürken karşılığında  döviz alınması veya piyasadan para çekilirken, karşılığında döviz pompalanması" olarak açıkladı. 

Biraz hafızaları tazelemek için anlatıyorum; Erçel'in 'Para Kurulu' diye dilimize çevirdiği bu kavram, Türkiye'nin 1995'ten sonra sıkça tartıştığı 'Currency Board'la aynı. O dönemde Para Kurulu konusunda her kafadan bir ses çıkması üzerine Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV), MB Eski Başkanı Bülent Gültekin ve Koç Üniversitesinden Dr. Kamil Yılmaz'a  bir rapor hazırlatarak 1996 ortalarında yayınlatmıştı. 

30 Mayıs 2020 Cumartesi

KAPAK HABERİ / IMF: COVID-19 SALGINININ DÜNYA EKONOMİSİNE MALİYETİ 9 TRİLYON DOLAR OLABİLİR


Cahit UYANIK

“Karantina” sözcüğü İtalyanca kökenli ve 40 sayısına ‘quaranta’ deniliyor. Ekonomisi ticarete dayanan Venedik Cumhuriyetinde salgın hastalık (özellikle veba) bulaşmaması için, Çin’den gelen gemiler açıkta 40 gün bekletildikten sonra limana kabul ediliyordu. Bu uygulama 1400’lerin ilk yıllarında başlamıştı ve uzun yüzyıllar boyu devam etti. Ancak karantinaya rağmen vebanın yayılması önlenemedi. Veba salgını sebebiyle karantina uygulamaları öyle çılgın bir hal aldı ki, bu hastalığa yakalanan İtalyan vatandaşları da Poveglia Adasına gönderildi. Burada 160 binden fazla kişi öldü, öldürüldü ve toplu mezarlara gömüldü. Terk edilmiş haldeki Poveglia Adası, hala dünyanın en korkutucu ve ürkütücü toprak parçalarından biri olarak biliniyor.

Karantina uygulaması, İtalya’dan sonra denize kıyısı olan hemen hemen tüm ülkeler tarafından benimsendi. Osmanlı İmparatorluğu, 1865’te İzmir-Urla ve 1892’de İstanbul-Tuzla’da iki karantina merkezi (Türkçede ‘tahaffuzhane’ deniliyor) kurdu ve aktif olarak kullandı. İzmir-Urla’daki karantina merkezi, şehrin açıklarında bir adacık üzerinde Fransızlar tarafından inşa edilmişti.

Peki veba Avrupa’ya nasıl ulaşmıştı ve günümüzdeki COVID-19 virüs salgınıyla benzerliği nereden geliyor? 15. yüzyıl başında Avrupa’ya veba, tıpkı COVID-19’da olduğu gibi Çin’den gelmişti. O yıllarda vebanın taşınmasını ticaret gemileri sağlarken, 21. Yüzyılın başında ise COVID-19’un yayılmasında başrol yolcu uçaklarındaydı. Dile Kolay; HSBC Grubunun 1 yıl önce yayınladığı ‘Gökyüzü Ülkesi (Flyland)’ adlı rapora göre dünya genelinde günde 107 bin uçuş gerçekleşirken, 11,9 milyon insan uçakla seyahat etmekteydi. Raporda “Böylece gökyüzünde her gün neredeyse Küba’nın nüfusu büyüklüğünde sanal bir ‘Gökyüzü Ülkesi’ oluşuyor. Her 100 ‘Flyland’ vatandaşından 2’si hayatının aşkıyla uçakta tanışmaktadır” deniliyordu. Globalizmin fiili uygulamasının en önemli aracı konumundaki yolcu uçakları, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan salgını tüm dünyaya yayarak ‘global salgın’ın yani pandeminin taşıyıcı ve dağıtıcısı oldular.

29 Nisan 2020 Çarşamba

COVID-19, BİYOTEKNOLOJİK İLAÇ VE AŞILARIN YILDIZINI İYİCE PARLATTI

Cahit UYANIK

İlk kez Çin’in Wuhan kentinde 2019 yılının Aralık ayında ortaya çıkan ve 4 ay içinde tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgını, önümüzdeki aylar ve yıllarda günlük hayatımızda köklü değişikliklere sebep olacak. COVID-19’daki tedavi ve bağışıklama arayışları ile birlikte, geçen yıl bu zamanlar pek bilmediğimiz ve önem vermediğimiz biyoteknoloji gibi konuları da daha dikkatli izlemeye başlayacağız. COVID-19, önümüzdeki dönemde ekonomideki Ar-Ge çalışmalarından biyoteknolojinin aldığı payı da artıracak, devletlerin sağlık sistemlerinde yeniden güç kazanması sonucunu doğurabilecek.

Neden bu cümleleri kurduğumuzu anlatabilmek için, işe biyoteknoloji kavramını tanımlamakla başlamak gerek. Kendisi de önemli bir biyoteknoloji yatırımcısı olan Türkiye’nin önde gelen ilaç üretici firmalarından Abdi İbrahim biyoteknolojiyi şöyle tanımlıyor:

“Biyoteknoloji, biyolojik sistem ve süreçleri kullanarak sorunlara çözüm bulunması ve yararlı ürünler üretilmesidir. Ürün ve teknolojik süreçlerde canlı sistem ve organizmaların ya da bunların türevlerinin kullanılması biyoteknolojinin esasıdır. Günümüzde biyoteknoloji, ilaçtan tarıma, hayvancılıktan tekstile, savunmadan enerjiye uzanan pek çok alanda giderek artan bir ağırlığa sahiptir. Biyoteknoloji, ilaç endüstrisinin insan sağlığının hizmetinde ilerlemesi için kilit öneme sahiptir. Bugünkü şartlarda bilinen yaklaşık 30 bin hastalıktan ancak 10 bininin tedavisi yapılabilmektedir. Hastalıklara karşı yeni ilaçların geliştirilmesinde biyoteknolojik yöntemler giderek kimyasal ve bitkisel formülasyonlardan daha etkili olmaktadır.

16 Nisan 2020 Perşembe

EKONOMİ FIKRALARI / KRAL, ÖRDEK AVINA ÇIKARSA....

Kralın biri ördek avındadır.
Av uşakları, çevredeki ördekleri ürkütüp, kralın önünden geçirtiyorlar.

Sonunda kral, önünden geçen bir ördeği nişan alıp ateş ediyor, maskarasına soruyor:
-Vurdum mu?
Maskara:
-Majesteleri, zavallı ördeğin hayatını bağışlamak alicenaplığında bulundular.

(Anonim)

(Tıklayınız) EKONOMİ FIKRALARI: PATLICAN DALKAVUĞU...