Türkiye, 3 Kasım'da bir erken seçime gidiyor. Siyasi ortam toz duman. Ekonomide ise nispi bir istikrar ve sakinlik gözleniyor. Ama hepimizin bilinç altında seçim harcamalarının abartılacağı, seçim ekonomisi izlenip, devletin hesapsızca borçlanarak zaten kararsız durumdaki ekonomik dengeleri bozacağına ilişkin geçmişten miras bir korku var. Ama bu korkuların çoğu yersiz. Çünkü devletin bu yıl, gelecek yıl ve 2004 yılındaki finans dengeleri şimdiden belli.
Türkiye'nin iç ve dış borçlanma kapasitesi çoktan aşıldığı için, yeni bir borçlanmaya gitmek ancak Meclis'te ek bütçe çıkarmakla mümkün. Zaten mevcut hükümet de bunu yaptı ve 150 trilyonluk ek borçlanma imkanı sağlamak için bile Meclis iradesine başvurdu. Bu paranın yaklaşık 85 trilyon lirası siyasi partilere seçim yardımı olarak dağıtılacak. Geri kalan kısım ise Yüksek Seçim Kurulunun harcamalarında kullanılacak. Oysa 150 trilyon lira Türkiye'nin her hafta 500-600 trilyonluk bir borçlanma yaptığı düşünülürse devede kulak gibi kalıyor. Ama devletin bütçe imkanları o kadar kısıtlı ki, küçük bir ek harcama için bile siyasi sorumluluk ve irade aranıyor.
Türkiye'de seçim ekonomisi izlemeye yönelik mekanizmaların çoğunun önü de kapatıldı. Sözgelimi hükümetlerin Merkez Bankasından alabildiği kısa vadeli avans imkanı sıfıra indirildi. Halk arasında bu "Merkez Bankasının karşılıksız para basması" olarak biliniyor. Üstelik Merkez Bankası'nın KİT'lere, tarım satış kooperatiflerine kredi açması imkanı da bitti. Çünkü artık Merkez Bankası'nın tek hedefi var.; o da ülkede enflasyonu düşürmek ve fiyat istikrarını korumak.