20 Ocak 2018 Cumartesi

HAZİNE'NİN YAYINLADIĞI İLK KAMU BORÇ YÖNETİMİ RAPORU... BORÇLUNUN GÖZÜNDEN BORÇ SORUNUMUZ


Cahit UYANIK

Türkiye'de kamu borç stoku artık günlük yaşamımızı etkiler hale gelince, konuyla ilgili teknik kavramlar da gündelik sohbetlere kadar girdi. Mesela, gazetelerin küçük ilanlarının bile satır satır okunduğu emekli kahvehanelerinde 4 veya 5'inci bardak çaydan sonraki favori tartışma konusu faiz dışı fazlanın düzeyi... Çünkü faiz dışı fazlanın bir bölümünden feragat edilip emekli maaşlarının artırılma ihtimali herkesçe tartışılabiliyor. Ya da, sayıları resmi ağızlar tarafından 2 milyon kişi civarında telaffuz edilen Hazine kağıdı yatırımcıları, reel faizin nelere bağlı olduğunu, basit de olsa reel faizin nasıl hesaplandığını, enflasyon datasının artık bakkal-süpermarket alışverişinin ötesinde etkileri olduğunu çok iyi biliyor.


Böylesi bir ortamda Hazine Müsteşarlığı ilk kez, kamu borçlarının son durumu, borçların nasıl yönetildiği, faiz dışı fazlanın nasıl hesaplandığı gibi bir çok sorunun cevabını içinde barındıran 'Kamu Borç Yönetimi Raporu'nu yayımladı. Hazine bu raporu, Nisan-2002'de çıkartılan Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 14'üncü maddesi hükmü gereği çıkarttı. Bu rapor artık 3 ayda bir yenilenecek. Kamuoyu borçlardaki ve aynı zamanda Hazine'nin alacaklarındaki iyiye veya kötüye doğru gidişi kendi gözleriyle görme imkanı bulabilecek.


Bir siyasiden itiraflar

Yaklaşık 150 sayfalık rapora bir önsöz yazan Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan, Türkiye ekonomisinin borç yükünün, karşı karşıya olunan birçok sorunun temel kaynağı olduğunu belirtiyor. "Türkiye siyasi, sosyal ve ekonomik olarak güçlü bir ülke olacaksa öncelikle borç sorununa mutlaka çözüm bulmalıdır" diyen Babacan, her yeni doğan çocuğun bile Türk vatandaşı olarak yüklü miktarda borçlu doğduğunu hatırlatıp "Sorunu kalıcı olarak çözmeden geleceği imar etmek mümkün olmayacaktır" itirafında bulunuyor. Türkiye'de siyasi istikrarsızlık ve ekonomik tedbirlerin kararlılıkla uygulanmaması nedeniyle borç sorunun karmaşık bir hal aldığını anlatan Babacan "Türkiye üreten, istihdam eden, ihraç eden bir ülke olmak yerine borç alan, borcu borçla çeviren ve her geçen gün borcu daha da artarak uluslararası kuruluşlara bağımlı bir ülke haline gelmiştir" tespitini yapıyor. Güçlü bir ekonomik yapıya kavuşmanın ön koşulunun borç stokunu piyasa kuralları içinde eritmekten geçtiğini vurgulayan Babacan, Türkiye'nin bu güce sahip olduğunu, sıkı maliye politikası ve akılcı ekonomi yönetimi ile sorunu çözebileceği umudunu dile getiriyor.

Önce bunu anlayalım ki...



Raporun girizgah bölümünün hemen ardından ele aldığı konu faiz dışı fazla. Biz de yazımızı ve raporun kısa özetini, borç sorunu ile devletin izlediği ekonomik politikaların aynı anda odaklanabildiği hemen hemen tek kavram olan faiz dışı fazla ile sınırlı tutacağız. Raporun girişinde her şeyden önce Türkiye gibi yüksek borç stokuna sahip ekonomilerde, doğru tespit edilmiş maliye politikaları ile borcun sürdürülebilirliği arasında ilişki olduğu belirtiliyor. Türkiye'nin kendisine hedef seçtiği AB kamu borç stoku görece yüksek 7 ülkedeki maliye politikalarına dikkat çekilen raporda, bu ülkelerin düşük reel faiz oranlarına sahip olmalarına rağmen, yüksek faiz dışı fazladan yana tercih kullandıklarına dikkat çekiliyor. Mesela 1999'da kamu borç stoku yüzde 115 düzeyinde bulunan İtalya'da faiz dışı fazla yüzde 4,5 olmuş. Yunanistan'da ise bu rakamlar sırasıyla yüzde 105 ve yüzde 5,9 düzeyinde bulunuyormuş.

Raporda daha sonra "neden faiz dışı fazla?" sorusuna daha teknik cevaplar veriliyor. Faiz dışı dengenin faiz harcamalarının toplam kamu gelirlerinden düşülmesi yoluyla hesaplandığı belirtilen raporda, faiz harcamalarına kolay kolay müdahale edilemediği bir ortamda faiz dışı dengenin önemli bir maliye politikası aracına dönüştüğü vurgulanıyor. Borçlanma ihtiyacının azalmasının faiz dışı fazla verilerek sağlanabildiği belirtilen raporda bunun 3 gerekçesi şöyle sıralanıyor:

1) FAİZ DIŞI FAZLA İLE BORCUN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ ARASINDA İLİŞKİ VARDIR: Kamu borçlanmasının sürdürülebilirliği maliye politikaları, borç stoku, ekonomik büyüme, faiz oranı gibi büyüklüklerle belirli bir denge içinde olmalıdır. Özellikle reel faizin, ekonominin büyüme hızının üzerinde olduğu durumlarda (Türkiye'de olduğu gibi) borç stoku artışının kontrol altına alınabilmesi için borç ödemelerinin bir kısmının faiz dışı fazla yoluyla karşılanması gerekir. Aksi taktirde borç stoku reel anlamda sürekli olarak büyüyecek ve bir finansal kriz kaçınılmaz hale gelebilecektir. Borçlanmanın sürdürülebilirliği, uygulanan ekonomi politikalarının kredibilitesi (güvenilirliği) ile yakından ilgilidir. Kamuya borç verenlerin orta ve uzun vadede bunların geri ödenemeyeceğini düşünmeleri, borç vermekten vazgeçmelerine neden olmakta; güven eksikliği gerçek bir borçlanma krizinin tetikçisi olabilmektedir.

Özellikle kısa vadeli kamu borcunun yüksek, özel tasarrufların düşük düzeyde olduğu ülkelerde (Tıpkı Türkiye gibi) borçlanma hassas dengeler üzerinde sürdürülüyor.  Böyle bir ortamda yerli ve yabancı yatırımcıların herhangi bir nedenle güvensizliğe kapılmaları ve kamu borçlanmasından çekilmeleri borçların çevrilememesine neden olmaktadır. Kamu borçlanmasının maliyeti ise yatırımcıların algıladıkları riskle bağlantılıdır. Devlet kağıtlarına ilişkin risk arttıkça, yatırımcıların talep ettikleri risk primi (veya beklenen enflasyon üzerindeki reel faiz) seviyesi yükselmektedir. Kamu borçlanmasına ilişkin risk algılamasının kontrol altına alınması için kamuoyu güveninin sağlanması büyük önem taşır.

2) FİYAT İSTİKRARI, YÜKSEK KAMU BORÇ STOKU, FAİZ DIŞI FAZLA ARASINDA İLİŞKİ VARDIR: Türkiye'de yaşanan kronik yüksek enflasyon bütçe açıklarından kaynaklanmaktadır. Enflasyonu yönlendiren beklentilerin  bütçe açığının yarattığı belirsizliklerden etkilenmesi kaçınılmazdır. Bütçe açıkları ile mücadele edilemediği ve borcun sürdürülebilirliği kaygılarının bulunduğu sürece enflasyon beklentisi aşağıya doğru hareket göstermez. Bu aşamada faiz dışı fazladan ödün vermek, sürdürülemez borç dinamiğine işaret etmekte ve fiyat istikrarı ile büyümeyi tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle faiz dışı fazlanın tutturulması gerekir.

