25 Ocak 2024 Perşembe

MEMNUN, MUTLU VE UMUTLU MUYUZ?

Cahit UYANIK 

İstatistikler günümüzde yaşamımızın bir parçası oldu. Çünkü rakamlarla konuşmak ve bilgiye dayanmak bir düşüncenin, bir analizin gücünü daha artırıyor. Türkiye'nin de hayli eski bir istatistik geçmişi var. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE), 1926 yılında bizzat Atatürk'ün altına imza attığı bir kararname ile kurulmuş. DİE, günümüz Türkiyesinde istatistiklerin yüzde 85'ini üreten çok önemli bir kurum. DİE, önümüzdeki dönemde Avrupa Birliğine hazırlık kapsamında önemli değişimler geçirip daha gelişecek. DİE'yi artık sırf ekonomiyle ve geleneksel istatistikleri toplarken değil, güncel hayatımıza ilişkin istatistikler hazırlarken de görebileceğiz. Zaten bütün dünyada da istatistik kavramı yavaş yavaş sosyal alana kayıyor. 

DİE'nin bu yeni dönemdeki çalışmalarının ilk habercisi geçtiğimiz günlerde "Yaşam Memnuniyeti Araştırması" ile görülmeye başlandı. Bu endeks, gelişmiş ülkelerde uzun zamandır yapılıyor.  Bazen literatürde karşımıza ' Hoşnutsuzluk Endeksi ' olarak çıkıyor. DİE, bu çalışmaya ' Yaşam Memnuniyeti' demeyi tercih etmiş. İlk olarak 2003 yılındaki durumu tespit etmeye yönelik olan bu çalışma, önümüzdeki dönemde düzenli olarak yinelenecek ve böylece toplumun genel yaşam memnuniyeti ölçülmeye çalışılacak. DİE, insanlarda memnuniyet ile mutluluk arasında çok önemli bir bağ bulunduğunu bilerek, önce insanların mutluluk düzeylerini ölçmeye çalışmış. 

Mutluluk, çoğumuz için subjektif bir kavram. Üzerine şiirler, kitaplar yazılan bu kavramı Türk istatistikçileri şöyle tanımlamış: "Acı, keder ve ızdırabın yokluğu ve bunların yerine sevinç, neşe ve tatmin duygularının varlığıyla karakterize edilen durum; hayattan genel olarak memnun olma hali." Peki ya memnuniyet? O kavram ise "İhtiyaçların ve isteklerin karşılanmasından doğan tatmin duygusu" olarak formüle edilmiş. Mutluluğu bir kuşun kanat çırpışında bile yaşayabilen şairlere, yazarlara göre oldukça kuru bir tanım ama olsun; amaç istatistik üretmekse bu kadarını hoş görmeliyiz.

Bu araştırmanın nasıl yapıldığı da önemli. Biraz teknik ayrıntıdan arındırarak ve özetleyerek anlatalım. Araştırma klasik kent ve kır ayrımı yapıldıktan sonra pre-test çalışması ile başlamış. Ankara'nın Altındağ, Çankaya, Keçiören ve Yenimahalle mahallelerindeki 73 kentsel hanede, Kazan ilçesine bağlı Saray ve Dağyaka köylerinde yani 12 kırsal hanede uygulanmış. Buradan alınan olumlu sonuçlar sonrasında DİE'nin daha önce uyguladığı Hanehalkı Bütçe Anketine ek bir modül olarak 2003 Kasım ayı başında 1.503 kentsel, 637 kırsal hanede Türkiye çapına yayılmış. Ankete toplam 5.340 kişi katılmış. 

Anket, aile bireyleri ile başbaşa görüşmeler halinde yapılmış. Yani kimsenin kimseyi etkilememesi sağlanmış. Araştırmanın sonuçlarına göre Türkiye nüfusunun yüzde 47,6'sı kendisini 'mutlu' olarak tanımlamış. Bir de 'çok mutluyum' diyenler var ki, onlar da yüzde 12'yi kapsamışlar. Amiyane deyimle "Yuvarlanıp gidiyoruz işte, halimiz orta şekerli" diyenler yani mutluluğunu orta düzeyde tanımlayanlar ise yüzde 33,2 olmuş. Mutsuz ve çok mutsuz olanlar ise yüzde 7,3'lük bir dilime girmişler. Bu sonuçların yorumu ne olmalı? Bu yorumu yapmak, dünyanın hiç bir yerinde istatistik kurumlarına düşmez. Yorumlar, istatistiğim içeriğine göre ekonomistler, sosyal bilimciler, politikacılar, gazeteciler, psikologlar ve benzeri meslek gruplarınındır. Öyleyse bu araştırmanın sonucunu şöyle yorumlayabiliriz:

Türkiye'deki insanlar hayli kanaatkar. Mutluluğu karmaşık yol ve yöntemlerde aramıyorlar. Yaşama doğrudan doğruya, yaşamla ilgili unsurlar üzerinden bağlılar. Bu kadar geniş bir analiz yapabilmemizin sebebi ise araştırmanın başka bir bölümünde gizli. Ankete katılanlara mutluluklarının kaynakları da sorulmuş. 'Eşim' diyenler yüzde 29,7, 'çocuklarım' diyenler yüzde 22,9 ve 'sağlığım' diyenler yüzde 18,5 olarak çıkmış. Böylece yüzde 70'i aşan bir çoğunluk aile ve sağlık konuları üzerinde yoğunlaşmışlar. Türkiye gibi ortalama gelir düzeyi hayli düşük ve işsizliğin hayli yaygın olduğu bir ülkede 'para'yı mutluluk kaynağı olarak sayanlar ise sadece yüzde 4,2 olarak gerçekleşmiş. İşte bütün bunlar Türk insanının yaşamda mutluluk ve memnuniyeti aile ve sağlıkta aradığını gösteriyor. Yani yaşamla doğrudan bağlantıları daha doğal yollardan gelişiyor. Bu da bence kanaatkarlığı besliyor. Eski bir deyim ama "Parayla saadet olmaz" parolası hala çoğumuzun yaşamını belirleyebiliyor. Elbette bu araştırma bekar bireyler üzerinde de yapılmış. Ama orada da çok köklü farklar yok. Eş sevgisinin yerini anne-baba almış, sevgi arayışı biraz daha artmış, çocuklar azalmış. Ama para yine düşük düzeyde kalarak yüzde 7 olarak gerçekleşmiş. 

