10 Ocak 2018 Çarşamba

BİTMEYEN ŞARKI: TARIMDA AB İLE REKABETE NE KADAR HAZIRIZ?

Cahit UYANIK

Türkiye, geçen Haziran ayında tarım alanında önemli bir reform yaptı. Buğday fiyatları ilk kez dünya fiyatları ile ilişkilendirildi. 2000 yılı buğday destekleme alımları tespit edilirken ilk kez popülizme dayalı oy kaygıları ile değil, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Chicago ve Kansas borsalarında oluşan fiyatlar dikkate alınarak hareket edildi. Böylece Türkiye nüfusunun yüzde 45'ini oluşturan, ulusal gelirin yüzde 14'ünü üreten ve ihracatın doğrudan doğruya yüzde 11'ini karşılayan, şu veya bu şekilde buğday üreten çiftçiler, dünya ölçeğinde rekabet kantarına çıkmış oldular. İlk bakışta insana sadece fiyata dayalı gibi gelen bu reform, aslında ekonomiyi dönüştürecek büyük aksiyon planının birinci aşaması. Birazdan bu reformun ayrıntıları hakkında bilgi vereceğim. Ama söz konusu reformların büyük bir kararlılık ve hızla yaşama geçirilmesinin zaruri olduğunu şimdiden söylemeliyim. Neden mi?

Buğday, yüzyıllardır Türkiye'deki ekonomik ve sosyal olayların akışında önemli bir rol oynuyor. Çünkü Anadolu insanının beslenme ve ticaret alışkanlıkları hep bu ürün üzerinden dönüp duruyor. Buğday, tedrici bir süreç halinde yaşadığımız sanayileşmede de denge taşı gibi. Köyden kente göçün, büyük ve başıboş kalabalıklar değil de yavaş bir trend halinde gerçekleşmesinin en önemli sebeplerinden birisi buğday. Köylerdeki küçük aile işletmelerinin içine hapsettiğimiz gizli işsizleri besleyen unsur da buğday. Geçen ay açıklanan buğday fiyatı ise bu dengeleri sarsacak nitelikte görünüyor. Bu fiyat, çiftçilerin buğday ekiminden uzaklaşmasına neden olabilir. Türk çiftçisinin buğday ekmekten vazgeçmesi demek, şehir nüfuslarının aşırı düzeyde şişmeye başlaması ve işsizliğin altından kalkılamayacak oranlara yükselmesi anlamına gelir. Bu gelişmenin yaratacağı sosyal patlama tehlikesinden bahsetmeye hiç gerek yok. Elbette bu kötümser senaryo, yüksek destekleme alım fiyatlarından vazgeçilmesinden doğan boşluğun nasıl ve ne kadar sürede doldurulacağı ile yakından ilgili. Bu konudaki isabetli karar ve davranışlar, buğdayın üstlendiği Türk toplumunu besleme ve dönüştürme işlevine modern bir görünüm katabilir.   

Bu tavır, dünyanın çeşitli ülkelerindeki gelişime de ters değil. Artık bütün dünyada tarım sektörü devletin desteği ile yaşıyor. Bunun sebebi basit: Geçen yüzyılda ileri sürülen Malthus Teorisi tersine döndü. Teoride anlatıldığı gibi insan nüfusu değil, tarımsal üretim geometrik diziyle arttı. Tarımda sulama, gübreleme, mekanizasyon ve zararlılarla mücadeleye önem verilmesi bunu sağladı. Buna karşılık insanoğlu, doğum kontrol yöntemleriyle nüfus artış hızını gemlemeyi başardı. Tarımda yaşanan bu gelişme, tarımsal ürünlerin fiyatlarını çok zorlamaya başladı. Gelişmiş ülkeler sanayi üretimi ve dış satım dolayısıyla yarattığı kaynakların bir bölümünü tarım sektörüne aktararak insanın en temel güdüsü 'beslenme'yi garantiye aldı. Ama ekonomileri tamamen tarıma dayalı az gelişmiş ülkeler bunu yapamadılar.  Tarım toprakları ıslah edilemedi, mekanizasyona geçilemedi.

Bugün ABD ile AB gibi iki süper güç bile, her şeye rağmen tarım sektörlerini özene bezene koruyor. Kimse bu sektörünü rekabete açmak istemiyor. Bunun geri planında ekonomik, sosyal ve stratejik kaygılar var. Bu nedenle geçen Haziran ayında kendi buğday fiyatımıza baz kabul ettiğimiz tarımsal ürün borsa fiyatları, gerçek rekabetçi fiyatlar değil. Türkiye'nin bu gerçekleri dikkate alarak, tarımsal yapısını yeniden oluşturması zorunlu. Yani çiftçiye her yıl tıpkı bir afyonmuş gibi sunulan yüksek destekleme fiyatları ve çok düşük faizli tarımsal krediler dönemi artık bitmeli. Bunun yerine fiyat politikasında değişikliği de içeren, verimliliği sağlayıcı çok çeşitli önlemlerin alınması kaçınılmaz.

İlk olarak Türk çiftçisinin tarımsal ürün fiyatlandırmasında dönüşüm sürecini yaşaması elzem bir ihtiyaç. Söz gelimi; tam üyelik görüşmelerine hazırlandığımız AB'ye, köhnemiş bir destekleme alımı sistemiyle gitmemiz mümkün değil. AB'de "müdahale ve hedef fiyat" uygulamaları geçerli. Buna göre dünya borsalarındaki fiyat sadece "müdahale fiyatı" olarak belirleniyor. Piyasa fiyatı, bu rakamın altına düştüğünde alım yapılması gerekiyor. Müdahale fiyatı ile hedef fiyat arasındaki fark ise üreticiye "telafi edici ödeme" olarak ödeniyor. Türkiye'nin buğday fiyatını dünya fiyatlarıyla ilişkilendirme çabası, buna ilk hazırlık olarak görülebilir. Ama henüz Türkiye, "telafi edici ödeme" fiyat kavramını tam yerine oturtmuş değil.  Bunun da sebebi, sürdürülen enflasyonla mücadele politikası. Türkiye, değişken bir telafi edici ödeme sisteminden çok, devletin tayin ettiği kadar fazla fiyat ödeme sistemini uyguluyor. 

Dünyada tarım alanında ileri durumdaki ülkelerin hemen hemen hepsinde çiftçiye destek, üretim aşamasında veriliyor. Bu, çiftçinin topraktan ve tarımsal üretimden soğumamasını sağlıyor. Üretim bittikten sonra ise ürünler, serbest piyasa koşullarında tarımsal borsalarda işlem görüyor. Türkiye'nin de önümüzdeki birkaç yılda hızla benzeri sistemleri kurması gerekiyor. Çiftçinin artık klasik tek alıcı, yani TMO sisteminden borsalara geçişin sağlanması, verilecek destekler açısından önemli. Borsalar burada fiyat oluşumunun yanı sıra tarımsal ürün tahminleri hakkında da bilgi sağlayıcı bir rol üstleniyor. Aslında Türkiye'de bu konuyla ilgili hazırlıklar sürdürülüyor. Dünya Bankası ile ortaklaşa olarak 4 adet tahıl borsası kurulmaya çalışılıyor.  Buna göre Konya, Eskişehir, Edirne ve Ankara-Polatlı'da kurulacak borsalarda, gerçek anlamda buğday spot piyasası oluşturulacak. Bu borsalar birbirine bağlanarak Türkiye genelindeki fiyat oluşumu sağlanmış olacak. Ayrıca bu borsalardan dünya fiyatları da izlenebilecek. Dört Türk borsasında oluşan fiyatlar tüm dünyaya kote edilebilecek.

Doğrusunu söylemek gerekirse Türkiye, tarımda destekleme alımları sisteminden vazgeçmek için bazı pilot uygulamalar yapıyor. Bunlardan birisi çiftçiye doğrudan gelir desteği verilmesini içeriyor. Proje, seçilen bazı bölgelerde belli toprak büyüklüğünün altındaki küçük çiftçilere dekar başına 5 dolar ödeme yapılmasını içeriyor. Bu yöntemle, çiftçinin pazara ve toprağına en uygun ürünü en uygun tekniklerle üretmesi, mahsulünü daha tarlada iken tefeciye kaptırmaması sağlanmaya çalışılıyor. Sistemin iyi işleyebilmesi için toprağın kadastrolu olması gerekiyor. Aksi taktirde o çiftçinin küçük, orta veya büyük ölçekli bir işletmeye sahip olduğu tespit edilemiyor. Türkiye'deki tarım topraklarının önemli bir kısmı kadastrosuz olduğu için belki de ilk el atılması gereken konu bu. Türkiye'nin destekleme alımlarına ikame etmeye çalıştığı doğrudan gelir desteği sisteminin ülke çapında başarıya ulaşması için bunun mutlaka sağlanması zorunlu.

Elbette tarım demek sadece hububat demek değil. Sektör, birçok alt sektörden oluşuyor. İşte yazının başında sözünü ettiğim tarımdaki büyük aksiyon planı, sektörü bir bütün olarak kavramak istiyor. Bunun için 11 adet yeni yasa çıkması gerekiyor. Ama bu yasalar henüz çıkmadı. Bu yasa tasarıları çiftçinin modern örgüt yapılanmasına kavuşmasından bitki türleri ıslahına, tarımda kayıtlılığa geçişten hayvancılık reformuna kadar geniş bir yelpazeyi düzenliyor. Sonuçta Türkiye'nin acilen hububat ve buğday odaklı tarımsal dönüşümü sağlayıp, sektörü koruyucu önlemleri alıp, çok yakında bol bol tartışmaya başlayacağımız Ortak Tarım Politikasına hazırlanması gerekiyor. Bunu yapamadığımız taktirde Türkiye, tam üyeliğe geçiş sonrasında AB üyelerinin tarımsal ürünleri için bir açık pazar haline dönüşebilir.   

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard Dergisinin Temmuz-2000 tarihli sayısında "Buğday ve Türkiye'nin Dönüşüm Sorunu" başlığı ile yayınlanmıştır.)
AB'YE UYUM İÇİN TARIMA İKİ ÖDEME KURULUŞU GELİYOR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder