30 Kasım 2019 Cumartesi

KAÇAK KAT YIKIMIYLA GÜNDEME GELMİŞLERDİ... KEMAL UNAKITAN '2007 YILI AVRUPA'NIN EN İYİ MALİYE BAKANI' SEÇİLMİŞTİ



Unakıtan 'Avrupa'da Yılın En İyi Maliye Bakanı' ödülünü aldı

REFERANS - Ankara

The Banker dergisi tarafından 'Avrupa'da Yılın En İyi Maliye Bakanı' seçilen Maliye Bakanı Kemal Unakıtan dün ödülünü Londra'da aldı. Ödül, Unakıtan'a; yabancı yatırımın Türkiye çekilmesi ile borç miktarının düşürülmesi gibi nedenlerden dolayı verildi. 2002 yılı sonundan beri Maliye Bakanı olarak görev yapan Unakıtan, derginin ocak sayısında duyurulan ödülünü dün derginin editörü Karina Robinson’un elinden aldı.

Ödül töreninde konuşan Unakıtan, "Önce dünyanın en prestijli dergilerden The Banker’e, beni Avrupa’da yılın Maliye Bakanı seçtikleri için çok teşekkür ederim" dedi. Mali disiplinden taviz vermeden yollarına devam edeceklerini söyleyen Unakıtan, daha bu sabah Ocak-Şubat bütçe neticelerini aldığını ve son yılların en iyi performansı olduğunu gördüğünü kaydetti. Halen sosyal güvenlik reformunu görüştüklerini, ardından da Türk Ticaret Kanunu ve Avrupa Birliği uyum yasalarını Meclis'ten geçireceklerini ifade eden Unakıtan, yapısal reformlara durmadan devam edeceklerini söyledi. Unakıtan, 2008 yılının özelleştirme açısından da son derece güçlü bir yıl olacağını ifade etti. 

29 Kasım 2019 Cuma

ROCKEFELLER VE ROTHSCHILDLER'İN BANKASI CITIGROUP: ALTIN, 2.000 DOLAR OLUR


ALTININ YILDIZI, ÖNÜMÜZDEKİ  YILLARDA DA PARLAMAYA DEVAM EDECEK

Cahit UYANIK

Denizcilikte güvenli liman; “Bir geminin buraya ulaşması gerektiği anda, burada kalması gerektiği sürede ve buradan ayrılmasının umulduğu anda, tüm bu işlemleri güvenli bir şekilde yapabildiği yer” anlamına geliyor. “Güvenli liman” öte yandan, finans sektörünün denizcilikten ödünç aldığı ve piyasalarda işlem yapanların sıkça kullandığı gündelik bir deyim. Geçmişten bu yana hep, güvenli liman olarak tanımlanan altına ise şu dönemde yatırımcılar ve dünya finans piyasalarında oldukça büyük bir teveccüh gösteriliyor.

Peki altın neden güvenli bir liman? Çünkü altın nadir bulunan, doğadan zor çıkarılarak zahmetli şekilde işlenebilen bir metal olması sebebiyle değerini (dolayısıyla ona yatırılan tasarrufları) hep koruyor. Altının onsu 2001 yılında 271 dolar iken, şu anda 1.500 dolara yaklaştı. Yani 18 yılda 5,5 kat arttı. Altın, merkez bankaları ve önemli finans kuruluşlarınca çeşitli risklere karşı rezerv olarak tutuluyor ve bu eğilim (Türkiye’de olduğu gibi) giderek artıyor. Altın, her zaman ve her şartta (savaş, Brexit gibi olağanüstü siyasi gelişmeler, ekonomik kriz, kıtlık, doğal afetler vb.) paraya veya başka bir mala kolaylıkla çevrilebiliyor. İnsanlar ve özellikle kadınlar, neredeyse 3 bin yıldır altını ziynet yani süslenme aracı olarak kullanıyor ve bundan vazgeçeceğe pek benzemiyorlar.  
Altın fiyatları ons bazında 2011 yılında (bir süreliğine de olsa) 1.921 dolara kadar yükselmiş; 2012 yılında 1.669 dolar ortalama yıllık fiyat gerçekleşmesiyle rekor kırmıştı. Altın fiyatları bugünlerde henüz bu rekorları kıramasa da, gerilemiyor ve gözünü yükseklerden ayırmıyor. Deyim yerindeyse, altının yıldızı parlak görünüyor.

12 Kasım 2019 Salı

YIL 2001... PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL İLE KIBRIS SORUNU ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL:

"TÜRKİYE BU SORUNU ÇÖZMEK ZORUNDA"

Cahit UYANIK

Eski bakan ve milletvekillerinden Prof. Dr. Mümtaz Soysal, aynı zamanda KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın danışmanlarından... Uzun yıllardan bu yana Kıbrıs Davasının önde gelen savunucularından olan Soysal ile Finansal Forum (FF) Ankara Temsilcisi Cahit Uyanık görüştü:

FF: '74 Barış Harekatından sonraki fiili durum Kıbrıslı Türkler ve Türkiye lehine bir ortam yaratmıştı. Şimdi zamanın lehte değil aleyhte çalıştığı bir sürece girildiği yönündeki düşüncelere katılıyor musunuz?


Prof. Dr. Soysal: Zaman şu açıdan aleyhte çalışıyor olabilir. Kıbrıs'taki Türk halkı ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki çıkarlarını güvence altın almak bakımından 1974'te büyük ölçüde olumlu bir sonuca varıldı. Ama bunu ekonomik bakımdan daha iyi duruma getiremediğimiz sürece sanki zaman aleyhimize çalışıyormuş gibi gözüküyor. Orada kurulmuş olan bir devlet var ve Türkiye'nin orayla ilişkisi süreklilik gösteriyor. Aradan uzun süre geçmiş ama Türkiye'nin oradaki varlığı bakımından bir değişiklik yok. Toprak ve devlet var, Türkiye'yle ilişkisi varlığını sürdürüyor. Ekonomik tablo çok parlak olmasa bile şunu unutmamak gerekir: Oradaki toplum 30 yıl önce bir katliamla karşı karşıyaydı. O dönemle karşılaştırdığımızda olumlu sonuca varmamak imkansız.
(Tıklayınız) KIBRIS'TA EKONOMİK MÜZAKERELERE DİKKAT
(Tıklayınız) KIBRIS'A "BİLİNÇSİZ GÖÇ" ÖNLENMELİ - ANNAN PLANI REFERANDUMUNUN ARDINDAN...

31 Ekim 2019 Perşembe

MEÇHUL DRONE SALDIRISININ S. ARABİSTAN EKONOMİSİNE MALİYETİ NE KADAR OLDU?



SİHA SALDIRISININ SUUDİ ARABİSTAN  EKONOMİSİNE MALİYETİ 20 MİLYAR DOLARI BULABİLİR   

Cahit UYANIK

Suudi Arabistan’ın ulusal petrol şirketi Saudi Aramco’nun iki ham petrol işleme tesisine 14 Eylül 2019 Cumartesi günü gerçekleştirilen faili meçhul silahlı insansız hava aracı (SİHA) saldırıları, bu ülke için önemli ekonomik kayıplara sebep oldu. Ham petrol fiyatları, spot piyasada varili 60 dolardan 72 dolara yükselerek günlük yüzde 20’ye yakın artış gösterdi. Bu anlık artış 1991’deki 1. Körfez Harekatından bu yana görülen en büyük fiyat zıplamasıydı. Çünkü yapılan açıklamaya göre Suudi Arabistan’ın günlük ham petrol üretimi yarı yarıya azalmıştı. Üretim kesintisinin boyutu 5,7 milyon varildi. Bu kesinti, şimdiye kadarki çeşitli savaşlar ve siyasal gerginlikler sırasında yaşanan üretim kesintileri arasında en büyüğü olarak enerji tarihine geçmişti bile...   

(Tıklayınız) KAŞIKÇI CİNAYETİ İLE MbS'NİN 'VİZYON 2030 PROJESİ' ARASINDA BAĞ VAR MI?

Bu rakamın ne anlama geldiğini gözünüzde canlandırmanız için Türkiye’nin ham petrol ihtiyacı ile kıyaslamak en doğrusu. Türkiye’nin yıllık ham petrol ithalatı 190 milyon varil düzeyinde… Günlük tüketimi ise 520 bin varil… Bu durumda Suudi Arabistan’daki günlük üretim kaybı, Türkiye’nin 11 günlük tüketimine karşılık geliyor. Saldırıların ham petrol işleme tesislerine verdiği maddi zarar henüz açıklanmış değil. Ancak 5,7 milyon varillik kesintinin Suudi Arabistan’a faturası oldukça ağır. Kesintinin 2 ay süreceği varsayıldığında toplam üretim kaybının 342 milyon varil olduğunu görüyoruz. Saldırıdan önceki varil başına 60 dolarlık rakamdan hesapladığımızda, toplam kaybın 20,6 milyar dolara ulaşması mümkün.  

4 Ekim 2019 Cuma

ENFLASYON, ÇİFT HANENİN ALTINA GERİLEDİ AMA NEDEN KİMSE RAHATLAMADI?

Enflasyon; eylülden eylüle %9,26 doğrudur. Ama hep ihmal ettiğimiz şey ise ortalama enflasyondur.
Yani son 12 aydaki yıllık enflasyonları toplayıp, 12'ye böldüğümüzde durum nedir?
İşte orada gerçek durum ortaya çıkıyor: %18,27 (TÜİK verisi)
Bunun için ki; enflasyonun 1-2 aylığına çift hanenin altına gerilemesi, kimsede bir rahatlama etkisi yapmıyor. 39C ateşle yatan bir hastanın birkaç saatliğine hararetinin 37,5'a düşmesi gibi tıpkı. Oysa hasta olduğundan beri ateşi ortalama 38.5C'dir. Bilmem anlatabildim mi?

Ekonomi muhabirleri olarak acilen enflasyon haberi yazma tekniğimize bu ayrıntıyı eklememiz lazım ve şu kısa tabloyu okuyucunun önüne koymalıyız:

TÜFE Artış/Azalış (2003=100)
(Yüzde olarak)

Eylül 2019: 0,99
Ocak-Eylül 2019: 8,42
Yıllık: 9,29
Yıllık (Ortalama): 18,27
(Bu yazı 03 Ekim 2019 tarihinde Twitter sayfamda yayınlanmıştır) 

1 Ekim 2019 Salı

İFM'DE NEDEN ATAŞEHİR SEÇİLDİ? 2009'DA İFM İÇİN ŞEHRİN BELİRLİ BİR BÖLGESİNE ODAKLANILMAYACAĞI KABUL EDİLMİŞTİ



İSTANBUL'UN FİNANS MERKEZİ OLMASI İÇİN STRATEJİ VE EYLEM PLANI HAZIR   

Cahit UYANIK

Bu sayfaları geçmişten beri izleyenler, İstanbul'un uluslararası bir finans merkezi olup olamayacağı konusu üzerinde titizlikle durduğumuzu hatırlayacaklardır. Bu konuda yaptığımız araştırmalar veya yapılmış araştırmaları dikkatle incelediğimizde İstanbul'un 'bölgesel ölçekli' bir finans merkezi olabileceği sonucuna ulaşmıştık. Bu bir anlamda Londra veya New York gibi dünyanın dört bir yanından sermaye akımlarını çekebilen 'uluslararası finans merkezi' olabilme yolunda bir 'aşama' gibi görülüyordu. Yani İstanbul'un öncelikle 'bölgesel ölçekte bir finans merkezi olabilmeyi başarması', bunun ardından 'uluslararası finans merkezi olmaya gözünü dikmesi gerektiği' sonucuna ulaşmıştık.

(Tıklayınız) İSTANBUL GLOBAL DEĞİL, BÖLGESEL BİR FİNANS MERKEZİ OLABİLİR

Hükümetin de yıllardır, İstanbul'un bir finans merkezi olup olamayacağı, böyle bir merkez olmak için ne gibi çalışmaların ortaya konulması, neler yapılması gerektiği üzerinde durduğu yakından biliniyor. Bu hedeften hareketle 9. Kalkınma Planı'nda İstanbul’u uluslararası bir finans merkezi haline getirme yönündeki politika açıkça yer almıştı. Bunun ardından ise 2009-2011 yıllarını kapsayan Orta Vadeli Program'da bu politikayı gerçekleştirme yönünde adımlar atıldı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın bizzat verdiği talimatla Türkiye Bankalar Birliği (TBB), İstanbul’un uluslararası finans merkezi olma potansiyelinin değerlendirilmesi ve bu dönüşümü sağlayacak yol haritasının hazırlanması için kapsamlı bir rapor hazırlatmıştı. Daha sonra 2008 yılında, özel sektör temsilcileriyle İstanbul Uluslararası Finans Merkezi (İFM) konusunda çeşitli toplantılar yapıldı. Bu görüşmelerin sonucunda 2009 Yılı Ekonomik Programı'nda “Finansal Sistemin Geliştirilmesi” başlığı altında İstanbul Uluslararası Finans Merkezi (İFM) projesinin uygulamaya konulması bir 'öncelik' olarak yer aldı.

30 Eylül 2019 Pazartesi

BREXIT-2019: KIYAMET VE KAOS SENARYOLARININ GÖLGESİNDE SON HAMLELER


Cahit UYANIK

18 Ağustos 2019 tarihinde ünlü İngiliz pazar gazetesi Sunday Times’ı açanlar, 10 hafta sonra yaşamaya başlayabilecekleri bir kaosu adeta kağıt üzerinde gözleriyle gördüler. 1821 yılında kurulan, 198 yaşındaki Sunday Times gazetesi; Boris Johnson Başbakan olduktan sonra, hükümetin hazırlattığı “Anlaşmasız Brexit” senaryosunu yayınlamıştı. Belki de Başbakan Johnson’un sarı ve dağınık saçlarına atıfla “Sarı Çekiç Operasyonu” adı verilen senaryoya göre, İngiltere 31 Ekim 2019 tarihinde Avrupa Birliğinden (AB) anlaşma olmadan ayrılırsa, bir dizi önemli krizle boğuşmaya başlayacaktı.

23 Haziran 2016 tarihindeki Brexit referandumunda ‘ayrılık’ yönündeki düşünceyi destekleyen Sunday Times’ın ‘emsali görülmemiş bir sızıntı’ nitelemesiyle yayınladığı İngiltere'yi bekleyen “kaos senaryosu”nda şu ayrıntılar bulunuyordu:
(Ne ilginçtir ki, Sunday Times’ın kız kardeşi olarak bilinen, aynı çatı altında yayınlanan 231 yaşındaki The Times gazetesi ise referandumda tam tersi yönde düşünceyi yani AB’de kalınmasını desteklemişti.)

27 Eylül 2019 Cuma

İMO: 1999 DEPREMİNDEN SONRA YAPI STOKUNUN YÜZDE 5'İ YENİLENDİ; 7 MİLYON YAPI RİSKLİ

17 AĞUSTOS 1999 GÖLCÜK MERKEZLİ DEPREMİN 20. YILINDA YAPI STOKUMUZ
GÜVENLİ Mİ?
"YAPILANLAR YAPILMAYANLAR"
  
DEPREM BİR DOĞA OLAYIDIR. DEPREMİN AFETE DÖNÜŞMESİ DAHA ÇOK İNSANLAR ELİYLE YARATILMAKTADIR! BU NEDENLE DEPREMLERDE ORTAYA ÇIKAN CAN VE MAL KAYIPLARI KADERE BAĞLANAMAZ!

Ülke tarihimizin en büyük ve sonuçları itibariyle en acı depremlerinden biri olan Doğu Marmara depreminin üzerinden 20 yıl geçti. Bu deprem; binlerce insanımızı toprak altında bıraktı, binlerce insanımız yaralandı. Yapılarımızın  %25`i, kullanılamaz hale geldi. 17 milyar dolardan fazla ekonomik kayıp ortaya çıktı.
  
Daha sonra birçok deprem yine yaşandı! İnşaat Mühendisleri Odası olarak deprem gerçeğini unutmadık, unutmayacağız. 17 Ağustos 1999 Gölcük ve daha sonra yaşadığımız diğer depremler de ortaya çıkan her acının yükü kalbimizde birikti.          
  
1-Doğal Olayların Afete Dönüşmesi Durumunda Ortaya Çıkan Sorunlar!
Doğal Afetler meydana geldikleri bölgenin altyapısını ve ekonomik düzenini bozmakla kalmayıp başka ciddi sorunlar da ortaya çıkarır.

Can kaybı, yaralanma, sakat kalma, ekonomik kayıplar, psikolojik sorunlar, bulaşıcı ve salgın hastalıklar, pazar kaybı, üretim ve gelir kaybı, enflasyon, acil yardım harcamaları, işsizlik ve planlanan yatırımların gecikmesi gibi önemli sonuçlar doğurmaktadır. 17 Ağustos Depremi bu sonuçların tümünü ortaya çıkaran bir deprem olarak kayıtlara girmiştir.
  
Büyüklüğü 7,4 olan 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara Depremi bir kent depremi olarak ortaya çıkmıştır. 17 bin 480 insanımız yaşamını yitirmiş, binlerce insanımız yaralanmıştır. 330 bin konut, 50 bin işyeri hasar görmüştür. Bir milyondan fazla insan evsiz kalmıştır.
  

'DEPREME HAZIRLIK BAKANLIĞI' KURMALIYIZ

Bugünkü İstanbul Depremi...
Bir deprem tatbikatı gibi oldu
Ama uyduruk deprem tatbikatları gibi değil
Reel...
Bugün yaşananlardan ders çıkarıp
Belki de bir Depreme Hazırlık Bakanlığı kurup
Büyük Depreme ve ülkemizin diğer bölgelerindeki
büyük depremlere koordineli ve ciddi bir şekilde hazırlanmalıyız.
Bugünkü musibeti nasihat belleyip
Acilen icraata başlamak lazım.

(Bu yazı 26 Eylül 2019 tarihinde Facebook sayfamda yayınlanmıştır.)

26 Eylül 2019 Perşembe

JAPON UZMAN NAKAHAMA, BCM SAYESİNDE ŞİRKETLERİN BÜYÜK DEPREMLER SONRASI ÜRETİMLERİNİ NASIL SÜRDÜRECEĞİNİ ANLATTI



Uluslararası Eğitim ve Güçbirliği
Derneği (AICAT)
 Başkanı Yoshikazu Nakahama
Japonya’nın Önde Gelen Depreme Hazırlık Uzmanı
Nakahama, TOBB ETÜ’de Konferans Verdi

Japonya’nın önde gelen afet önleme ve depreme hazırlık uzmanlarından Uluslararası Eğitim ve Güçbirliği Derneği (AICAT) Başkanı Yoshikazu Nakahama, TOBB ETÜ’de “İş Sürdürülebilirlik Yönetimi (BCM: Business Continuity Management)” yaklaşımının temel ilkeleri ve bu konudaki son gelişmeler hakkında bir konferans verdi.

‘İş sürdürülebilirlik yönetimi’ kavramının Japonya’da 1995 yılındaki Büyük Kobe Depreminde yaşananlar sonrası ortaya atıldığını belirten Nakahama, BCM’nin firmaların depremden sonraki süreçte yapacağı şeyleri içerdiğini söyledi. Firmaların deprem sonrası mal veya hizmet üretimini sürdürmeleri ve depremzedelere nasıl yardım edeceğinin BCM sayesinde planlandığını ve tatbikatlarla pratiğinin sağlandığını ifade eden Nakahama, “BCM sayesinde şu sorular cevaplanıyor: Büyük bir deprem bir firmaya nasıl zarar verebilir? Bu zararı nasıl tespit etmeliyiz? Ortaya çıkan sorunları belirleyip aşılması için neler yapmalıyız? Yeniden yapılanma için gerçekçi süreler nelerdir?” diye konuştu.  

16 Eylül 2019 Pazartesi

TÜRKİYE'DE 'FAİZ LOBİSİ' VAR MI? HAZİNE BU SORUYA RAKAMLARLA CEVAP VERDİ



BORÇ YÖNETİMİNDE YENİ DÖNEM

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin mirasını devraldığı Osmanlı İmparatorluğu, ilk kez 1854 yılında borçlanmıştı. Gerekçe, o günlerde başlayan Kırım Harbi'nin finanse etmekti. Türkiye, o gün bu gündür borçlanıyor. Önümüzdeki yıl borçlanma tarihinde 150'inci yılımızı dolduracağız. Belki de bu noktada durup düşünmekte fayda var: Türkiye, bunca zamandır borçlanıyor da ne oluyor? Acaba alınan borçların çoğu gündelik ihtiyaçları karşılamakta mı kullanılıyor? Alınan borçların ne kadarI yatırıma ve alt yapıya gitti. Aldığımız borçlara karşılık ne kadar faiz ödedik? En borçlanmacı dönemimiz hangisi idi? Demokrasiye geçiş çabalarımızla borçlanmamız arasında bir bağ var mı? Türkiye dünyaya, borçlanarak demokrasiye geçiş modelini mi armağan etti? Bütün bu zor soruların belki de tarihçiler, iktisatçılar, finansçılar, bürokratlar ve politikacılardan oluşturulacak bir komisyonda cevaplanmasında fayda var. Yoksa bir 150 yıl daha borçlanarak geçirebilmemiz şüpheli görünüyor. 

Bu girişi neden yaptım? Türkiye, borçlanma macerasında geçen yıl ilginç bir dönemece geldi. Toplam kamu net borç stokunun 2001 yılında yüzde 92'ye kadar çıkmasının hemen ardından, Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun yasalaştırıldı. Böylece hükümetlere, her yıl bütçe kanunlarıyla verilen borçlanma yetkisini kullanmalarında bazı kısıtlamalar getirildi. Ayrıca borç bini aşıp, borcun sürdürülebilirliği yani borç çevirme kavramı her Allah'ın günü tartışılmaya başlanınca borçlanmanın dikkatli bir şekilde izlenmesi için Hazine bünyesinde yeni bir yapılanmaya gidildi.

4 Eylül 2019 Çarşamba

TÜRKİYE EKONOMİSİNİN İLK KEZ KARŞILAŞTIĞI TEDAVİSİ ZOR HASTALIK: SLUMPFLASYON

Nedir bu slumpflasyon? Durgunluk içinde enflasyon demek. Slump (ing): Durgunluk ve enflasyon sözcüğünün birleşmiş hali. İki çeyrek üst üste ekonomi küçülürken enflasyon varsa, en tehlikeli ekonomik kriz türüne düşmüş oluyorsunuz.
Türkiye 2 değil 3 çeyrektir bu halde. Yüzde 15'e yakın işsizlik ve yüzde 25'e yakın enflasyonu görünce slumpflasyona girildiği anlaşıldı. İktisat politikalarının en çaresiz kaldığı durumlardan biri.
Kur şoku ve zıplayan enflasyonun ardından ekonomide ani duruş ve gerileme yaşandı..Ekonomiyi canlandırmak için kamu harcamaları artırıldı, bütçe dengesi bozuldu faizler arttı. Şimdi de kamu harcamalarına fren konuldu ama büyüme sağlanamıyor. Özel sektör yatırım yapmıyor, yapamıyor.
Çoğu iktisatçı ekonomide güven tesis edilmesi ve yapısal reformlara başlanmasının çözüm olduğunu düzelmenin yavaş yaşanacağını, acele edilmemesi gerektiğini belirtiyor. Aksi taktirde W tipi çift dipli kriz yaşanabileceği görüşü hakim.
Türkiye'nin W tipi kriz yaşamaması için ihracatı sürekli artmalı ve sağlam döviz geliri kaynaklarına -turizm gibi- dayanmalı. Bunun için Türkiye'de yüksek kura dayalı büyüme düşük faiz modeline geçildiği ileri sürülüyor. Bu bir anlamda kur savaşına girişmek demek.
Dengelenme sözcüğünün arka planında bunun olduğu görüşü hakim. Ancak bunun uzun yıllar sürdürülmesi ithalat maliyet artışı sebebiyle mümkün değil. Bu nedenle iç ve dış yatırımcılar yapısal reform takvimi talep ediyor.
(Bu yazı 02 Eylül 2019 tarihinde Twitter sayfamda yayınlanmıştır.)



2 Eylül 2019 Pazartesi

DOĞAL GAZA YAPILAN ÜST ÜSTE ZAMLAR, ELEKTRİĞE DE İKİNCİ ZAMMI GETİRİR

Maalesef, doğal gazın 1 ay içinde fiyatının yüzde 32,1 oranında artırılması, elektriğe gelecek ikinci zammın da habercisidir... 
Neden mi? 

Cevabı basit; 2018 yılı resmi verilerine göre elektriğin yüzde 30'u doğal gaz yakılarak sağlandı.
Bu oran kolay kolay değişmez. 

O nedenle elektriğe Temmuz ayı başında yapılan yüzde 15'lik zam yetersiz kalacaktır. Bu zam ancak bir işaret fişeği olur. 
Bir mamulün üretildiği bir ara mamule yüzde 30 zam yapıp, perakende satış fiyatını yüzde 15 zamla götürmek mümkün değildir.
(Bu yazı 31 Ağustos 2019 tarihinde Twitter sayfamda yayınlanmıştır.)

31 Ağustos 2019 Cumartesi

BANKALAR MEVDUAT FAİZİNİ 5-6 PUAN İNDİRDİ: GEREKÇE, ENFLASYONDA BAZ ETKİSİYLE YAŞANABİLECEK DÜŞÜŞ

Bankalar, 12 Eylül 2019'daki MB PPK toplantısını ve Ekim ayı başında açıklanacak Eylül ayı enflasyonunu beklemeden ön almış görünüyor. Bankalar şu günlerde mevduat faizlerini 5-6 puan birden düşürdüler. Şu anda piyasada ortalama 1 aylık mevduat faizi %15 civarında.
Özel müşteriler için bu orana 1 puan ilave edilebildiği biliniyor. MB'nin 2 hafta sonraki PPK'da 2.5-3 puanlık indiriminin öngörüldüğü anlaşılıyor. MB 3 puan indirirse, faizi 16,75 olur, kalan toplantılarda ise geriye 1-2 puanlık marji kalır. Bankalar işte şimdi bu senaryodalar.

Bankaları böyle davranmaya iten 2. sebep ise enflasyonda baz etkisi yaşanacak olması. Eylül 2018 enflasyonu % 6,3 olmuştu. Bu yılın eylül ayı enflasyonu açıklandığında otomatikman bu rakam devreden çıkıp 2019'unki girecek. Bu da belki %12-13'lük rakamları yaşatabilir bize...

Eğer hükümet yeni zamlar yapmazsa ve kur stabilize seyrederse 11 ve 12. ay enflasyonu da %10'a yakınlaşabilir. İşte o zaman bankalar da %10'dan mevduat toplayıp %15-16'dan kredi verebilir. Ekonomi yönetiminin işi sonbaharda oldukça zor olacak.


Dengelenme denilen süreç artık bitmeli ki üretici üretim, tüketici tüketim için kredi alabilsin. Ertelenen tüketim ve yatırımlar başlayabilsin. Bunların sinyalini MB PPK ve mevduat faizlerindeki hareketlerde görmek mümkün olacaktır.

Anlaşılan 2020 yılında ekonomide neler yaşayabileceğimiz bu yılın son çeyreği ile yakından ilintili. Ekonomi yönetiminde basiretli davranışlar her zamankinden daha kritik. Ağızdan çıkacak sözler daha az, öz, yerli yerinde sarf edilmiş olmalı.
(Bu yazı 29 Ağustos 2019 tarihinde Twitter sayfamda yayınlanmıştır)

29 Ağustos 2019 Perşembe

SOSYAL MEDYA PARASI ‘LİBRA’: DÜNYA PARA VE FİNANS SİSTEMİNİ FENA KORKUTTU


Cahit UYANIK

‘Libra’ Türkçede ‘Terazi’ anlamına geliyor. Terazi insanda hemen denge, istikrar ve adalet duygusunu çağrıştırıyor. Küresel sosyal medya devi Facebook’un öncülüğünde gelecek yıl Haziran ayında çıkarılması planlanan küresel nitelikli dijital para birimi ‘Libra’nın Twitter sayfasına girdiğinizde ise sizi “Libra Birliği, basit bir yaratım yoluyla dünyadaki insanları güçlendirmek için çalışıyor” sloganı karşılıyor.

Bu iki veri de gösteriyor ki Libra, insanlara dengeli (stabil) ve basit bir para birimi olmayı vaat ediyor. Bu iki sözcük, dünyadaki para birimlerinin oradan oraya savrulduğu, döviz kuru değişimleri üzerinden ekonomik tetikçiliğe kadar varan büyük operasyonların gerçekleştirilebildiği günümüz dünyası için çok cazip vaatleri simgeliyor.

Nitekim Libra’nın Twitter hesabından 18 Haziran 2019 günü attığı ilk mesaj da aynen şöyle: “Libra’nın misyonu, milyarlarca insana güç sağlayan basit bir küresel para birimi ve finansal altyapı sağlamaktır”. Yani Facebook ile Libra’yı yönetecek olan Libra Birliği, üstü kapalı olarak; mevcut para sistemi ve onun üzerine inşa edilen bir çok şeye temel bir itiraz yöneltiyor. Çünkü finans piyasalarındaki ani ve anlam verilemeyen gelişmeler, bu piyasalarda zaman zaman karşılaşılan manipülasyonlar ve devletlerin hatalı politikaları sebebiyle gerileyen kurlar (devalüe olan kurlar) üzerinden, insanlar birkaç günde fakirleşiverebiliyorlar. Kazandıkları değerlerin para birimi cinsinden yani Libra üzerinden korunabilecek olması, büyük insan kitlelerine umut dolu bir vaat içeriyor.

24 Ağustos 2019 Cumartesi

TRUMP, JACKSON HOLE SONRASI FED BAŞKANI POWELL'I AZİL İÇİN ÇABA GÖSTEREBİLİR

FED Başkanı Jackson Hole'da gerçekçi bir şekilde konuşmuş. Ticaret müzakerelerine bir etkimiz olamaz demiş. Oysa Trump daha farklı düşünüyor. 1 puanlık şok indirim istiyor ki yatırımlar cazip hale gelsin. Yatırımcılar kolayca ABD'ye dönebilsin. Haklı ve güçlü çıkayım istiyor.

Jackson Hole artık iyice küresel merkez bankalarının bir mesaj verme platformuna döndü. Daha yerel merkez bankaları için turistik bir seyahat yeri bence... Powell da Para Politikaları Uygulama Zorlukları olarak belirlenen toplantı başlığının hakkını konuşmasıyla verdi.
Bilmeyenler için yazıyorum. FED bizdeki gibi bir devlet bankası değil, özel sektörün kurduğu veya kurmasına izin verilen bir banka. Özerkliğin abc'si oradan başlıyor bir kere. Başkanlar FED başkanlarının kendilerine ters gidebileceğini bile bile atama yapıyorlar. Tıpkı Trump gibi.
Trump'ın Powell'ı düşmanlıkla suçlaması belki de görevden alma çabasının başlangıcı olabilir. Normalde Powell 2022 başına kadar görevde. Trump'ın Powell'ı azletmeye çalışması FED'in kurucuları ile de bozuşması anlamına gelebilir ki bunun etkileri daha büyük olur.
Powell, Türkiye'de Murat Çetinkaya'nın görevden alınması sonrasında, senatörlerin azil sorusuna istifa etmeyeceğini, Trump git derse gitmeyeceğini belirterek cevap vermişti.

(Bu yazı 23 Ağustos 2019 tarihinde Twitter sayfamda yayınlanmıştır.)

(HABER) TRUMP, POWELL'I GÖREVDEN ALABİLİR Mİ?