Araştırmada bireylerin gündelik yaşamında mutluluklarını belirleyen daha alt unsurlara da girilmiş. İşten, evlilikten, sağlanan gelirden, akrabalardan, komşulardan memnuniyet de araştırılmış. Araştırmanın ikinci ilginç bölümü ise kamu hizmetlerinden memnuniyeti tespit etmeye çalışmış. Önce kamu hizmetleri sosyal güvenlik, sağlık, eğitim, asayiş ve adliye olarak 5'li bir ayrıma tabi tutulmuş. Daha sonra ise tek tek sorular yöneltilmiş. Bağlı olunan sosyal güvenlik kurumlarının hizmetlerinden memnuniyetsizlik duyanların oranı yüzde 25'e yakın. 'Orta' diyenler yüzde 35, 'iyi' diyenler ise yüzde 35 düzeyinde. En memnuniyetsiz sigortalılar ise SSK'da yoğunlaşmış. En memnunlar ise Emekli Sandığına bağlı olanlar şeklinde ortaya çıkmış. Bu kurumlardaki en büyük sorun ise yüzde 65 ile emekli maaşlarının yetersizliği, yüzde 50 ile bazı ilaç ve tedavi masraflarının karşılanmaması olarak belirlenmiş. Sağlık hizmetlerindeki yetersizlik ve personelin kötü davranışları da hatırı sayılır oranda şikayet konusu olmuş. 

Sağlık alanındaki sorunların ayrıntılarını meraklıların araştırmasına bırakarak eğitime geçersek; eğitim kademeleri arttıkça yani ilkokuldan üniversiteye gittikçe bu hizmetten huzursuzluk yükseliyor. İlkokulda yüzde 67,5 oranındaki memnuniyet düzeyi üniversitede yüzde 57,6'ya düşüyor. İlk ve orta öğretimde en büyük yakınma konusu eğitim masrafları iken, üniversitede ilk sıraları üniversiteye giriş sınav sistemi ile yurt ve barınma olanaklarının yetersizliği alıyor. 

Asayiş hizmetlerinde genelde olumlu bir tablo görülürken, en büyük sorun olarak güvenlik güçlerinin olaylara müdahalede gecikmesi ile vatandaşlara olumsuz davranışları gösterilmiş. Araştırmanın dikkatle irdelenmesi gereken bir sonucu ise mahkemelerle ilgili. Ankete katılanların sadece yüzde 44'ü sistemden memnun olduğunu söylemiş. Şikayetler ise mahkeme işlemlerinin karmaşıklığı, karara bağlama süreçlerinin uzunluğu, hakimlerin kararları, avukatların yetersizliği ve hukuki işlemlerin maliyetinin yüksekliği ciddi oranlarda yakınma konusu olmuş.

Araştırmanın son bölümünde ise beklenti, kişisel gelişim ve umut konuları ele alınmış. Bu noktada DİE umudu "Yaşama devam etmemizi sağlayan, insanda en tükenmeyen soyut olgulardan birisidir" diyerek tanımlamış ve bireylerin 5 yıl önceye göre maddi ve maddi olmayan birikimleri ile 5 yıl sonrasına yönelik kişisel gelişime yönelik tahminlerini anlamaya çalışmış. Böylece bireylerin Türkiye'nin ekonomik durumuna ilişkin öznel (subjektif) algılamaları rakamlara dökülmeye uğraşılmış. 

Buna göre ankete katılanların yüzde 44,6'sı 2004 yılının daha iyi olacağını, yüzde 34,2'si aynı kalacağını düşünürken,  daha kötü tahmin edenler ise yüzde 9,2'de kalmış. 5 yıl önceye yani 1998 yılına göre yani 1998 yılına göre kişisel gelişimin yönünün ne olduğu sorulduğunda verilen cevap ise pek iç açıcı değil: Gerileyenler yüzde 25, aynı seviyede kalanlar yüzde 30. Geliştiğini söyleyenler ise yüzde 42 düzeyinde bulunuyor. 

5 yıl sonrası yani 2008 için daha olumlu bir beklenti ortamı var. Gerileyecek diyenler yüzde 10'da kalırken, aynı seviyede kalacak diyenler yüzde 29 olmuş. Gelişecek diyenler yüzde 44 iken, fikri olmayanların yani geleceği hakkında hiç bir kestirimde bulunamayanların oranı ise yüzde 17 çıkmış. 

İşte o en kritik soru yani "Kendi geleceğinizle ilgili ne kadar umutlu olduğunuzu söyleyebilirsiniz?" sorusuna verilen yanıtlar ise aynen şöyle (Yorumunu size bırakıyorum): 

Umutlu: Yüzde 61,8

Umutlu değil: Yüzde 25,9

Hiç umutlu değil: Yüzde 7,2

Çok umutlu: Yüzde 5,1...

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard dergisinin Mayıs-2004 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder