Cahit UYANIK
Merkez Bankası (MB), Türkiye'nin tartışma gündeminden günlerdir düşmüyor. Kısa vadeli faiz oranları, MB özerkliği, döviz kurlarındaki gerileme, ihracatçıların ve bazı işadamlarının yakınmaları, ihracatın ithalatı karşılama oranı, cari işlemler dengesinin revizyonu gibi oldukça teknik konular evimizdeki oturma odalarına kadar girebildi. Peki bütün bunlar ne demek oluyor? Türkiye yine bir devalüasyon baskısı altına mı giriyor? Yıllardır büyük emek ve özveri ile gerilettiğimiz enflasyon oranları yeniden yükselişe mi geçecek? Türkiye yine 2001 yılında yaşadığı acı ve sıkıntı dolu günlere dönüş mü yapacak?
Bütün bunlara Türkiye'nin 2001 yılındaki krizin hemen ardından MB'nin yapısında gerçekleştirilen köklü reformun oturma ve toplum tarafından kabullenilme süreci olarak bakabiliriz. 2001'den önce MB, destekleme alımlarına kaynak bulmaktan tutun da KİT'lerin finansmanını sağlamaya kadar çok geniş yelpazede görevlere sahipti. Ancak krizden sonra kuruluş kanununda yapılan değişiklikle MB, Batılı benzerleri gibi sadece fiyat istikrarını sağlamakla görevlendirildi. Yani MB, bizzat hepimizin cebinde dolaştırdığı TL'nin gerçek değerini bulmasını sağlamak ve korumakla yükümlü kılındı. Buna bağlı olarak MB'nin bünyesinde Para Politikası Kurulu oluşturuldu. Bu Kurul, MB'nin izlediği ve izlemesi gereken politikaları somut verilere dayanarak belirliyor. Bu kararların gündelik uygulamasını yapmakla MB Başkanı yükümlü. Daha fazla teknik konulara girmeyelim ama bu yapılanmanın MB özerkliğinin temelini oluşturduğunu söylemeliyiz.