3) FAİZ DIŞI FAZLA BÜYÜMEYİ ETKİLER: Yüksek borçlu ülkelerde borç sarmalı sorunu büyümeyi de olumsuz etkiler. Uzun vadede borçların hangi kaynakla geri ödeneceğine ilişkin belirsizlik (yeni vergiler veya monetizasyon) yatırımcıların yatırım kararlarını ertelemelerine neden olur. Belirsizlik orta çıkarsa, göstergeler iyiye gitse bile yatırımcılar bekleyip görme tavrına girerler. Belirsizlik, ülkeden sermaye çıkışına da neden olarak yatırımları ve büyümeyi engellemektedir. Açığı azaltmaya yönelik çabalar ise ekonomik birimler nezdinde olumlu işaret olarak algılanır ve tüketici, ertelediği tercihlerini bugünden gerçekleştirme eğilimine girer. Bu, büyümeyi olumlu etkiler. Borcun sürdürülebilirliğine ilişkin güven, ileriye yönelik beklentileri olumlu etkiler. Yatırımcıları talep ettikleri risk primini düşürür. Düşen faiz oranı yatırım ve tüketim yoluyla büyümeyi canlandırır.

Hazine'nin vergi nasihatı

Evet Hazine'nin faiz dışı fazlaya ilişkin teknik açıklamaları ve satır aralarında "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla" kabilinden uyarıları böyle. Hazine'nin bu konudaki son sözlerini de aynen yazmakta fayda var. Hani "Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az" kabilinden:

"Faiz dışı dengenin belirleyici unsurlarından biri olan kamu kesimi gelirleri ağırlıklı olarak vergilerden oluşmaktadır. Türkiye'de vergi disiplininin sağlanması, faiz dışı fazlanın oluşturulmasında önemli rol oynamaktadır. Vergi disiplini ile kayıp ve kaçakların aşırı seviyeye ulaştığı ortamda vergi idaresinin iyileştirilmesi ve vergi adaletinin sağlanması kastedilmektedir. Bu yöndeki düzenlemeler ile vergi gelirlerinin artırılması faiz dışı fazlanın oluşturulmasında etkili olacaktır. Faiz dışı fazla hedefinin belirlenmesinde borç stoku, reel faiz oranları ve büyüme dikkate alınmaktadır. Borç stokunun uluslararası standartlara ve risk algılamasına yol açmayacak seviyelere çekilmesi, istikrarlı ve sürdürülebilir makro dengelerin oluşmasını temin edecek bir faiz dışı fazla hedefinin sürekliliğiyle mümkün olmaktadır.

------------------------------------------------------------------------------------------------------------

PONZİ OYUNU VE TÜRK HAZİNESİ



 Hazine'nin Kamu Borç Yönetimi Raporunun en ilginç bölümlerinden birisi, çoğumuzun sevmediği ve okumadan geçtiği bir dipnotta gizli bulunuyor. Faiz dışı fazla ile borcun sürdürülebilirliği ilişkisinin anlatıldığı bölümün bir dipnotunda, finans literatüründe 'Ponzi Oyunu' olarak bilinen ve Türkiye'de 'saadet zinciri' olarak tanınan tehlike telaffuz ediliyor. Buna göre kamuya borç verenler, kamunun borçlarını sürekli olarak yeni borçlanmayla ödemeyeceğini, uzun vadede borçların tamamını ödeyecek kadar bir gelir fazlasına sahip olması gerektiğini düşünmektedirler. Uzun dönemdeki faiz dışı fazlaların ki -Türkiye'de bu hep asgari yüzde 6,5 olarak dillendiriliyor- bugünkü değeri, borç stokunun değerine eşit veya fazla ise kamu borcunun sürdürülebilir olduğu sonucuna varılmaktadır. Buna yeni gelişmekte olan borçlanma literatüründe 'Bugünkü Değer Yaklaşımı' deniliyor. Raporda karışık cümleler arasına sıkıştırılan şeyin açık ifadesi ise şu:


"Türkiye, uzun yıllar yüzde 6,5'luk faiz dışı fazla vererek borçlarını bir gün hafifletebilir. Bunun için mali disiplinin gevşetilmemesi gerekir. Mali disiplin, gevşetilirse borçlanma 'Ponzi Oyunu'na dönüşebilir. Yani borç verenlerin sürekli olarak ana para ve faiz alacaklarını yeniden borç olarak vermeleri ve sürekli şekilde yeni borçlanma kaynakları bulması gerekir. Ama böyle bir şey ilelebet söz konusu olamayacağına göre, oyun bozulup saadet zinciri kopabilir. Sonuç ise önce finansal ve hemen ardından büyük bir ekonomik kriz...  

Peki bu 'Ponzi Oyunu'nun önemi nereden geliyor? Activefinans.com adlı internet sitesindeki ayrıntılı bilgilere ulaştığımızda Ponzi'nin Hazine'nin Raporuna neden girebildiğini anladık ki; rapor boyunca, kamuoyunda sık sık tartışılan konsolidasyonun k'sına bile değinilmemişti. Belki de bir basın mensubu olmanın verdiği rahatlıkla şöyle bir cümle kurabilirim. Türkiye aslında yıllardır Ponzi Oyunu oynuyordu. 2001'de bu oyun bozuldu ama bu oyuna başvurmuş bir ülke olarak sicili de bozuldu. Bu sicili temizlemenin tek yolu ise kamu mali sistemini disipline ederek faiz dışı fazlayı tutturma alışkanlığından taviz vermemekten geçiyor.

Şimdi ise "Ben bir Türk olarak bu filmi çok seyrettim" dedirten, saman alevi gibi parlayıp sönen Ponzi'nin finans dehasının (!) yol açtığı olayları okuyabilirsiniz:

"1920 yılı yazında Charles Ponzi ve kurduğu Boston merkezli posta kuponu girişimi, ABD'nin en çok konuşulan yatırımıydı. Ponzi, yatırımcılara 45 günde yüzde 50, 90 günde yüzde 100 getiri vaat ediyordu. Bu işin finansal bir mucize değil, iyi tasarlanmış bir dolandırıcılık olduğu ancak 10 bin yatırımcıdan toplanan 9,5 milyon dolarlık balon söndüğünde ortaya çıktı.  

Ponzi, 'International Reply Coupons' adı verilen posta pulu ticaretiyle yüzde 400 kar ettiği bir ticaret yaptığını ve yatırımcılara bundan kar payı dağıttığını iddia ediyordu. İlk yatırımcılara kar payları dağıtıldıkça, yatırımcılar bu cazip işe ilgi göstermeye başladılar. Araştırmalar, daha sonra bu ilk ödemelerin sisteme yeni dahil olan kaynakla yapıldığını ve kar diye bir şeyin hiç bir zaman söz konusu olmadığını ortaya çıkaracaktı. Aslında sistem yeni girişlerle eski yatırımları finanse ediyordu ve sisteme gittikçe daha fazla kaynak girmesi bu kısır saadet zincirinin uzamasını sağlıyordu. 

Ponzi'nin sistemi basit bir muhasebe kandırmacasına dayanıyordu. Bununla birlikte bu kadar insanın bu kandırmacanın tuzağına düşmesi bankaların ortalama yüzde 5 getiri sağladığı dönemde vaat edilen yüksek getiriden kaynaklanıyordu. Mekanizmanın basitliği ve muazzam ölçeği, Ponzi adının bu özel dolandırıcılık yöntemiyle özdeşleşmesini sağladı.
 
1903'te İtalya'dan ABD'ye göçmen olarak gelen Ponzi'nin ilk örneğini gösterdiği şema, yakın geçmişte Türkiye'de 1982'de büyük bir finansal krizle sonuçlanan Bankerler Furyasında ve birkaç yıl önce de Titan'da gözlenmişti.  Ponzi'nin hapislerin ardından İtalya'ya iade edilmesi ile geçen yaşamı, 1949'da Brezilya'nın Rio şehrindeki bir düşkünler evinin hastanesinde sona erdi. Bir zamanlar milyonlarca dolarla oynayan ve adını bir suça verecek kadar ünlü bir adamın ölümünün ardından cenaze masrafları için bıraktığı bütün para sadece 75 dolardı."
(Bu analiz-haber Ekonomi Muhabirleri Derneği-EMD'nin yayın organı Ekonom Dergisinin Temmuz-2003 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder