7 Haziran 2020 Pazar

İSTANBUL'UN BÖLGESEL VEYA ULUSLARARASI FİNANS MERKEZİ OLMASI İÇİN 7 ŞART YERİNE GETİRİLMELİ


İstanbul'un Bölgesel veya Uluslararası Finans Merkezi Olmasının Koşulları 

Cahit UYANIK

Geçen ayın en ilginç tartışma başlıklarından biri Merkez Bankasının (MB) İstanbul'a taşınması idi. Devlet Bakanı Ali Babacan, hükümetin bu yöndeki isteğini ortaya koydu. MB ise bu konuda bir yasa değişikliği gerektiğini belirtti. Tartışmalar halen sürüp gidiyor. Tartışmaları bir tarafa bırakıp, İstanbul'un bölgesel veya uluslararası finans merkezi olup olamayacağını tartışmakta fayda var. Çünkü MB'nin İstanbul'a taşınması kararını; ancak böyle bir unvanı kazandıktan sonra isabetli bir şekilde tartışmak mümkün olacakmış gibi görünüyor. Peki neden böyle? Yazımızda bunu anlatmaya çalışacağım. 

Her şeyden önce söze şunu belirterek başlamakta fayda var. İstanbul, Türkiye'nin finans merkezidir. Çünkü bankaların genel müdürlükleri, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB), borsa aracı kurumları, sigorta şirketlerinin genel merkezleri hep İstanbul'dadır. Türkiye'nin reel sektör üretiminin, ithalat ve ihracatının önemli bir kısmı da İstanbul'dan gerçekleşir. Bu nedenle finans kuruluşlarının bu şehirde toplanması sürpriz değildir. İkinci aşamada ise İstanbul'un bölgemizdeki başka ülkelerin finans akımlarını kendisine çekecek biçimde bir bölgesel finans merkezi olup olamayacağını ele almalıyız. Üçüncü aşamada ise İstanbul'un New York, Londra, Milano, Frankfurt, Tokyo gibi uluslararası bir finans merkezi olup olamayacağını konuşmalıyız. En son aşamada ise Merkez Bankası İstanbul'a taşınmazsa veya taşınma kararı verilirse ne zaman taşınmasının bölgesel ve uluslararası finans merkezi olmasına etki edip etmeyeceğini ortaya koymalıyız. 


İstanbul'un bölgesel finans merkezi olabilme rolü, daha önce de sık sık dile getirilmişti. Hatta 1980'lerin sonunda ve 1990'ların başında Türkiye'de off-shore yani kıyı bankacılığına ilişkin mevzuatlar da çıkarılmıştı. Ancak daha sonra ülkenin ve sektörün içine düştüğü çalkantılar bu tartışmaları rafa kaldırdı. Ta ki 2001 yılının 11 Eylülündeki ABD'ye yapılan ünlü terör saldırısına kadar... Bu tarihten sonra özellikle Arap ülkeleri kaynaklı fonlar ABD'den çıkıp kendilerine yeni yatırım alanları ve yeni finans merkezleri aramaya başladılar. Bu kayışın miktarı 500 milyar dolar düzeyinde ifade ediliyor. Hemen ardından ise petrol fiyatlarında başlayan yükseliş, petrol zengini Arap ve Körfez ülkelerinde ciddi sermaye birikimi oluşmasına yol açtı. Bu rakamın şu anda trilyon dolarlar düzeyini geçtiği konuşuluyor. İşte İstanbul'un bölgesel finans merkezi olması, bu noktada yeniden tartışılmaya başlandı.

Bir kentin bölgesel veya finans merkezi olması için neler yapılması veya hangi şartları sağlaması gerekiyor? Bu konudaki liste oldukça uzun. Ama en fazla bakılan kriterler; 

- ülke ekonomisinin istikrarlı bir görünüm vermesi,
- serbestliğe dayanan ve sık sık değişmeyen bankacılık düzenlemelerine sahip olması,
- verginin işlemlerden değil kazançtan alınıyor olması,
- bankacılık üzerindeki aracılık maliyetlerinin çok az olması veya hiç olmaması,
- yetişmiş insan birikiminin bulunması,
- yabancıların yaşayabileceği güvenlikli bir ortama sahip olması,
- trafik ve hava kirliliği gibi yaşam koşullarının uygun bir görünüm vermesi

olması gerekir. Akla ilk gelen bu kriterlerin hemen hemen hiç biri henüz Türkiye tarafından karşılanabilmiş değildir. Türkiye'de bankacılık düzenlemeleri oldukça ağır müeyyideleri içermektedir. Söz gelimi Türkiye'de izinsiz ilaç üretildiğinde cezalar 1 ay hapisten başlarken, izinsiz mevduat toplamak durumunda 1 yıl istemli hapis cezaları mevcuttur. Bankacılık Kanunu, ülkenin en önemli hukuk otoriteleri tarafından sert ve zor şartları içerdiği için ağır biçimde eleştirilmektedir. Üstelik bu yasanın nasıl uygulanacağına ilişkin ikincil mevzuatlar ise henüz yayınlanmamıştır. Taslak halindeki 50'ye yakın düzenleme, birçok bankacılık otoritesi tarafından çok ayrıntılı şartları içerdiği için eleştirilmektedir. Yani Türkiye'nin ekonomisinde ve bankacılık sektöründe istikrarlı bir 5-10 yıl geçirdikten sonra, bu yasalarını daha liberal hale getirmesi gerekmektedir. 

Türkiye'de bankacılar özellikle Banka ve Sigorta Muamele Vergisi ile Damga Vergisinden çok yakınmaktadır. Bunun haricinde yurt dışı kredi alımlarında uygulanan Kaynak Kullanımı Destekleme Fonu, yerli yatırımcılara yüzde 10 stopaj uygulaması, halkın gelir düzeyinin düşük olması sebebiyle bankacılık işlemleri sırasında alınan ücretlerin yüksekmiş gibi algılanması bankacıların maliyetlerini oldukça yükseltmektedir. Bunun haricinde Türkiye'de yıllardır bankacılığın müşteri odaklı değil Hazine odaklı yapılıyor olması, yani toplanan mevduatların sırf kamu borçlanmalarında kullanılıyor olması gibi atalet yaratıcı etmenler de sektörü oldukça hantal ve verimsiz kılmıştır.

Türkiye'de halen bankalarda ve diğer sigorta şirketlerinde çalışanların sayısı 200 bin kişi civarındadır. Ancak bunların ne kadarının bölgesel veya uluslararası bankacılığın gerektirdiği temel eğitimlere sahip olduğu tartışmalıdır. Çünkü Türkiye'deki finans sektörü henüz, çeşitli enstrümanlardan yararlanabilen bir yapı arz etmemektedir. Uluslararası finans sektörünün bir çok yeni ve değişik aracı ya Türkiye'de hiç tanınmamakta ya da çok az uygulanmaktadır.

Bunlardan en çarpıcı örnek ise mortgage sistemidir. Bugün Batı'daki bankacılık sektörünün önemli uğraş alanlarından birisi mortgage kredileridir. Türkiye'de henüz bu konuya ilişkin yasa çıkarılamadığı gibi, mortgage'ın uygulanması için gerekli ikincil mevzuat, icra uygulamaları, sigorta sistemleri alt yapısı da kurulamamıştır. Böylesi bir ortamda uluslararası finans yatırımcılarının ihtiyaç duyacağı karmaşık ve çapraşık finans uygulamalarına ayak uydurmak pek mümkün görünmemektedir. Finans sektöründeki insan kalitesi de oldukça düşüktür. Sermaye Piyasası Kurulu'nun borsa brokerları için yaptığı çeşitli teknik ve pratik bilgilere sahip olunup olunmadığını sorgulayan lisanslama sınavlarında başarı oranı yüzde 8-10'u geçmemektedir. 2001 Krizinde 40 bini aşkın bankacı işsiz kaldıktan sonra, sektör iki katı büyümesine rağmen aynı miktarda insanın yeniden işe alınmaması sektörde ciddi verimsizlik odakları olduğunu göstermektedir.   

Bütün bu tablo içinde İstanbul'u bölgesel veya uluslararası finans merkezi yapmak görevi, hükümet ile birlikte sektörün genel gidişatından sorumlu olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun (BDDK) görevidir. BDDK'nın orta ve uzun vadeli planları içerisinde bu konu üzerinde ciddiyetle durulmadığı görülmektedir. Her şeyden önce BDDK'nın bununla ilgili bir yol haritası hazırlaması gerekir. Bu yol haritası içinde İstanbul'la aynı role soyunmaya niyetli yani rakip konumdaki Atina, Moskova, Dubai gibi merkezlerin gelmiş bulunduğu noktalar iyi değerlendirilmelidir. BDDK'nın sektör yöneticileri, uluslararası danışmanlık firmaları, akademisyenler, bu konularda pratiğe sahip insanların düşüncelerini dikkate alarak bir hareket tarzı belirlemesi gerekir. Eğer bu konuda ciddi bir 'olabilirlik' ihtimali ortaya çıkarsa, bu dönüşümü ve operasyonu yönetmek üzere BDDK'nın İstanbul'a taşınması veya orada güçlü bir temsilcilik açması gündeme gelebilir.

Bu plan içerisinde MB'nın rolü ne olabilir ve bu kuruluşun İstanbul'a taşınması gerekir mi? MB'nin 2001 yılında değiştirilen kanununa göre esas görevi, ülkedeki fiyat istikrarını sağlamak ve YTL'nin itibarını korumaktır. MB, büyük ilerlemeler sağlanmış olsa da henüz bu yolda tam başarı sağlayabilmiş değildir. Yıllık enflasyon 4-5 yıl boyunca yüzde 3 düzeyinden yukarı çıkmadığı taktirde, Türkiye ancak düşük enflasyon sahibi bir ülke olarak değerlendirilebilecektir. Oysa bu henüz sağlanamamıştır. Aslında MB'nin bunu başarabilmiş olması, İstanbul'un bölgesel veya uluslararası finans merkezi olabilmesi yönündeki en önemli şarttır. Çünkü diğer tüm koşullar sağlanmış sağlanmış olsa bile, ekonomik istikrar olmadığı taktirde bölgesel veya uluslararası finans merkezi olabilmek ve başkaları tarafından böyle sayılabilmek mümkün değildir.

Bütün bu uzun analizin sonunda rahatça şu söylenebilir: Türkiye, İstanbul'u bölgesel veya uluslararası bir finans merkezi yapmak istiyorsa, önce ekonomik istikrarı sağlamalı ve aynı anda diğer koşullar için de adımlar atmalıdır. Bu adımlar içerisinde MB'nin İstanbul'a taşınması bence en son yapılması gereken işlerden birisidir. Tabi o taşınma kararı verilirken, bankanın tarihsel geçmişi ve ülkenin genel yönetim sistemi ile çelişkiye düşüp düşmeyeceği gibi unsurlar çok dikkatle incelenmelidir.
(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard dergisinin Ekim-2006 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder