12 Kasım 2019 Salı

YIL 2001... PROF. DR. MÜMTAZ SOYSAL İLE KIBRIS SORUNU ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Prof. Dr. Mümtaz SOYSAL:

"TÜRKİYE BU SORUNU ÇÖZMEK ZORUNDA"

Cahit UYANIK

Eski bakan ve milletvekillerinden Prof. Dr. Mümtaz Soysal, aynı zamanda KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın danışmanlarından... Uzun yıllardan bu yana Kıbrıs Davasının önde gelen savunucularından olan Soysal ile Finansal Forum (FF) Ankara Temsilcisi Cahit Uyanık görüştü:

FF: '74 Barış Harekatından sonraki fiili durum Kıbrıslı Türkler ve Türkiye lehine bir ortam yaratmıştı. Şimdi zamanın lehte değil aleyhte çalıştığı bir sürece girildiği yönündeki düşüncelere katılıyor musunuz?


Prof. Dr. Soysal: Zaman şu açıdan aleyhte çalışıyor olabilir. Kıbrıs'taki Türk halkı ve Türkiye'nin Kıbrıs'taki çıkarlarını güvence altın almak bakımından 1974'te büyük ölçüde olumlu bir sonuca varıldı. Ama bunu ekonomik bakımdan daha iyi duruma getiremediğimiz sürece sanki zaman aleyhimize çalışıyormuş gibi gözüküyor. Orada kurulmuş olan bir devlet var ve Türkiye'nin orayla ilişkisi süreklilik gösteriyor. Aradan uzun süre geçmiş ama Türkiye'nin oradaki varlığı bakımından bir değişiklik yok. Toprak ve devlet var, Türkiye'yle ilişkisi varlığını sürdürüyor. Ekonomik tablo çok parlak olmasa bile şunu unutmamak gerekir: Oradaki toplum 30 yıl önce bir katliamla karşı karşıyaydı. O dönemle karşılaştırdığımızda olumlu sonuca varmamak imkansız.
(Tıklayınız) KIBRIS'TA EKONOMİK MÜZAKERELERE DİKKAT
(Tıklayınız) KIBRIS'A "BİLİNÇSİZ GÖÇ" ÖNLENMELİ - ANNAN PLANI REFERANDUMUNUN ARDINDAN...



FF: Kıbrıs Türk'ünün mücadelesi Sayın Denktaş ile özdeşleşmiş durumda. Lider kurumu açısından yararlı olan bu olgu, Denktaş sonrası Kıbrıs'a ciddi soru işaretlerinin gölgesini düşürüyor. Denktaş sonrası Kıbrıs, mücadelesinde bu kadar kararlı, özverili ve ödünsüz tavrını sürdürebilir mi?

Prof. Dr. Soysal: İlk bakışta tek kişi görünüyor Denktaş; ama Denktaş'ın çevresinde Erenköy Mücahitliğinden hatta daha önceki mücadele aşamalarından gelen arkadaşları var. Mesela Taner Etkin var. Bu açıdan baktığımızda Denktaş'ın bu kişilerle birlikte düşünülmesi gerekiyor. Yani bu grup şimdi sadece Denktaş'ın bir bakıma gizli diyebileceğimiz kalesi. Şu ya da bu biçimde Denktaş'ın sahneden çekilmesiyle ekürisi de ortadan kalkacak diyorlar. Bilakis, böyle bir şey aynı inançta olan insanlara, kendilerini Denktaş'ın karizmasına yakın bir yere getirebilmeleri için bir sahne boşluğu, ön açıklığı, birilerinin ortaya çıkması durumunu yaratacaktır. Dolayısıyla ben o kadar kötümser değilim. Denktaş ortadan çekildiği zaman, Kıbrıs lidersiz kalır düşüncesinde değilim. Liderleri ortamlar çıkarır. Ben bir kişinin adını örnek olarak verdim ama daha başkaları da vardır. Denktaş misyonunu devam ettirici bir davranış sergilememesi ile suçlanabilir ama onun belki de o kişiyi, şimdiden yıpratmamak gibi bir hesabı olabilir. Yani temelde bir endişem yok, değişmeyen etkenler var. Türkiye'nin ilgisi devam edecektir Kıbrıs'a... Türkiye böyle bir liderliğin Denktaş çevresinden ortaya çıkmasını da sağlayacaktır. Sorun yalnızca Denktaş'a değil, bir takım objektif kurumlara bağlı olan bir sorundur. Yani bu kurumlar devam ettiği sürece endişeye gerek yok.

FF: Türkiye'de ulusal bir dava ve bir sembol olarak görülen Kıbrıs, son dönemlerde bu çizginin dışına taşmaya başladı. Aynı gelişmeler Kıbrıs'ta da söz konusu. Niçin bu noktaya geliniyor?

Prof. Dr. Soysal: Şunu saptamak gerekir: Türkiye'nin Kıbrıs'ı koruma altına aldığı tarihten bu yana uzun bir süre geçti. 27 yıl içinde Türkiye'nin koruması devam ediyor, toprak aynı toprak... Devlet kuruldu, kurumları işliyor. Tüm baskı ve ambargolara rağmen devlet işliyor. Dolayısıyla içten çökertme politikası uygulamaya konuldu. Toplumu içinde çökertmek için ciddi bir politika hem Rum tarafınca, hem Avrupa Birliğince, hem İngiltere ve Amerika tarafından yürütülüyor. Türkiye'nin beceriksizlikleri ve ambargoların etkileri gibi olumsuzluklar kullanılıyor. Bunlardan dolayı eski sıkıntıları unutturup, bunları öne çıkarmak gibi bir politika izleniyor. Bu politika bir ölçüde başarılı oluyor. Özellikle genç kuşaklarda ve eskiden o kadar sıkıntı çekmemiş toplum kesimlerinde... Yani defalarca göçmek zorunda kalmamış, ailelerinden kurban vermemiş toplum kesimlerinde etkili oluyor. Özellikle gençlere baktığımız zaman, dünya gençleri rahatlıkla her türlü etkinliğe katılabilirken, çağdaş dünya nimetlerinden yararlanabilirken, ada gençliğinin bir cendere içinde bulunuşu ister istemez bir tepki yarattı. Bu tepki kullanılarak bir takım grupsal temellere bile dayandırılmak istendi. Bu konuda büyük paralar harcandı. Ambargo altında yaşayan gençlik üzerinde başarılı olması kaçınılmaz yöntemler kullanıldı. Ama bu kesime katılmış olanları suçlamak da yanlıştır. Ama gerisindeki amacı düşündüğünüz zaman bu aslında düpedüz duygu sömürüsü ya da sıkıntı sömürüsü olmaktadır.         

FF: Türkiye'nin tüm dünyaya işgalci devlet olarak lanse edilmesini de bu çerçevede düşünebilir miyiz?

Prof. Dr. Soysal: Türkiye'nin yaptığı nedir? Türk toplumunu bugünkü sıkıntılarından çok çok  daha büyük sıkıntılardan kurtarmış bir operasyon. Bir ilgi, bir ilişki... Bunu ortadan kaldırın diyecek raddeye gelinmiştir. Türkiye yavaş yavaş işgalci devlet görüntüsüne itilmeye çalışılmıştır ki, bu çok acıdır. Türkiye, orada bir devleti yaşatmaktadır. O kesimi bir katliamdan kurtarmıştır. İşgalcinin işgal ettiği yeri sömürmesi lazım. Fakat işgalci denilen devlet, sürekli para akıtıyor. Kendi sınırları içindeki tüm tüm ekonomik sıkıntılarına rağmen, oraya para akıtılan toplum veya devlet işgalci görülmektedir. Acı tabii... Ama Kıbrıs'ta bu oyunlara yönelik olarak halkı uyarma bakımından bilinçlendirme çabası başladı.

FF: Türkiye'de Kıbrıs Davasını bir yük gibi görenler de giderek çoğalıyor sanki...

Prof. Dr. Soysal:  Türkiye'deki bazı kesimler görüşmelerdeki tutumumuzu çözümsüzlük olarak görüyor. Sanki Türk tarafı çözüm istemiyor, adadaki bugünkü durum devam etsin isteniyormuş, görüşmelerden kaçan taraf Türklermiş gibi düşünülüyor. Onlara göre Denktaş ve çevresi çözümü önleyen çevredir. Bu nedenle Türkiye'nin AB ve ABD ile ilişkileri, imajı kötüleşmektedir. Burada dış odakların kışkırtmasıyla böyle davranılıyor değil. Türkiye'de o kadar kolay etkilenebilecek bir kamuoyu yok. Ama mesela İstanbul çevreleri buna çok inanmış. Kendilerinden de kaynaklansa, bazı olumsuz sonuçları başkalarının üstüne yıkmak isteyenler var. Avrupa'yla ilişkilerdeki yaşanan sorunlar için kendi yönetimi ve toplumundan kaynaklanan nedenler üzerinde fazla durmayıp bir günah keçisi aranmaya çalışılıyor. Kıbrıs sorunu bu başarısızlıklarda büyük etken olarak öne çıkarılıyor. Bunu, Türkiye'de kendiliğinden bir grup insan yarattı. Mesela İktisadi Kalınma Vakfı. Bu düşünce iki bakımdan yanlış. Bir; görüşmelerde Türk tarafı çözümsüzlük halinde değil. Tam tersine çözüm üretiyor. İki; bunun Türkiye'nin ilişkileri üzerindeki etkisi çok abartılıyor. Bazıları dış etkilerin altında kalıyor. Bu bizim medyayı ve bazı yazarları büyük ölçüde etkiliyor. Bakıyorsunuz çok Avrupacı olanlar aynı zamanda Kıbrıs konusunda çok ödüncü. Halbuki ikisi birbirinden ayrı konular. Niye bu kadar ilişkilendiriliyor? Çünkü böyle bir sloganla bombardıman altında tutuluyor. Oysa Kıbrıs'ın kendi gerçeği var. Avrupa'ya gireceğiz diye Kıbrıs'taki Türklerimizin ikinci sınıf vatandaş durumuna düşer olmasını isteyebilir miyiz? Buna hayır dememiz gerekir. Ama Avrupa faktörünü soktunuz mu, kendi başına düşünülmesi gereken bir sorun, bu sefer ilişkili olarak düşünülüyor.

FF: Kıbrıs'ta AB'nin sergilediği tutum aslında çözüme çözümsüzlük arama anlamında... Bu inatçı ısrarın temelindeki nedenler sizce neler olabilir?

Prof. Dr. Soysal: Başından itibaren Kıbrıs sorununda çözümü biz istiyoruz. Vaktiyle çok tartışılan "Düşünceler Dizisi" ile başladı bu. Şu anda da konfederasyon önerisi ile sürüyor. Konfederasyon çok kolay kurulabilecek ve başarılabilecek bir sonuçtur. Çünkü kolay bir yapıyı öngörmektedir. Yani iki devlet ve bunlar arasında ortaklaşa bir takım basit mekanizmalar olacak. Devletler kendi yaşamlarını devam ettirmeye hak kazanacaklar. Ama ortada bir temas noktası bulunacağı için ve bu mümkün olduğu kadar masum ve daha az tehlikeli konuları kapsayacağı için, karşılıklı anlaşmayı engelleyen en önemli faktörü yani güvensizlik faktörünü ortadan kaldıracak. İnsanlar meteoroloji konusunda oturup rahat konuşabiliyorsa, birbirlerine kendi adlarıyla hitap edebiliyorsa ya da turizm konusunda anlaşabiliyorsa bu her iki tarafın da çıkarınadır. Burada karşılıklı güven oluşuyorsa, bu yavaş yavaş büyüyebilir. Önce basit başlayalım, öyle çok kuvvetli bir merkezi otorite filan kurmaya kalkmayalım, çünkü insanlar birbirine güvenmiyorlar. Bunlardan müşterek bir ordu, polis kurmaya kalkmamız çok zor olur. Ama gelin beraber uçak uçuşlarını ve kontrollerini beraber yürütelim derseniz daha kolay olur.

FF: BM gözetimindeki müzakerelerde uyumsuz taraf hep Rum kesimi iken uyumsuzlukla suçlanan taraf hep Türkler... Hemen her konuda mağdur Türkler iken bunu anlatmakta neden başarısız kalıyoruz?

Prof. Dr. Soysal: Mesela bu iki devlet de bazı açılardan dünyadaki birçok devlete göre daha demokratik. Kurumları var. Bunları yokmuş varsaymak hatadır. Bunlardan bir yapı çıkaralım. Ama bu yapı birbirlerini kızdıracak yapılar olmasın. BM'de bunları anlatmaya çalıştım, onlar da ilgiyle dinlediler. Aslında akıllarına da yattı. Bu öneri ortaya çıkınca karşı taraf buna isyan etti. Çünkü onların kafalarındaki çözüm başka türlü. Türk tarafı çözümsüzlük istiyormuş, yokuşa sürüyormuş gibi, onun için konfederasyon öneriyormuş gibi gözüküyor. Oysa tam tersine "çözüm olmuş" dedirtmek bizim daha çok menfaatimize... Yeter ki Amerika'ya, Avrupa'ya Kıbrıs'ta çözüm oldu diyebilelim. En basit şekliyle çözüm oldu, ondan sonra bakacağız o çözüm yürür mü yürümez mi? Yürümezse felaket olmaz. Tekrar oturup konuşacaklar. Çözüm isteyen biziz ama adımız çıkmış. Mesela Denktaş'ı da haksız suçluyorlar. Kimse göz göre göre kendi devletinin yıkılmasını istemez... İnsana "Adı çıkacağına canı çıksın" derler ya, adımız öyle çıkmış. İnandırıcı olmanın çaresi ödüncü olmaksa ona da yanaşmıyoruz. Çözümcü olmak için egemenlik sahibi bir devletten vazgeçemeyiz. onlar niye çözümcü olmak için bazı isteklerinden vazgeçmiyorlar? Aynı sorular karşı tarafa sorulmuyor. Adımız çıktığı için bize soruluyor.   

FF: Türkiye kendi yönetimindeki kötü modeli Kıbrıs'a taşıyarak bir olumsuzluk yarattı mı sizce? Bugün yabancı basın KKTC'yi kara para aklama merkezi, mafyanın çöreklendiği bir yer olarak tanıtıyor. Türkiye nerede hata yaptı ve düzeltilebilir?

Prof. Dr. Soysal: Onun nedeni Türkiye mi dünya mı? Yani siz bir devleti korsan devlet ilan ederseniz korsanlık yapar. Bu ciddi bir devlettir derseniz bazı şeylere uymak zorundadır. Türkiye'de kumar yasaklandı oraya gitti. Çünkü orası ayrı bir korsan devlet. Bütün bunlar biraz dış faktörlerden kaynaklanıyor. Bizim hatamız ise şu: Biz oraya birinci sınıf elemanlarımız yollamamışız. Madem Türkiye için bu kadar önemli, biz oraya birinci sınıf adamlarımızı yollayabilirdik. Hastalıkların oraya aktarılması değil de beceriksiz, iyi düşünülmemiş politikalar yüzünden başarısızlıklarımız oldu. Bütün bunlar temel bir başarıyı gölgelememeli. O da Kıbrıs'ın koruma altına alınmış olması. Bütün hatalar ortaya konabilir, tartışılabilirse hala düzeltilmesi mümkündür, çünkü toprak ve insanlar hala elimizdedir. Aynı Türk ekonomisi gibi, artık düzelmez deyip vazgeçmektense "Tamam hatalar var, düzeltilebilir yeniden bakmak lazım" denilmeli.

FF: Sizce nasıl bir Kıbrıs, nasıl bir gelecek? Düşüncelerinizdeki modele ulaşmak için izlenecek yol nedir?

Prof. Dr. Soysal: Kıbrıs, başlangıçta bir insan hakları sorunudur. Dünyanın inkar ettiği, varlığını kabul etmediği bir insan hakları ihlali vardır orada. Bir küçük toplum, etnik temizliğe tabi tutulmak istenirken bu, askeri harekatla önlenmiştir. Dolayısıyla bunun verdiği güvenle, Kıbrıs sorununun çözümünü planlayabilmeliyiz. Kıbrıs sorunu bizim için, eğer bazı iddialarımız varsa bir ülke sorunu haline geçmiştir. Yani Kıbrıs gibi bir adanın ekonomik ve sosyal sorunlarını çözememiş olan 70 milyonluk bir devlet, dünya devleti olarak ortaya çıkamaz. Bizim bundan sonraki iddialarımız bakımından Kıbrıs büyük önem kazanmakta, Türkiye'nin Kıbrıs gibi bir sorunu çözebilir bir ülke olduğunu ispatlaması gerekir.

FF: Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB'ye tam üyeliği pek çok dengeyi kökten değiştirecek önemde. AB üyeliği gerçekleştiğinde tavrımız ne olacak? Kıbrıs Türk'ünün tavrı ne olacak?

Prof. Dr. Soysal: Türkiye'nin AB'ye üyeliği ne kadar garantili? Türkiye AB üyeliğini istiyor ama bir Kıbrıs önceliği var. O zaman bu önceliği Türkiye'nin Avrupa üyeliği çerçevesinde çözmeyi düşünmek mümkündür. Ama o faktörden emin olmadığınız sürece, bir evlilik için Kıbrıs'ı terk etmek anlamına gelir. Belki o evlilikten emin olursa, o çocuğumuzla da parlak bir geleceğe bakabiliriz. Ama adam (AB) hala oyalıyorsa sevgilisini, bir de çocuk varsa, oyalanan sevgili kendi geleceğinden emin olmadan o çocuğu terk edemez. Türkiye'de bazen öyle düşünülmüyor. Bu çocuğu terk edersek bizi alırlar diye düşünülüyor. Oysa AB'ye üye tam üyelik faktörleri sıralandığında, Kıbrıs o faktörler açısından sonda yer alıyor. Türkiye'nin büyüklüğü, toplumun yapısı, mali ihtiyaçları, kültürü daha önde geliyor. Asla almazlar demiyorum ama çok büyük bedeller ödetebilirler veya çok uzun süreye yayabilirler. Dolayısıyla öbür taraf (Kıbrıs Rum Kesimi) girdiği zaman ben o kadar üzülmem. Ne olacak? Güneyde AB üyesi bir devlet olacak, öbürü de AB'nin üyesi olmayan bir Türkiye'nin yakın ilişki içinde bulunduğu bir devlet olacak. Kıbrıs'ı Türkiye'nin AB'ye girişinin geciktirilmesi için bahaneden öte bir araç olarak kullanıyorlar.
(Bu röportaj Finansal Forum gazetesinin Diplomatik adlı ilavesinde 23 Ağustos 2001 tarihinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder