27 Kasım 2025 Perşembe

'PİYASA EKONOMİSİNİN ANAYASASI' DENİLEN ÜNLÜ 'REKABETİN KORUNMASI HAKKINDA KANUN' NASIL YASALAŞTI?

Piyasa / Tekel ve Kartellere Son

REKABETİN 'NAMUS KURALLARI'...

Dünya Bankasının her konsültasyonda sorduğu Rekabetin Korunması Hakkında Yasa Tasarısı artık kanunlaşmak üzere... Tasarı neler getiriyor, kimleri, nasıl etkileyecek?

Cahit UYANIK / Haluk MÜFTÜOĞULLARI

Türkiye serbest piyasa ekonomisi ile 24 Ocak 1980 kararlarından sonra tanıştı. 'Her alanda rekabet' mantığına dayanan serbest piyasa ekonomisine uyum sağlamak için yıllardır çaba harcıyoruz. Bu arada tekel, kartel, oligopol gibi rekabeti ve serbest fiyatlandırmayı bozucu oluşumlar da Türk ekonomisinde eksik değil. Hemen her hükümetin programında 'Tekel ve karteller ile mücadele edilecektir' türünden ibarelere rastlanabiliyor. Ancak Türkiye yine de uzun yıllar rekabet kurallarının bir yasayla düzenlenmediği tek OECD ülkesi olma özelliğini sürdürdü. 

DYP-SHP Koalisyon Hükümeti ise bu konuya önem verdi. Hazırladığı tasarıyı Temmuz-1992'de konuyla yakından ilgili 200'ün üzerinde kişi ve kuruluşa göndererek düşüncelerini aldı. Tasarı, bu görüşler ışığında rotüşlar yapılarak TBMM'ye sevk edildi. Tasarı, ilgili komisyonlarda görüşülerek iki hafta önce Genel Kurula indi.

Toplam 5 kısımdan oluşan tasarının amacı "Rekabeti engelleyici, bozucu ve kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları; piyasaya hakim olan teşebbüslerin bu hakimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamak" olarak açıklanıyor. Tasarı rekabeti bozucu ve engelleyici faaliyetleri 3 ana başlıkta topluyor. Bunlar; 'kuruluşlar arası anlaşmalar', 'kuruluşlar arası uyumlu eylemler' ve 'birlik oluşturma kararları' olarak sıralanıyor.

Çimento karteli artık rahat olamayacak

Türkiye'de özellikle hem fiyat hem de bölge paylaşımi bazında bir 'çimento karteli' bulunduğu artık herkesçe biliniyor. Yasanın ilk planda etkileyeceği çimento fabrikaları ve dolayısıyla inşaat sektörü olacak. Çimento karteli en son Güneydoğu Anadolu Bölgesinde gündeme gelmiş ve fiyatların 3 ayda yaklaşık yüzde 60-70 oranında yükselmesi, tüketicileri 1 haftalık 'tüketim boykotu'na itmişti. Hükümet elinde engelleyici veya cezalandırıcı herhangi bir yasal düzenleme olmadığı için bu duruma seyirci kalmıştı. Bu arada bölgedeki kartelin yanlış özelleştirmelerden kaynaklandığı ve rekabeti koruyucu bir yasal düzenleme olmadan özelleştirme yapmanın tehlikelerine dikkat çekilmişti. 

24 Kasım 2025 Pazartesi

ANKARA NOTLARI / 32 KISIM TEKMİLİ BİRDEN 'HAYALİ İHRACAT'...

Cahit UYANIK 

Hayali ihracat, 1970'ler ve 1980'ler boyunca Türkiye'nin gündemini belirleyen önemli konuların başında geliyordu. Görünen o ki, 1990'lar ise Türkiye'nin hayali ihracat ve hayali ihracatçılarla hesaplaşacağı yıllar olarak tarihe geçecek. Çünkü uzun süredir Meclis'te çalışmalarını devam ettiren Hayali İhracatı Araştırma Komisyonu, hazırladığı raporu Meclis Başkanlığına sundu. Zaman zaman medyaya ve sansasyonel yönleriyle kamuoyuna yansıyan bu raporda yer alan, hayali ihracat hakkındaki bazı teknik bilgi ve sonuçları da size anlatmak istiyorum. 

Önce yaptıkları çalışma ve görüşmelerle bu sonuçlara ulaşıp bir rapor haline getiren Araştırma Komisyonunun en önemli isimleri kimlerden oluşuyor, buna bir bakalım. Başkanlığını Aksaray Milletvekili Mahmut Öztürk, Başkan Vekilliğini Tunceli Milletvekili Kamer Genç, sözcülüğünü Denizli Milletvekili Muzaffer Arıcı ve katipliğini Tekirdağ Milletvekili Hasan Peker'in yürüttüğü komisyon, ilk toplantısını 12 Şubat 1992'de yapmış. Toplam 19 aya yakın süren araştırma ve incelemeler sırasında 41 birleşim yapılıp 58 kişinin bilgisine başvurulmuş. Rapora göre hayali ihracat yoluyla devleti soyanlar akla hayale sığmaz yöntemler geliştirmişler. Rapora göre bunları şöyle özetleyebiliriz: 

● Değersiz malların değerli mal gibi gösterilip ihraç edilmesi,

● İhraç fiyatının gerçeğin üzerinde gösterilmesi,

● İhraç mal örneğinin gerçeğinden farklı olması,

● Fiilen ihraç edilmemiş malların ihraç edilmiş gibi gösterilmesi,

● İhracat belgelerinin üzerinde tahrifat yapılması,

● Yurt içinde ve dışında, hayali ihracatı gerçekleştirmek amacıyla paravan şirketler kurulması

● Sahte deklare belgeleri ile dövizlerin yurda gelmiş gibi gösterilmesi.

23 Kasım 2025 Pazar

EKONOMİ ŞİİRLERİ / BİR SOĞAN SOYULURKEN YAŞARIYOR DA GÖZLER, HAZİNE SOYULURKEN ALDIRMIYOR ÖKÜZLER / ABDULLAH ÇAĞLAYAN

Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler

Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler

Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler.

Beyhude inat etme, salla hemen başını

Gerdan kır, belini bük, al gitsin maaşını


Bir yolsuzluk görünce köpürme, isyan etme

Bir hak için kendine, dikbaşlıdır dedirtme

Doğru yolu dostuna göster ama, sen gitme.

Ne derlerse huuu... diye salla hemen başını

Dilini tut, uslu dur, al gitsin maaşını.

22 Kasım 2025 Cumartesi

BAŞKENT NOTLARI / MERKEZ BANKASI RAPORUNDA 'CHP'NİN ADI YOK'...

Uzun tartışmalardan sonra Merkez Bankası, CHP'li bir bakana bağlandı. Ama Merkez Bankası ile CHP arasında öyle bir soğuk savaş sürüyor ki anlayabilene aşk olsun...

Cahit UYANIK 

Merkez Bankası, DYP-CHP arasındaki koalisyon görüşmelerinde ciddi bir pazarlık konusuydu. Sonunda Merkez Bankası Başbakan Yardımcılığına yani CHP'ye bağlandı. Peki CHP ile Merkez Bankasının arası nasıl? Bu konuda kamuoyuna net bilgiler yansımıyor. Ancak Merkez Bankasının geçen ay yayınladığı 'Recent Developments in Turkish Economy' raporunda CHP'nin adı bile geçmiyor. Şimdi hemen "Merkez Bankası raporunda parasal ve ekonomik gelişmeler yansıtılır. Siyasi partilerin ismi geçmez" diyebilirsiniz. Ancak bu pek doğru bir değerlendirme olmaz. Çünkü raporun 7. sayfasındaki 'Political Background' bölümünü dikkatle incelemek gerekiyor. 

Bu bölümde Türkiye Cumhuriyetinin 1923'te kurulduğu ve yeni cumhuriyetin laik bir politik sistem kurduğu, önemli reformlar yaptığı ifade ediliyor. İlk Cumhurbaşkanının ise Mustafa Kemal Atatürk olduğu belirtiliyor. İkinci paragrafta ise Türkiye'nin 1946'da çok partili sistemi seçtiği anlatılıyor. Derken, 1990'lara atlanıyor.  DYP Lideri Süleyman Demirel'in 1993'te cumhurbaşkanı seçildiği kaydediliyor. Bu gelişmeden sonra Tansu Çiller'in 1993- Haziran ayında koalisyon hükümetinin ve Türkiye'nin ilk kadın başbakanı olduğu da bildiriliyor. ANAP'ın ise ana muhalefet partisi olduğu ve gelecek genel seçimlerin 1996'da yapılacağı vurgulanıyor. 

Görüldüğü gibi ne cumhuriyetin kuruluşunda ne de 1990'lardaki koalisyon ortağı CHP'nin esamesi bile okunmuyor. Koalisyon hükümetinin ikinci ortağından söz bile edilmiyor. Bu durum, umarız basit bir 'tashih' hatasıdır.

KÖSE'NİN EŞİ NEDEN NAKİL İSTEDİ?

Türkiye'de siyasilerin kendi yakınlarına rahat ve bol paralı işler ayarlamasıyla ilgili birçok hikaye dinlemişsinizdir. Bunlara bazen inanmış bazen inanmamışsınızdır. Bende de böyle 'küçük ama masum' bir hikaye var. Elbette anlatanların yalancısıyım:

"Sanayi ve Ticaret Eski Bakanlarından SHP'li Tahir Köse, bakan olur olmaz saygıdeğer eşini Türkiye Kalkınma Bankasına (TKB) yerleştirir. Çünkü Bayan Köse avukattır ve iyi para kazanamamaktadir. O dönemde DYP'nin kontrolünde olan TKB, bol bol kredi dağıtmaktadır. Geri dönmeyen krediler, sadece idari takibe alınmaktadır. Yani hukukçulara pek fazla iş düşmemektedir. Bayan Köse de doğrusu, rahattır. Ancak gel zaman git zaman TKB'de işler sarpa sarar. 

21 Kasım 2025 Cuma

GÜNCEL İSTİHDAM MESELELERİNDE UZMANLIĞI İLE DİKKAT ÇEKİYOR. CLEVELAND FED VE JP MORGAN'DAN TCMB DANIŞMANLIĞINA: MURAT TAŞÇI KİMDİR?

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na (TCMB) yeni danışman atandı; danışmanın JP Morgan'dan gelmesi dikkat çekti.

TCMB'nin yeni danışmanı Murat Taşçı, göreve başladığını profesyonel iş ağı LinkedIn üzerinden 1 hafta önce duyurdu. 

Murat Taşçı'nın istihdam sorunları üzerinde uzman bir ekonomist olması dikkat çekti. Taşçı'nın Cleveland FED web sitesinde birçok güncel istihdam meselesi konusunda, tek başına veya ortak araştırmalara imza attığı görüldü. 

TCMB'de geçmişten bu yana istihdam meselelerindeki analiz azlığı ve eksikliği dikkat çekiyor. Taşçı'nın TCMB'nin bu açığını kapatacak bir sistem kurabileceği düşünülüyor. Modern merkez bankaları enflasyon hedefinin yanı sıra işsizlik oranını da yakından izliyor ve faiz kararlarında önemli bir unsur olarak kullanıyor.  Ancak Türkiye'de TCMB'nin faiz kararlarında işsizlik gelişmelerini ne kadar kullandığı bilinmiyor. 

18 Kasım 2025 Salı

İŞSİZLERİN YÜZDE 39'UNUN UMUDU TORPİLDE...

İşsizlerin Yüzde 39'unun Umudu Torpilde...

'HAMİLİ KART YAKİNİMDİR'

Az değil, iş arayanların sayısı 3 milyonun üzerinde... Umudunu torpile bağlayanların oranı yüzde 39; yine az değil. İş ve İşçi Bulma Kurumundan medet umanların oranı ise sadece yüzde 9; bu, az işte...

Cahit UYANIK 

Klasik cümle: "Bu devirde torpili olmayana hayat yok". Gerçekten öyle mi? Cevap vermek zor. Ama iş ararken bu mantıktan yola çıkanların ve umudunu torpile bağlayanların oranı bir hayli fazla. Devlet İstatistik Enstitüsünun (DİE) bir süre önce sonuçlarını açıkladığı 1988 Yılı Hane Halkı İşgücü Anketine göre Türkiye'de 3 milyon 25 bin kişi iş arıyor. Bu toplam içindekilerin yüzde 41'i 'bizzat kendisi' iş ararken, yüzde 39'u 'torpil' kullanarak işe girmeye çalışıyor. Araya eş- dost sokanların yani 'torpilsiz işe giremem' diyenlerin yüzde 40'i ise kadınlar...

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alpaslan Işıklı'ya göre anketin ortaya çıkardığı sonucu Türkiye'deki işsizlik sorunundan soyutlamak zor: "İşsizliğin bu kadar yaygın yaşandığı bir toplumda insanların yakınları ve tanıdıkları yardımıyla iş araması normaldir. Fakat bu olgu iş aramayı bir 'hak' değil de 'dilenme' haline dönüştürüyor. İş alanları sınırlı olunca insanlar torpil bulmak için adeta tahrik ediliyorlar."

14 Kasım 2025 Cuma

EFTA ANLAŞMASI İMZALANDI; TEKSTİLCİLER MEMNUN, DEMİR-ÇELİK SEKTÖRÜ ENDİŞELİ

EFTA Anlaşması Ne Getirecek, Ne Götürecek?

UMUDA YOLCULUK

EFTA Anlaşması hem umut hem de endişe yarattı. Kimi sektörler uzun zamandır bekledikleri rüzgarın nihayet eseceğini, ihracatın yelkenlerinin şişeceğini düşünürken; kimileri de alabora olmaktan korkuyor.

Cahit UYANIK 

Avusturya, İsviçre, Lihtenştayn, İsveç, Norveç, Finlandiya, İzlanda... Toplam nüfusları 32 milyon... Kısaca EFTA denilen, açılımı 'Avrupa Serbest Ticaret Birliği' ülkeleri bunlar... Ve kapıları artık Türkiye'ye açık. Peki Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Tansu Çiller'in 10 Aralık 1991 tarihinde Brüksel'de imzaladığı anlaşmayı nasıl yorumlamalıyız? Öncelikle bu bir ihracat anlaşması... Bu anlaşma uyarınca gümrük tarife istatistik pozisyonu bulunan tüm sanayi ürünleri sıfır gümrük ile EFTA ülkelerine ihraç edilebilecek. Tekstil ve konfeksiyon ürünlerinde ise gümrük oranları aşamalı olarak indirilecek ve 1996'da da sıfırlanacak. 

Dolayısıyla EFTA Anlaşması, 'yeniden dışa açılma'nın tartışıldığı günlerde Türkiye için hayli olumlu bir gelişme... Zira son 2 yıldır ihracatta yaşanan tıkanıklıktan muzdarip sektörlerin temsilcileri şu soruyu dillerinden düşürmüyordu: 'Küçücük Portekiz'in yalnızca İsviçre'ye yaptığı ihracat 200 milyon dolar. Bizim ise İsviçre dahil 7 EFTA ülkesine toplam ihracatımız 200 milyon dolar. Oysa EFTA ülkeleri zengin ve bizden alabilecekleri çok mal var. Biz de EFTA'ya neden daha fazla mal satmayalım?" İşte şimdi EFTA Anlaşması ile bu yakınmalar ortadan kalkacak. Çünkü ihracatçılar için yeni ve geniş bir pazar açılmış olacak.

Tekstilciler memnun

EFTA Anlaşmasının yürürlüğe gireceği tarih olan 1 Nisan 1992'yi ellerini oğuşturarak bekleyenlerin başında tekstil ve konfeksiyon sektörü geliyor. 

12 Kasım 2025 Çarşamba

TÜRK-RUS DİPLOMATİK İLİŞKİLERİNİN 500. YILINA İŞ ADAMLARI ÖNCÜLÜĞÜNDE KUTLAMA

Rusya ile İlişkiler / 

500 YIL SONRA, YENİDEN...

Türk-Rus diplomatik ilişkilerinin 500. Yılı önümüzdeki günlerde kutlanacak. Ruslar, kutlama kapsamında -ilk defa bir yabancıya- Başbakan Süleyman Demirel'e Moskova Devlet Teknik Üniversitesinin fahri doktora ünvanını verecek.

Cahit UYANIK 

İspanyol Yahudilerinin Osmanlı İmparatorluğuna kabulünün 500. Yılına ilişkin yoğun program henüz bitmişken; önümüzdeki günler yine anlamlı bir 'yüzyıl dönüşü'nün kutlamalarına sahne olacak: Türkiye ile Rusya arasında diplomatik ilişki kurulmasının 500. Yılı...

'Türk-Rus İlişkileri' resmen Sultan II. Beyazıt dönemine rast gelen 31 Ağustos 1492'de Çar III. Ivan'ın gönderdiği elçinin huzura kabulü ile başlamıştı. Savaşlar nedeniyle zaman zaman kesintiye uğramış olsa da ilişkiler bugüne kadar süregeldi. Aradan geçen 500 yılda hem Türkiye hem Rusya'da önemli değişiklikler yaşandı. Bütün bu geçmiş bir yana, önümüzdeki yıllarda Türk-Rus İlişkilerinin artarak gelişeceğine herkes kesin gözüyle bakıyor. İşte 500. Yıl kutlamaları adeta bu beklentilerin kavşak noktasında yer alıyor. 

500. Yıl kutlamaları, Sovyetĺer Birliğinin Bağımsız Devletler Topluluğuna dönüşmesinin hemen ardından Şubat ayı içinde Rus iş adamları tarafından gündeme getirildi. Önerinin sahipleri Moskova'da yeni kurulmuş olan ve Türk iş adamlarıyla bilgi alışverişini kolaylaştırmayı amaçlayan CONTUR (Consulting Turkey) şirketi idi. Öneri, ikili ticari görüşmeler sırasında Dostlar Şirketler Grubu Genel Müdürü Seyithan Kaplan'a iletildi. Kaplan, Ankara'ya döner dönmez kutlama çalışmalarına devleti de katmak istedi ve konuyu Dışişleri Bakanlığına bildirdi. Bakanlığın konuya sıcak yaklaşması üzerine 500. Yıl kutlamalarına resmen karar verildi. 

Özel girişimcilerin gayreti ve finans desteği ile 31 Ağustos-12 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek kutlamalara ilişkin çalışma, bugünlerde hızla devam ediyor. İlk etkinlik yaklaşık 50 şirket ve kuruluşun katılacağı Türk İhraç Ürünleri Fuarı... Bu fuar için Kremlin Sarayının hemen yanında yer alan ve 7.500 metrekarelik kapalı alana sahip 'Manage Sergi Salonu' ilk kez yabancılara tahsis edilmiş. İlerleyen günlerde ise Türkiye ve Rusya ekonomik ilişkilerinde yaşanan sorunların tartışılacağı konferanslar düzenlenecek. Ayrıca Türk Tanıtma Vakfının folklor ve semah ekibi gösterileri ile Türk tekstil ürünlerinin Rus mankenlerce sergileneceği defileler gösteri programında yer alacak.

9 Kasım 2025 Pazar

ANKARA NOTLARI / MECLİS'TE 'EKONOMİK ANAYASA' TARTIŞILMALIYDI

Cahit UYANIK 

Meclis'te geçen hafta Partilerarası Anayasa Değişiklik Komisyonunun çalışmaları büyük bir ilgiyle izlendi. Ne de olsa sivil politikacılar Cumhuriyet tarihinde ilk defa bu kadar büyük ve önemli değişiklikler için uygun bir zemin yakalamışlardı. Tüm partiler önce prensipler üzerinde anlaştı. Herkesin yüzü gülüyordu. Ama işler maddelerin tek tek görüşülmesi sırasında karıştı. Refah Partisi ile Anavatan Partisi, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 24. Madde konusunda kaçak güreşmeye başladı. Daha sonra partilerden istifa eden milletvekillerinin durumunu düzenleyen 84. Madde için de anlaşmazlık çıkınca işin rengi iyice değişti. Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk tüm parti liderlerine bir mektup yollayarak, bu sorunların ancak genel başkan düzeyinde çözülebileceğini anlattı ve toplantıya çağırdı. 

SHP'nin istediği demokratikleşme paketiyle çakışan anayasa değişiklikleri aslında bazı ekonomik normların anayasal güvence altına alınması için iyi bir fırsattı. Bundan birkaç yıl önce TÜSİAD tarafından gündeme getirilip tartışmaya açılan 'Ekonomik Anayasa' önerisi yoğun ekonomik sorunların yaşandığı bir ortamda Meclis'te ele alınabilirdi. Hükümet tarafından desteklenecek böylesi bir girişim büyük olasılıkla başarıya ulaşacaktı. Çünkü bir krizden çıkış süreci yaşandığı için, yapısal ekonomik sorunların çözümü konusunda toplumsal uzlaşma sağlamak çok daha kolay olabilirdi ama olmadı, olamadı. 

Aslında bu konuda hicbir şey yapılmadı değil. 'Ekonomik Anayasa' konusunda DYP Zonguldak Milletvekili Güneş Müftüoğlu bazı girişimlerde bulundu. Ancak arkasında parti grubu ve hükümet desteği bulamayınca bu çabaları sonuçsuz kaldı. Müftüoğlu'nun ne yazık ki eskilerin deyimiyle 'akim kalan' bu iyi niyetli girişimleri neler içeriyordu? Şimdi bu konuyu ana başlıkları ile gözden geçirelim:

● Anayasada vatandaşın sosyal, siyasal ve hukuksal yönden devlete karşı korunması sağlanmış ve kurumsallaşmıştır. Bu durum kuvvetler ayrılığı ilkesi, temel hak ve özgürlükler, siyasi hak ve ödevler, yargı denetimi gibi başlıklar altında toplanmıştır. Ancak vatandaşın devlete karşı ekonomik yönden de korunması gerekiyor. Bu fikir 'İktisat Politikası Anayasası' veya 'Ekonomik Anayasa' fikrini doğurmuştur. 'Ekonomik Anayasa' son 20 yıldır ABD ve Avrupa'da tartışılıyor.

6 Kasım 2025 Perşembe

TRABZON'DA 'ŞİPŞAK' SERBEST BÖLGE

'Hızlı' Bir Serbest Bölge Öyküsü / 

Trabzon Limanında iş yapan yabancı firmaların kar hesapları, DPT'nin serbest bölge sayısını artırma planları ve Cumhurbaşkanı Özal'ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü projesi... Bunların birleşmesi Trabzon Serbest Bölgesi projesinin çok çok kısa bir sürede tamamlanma sürecine girmesini sağladı.

Cahit UYANIK 

Trabzon Limanı, hareketli günler yaşıyor. Hareketlilik yükleme-boşaltma birimlerinden çok limanın arka tarafında kalan arazide... Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğünün (TDİ) sahibi bulunduğu bu arazi 'gelinlik bir kız gibi' süsleniyor yani serbest bölge olarak düzenleniyor. Trabzon'da serbest bölge kurulma fikrinin oluşumu ile gerçekleşmeye başlaması arasında sadece 10 aylık bir süre var. Bölgenin sınırları 1990'ın Mayıs ayında belirlendi. Bu ay başında ise Trabzon Serbest Bölgesi Yönetmeliği çıkarılarak 'faaliyet için' her türlü zemin hazırlandı. 

Trabzon Serbest Bölgesini işletecek firmanın kurulması işlemlerinde de aynı hızla hareket edildi. Oysa Antalya, Mersin ve İzmir Serbest Bölgelerini işletecek firmaların seçimi oldukça uzun zaman almıştı. Bu zaman kaybı temelleri 8 yıl önce atılan serbest bölgelerden istenilen sonuçların alınmasını da geciktirmişti. Bu 'yavaş giden' deneyimden ders alan Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Trabzon Serbest Bölgesi için elini çabuk tuttu. Bölgeyi kurmak ve işletmek amacıyla Trabzon Serbest Bölge İşleticisi A. Ş.'ye (TRANSBAŞ)  yetki verdi.

TRANSBAŞ, dördü yabancı beş şirketin ortaklığı ile kuruldu. Şirketin en büyük özelliği, ortaklarının uluslararası sermaye yapısına sahip olması... Antiller'deki Cayman Adalarından Sovyetĺer Birliğine kadar farklı kökenli sermaye, Trabzon Serbest Bölgesi için bir araya geldi. TRANSBAŞ'ın en büyük ortağı Antiller'deki İngiliz sömürgesi ve vergi cenneti Cayman Adalarından... Firmanın ismi 'Trabzon Free Zone Investment Limited'. Cayman Adalarındaki kayıtlara 'Trabzon' adını geçiren bu firmanın iki ortağı bulunuyor. Yüzde 70'i İngiliz sermayeli Balli Trading Limited, yüzde 30'luk pay ise Japonların dünyaca ünlü ve yıllık cirosu 100 milyar doların üzerinde olan firması Marubeni'ye ait. 

4 Kasım 2025 Salı

MAKAM ŞOFÖRÜNDEN BAKANINA: ÇİLLER KURBANLARI

Serhat HÜRKAN / Cahit UYANIK 

Başbakan Tansu Çiller, siyasete 1990 yılında DYP Kongresinde Genel İdare Kuruluna (GİK) seçilerek adım atmıştı. 1991'de DYP İstanbul Milletvekili seçildi. Demirel'in kurduğu kabinede Devlet Bakanı olarak 'ekonomik sorunlarla' ilgilendi. 1993 Haziranında yapılan olağanüstü ve 1993 Kasımındaki olağan DYP kongrelerini kazanarak liderliğini sürdürdü. Başbakan Çiller iki kongreyi de kazandıktan sonra adeta 'Terminatör' gibi esti. Çünkü Çiller beraber çalışılması ve geçinilmesi zor kişilik özellikleri sergiliyor. Yakın, uzak çalışma arkadaşları ya istifa ediyor ya da görevden uzaklaştırılıyor. Panorama, Başbakan'ın sürtüştüğü ve yanından uzaklaşan mesai arkadaşlarının listesini derledi.

RÜŞDÜ SARACOĞLU: ANAP'ın ve Demirel'in Merkez Bankası Başkanı Rüşdü Saracoğlu'nun Çiller'le olan tartışmaları sonuçta kendisinin başkanlıktan istifasına neden oldu. Saracoğlu ile birlikte iki yardımcısı Hasan Ersel ve Ercan Kumcu da istifa etti. Genel Sekreter Salih Başağa da istifacılar kervanına katıldı. 

İLHAN KESİCİ: O da Saracoğlu gibi 'Yes Man' olmayan bir ekonomi bürokratı portresi çizdi. DPT Müsteşarlığından Çiller başbakan olduktan sonra ayrıldı. Kesici Müsteşar, Çiller bakan iken; Tansu hanım, DPT Müsteşar Yardımcısı Cengiz Aysun'la direkt temas kuruyordu. Başbakan olunca Aysun'u Tarım Bakanlığı Müsteşarlığına getirirken DPT'nin başına da Necati Özfırat'ı atadı. 

BÜLENT GÜLTEKİN: Bir diğer Merkez Bankası Başkanı Gültekin, Ocak ayında yapılan devalüasyon ertesinde istifa etti. Başbakan ile kararın sorumluluğunu paylaşmakta ihtilafa düşmüştü. DYP'li politikacılar onu ANAP'a bilgi vermekle suçladı.

MUHİTTİN FİSUNOĞLU: Ağustos-1993'te Genelkurmay Başkanlığı sırasının kendisine geldiğine inanan Org. Fisunoğlu, Çiller'in Org. Doğan Güreş'in süresinin uzatılması doğrultusunda tutum alması yüzünden emekli oldu. Org. Güreş'in Çiller'in bu tercihinde etkili olduğu yazıldı.

EMRE GÖNENSAY: Akademisyen olan Gönensay, Demirel'in başbakanlığında ekonomik konulardaki danışmanıydı. Çiller'in bazı girişimlerini O frenletiyordu. Çiller başbakan olunca Gönensay da Demirel'in yanına Cumhurbaşkanlığı Danışmanı olarak 'çekildi'.

31 Ekim 2025 Cuma

ŞİKAYETNAME / SELAM VERDİM, RÜŞVET DEĞİLDİR DİYE ALMADILAR / FUZULİ (GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİYLE)

ŞİKAYETNAME

Selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar. 

Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler. 

Gerçi görünürde itaat eder gibi davrandılar ama bütün sorduklarıma hal diliyle karşılık verdiler.

Dedim: - Ey arkadaşlar, bu ne yanlış iştir, bu ne yüz asıklığıdır?

Dediler: - Bizim adetimiz böyledir.

Dedim: - Benim riayetimi gerekli görmüşler ve bana tekaüt beratı vermişler ki ondan her zaman pay alam ve padişaha gönül rahatlığı ile dua kılam.

Dediler: - Ey zavallı! Sana zulüm etmişler ve gidip gelme sermayesi vermişler ki, daima faydasız mücadele edesin ve uğursuz yüzler görüp sert sözler işitesin.

22 Ekim 2025 Çarşamba

İŞTE MANAVGAT SUYU PROJESİNİ YAPACAK VE SATACAK ADAM: YÜKSEL ERİMTAN

Yüksel Erimtan

Manavgat Suyu / 

İŞTE MANAVGAT ŞELALESİNİ SATACAK ADAM

Başbakan Erbakan'ın kaynak paketindeki önemli kalemlerden birisi Manavgat'ın suyunu satmaktı. Oysa Manavgat'ın satılarak kaynak sağlanması yeni bir proje değil ve fikir babası Turgut Özal. Projeyi yürüten EMT Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Erimtan 'Suyu bir yıl içinde satabiliriz' diyor.

Cahit UYANIK 

Başbakan Necmettin Erbakan'ın açıkladığı 'İkinci Kaynak Paketi'nin en ilginç maddelerinden biri Manavgat Suyunun satışına ilişkindi. Oysa EMT-Aydıner Ortaklığı 1992'den bu yana Manavgat Suyunu satışa hazırlamak için bir tesis kurmaya uğraşıyor. Projenin merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'dan bu yana takipçisi olan Erimtan Müşavirlik ve Taahhüt (EMT) Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Yüksel Erimtan tesislerin bir yıla kadar bitirileceğini belirtiyor:

İntermedya Ekonomi: Manavgat Çayı üzerindeki projeyi yıllardır hayata geçirmeye çalışıyorsunuz. Bu projenin kapsamı nedir?

Yüksel Erimtan: Bu prototip bir proje. Rahmetli Özal'ın başbakanlığı zamanında 'Manavgat'tan 2 milyar metreküp su alabiliriz' diye fizibilite başlatılmış. Bunun için Türk, İsrailli ve Kanadalı firma 'plastic bag' teknolojisi getirecekmiş. Ancak bu 'plastic bag'lerin know-how'ı konusunda İsrailliler ile Kanadalılar arasında ihtilaf çıkmış. Bunun üzerine Kanadalılar 'Türkiye, İsrail'e su satıyor' diye Wall Street Journal gazetesine haber uçurmuş. Proje rafa kalkmış. Ben Gama firmasından ayrıldıktan sonra Özal çağırdı. Bu projeyle uğraşmamı önerdi. Su işinin derinine indiğimde gördüm ki bütün Akdeniz'in suya ihtiyacı var. Özal bunun Yap-İşlet-Devret (YİD) modeliyle yapılmasını istiyordu ama dönemin DSİ Genel Müdürü biraz acele etti ve ihaleye çıktı; YİD yoluyla yapılamadı. Biz ihale yeterliliğine sahip 12 firmadan biri durumundaki Aydıner ile birleşip ihaleye girdik ve kazandık.

- Proje şimdi hangi aşamada?

Erimtan: 1992 sonunda işe başlamıştık. Ödemelerde sorunlar ve malum ekonomik krizden dolayı işi birkaç kez durdurma noktasına geldik. Projenin aslında 3 yılda bitmesi gerekiyordu, şimdi dördüncü yıla girdik. Sanırım önümüzdeki yıl biter. Proje aşağı yukarı 90-95 milyon dolar civarında tamamlanacak. Şu ana kadar 40 milyon dolar harcandı. Önünde sonunda, benim ömrüm vefa eder mi bilmiyorum ama bu proje gerçekleşecek.

18 Ekim 2025 Cumartesi

VAKIF ÜNİVERSİTELERİ ZAMMINA SINIR: YILLIK ÜFE+TÜFE ARTIŞININ YARISI KADAR ZAM YAPILABİLECEK

Cahit UYANIK 

Ak Parti tarafından TBMM'ye sunulan son torba yasa teklifinde vakıf üniversitelerinin yıllık öğrenim ücreti artışına açık ve net bir sınır getirildi. Buna göre vakıf üniversiteleri artık öğrenim ücret artışlarını 'yıllık ÜFE+yıllık TÜFE artışının ortalaması kadar' yapabilecek. Yıllık ücret zammı belirlenirken, üniversitelerin yeni yıl kayıtlarını yapmadan önceki son ay olan haziran ayınin yıllık üretici ve tüketici fiyat endeks artışları esas alınacak. Bu durumda söz gelimi yıllık ÜFE'nin yüzde 30, yıllık TÜFE'nin yüzde 40 olduğu bir durumda vakıf üniversiteleri öğrenim ücretine en fazla yüzde 35 zam yapabilecek. 

Torba yasa teklifinin 11. Maddesindeki düzenlemede hazırlık sınıfı veya birinci sınıfa yerleştirme yılı ücretleri bu düzenlemenin dışında tutuldu. Teklifin 11. Maddesi aynen şöyle:

"4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 9. Maddesinin ikinci fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir:

"Ancak hazırlık sınıfına ve/veya birinci sınıfa yerleştirme yılı dışındaki öğrenim ücretleri, cari yıl haziran ayı yıllık üretici fiyat endeksi artışı ile cari yıl haziran ayı yıllık tüketici fiyat endeksi artışı ortalaması da dikkate alınarak Yükseköğretim Kurulunun tespit edeceği esaslara göre belirlenir."

Öğrenci şikayetleri artınca düzenleme yapıldı 

Düzenlemenin madde gerekçesinde vakıf yükseköğretim kurumlarında öğrencilerden alınacak ücreti belirlemeye mütevelli heyetin yetkili olduğu ifade edilerek "Zamanla aday ve ara sınıf öğrencileri için ilan edilen ücretlerin kapsam ve bağlayıcılığı konusunda sorunlara yol açan uygulamalar ortaya çıkmış ve öğrenci şikayetleri artmıştır. Bilindiği gibi Anayasa (m. 130/2) gereği vakıflar kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile üniversite kurabilir. Madde ile fiyat güncellemesine ilişkin kuralların belirlenmesi amaçlanmaktadır" denildi. 

17 Ekim 2025 Cuma

BÜTÇE BAĞLAMA GELENEĞİ NEDİR? BÜTÇELER, NE ZAMANDAN BERİ KAMUOYU ÖNÜNDE İPLE BAĞLANMAYA BAŞLADI?


2025 Yılı Bütçe Yasa Tasarısı bağlama töreni

Cahit UYANIK 

Devlet bütçesi, yaklaşık 4,5 ayda hazırlanan (Meclis'teki görüşme süresi eklendiğinde 7 ay) tüm kamu kurumlarının katılımını gerektiren zorlu bir süreci içermektedir. Bu süreçte her ne kadar bütçe hazırlama ilkeleri önceden ilan edilerek kamu kurumlarının bunlara uyması istenilse de ödenekler konusunda Hazine ve Maliye Bakanlığının yanı sıra Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı ile kurumlar arasında ciddi müzakereler ve pazarlıklar yaşanmaktadır. 

Nihayetinde ertesi yılın bütçe tasarısının yılbaşından 75 gün önce yani 17 Ekim gününde Meclis Plan ve Bütçe Komisyonuna (Küçük Genel Kurul da denilen 31 üyeli komisyon) iletilmesi yasal bir zorunluluktur. Bütçeler bir ana metnin altında onlarca bakanlık ve kurumun binlerce sayfalık ayrıntılı bütçelerini içermekte ve Komisyon'da bu  bakanlık ve kurum bütçeleri ayrı ayrı görüşülmektedir. 

Zaman zaman 'Bütçenin çatılması' da denilen, 'Bütçenin bağlanması' kavramı bu durumda ilk olarak; Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığının ilgili kurumla ödenekler konusunda bir uzlaşmaya vardığı anlamına gelmektedir. 

İkinci olarak ise sembolik bir anlayışla binlerce sayfa kağıda basılmış bütçe metin ve rakamlarından oluşan kitapçıkların üst üste konularak bir iple bağlanıp Maliye Bakani tarafindan son düğümü atılarak Meclis Plan ve Bütçe Komisyonuna gönderilmesi anlamına gelmektedir. Bu geleneğin Maliye Bakanlığı bünyesinde kapalı kapılar ardında çok uzun yıllardır yaşatıldığı bilinmektedir. Ancak bu geleneğin kamuoyu önünde gerçekleşen bir ritüele dönüşmesi oldukça yenidir. 

15 Ekim 2025 Çarşamba

MERHUM ÖMER FARUK ÇOLAK'IN ARDINDAN: "HEDEFİMİZ BÜYÜK BANKALAR DEĞİL, ETKİN ÇALIŞAN BANKALAR YARATMAK OLMALI"

Doç. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK:

"Patlayacak Bir Kaç Dinamit Daha Var"

Türkiye, Batı'daki bir çok modern kurum gibi bankacılıkta da yüzlerce yıl sonra tanıştı. 1800'lü yılların ikinci yarısında kurulan Memleket Sandıkları ile atıldığımız bankacılık macerası sürüp gidiyor. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ömer Faruk Çolak ile geçmişten günümüze Türk bankacılığını konuştuk:

Cahit UYANIK 

Ekonom: Türk bankacılık sektörünün bazı sorunları çok eski zamanlardan kaynaklanıyor olabilir mi?

Çolak: Türkiye'de bankacılığın gelişmesi cumhuriyetle beraberdir. 1924'te İş Bankası kuruldu. Bunun kararı 1923 yılındaki İzmir İktisat Kongresinde alınmıştır. Sektör günümüze kadar bir kaç aşamadan geçti. İlki Birinci Dünya Savaşına kadar olan dönem ki tümüyle kamu bankası ağırlıklıdır. İkinci Dünya Savaşından sonra ise 1948'de İstanbul İktisat Kongresi toplanmış. Orada bizim müteşebbisimizin devletçiliğe karşı bir başkaldırışı var. Yeterince sermaye birikimi sağlandığını ve bu nedenle devletin artık ekonomiden çekilmesi gerektiğini söylüyorlar. Bunun hemen arkasından Akbank ve Yapı Kredi Bankası gibi bankaların kurulması geliyor. 1950 ve 1980 arasındaki dönemde ise sektörde düşük negatif faiz dönemini görüyoruz. Bu dönemde de kamunun ciddi desteği var sektöre...

Ekonom: 2000 yılına kadar kamu bankaları hep vardı da, bu zamandan sonra neden sorun gibi görülmeye başladılar?

Çolak: Sorun, her şeyden önce bankacılık sektörünün taşıması gereken kuralların uygulanmamasıdır. Kuralların denetlenmesinden sorumlu olan kuruluşlar bankalara karşı nasıl bir tavır takınıyorlar? 1980 ile 2000 arasında kamu bankaları sayı olarak azaldı. Anadolu Bankası, TÖBANK gibi bankalar diğer bankalar tarafından devralındı. Ama devralan banka bundan olumlu değil olumsuz yönde etkilendi. Bu noktada acaba tasfiye kavramı neden gündeme gelmedi sorusu akla düşüyor. Bunları neden daha iyi durumda olan bir başkasının üstüne yüklüyoruz da yok etmiyoruz. Bu sorun hala devam ediyor. İkincisi giriş-çıkış koşulları piyasayı belirleyen önemli faktörlerden birisidir. Piyasaya giriş serbestse o piyasa daha rekabetçidir, eğer değilse tekel vardır. Bankacılık sektöründe 1990 başında sektöre giriş sanki zorlaştırılıyormuş gibi yapılmış ama 1994'ten sonra ilginç bir şey olmuş: Sektöre giriş dolaylı olarak serbest ama çıkış yasak. Adam batıyor ve sektörden çekilmek istiyor, sen diyorsun ki 'Yok, sen çekilemezsin. Biz seni TMSF'ye alacağız, orada faaliyetlerini yürüteceksin'... Yani iktisat teorisinde girişin serbest, çıkışın yasak olduğu piyasa türünü biz yarattık. Üçüncü sorun ise sektörde bilgi akışkanlığı ve şeffaflığın olmaması.

Ekonom: Şeffaflık ve bilgi akışı konusunu biraz açar mısınız?

Çolak: BDDK'nın kurulduğu 1999'a kadar bankalar kötü çalışırken Hazine bunların hepsinden haberdardı. Bir bankanın kötü çalıştığını bile bile bunu göz ardı ediyorsam, suç ortaklarından birisi benim. Eğer bunlar yapılmasaydı fondaki bankalara 22 milyar dolar aktarmazdık. Bunu yaptık ve elimizde şimdi patlamış bir dinamit var. Ben sanıyorum ki daha patlayacak birkaç dinamit var. Burada birkaç banka daha batacak demiyorum, sektör daha birkaç defa dalgalanacak. Kamu bankalarına milyar dolara yakın bir kağıt verildi. Neden? Çünkü bunların aktiflerinde 'sınıflandırılamayan aktif' denilen bir kalem var. Bunun da yüzde 90-95'i görev zararı. Bunlara karşılık kağıt verilince piyasadaki kağıt stoku birden bire arttı. Esasında bu borç hep vardı ve Hazinenindi. Öyleyse ortada mülkiyet yapısından değil, bu bankaların nasıl kullanıldığından kaynaklanan bir sorun var.

Ekonom: Siz zaman zaman 'batık maliyet' kavramından bahsediyorsunuz. Bu kavramı açar mısınız?

Çolak: Maliyet derken hep TMSF'deki bankalara verilen kağıtları göz önünde tuttuk. Oysa başka maliyetler de var. Bir banka olarak sizi işe aldım, eğittim. Bunun bana 4 bin dolar maliyeti oldu. Eğitim bitti, ertesi gün bana istifa dilekçenizi getirdiniz. Bu benim için batık maliyettir. Bu sektörün 2000 yılında 135 milyar dolarlık bir büyüklüğü vardı. Bugün bu büyüklük 113 milyar dolar düzeyine inmiş. Arada önemli bir fark var. Bir şubeyi açmanın maliyeti yaklaşık 300-400 bin dolardır. Kapatılan 200 şubeyi çarpın 300 bin dolarla, yaklaşık 60 milyon dolar yapar. Bir bankacının eğitimi kişi başına 10-12 bin dolardır. Bankayı kapattınız, ATM'yi ne yapacaksınız? Yüzlerce ATM gitti. Sektörde birleşme yaparken maliyetlerin genel ekonomiye etkisini düşünmek zorundayım. Bu göz ardı ediliyor. Bu şekliyle hesaplandığında sektörde yaşanan maliyetin daha büyük olduğunu görebiliriz.