25 Nisan 2018 Çarşamba

'ÇİÇEĞİ BURNUNDA' BAŞBAKAN ERDOĞAN, YAPAMADIĞI ÖZELLEŞTİRME İÇİN ŞİİR OKUMUŞTU

FOKUS/
ÖZELLEŞTİRMELERDE ARTIK BLOK SATIŞTAN VAZGEÇİLMELİ

Cahit UYANIK

Türkiye, özelleştirme kavramını 1983 yılında yapılan genel seçimler öncesinde Anavatan Partisi Genel Başkanı Turgut Özal'ın ağzından duymuştu. Özal, köprüleri ve barajları satmaktan bahsedince ortalık karışmıştı. Yaklaşık 21 yıl önce seçim meydanlarında başlayan "Satarım-sattırmam" kavgası hala sürüyor. Geçen hafta Ankara Sanayi Odasında iş adamlarının sorunlarını dinleyen Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ise özelleştirmede planlandığı gibi yol alamadıklarını belirterek duygularını

"Ağlarım anlatamam
Hissederim söyleyemem
Dili yok kalbimin
Ondan ne kadar bizarım"

mısralarıyla ifade etmişti.

Türkiye'de 21 yıldır yoğun uğraş verilmesine rağmen özelleştirme yapamamanın gerçek nedeni veya nedenleri nelerdir? Özelleştirmeyi toplum mu, yoksa siyasetçiler mi istemiyor? Bu soruya yıllarca özelleştirme uygulamalarının içinde bulunan Devlet Eski Bakanı Işın Çelebi kestirmeden bir cevap veriyor. Çelebi'ye göre Türkiye, bu tür devletçi mantığı terk etmek istemiyor ve Türkiye ekonomisi, Çin'den sonra en devletçi yapıya sahip bir görünüm arz ediyor. Çelebi işte bu nedenle herkesin özelleştirmeye gizli veya açık direnç gösterdiğini anlatırken, "Siyasetçi Türkiye'de yıllardır teknik ve ekonomik değil, siyasi mülahazalarla özelleştirme yapıyor. Aslında kesinlikle, devletin ağırlıklı olduğu yapıdan vazgeçmek istemiyor. Bunun nedeni de basit. Siyasetçi klientelist, yani siyasi yandaşlarını kollama zihniyetini bırakmak istemiyor. Çünkü varlık nedeninin ortadan kalkacağını düşünüyor" değerlendirmesinde bulunuyor.     

Çelebi'ye hak vermemek mümkün değil. Çünkü bakıldığında, Özelleştirme İdaresi Başkanlığının portföyünde 36 irili ufaklı KİT, altı otoyol, iki köprü, 28 elektrik üretim tesisi, Manavgat Suyu Tesisleri ile araç muayene istasyonları bulunuyor. Bu kapsama yakında, ÖİB dışında özelleştirme çalışmaları sürdürülen  Milli Piyango ve İMKB de eklenecek. Bir kuruluşun özelleştirme portföyüne alınması en kısa sürede satılacağı anlamına gelmiyor. Bu süreç yıllarca devam edip gidiyor. Hal böyle olunca siyasetçiler özelleştirme kapsamına alındığı için nisbeten daha rahat bir personel rejimine kavuşan bu kamu şirketlerinde kolayca at oynatabiliyorlar.

THY'nin yüzde 80 personeli değişti

Söz gelimi her yıl olduğu gibi 2003'te Türkiye'nin en büyük sanayi işletmesi sıralamasında birinci gelen TÜPRAŞ'ta, 5 bine yakın kişi çalışıyor. TÜPRAŞ, 2007 yılında yeni bir rafineri daha kurmayı planlıyor. Bu durumda TÜPRAŞ'ta çalışan sayısının en az yüzde 15-20 daha artması bekleniyor. Yine özelleştirme portföyünün en yakından takip edilen şirketlerinden Türk Hava Yollarında geçtiğimiz aylarda yaşanan siyasi kadrolaşma tartışmaları ise akıllarda... THY'nin resmi verilerine göre 1997 yılındaki iktidar değişikliğinden sonra kurumda ilk 6 ayda 1.700 kişi işe başlatılmıştı. 1997-2000 arasında işe alınanların sayısı ise toplam 7 bin 500'e çıkmıştı.

Kararlılık ve siyasi cesaret yok

Bu örnekler uzatılıp gidilebilir. Özelleştirmenin siyasetçilerin elinde, siyasi yandaşlarını koruyup kollamak için bir koz olmaması için hızlandırılması gerekli görünüyor. Bu tespiti yapan isimlerden biri de Özelleştirme İdaresi Eski Başkan Yardımcılarından İlhan Baytan... "Özelleştirme: Hukuki Yapı, Uygulamalar, Sorunlar, Öneriler" adlı oldukça kapsamlı bir kitap da yazan Baytan, Türkiye'nin özelleştirmeyi dört-beş yıl içinde kesinlikle bitirmesi gerektiğini düşünüyor. Baytan, özelleştirme konusunda başarılı olabilmek için üç şartın arka arkaya yerine getirilmesi gerektiğini belirterek bunları, siyasi istikrar, siyasi kararlılık ve siyasi cesaret olarak sıralıyor. Türkiye'nin 21 yıllık özelleştirme geçmişinin büyük bölümünde ilk şartı bile sağlayamadığını anlatan Baytan, Ak Parti Hükümetinin ilk şartı otomatik olarak yerine getirdiğini ancak kararsızlık ve cesaretsizlik içinde olduğunu belirtiyor. Baytan hükümetin mevcut özelleştirme politikasını ise "Kararlı gibi görünmek istiyorlar. Ama aslında özelleştirme yapmaya siyasi cesaretleri yok. Bunu sağlasalar, kararlılık ve kararlılık gösterileri de beraberinde gelecek" değerlendirmesinde bulundu.

Özelleştirme olmadan piyasa olmaz

Baytan, Türk Özelleştirme Kanununda siyasetçilere özelleştirme kapsamına alınıştan satışa kadar çok önemli roller verildiğini belirterek, çeşitli satış çabalarının kesintiye uğramasının bu rollerin tam yerine getirilmemesinin göstergesi olduğunu ifade ediyor. Özelleştirmenin hızı konusundaki tartışmada Eski Bakan Çelebi ise "Bir an önce yapıp bitirmek lazım. Özelleştirme demek aslında piyasaların oluşması demektir. Devlet işin içinde olunca rekabet tam olamıyor. O zaman ekonomik etkinlik sağlanamıyor" şeklinde konuşuyor.

Açıkları kapatmak için yapılıyor

Özelleştirme ve siyasetçiler denilince akla, özelleştirmenin devletin bütçe, sosyal güvenlik, mahalli idare açıkları gibi diğer alanlardaki açıklarını kapatmak için yapıldığı da geliyor. Siyasetçiler, özelleştirme karşıtlarının çok sık kullandığı bu argüman ve eleştiriyi haklı çıkarmak için de ellerinden geleni yapıyorlar. Geçmişte yapılıp yapılamayacağı belli olmayan özelleştirmeleri finansman tablosuna yazıp IMF'yi ikna etmek modaydı. Ancak IMF 1999 yılından bu yana özelleştirme gelirlerinin ancak kesinleşenlerini hesaplarda dikkate alıyor. Özelleştirme bir hedef olarak izleniyor ama denge hesaplamalarında kullanılmıyor. Türkiye'nin bu yılki hedefi de 4 milyar dolar. Ancak TÜPRAŞ'ın "kesin iptal" yolunda olması nedeniyle bu gelirin sağlanamayacağı açık.

Hedeflerin çok gerisine düşüldü

Türkiye'de ilan edilen özelleştirme hedeflerinin çok iddialı olduğu, geride kalan 8 yılda sağlanabilen özelleştirme gelirleri rakamlarından kendini gösteriyor. ÖİB'in verilerine göre 1986-2004 döneminde gerçekleştirilen özelleştirme gelirlerinin toplamı 8,5 milyar doları bulurken, 2002 yılı sonuna kadar Hazine'ye 3,4 milyar dolar aktarılmış görünüyor. ÖİB'in verilerine göre özelleştirme kapsamındaki KİT'lere sermaye iştirak hesabı olarak ödenen para ise 3,6 milyar dolar düzeyinde bulunuyor. O zaman özelleştirme gelirlerinin Hazine'nin finansmanı ve KİT sisteminin çevrilmesi için kullanıldığı anlaşılıyor. Bu rakama bütçe kapsamına alınan, nereye harcandığı bile belli olmayan 3 milyar dolarlık GSM satış geliri de dahil bulunmuyor.

Türkiye'nin özelleştirmeye bu yanlış yaklaşımı, uluslararası kuruluşlarla ortaklaşa hazırlanan bazı strateji belgelerine kadar yansımış durumda. Söz gelimi Türkiye'nin özelleştirme konusunda IMF ve Dünya Bankası (DB) ile ortaklaşa bu nisan ayında kabul ettiği "Elektrik Enerjisi Sektörü Reformu ve Özelleştirme Strateji Belgesi-Temel İlkeler" bölümünde "Özelleştirme uygulamalarında sadece  gelire odaklı bir yaklaşım sergilenmeyecektir" sözü veriliyor. Belgede daha sonra özelleştirme yoluyla elektrik piyasasında nasıl serbesti sağlanacağı anlatılıyor.

20 yılda 27 kanun çıkardık ama olmadı

Özelleştirme uygulamalarını kesintiye uğratan bir başka süreç ise mahkemeler. En son TÜPRAŞ özelleştirmesiyle bir kez daha ortaya çıkan bu gerçeğe göre özelleştirmenin hukuki alt yapısı bir türlü kurulamıyor. Türkiye'nin bu konudaki kararsızlığının ve hukuki süreçlere saygı göstermeden özelleştirme yapmaya çalışmasının sonuçları, 1984-1994 yılları arasında hiç tartışmaya yer bırakmayacak şekilde yaşanmıştı. 

Türkiye 1994 yılında 4046 sayılı Özelleştirme Kanunu'nu çıkarana kadar çeşitli kanunlarda 20 değişiklik yapmış, bu değişiklikler mahkeme süreçlerinde sorun yaratınca bir özelleştirme kanunu çıkarmaya karar verilmişti. Türkiye, 1994-2004 tarihleri arasında da tam altı ayrı değişiklik yapmak zorunda kaldı. İşin doğrusu İhale Kanunu uluslararası normlara göre hazırlanırken, yabancı uzmanlar da dahil kimsenin aklına özelleştirme gelmemişti. 

Peki yargı erkinin özelleştirmeye karşı bir alerjisi var mı? Olaya ideolojik yaklaşıyor mu? Bu soruya ÖİB'deki görevi sırasında ağırlıkla hukuk işleri üzerinde çalışan İlhan Baytan "Geçmişte vardı ama şimdi böyle bir şey olduğunu sanmıyorum. Doğru dürüst satarsanız mahkeme iptal etmez. Eğer yargının  böyle bir kategorik yaklaşımı olsaydı, zaten hiç bir KİT satılamazdı" diye cevap veriyor.

Halka arz yöntemi direnci azaltır
 
Türkiye'nin önümüzdeki dönemde önünde büyük özelleştirmeler bulunuyor. Peki bu özelleştirmelerin başarı koşulları neler? Bu konuda birbirinden bağımsız iki uzmanın düşünceleri ortak. Türkiye'nin özelleştirmede blok satış tercihinden uzaklaşması gerektiğini belirten Işın Çelebi, "Halka arz özelleştirmenin sermayeyi tabana yayma felsefesine uygun. Böylelikle direnç de azalıyor. Yöntem tercihi bu yönde kullanılmalı" şeklinde konuşuyor. Özelleştirmede sık sık tartışılan ancak bir türlü uygulamaya konulamayan hisse senedine çevrilebilir tahvil yöntemiyle satışa da önem verilmesini öneren Çelebi, bunun yüksek kazanç sağlayan KİT'leri daha muhafazakar yatırımcılarla buluşturabileceğini düşünüyor.

Baytan da özelleştirmeye büyük çaplı desteğin halka arzlar yoluyla sağlanabileceğini savunuyor. Halka arzın aynı zamanda yüksek gelir sağlama ve uygun fiyatı bulma endişelerini ortadan kaldıracağını düşünen Baytan, "Türkiye'de özelleştirme denilince hemen akla fiyat geliyor. Oysa amaç ekonomik dönüşümü sağlamaktır. Türkiye'de ve dünyada son yıllarda koşullar çok değişti. Belki de oturup yeni bir özelleştirme stratejisi hazırlamak lazım. Bazı KİT'leri kapatabiliriz bile... Sektörler teker teker incelenmeli" diyor.

Ancak İlhan Baytan, mevcut gidişata baktığında karamsar olduğunu belirtiyor ve "Türkiye, 1993'te Telekom'u satsaydı dış borçlarının büyük bölümünü kapatabilirdi. Değeri düştü, ama hala yanlışta ısrar ediyor" diyor. Özelleştirmenin başarılamamasının sonuçlarını ise Devlet Eski Bakanı Çelebi aynen şöyle değerlendiriyor: "Özelleştirme yapılamazsa Türkiye geri kalmaya devam eder."
(Bu analiz, Referans Gazetesinin 31 Temmuz 2004 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder