20 Nisan 2018 Cuma

TÜRKİYE'DE SEÇİM EKONOMİSİ İZLENEBİLİR Mİ?



Cahit UYANIK

Türkiye, 3 Kasım'da bir erken seçime gidiyor. Siyasi ortam toz duman. Ekonomide ise nispi bir istikrar ve sakinlik gözleniyor. Ama hepimizin bilinç altında seçim harcamalarının abartılacağı, seçim ekonomisi izlenip, devletin hesapsızca borçlanarak zaten kararsız durumdaki ekonomik dengeleri bozacağına ilişkin geçmişten miras bir korku var. Ama bu korkuların çoğu yersiz. Çünkü devletin bu yıl, gelecek yıl ve 2004 yılındaki finans dengeleri şimdiden belli. 

Türkiye'nin iç ve dış borçlanma kapasitesi çoktan aşıldığı için, yeni bir borçlanmaya gitmek ancak Meclis'te ek bütçe çıkarmakla mümkün. Zaten mevcut hükümet de bunu yaptı ve 150 trilyonluk ek borçlanma imkanı sağlamak için bile Meclis iradesine başvurdu. Bu paranın yaklaşık 85 trilyon lirası siyasi partilere seçim yardımı olarak dağıtılacak. Geri kalan kısım ise Yüksek Seçim Kurulunun harcamalarında kullanılacak. Oysa 150 trilyon lira Türkiye'nin her hafta 500-600 trilyonluk bir borçlanma yaptığı düşünülürse devede kulak gibi kalıyor. Ama devletin bütçe imkanları o kadar kısıtlı ki, küçük bir ek harcama için bile siyasi sorumluluk ve irade aranıyor.

Türkiye'de seçim ekonomisi izlemeye yönelik mekanizmaların çoğunun önü de kapatıldı. Sözgelimi hükümetlerin Merkez Bankasından alabildiği kısa vadeli avans imkanı sıfıra indirildi. Halk arasında bu "Merkez Bankasının karşılıksız para basması" olarak biliniyor. Üstelik Merkez Bankası'nın KİT'lere, tarım satış kooperatiflerine kredi açması imkanı da bitti. Çünkü artık Merkez Bankası'nın tek hedefi var.; o da ülkede enflasyonu düşürmek ve fiyat istikrarını korumak.

Yine bir başka seçim ekonomisi mekanizması olan kamu bankalarından ucuz faizlerle kredi dağıtma imkanı da bitirildi. Kamu bankaları özerkleştirildi ve özelleştirme girmek için hızla yol alıyorlar. Bazı kredi kalemlerinde kamu bankalarının faizleri piyasaya göre düşük. Ancak hiç bir zaman ekonomi ve bankacılık mantığını zorlayacak kadar değil. Yani enflasyonun altında bir faiz oranı artık yok.

Hükümetlerin "görev zararı" olarak bilinen  kamu bankaları kaynaklarını birkaç satırlık kararname ile bazı toplumsal kesimlere aktarması uygulaması da artık son buldu. Eğer Bakanlar Kurulu oy potansiyeli yüksek bir toplumsal kesime kamu bankalarının destek vermesini istiyorsa, görev zararını nakit olarak bu bankalara ödemek zorunda.

Sosyal güvenlik kurumları derseniz, yine benzeri bir manzara var. Öyle emekli maaşlarına bol keseden zam yapmak yok. Çünkü bu zamların faturası, dönüp dolaşıp Hazine'ye, oradan da iç borçlara ve sonunda enflasyon olarak vatandaşa dönüyor. Türkiye'nin içine girdiği dönem, ekonomik gidişatı önemsemeyen siyasi rant transfer mekanizmalarının artık işlemeyeceği bir dönem. Ne devletin borçlanacak ek imkanı kaldı, ne de dağıtacak ekstradan tek kuruş fazlası var.

Devlette durum böyle. Ama seçim harcamasını sadece devlet yapmıyor. Siyasi partiler ve milletvekili adaylarının da harcamaları söz konusu. Bu harcamaların ekonomiye elbette bir etkisi olacak. Bazı uzmanlar seçimin ekonomide durgunluğa yol açacağını söylese de ben buna katılmıyorum. Tabii ki seçim ortamında geleceğe yönelik stratejik kararlar almayacaktır. Ancak seçim harcamaları, son 1,5 yılda ekonomide gelişen "Paranı harcama; bankaya, dolara yatır" eğilimini azaltacaktır. Biraz rakamlarla oynayarak seçimin bu boyutunu inceleyelim. 

Söz gelimi bu seçimlere 23 siyasi partinin katılacağı resmen ilan edildi. Bu partilerin hepsinin tüm seçim bölgelerinde eksiksiz şekilde milletvekili adayı gösterdiğini varsayarsak, Türkiye'deki 13 bin kişi seçim heyecanı yaşayacaktır. Resmi listelerde yaklaşık 13 bin milletvekili adayı olacak ama "aday adayı" olmak isteyenlerin sayısının 50 bine ulaşması bekleniyor. Bazı partilerin aday adaylarından 2 milyar liraya kadar bağış topladığını varsayarsak, ortaya çıkabilecek mali kaynağın boyutları iyice anlaşılır.  Bu bağışlar aynı zamanda yastık altında, banka hesaplarında tutulan tasarrufların da bilfiil ekonomik hareketlilik sürecine girmesi anlamına gelecek. 

Seçimlere 1,5 ay kala yoğunlaşacak propaganda döneminde ise partiler ve adaylar kendi kaynaklarını da devreye sokarak çeşitli harcamalar yapacaklar. Tüm partilerin ve adayların toplam seçim harcamalarının 1,5-2 milyar dolara ulaşabileceği tahmin ediliyor. Aylık harcama bu durumda 500 milyon doları bulacak. Yani bu seçimlerde milli gelirin yüzde 1-1,5'u kadar harcama ve dolayısıyla üretim artışı bekleniyor.  İşte bütün bu harcamalar ekonomide beklenen canlanmayı daha hızlandırabilecek. Zaten yüzde 3'lük resmi hedeflere karşın yapılan "Yüzde 5 büyüyebiliriz" şeklindeki tahminlerin geri planında işte bu seçim masrafları bulunuyor.

Türkiye'nin bu seçimleri atlattıktan sonra önünde, en geç 1,5 yıl sonra belediye seçimleri var. Yeni bir siyasi iktidar oluştuktan sonra bu seçimleri öne çekme ihtimali de bulunuyor. Bütün bunlar gösteriyor ki, Türkiye 2004 yaz aylarına kadar sürecek bir seçim platformuna girmiş vaziyette. Türkiye'de bir süredir belediyeleri de içine alan bir kamu mali disiplini süreci yaşanıyor. Ancak belediye harcamaları henüz tam olarak kontrol altına alınamadı. Kontrol altına alınan tek şey belediyelerin dış borçlanmaları. Eğer erken genel seçim sonrasında belediyelerin mali durumlarına ilişkin ciddi disiplinler ortaya konulamazsa, korktuğumuz seçim ekonomisi manzaraları yaşanabilir. 

Belediye seçimleri, devletin beklediği ve hesapladığından daha büyük bir harcama büyüklüğünü beraberinde getirebilir. Çünkü bu seçimlerde oy, küçük hizmetlerden bile kazanılabilir. Oysa genel seçimlerde ülke yönetimine ilişkin makro politikalar tartışılacak. Türkiye'de seçimlerden sonra güçlü bir iktidarın çıkması, kısa bir süre sonra yeniden girilecek mahalli idare seçimlerinin genel dengeleri bozmaması açısından çok önemli görünüyor. 

Türkiye'de seçim ve seçim ekonomisi denilince unutulan bir şey var ki, demokrasinin yerleşmesi ve kökleşmesi açısından önemli. Türkiye, demokrasi içinde kalkınırken seçim ve beraberinde getirdiği harcamaları şeffaf hale getirmeyi, bunların genel dengelere etkisini asgariye indirmeyi, velhasıl seçimi lehine kullanmayı öğrenmesi gerekiyor. Ama siyasetin finansmanının net olmaması, seçmen tercihlerini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Siz kendi düşünceleriniz ve çocuklarınızın geleceği için oy kullanırken, aslında o partinin gizli finansörlerinin çıkarlarına hizmet ediyor konuma gelebilirsiniz. Bunun için seçmenlerin kimler tarafından finanse edildiği bilinen ve gelecekte ne yapacağını açıkça söyleyen partileri desteklemesi demokrasi açısından elzem görünüyor.
(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard Dergisinin Eylül-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder