30 Mayıs 2020 Cumartesi

KAPAK HABERİ / IMF: COVID-19 SALGINININ DÜNYA EKONOMİSİNE MALİYETİ 9 TRİLYON DOLAR OLABİLİR


Cahit UYANIK

“Karantina” sözcüğü İtalyanca kökenli ve 40 sayısına ‘quaranta’ deniliyor. Ekonomisi ticarete dayanan Venedik Cumhuriyetinde salgın hastalık (özellikle veba) bulaşmaması için, Çin’den gelen gemiler açıkta 40 gün bekletildikten sonra limana kabul ediliyordu. Bu uygulama 1400’lerin ilk yıllarında başlamıştı ve uzun yüzyıllar boyu devam etti. Ancak karantinaya rağmen vebanın yayılması önlenemedi. Veba salgını sebebiyle karantina uygulamaları öyle çılgın bir hal aldı ki, bu hastalığa yakalanan İtalyan vatandaşları da Poveglia Adasına gönderildi. Burada 160 binden fazla kişi öldü, öldürüldü ve toplu mezarlara gömüldü. Terk edilmiş haldeki Poveglia Adası, hala dünyanın en korkutucu ve ürkütücü toprak parçalarından biri olarak biliniyor.

Karantina uygulaması, İtalya’dan sonra denize kıyısı olan hemen hemen tüm ülkeler tarafından benimsendi. Osmanlı İmparatorluğu, 1865’te İzmir-Urla ve 1892’de İstanbul-Tuzla’da iki karantina merkezi (Türkçede ‘tahaffuzhane’ deniliyor) kurdu ve aktif olarak kullandı. İzmir-Urla’daki karantina merkezi, şehrin açıklarında bir adacık üzerinde Fransızlar tarafından inşa edilmişti.

Peki veba Avrupa’ya nasıl ulaşmıştı ve günümüzdeki COVID-19 virüs salgınıyla benzerliği nereden geliyor? 15. yüzyıl başında Avrupa’ya veba, tıpkı COVID-19’da olduğu gibi Çin’den gelmişti. O yıllarda vebanın taşınmasını ticaret gemileri sağlarken, 21. Yüzyılın başında ise COVID-19’un yayılmasında başrol yolcu uçaklarındaydı. Dile Kolay; HSBC Grubunun 1 yıl önce yayınladığı ‘Gökyüzü Ülkesi (Flyland)’ adlı rapora göre dünya genelinde günde 107 bin uçuş gerçekleşirken, 11,9 milyon insan uçakla seyahat etmekteydi. Raporda “Böylece gökyüzünde her gün neredeyse Küba’nın nüfusu büyüklüğünde sanal bir ‘Gökyüzü Ülkesi’ oluşuyor. Her 100 ‘Flyland’ vatandaşından 2’si hayatının aşkıyla uçakta tanışmaktadır” deniliyordu. Globalizmin fiili uygulamasının en önemli aracı konumundaki yolcu uçakları, Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan salgını tüm dünyaya yayarak ‘global salgın’ın yani pandeminin taşıyıcı ve dağıtıcısı oldular.

Bu yılbaşında, salgının boyutunu ve dünya ekonomisine olası tahribatını küçümseyen tahminler bilinçli veya bilinçsizce ortalarda dolaşıyordu ancak bunlar kısa sürede çöp haline geldi. Ardından ise hayli sert ve olumsuz tahminlerin yapıldığı raporlar dikkatle okunmaya başlandı. Bu kadar hızlı yayılan bir salgının dünya ekonomisinin genelinde bir şok dalgası yaratacak olması da sürpriz olmaktan çıkıp gerçeğe dönüştü. Her yıl Nisan ayında dünya ekonomisinin durumu ve geleceğine yönelik bir rapor yayınlayan Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) “Büyük Tecrit (The Great Lockdown)” adını verdiği rapor da; COVID-19 sebebiyle halihazırda yaşananları 1929-1932 arasındaki “Büyük Depresyon (The Great Depression)”a benzetti.

Bu benzetmeyi haftalar önce ilk yapan ise Almanya Başbakanı Angela Merkel’di. Geleneksel olarak Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) kontrolünde olduğuna inanılan IMF, belki de (Bulgaristan vatandaşı olan) Başkan Kristalina Georgieva'nın etkisiyle Alman tezine yakın bir düşünceyi savunmaya başladı. Oysa aynı günlerde ABD Başkanı Donald Trump, COVID-19’un yıkıcı etkisini (artan ölüm vakalarının da etkisiyle) yeni yeni kabullenmeye başlamıştı. Ancak Trump, 1 Mayıs’ta ABD ekonomisini tekrar üretime açmaya bahsetmekten hiç vazgeçmedi.

Bu tartışmalar bir yana; neler deniliyordu IMF’nin ‘Büyük Tecrit’ adlı raporunda? IMF, rapor yayınlanmadan 3 ay önceki tahminlerinde virüs salgınının (pandemi) sadece bir ihtimal olduğunu ancak aradan geçen kısa sürede bunun gerçeğe dönüştüğünü itiraf etti. IMF, epidemiyolog ve pandemi uzmanlarının görüşlerinden de yararlandığını belirttiği raporunda, bu yıl küresel ekonominin (12 yıl önce yaşanan mali krizi de geride bırakarak) Büyük Buhran’dan (Great Depression) bu yanaki en kötü resesyonu yaşaması ihtimalinin yüksek olduğu tespitinde bulundu. Raporda; salgın yüzünden küresel ekonominin 2020 yılında yüzde 3 oranında daralmasının beklendiği kaydedildi (Bu, dünya GSYH’sinde 2,5 trilyon dolardan fazla bir azalma anlamına geliyor) ve 2021 yılı için kısmi bir toparlamanın öngörüldüğü, ancak GSYH’nin yine de salgın öncesi trendin altında kalacağı belirtildi.

IMF, koronavirüs pandemisi öncesi dünya ekonomisinin yüzde 3,3 büyüyeceğini tahmin etmişti. 2020’ye ait ilk ve ikinci tahmin arasındaki yüzde 7’ye yaklaşan gerileme, dünya ekonomisinde 6 trilyon dolara yakın kayıp yaşanabileceği manasına geliyor. Bu sonuca da şaşmamak gerekiyor; çünkü 16 Nisan itibarıyla dünya nüfusunun yüzde 58’i yani 4,5 milyar kişi karantina altında yaşıyor. Bu büyük karantinanın birkaç ay daha sürmesi durumunda (ekonomik üretim ve tüketim cephesindeki duraklama sebebiyle) IMF’nin yeni ve daha olumsuz bir küçülme tahmini açıklayabileceği de dile getirilen görüşler arasında bulunuyor. Zaten IMF'nin Başekonomisti Gita Gopinath, krizin önümüzdeki iki yıl içinde küresel GSYH'dan 9 trilyon dolar götürebileceğini açıkladı. Gopinath, Büyük Buhran'dan beri ilk defa hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ekonomilerde daralma görüleceğini aktardı.

Nitekim IMF raporunda “Salgının bu yılın ikinci yarısında azaldığı ve salgına karşı alınan önlemlerin kademeli olarak kaldırıldığına ilişkin senaryo dikkate alındığında küresel ekonominin toparlanacağını düşünüyoruz. Politika desteklerinin yardımıyla ekonomik faaliyetin normalleşmesi halinde 2021'de yüzde 5,8'lik bir büyüme bekliyoruz” denildikten sonra “Ancak yine de küresel büyüme tahminlerine yönelik büyük bir belirsizlik içerisindeyiz. Birçok ülke sağlık şoku, iç ekonomik aksamalar, düşen dış talep, sermaye akışının tersine dönmesi ve emtia fiyatlarının çöküşünden oluşan çok katmanlı bir krizle karşı karşıya. Daha kötü bir sonuca dair riskler de baskın bulunuyor" ifadesi kullanmaktan kaçınılmadı.

Peki COVID-19 salgınından ülke ekonomilerinin büyümesi ne yönde etkilenecek? IMF'nin raporuna göre ABD için büyüme tahmini 2020'de yüzde 2'den yüzde eksi 5,9'a düşürülürken, 2021 yılı için yüzde 1,7’den yüzde 4,7'ye yükseltildi. Euro Bölgesi için büyüme beklentisi de 2020'de yüzde 1,3'ten yüzde eksi 7,5'e çekilirken, 2021'de yüzde 1,4'ten yüzde 4,7'ye çıkarıldı. Avrupa'nın önde gelen ekonomilerinden Almanya'nın büyüme tahmini bu yıl yüzde 1,1'den yüzde eksi 7'ye düşürülürken, 2021'de yüzde 1,4'ten yüzde 5,2'ye yükseltildi.

Avrupa'da COVID-19 salgınından en çok etkilenen İtalya'nın ise bu yıla ilişkin ekonomik büyüme tahmini yüzde 0,5'ten yüzde eksi 9,1'e indirilirken, 2021'de yüzde 0,7'den yüzde 4,8'e çıkarıldı. İngiltere için 2020 büyüme tahmini yüzde 1,4'ten yüzde eksi 6,5'e düşürülürken, 2021 beklentisi yüzde 1,5'ten yüzde 4'e yükseltildi.

IMF raporunda gelişmekte olan ülke ekonomilerinin büyüme tahmini ise 2020'de yüzde 4,4'ten yüzde eksi 1'e çekilirken, 2021'de yüzde 4,6'dan yüzde 6,6'ya çıkarıldı. COVID-19 salgınının ortaya çıktığı Çin'de de bu yıla ilişkin ekonomik büyüme beklentisi yüzde 6'dan yüzde 1,2'ye düşürülürken, 2021'de yüzde 5,8'den 9,2'ye yükseltildi. Türkiye ekonomisinin ise bu yıl yüzde 5 daralacağı, 2021'de yüzde 5 büyüyeceği öngörüldü. Türkiye için enflasyon tahmini de bu yıl ve gelecek yıl için yüzde 12 olarak belirlendi. Ülkedeki işsizlik oranının ise bu yıl 17,2, gelecek yıl yüzde 15,6 seviyesinde gerçekleşeceği öngörüldü.

IMF’nin bu tahminleri ülkelerin; kendi özgün yapılarına göre resesyon (enflasyon+iki çeyrek üst üste küçülme) ve slumpflasyon (Ekonomik küçülme+yüksek enflasyon) gibi olumsuz ekonomik durumları aynı anda yaşayacağını gösteriyor. IMF’nin tahminlerini yorumlayan Eski Hazine Müsteşarı Dr. Mahfi Eğilmez’e göre ABD, Japonya, Almanya, Fransa, İngiltere, Kanada, Rusya, Brezilya, Meksika ve S. Arabistan resesyona girerken; İspanya, İsrail ve Yunanistan resesyonla deflasyon (fiyatların sürekli değişmesi+düşük büyüme) arası bir yerde kalacak. Çin durgunluk yaşarken, Türkiye ve İran slumpflasyona girmiş olacak. Hayli karmaşık bir tablo değil mi? Anlaşılan IMF de bu kafa karışıklığını yaşamış olmalı ki; genel tabloyu ekonomik depresyon (ani ekonomik çöküntü) olarak adlandırdı. Böylece COVID-19’un sebep olduğu ekonomik bozulmanın (1929-1932 arasında olduğu gibi) 3.5 yılda toparlanabileceği tahminleri için nefes payı bırakmış oldu.

Bu krizden nasıl çıkılacak? IMF, karşı karşıya olunan bu krizle iki aşamalı olarak mücadele edilmesi gerektiğini ifade etti ve bunları ‘kontrol altına alma ve stabilizasyon’ ile ‘toparlanma’ olarak açıkladı. Salgın başladıktan sonra mali sistem üzerindeki sistematik baskıyı azaltmak amacıyla uygulamaya konulan geniş tabanlı teşvik ve likidite programlarının güveni arttırabileceği ve nihai ekonomik toparlanmaya ilişkin beklentileri güçlendirerek talepte daha derin bir daralmayı engelleyebileceği ifade edildi. Nitekim IMF dünyadaki tüm ekonomik teşvik ve destek programlarını takibe almış durumda. Bu paketlerin toplam büyüklüğünü 8 trilyon dolar olarak hesaplayan IMF, kendisi de 1 trilyon dolarlık hızlı kredi destek araçlarını kullanıma açtı ve birçok ülke bundan hemen yararlandı.

IMF raporunda, çeşitli merkez bankalarının hızlı bir şekilde atmış olduğu adımların önem taşıdığı, bu sayede piyasalara duyulan güvenin hızla azalmasının önüne geçildiği belirtildi. Uluslararası piyasalara likidite sağlamak amacıyla önde gelen merkez bankaları arasında swap hatlarının hayata geçirilmesi de bu kapsamda örnek gösterildi. Raporda, kriz döneminde ve muhtemelen bu dönemin de ötesinde kamu ve merkez bankalarının ekonomideki rollerinin artmasıyla birlikte ekonomik manzaranın önemli ölçüde değişeceği tespiti yer aldı.

Güçlü yönetişim kapasitesine, donanımlı sağlık sistemlerine ve rezerv para basma ayrıcalığına sahip gelişmiş ekonomilerin bu krizi nispeten daha rahat atlatacağına dikkat çekilirken diğer ülkeler için şu uyarılarda bulunuldu.

“Ancak benzer imkanları olmayan, aynı anda hem sağlık hem de ekonomik krizle karşı karşıya olan gelişmekte olan ekonomiler, gelişmiş kredi sağlayıcılarının ve uluslararası mali kurumların desteğine ihtiyaç duyacak. Çok yönlü işbirliği büyük önem kazanacak. Dünya çapında sağlık sistemlerinin güçlendirilmesi için ekipman ve uzmanlığın paylaşılmasının yanı sıra, korona virüsüne karşı aşı ve ilaç geliştirildiğinde, zengin ve yoksul ülkelerin derhal bunlara erişimini sağlamak için küresel bir çaba ortaya konulmalı. Yüklü miktarda borç ödemesi olan gelişmekte olan ülkeler için borçların ertelenmesi ya da yeniden yapılandırılması seçenekleri değerlendirilebilir.”

Raporda böyle bir salgının yeniden yaşanmaması için ne gibi önlemlerin alınabileceği üzerine düşünülmesi gerektiğine de dikkat çekilerek “Küresel kamu sağlığı altyapısında iyileştirmelerin yapılması, olağandışı enfeksiyonlarda daha kapsamlı ve daha otomatik bilgi paylaşımında bulunulması, test kitlerinin daha önce ve daha yaygın şekilde tedarik edilmesi, zaruri malzemelerin tedariğinde ticarete kısıtlama getirilmemesi için gerekli protokollerin devreye alınması gerek. Bu adımlar hem kamu sağlığı hem de küresel ekonominin güvenliğini sağlayacaktır” değerlendirmesinde bulunuldu.

(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Mayıs-2020 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder