23 Kasım 2023 Perşembe

BORÇLANMADA 'SENARYO' DÖNEMİ

Cahit UYANIK 

Borç, günümüz yaşamının bir gerçeği. İnsanoğlunun parayı icat etmesiyle birlikte, bu kavram yaşamımıza girmiş oldu. Paranın Anadolu toprakları üzerinde icat edildiğini kesin olarak biliyoruz. Para icat olunca borç da onu takip etti. Eskiden kağıt olmadığı için borç-alacak senetleri taş veya kilden tabletler üzerine kazınıyordu. Özellikle Orta Anadolu Bölgesi'ndeki arkeolojik kazılarda böylesine yüzlerce borç-alacak senedi açığa çıkarıldı. Bu tabletler şimdi müzelerde meraklı ziyaretçileri bekliyor. 

Günümüz orta yaş kuşağı ise borç kavramını veresiye defterleri ile tanıdı. Her bakkalın, manifaturacının, konfeksiyoncunun, terzinin veya dişçinin bir veresiye defteri mutlaka vardı. Hangimiz çocuklumuzda kulağının arkasından aldığı mürekkepli kurşun kalemi diline dokundurarak, büyük bir dikkat içinde, veresiye defterinin bir sayfasındaki anne veya babamızın isminin karşısına rakamları sıralayan esnafı meraklı gözlerle izlemedi? Artık veresiye defterleri maziye karışmak üzere. O güzelim defterlerin yerini kredi kartı pos aletleri, küçük alışveriş slipleri, kredi kartı hesap ekstreleri aldı. 

Cebimizdeki cüzdanların yapısı da değişti. Geniş banknot bölümleri ve bozuklukları taşımak için küçük cepçikleri olan cüzdanlar neredeyse kayboldu. Cüzdanların boyu uzadı ve kredi kartlarını sıralamak için küçük küçük ve enine kesimli bölümler bulunduran cüzdanlar cebimize misafir oldu. Bir de içinde onlarca küçük ve şeffaf torbacık bulunduran cüzdanlar var. Anlayacağınız veresiye defterleri cebimize doluştu. Ama pek yakında cüzdanları da bırakacağız. Cebimizde taşıdığımız tek bir kartla tüm bankalardaki hesaplarımızı kontrol edip kullanabileceğiz. Chip'li kredi kartları, bize finans dünyasının anahtarını sunacak. İstersek yatırım yapabileceğiz, istersek harcama... İstersek borç alabileceğiz, istersek borç verebileceğiz.

Borçlanmada kişisel boyut böyle... Ya Türkiye'nin borç geçmişi, şimdiki hali ve geleceği nasıl? Türkiye'nin borçla tanışması 150 yılı geçti. Çöküş sürecine giren Osmanlı İmparatorluğu, 19. Yüzyılın ikinci yarısında sıkça borçlanır olmuştu. Borç, ya bir savaşı finanse etmek ya da devletin günlük masraflarını karşılamak için yapılıyordu. O dönemde Batılı zengin genç kızların çeyizlerinin en nadide parçalarını yüksek getirili Osmanlı borçlanma tahvilleri oluşturuyordu. Osmanlı'nın borç bataklığında geldiği son nokta ise Duyun-i Umumiye yani Genel Borçlar İdaresi teşkilatının kurulması oldu. Osmanlı'ya borç veren Batılı devletler, "Kendi borcumu kendim tahsil ederim" mantığı ile Duyun-i Umumiye'yi kurmuşlardı. Bu teşkilat, özellikle Anadolu'daki tarımsal ürünlere daha tarlada iken el koyuyordu. El konulan ürünler, dış piyasalara satılarak paraya çevriliyordu. Bu iş pratikte iltizam usulüyle yapılıyordu. Yani borca karşı el konulan tarımsal ürün, taşeron eliyle toplatılıyordu. Taşerona da mültezim deniliyordu. Türk köylüsü, Cumhuriyet kurulup Lozan Antlaşması ile Duyun-i Umumiye kapatılıncaya kadar mültezimlerden çok çekmişti. Cumhuriyet rejimi, köylüler için dünyada cennet gibi birşeydi, çünkü mültezim korkusu yoktu.

Günümüzde borç idaresini Hazine Müsteşarlığı yapıyor. İnsanın aklına Hazine denilince mal-mülk, zenginlik, taşınabilir değerli varlıkların saklanması  ve yönetilmesi geliyor. Ama artık Hazine'nin görevi, hemen hemen tüm dünyada olduğu gibi borçları yönetmek. Bu, günümüzün finansal dünyasında kaçınılmaz bir zorunluluk. Hazine Müsteşarlığı, 2002 yılı ilkbaharı itibarıyla 123 katrilyonluk bir iç borç ve 2001 sonbaharı itibarıyla 118 milyar dolarlık dış borç stokunu kontrol ediyor. Bu iki rakamın dolar cinsinden toplam değeri yaklaşık 200 milyar dolar. Elbette bu borçların hemen yarın ödenmesi gerekmiyor. İçlerinde 30 yıl vadeli olanlar bile var. Ama bunun yanı sıra 1 veya 3 ay vadeli kağıtlar da çoğunlukta. O zaman borçların geleceğini analiz etmekte fayda var.

Önce dış borçları ele alalım. Dış borç ödemelerinin projeksiyonu 2005'e kadar Türkiye'nin pek rahat olmadığını gösteriyor. Söz gelimi Türkiye, bu yıl toplam 28 milyar dolar dış borç ödeyecek. Bu rakam önümüzdeki yıl ise bir miktar azalarak 21,4 milyar dolara gerileyecek. Dış borç geri ödemeleri 2004 ve 2005'te de hızını azaltmayacak. 2004'te 18,8, 2005'te 15,3 milyar dolar dış borç geri ödememiz var. Türkiye'nin toplam dış borç stokunun 40,4 milyar dolarlık bölümü ise 2007 ve sonrası yılları kapsıyor. Türkiye'nin dış borç ödemelerinin büyük bölümünü kamu ve Merkez Bankası borçları oluşturduğu için fatura tüm toplumu ilgilendiriyor. Önümüzdeki yılki toplam 21,4 milyar dolarlık geri ödemenin sadece 5,5 milyar dolarını özel sektör dış borç geri ödemeleri oluşturuyor. 

İç borçlarda ise rakam büyük görünmesine rağmen, borcun yapısı biraz rahatlatıcı. 123 katrilyon liralık iç borçların yarısını yani 63 katrilyonunu nakit borçlanmalar oluşturuyor. Yani bu sık sık işitmeye alıştığımız Hazine ihaleleri yoluyla yapılan borçlanma anlamına geliyor. Geriye kalan 60 katrilyonluk kısım ise nakit dışı borçlanmalar ve garantili iç borçlardan oluşuyor. Yani bu borçlar, özel tertip tahvil ve bono dediğimiz devletin kendi içindeki alacak-verecek hesapları nedeniyle oldukça uzun vadeli kağıtlar. Ama 'borç borçtur' diyenler de haklı. Çünkü bu kağıtlara 3 ayda bir referans faiz ihaleleri düzenlenerek artan veya azalan oranda nakit faiz ödeniyor.

Peki içinde bulunduğumuz borç sarmalından çıkabilir miyiz? Borçlanmayı günü kurtarmak için değil, ekonomik kalkınmaya faydalı olması için yapmaya ne zaman başlayabiliriz? Bu konu Türkiye'nin geleceğini yakından ilgilendiriyor. Elbette geleceği kestirmek kolay değil. Ama gelecekle ilgili çeşitli senaryolar yazmak mümkün. İşte borçlanmak ve borcu yürütmekle sorumlu olan Hazine Müsteşarlığı da bunu yapmış. Borçlarımızın geleceği için bir senaryolar demeti hazırlamış. Hazine'nin kabul ettiği çıkış noktası ise Türkiye'nin IMF ile üzerinde anlaştığı yeni stand by anlaşmasındaki önümüzdeki döneme ilişkin tüm öngörülerin tutması... Bu halde toplam borcun GSMH'ye oranı 2002'de yüzde 81,3'e düşürülecek. Oran, 2004'te yüzde 70'in altına, 2006'da ise yüzde 63,9'a indirilecek. Böylece Türkiye'nin 4 yıl sonra, AB tam üyeliği için Maastricht Kriterlerinden birisi olan yüzde 60'lık toplam borç/GSMH oranına yaklaşması hedefleniyor.       

Bu senaryonun aynen tutması mümkün ama değişmesi de mümkün. Hazine'nin toplam borç/GSMH oranını etkileyebilecek büyüme, faiz oranı ve faiz dışı fazladaki olasılıklara göre dört senaryosu var. En kötü senaryo, düşük büyüme ve yüksek faizin aynı anda yaşandığı bir ortamda 2006 yılında toplam borç yükünün yüzde 63,9'dan yüzde 77,8'e çıkacağını gösteriyor. Diğer senaryoların ayrıntısına girersek işler iyice karışabilir. Ama Hazine ve ekonomi yönetimi, bu senaryoların Türkiye için en mutlu son ile bitecek olanını yaşama geçirmek için yasal ve uygulama alt yapısını hazırladılar. Çıkarılan Kamu Borçlanma Kanunu ile Türkiye, modern bir borç idaresi anlayışına kavuştu. Kamu borçlanmasına çeşitli limitler getirildi. Hazine bu çerçevede borç idaresinde ön, orta ve arka ofis olarak bilinen modele geçti. Artık borçlanma, Hazine'deki üst düzey bürokratlardan oluşan bir komite tarafından kararlaştırılıp uygulanacak. Borçlanma politikaları konusunda borç verenlerin ve özel sektörün de düşünceleri alınacak.

Öz olarak Türkiye'nin 2006 yılında AB'nin borç kriterini tutturması için istikrarlı bir büyüme içinde, düşük faiz oranı ve yüksek faiz dışı fazlayı sağlaması gerekiyor. Aksi taktirde Türkiye, tüm hukuksal ve insan haklarına ilişkin gerekli düzenlemeleri yapsa da AB'ye alınması pek mümkün değil. Türkiye'nin bir yandan mevzuatını, devlet yönetimini, sosyal yaşamını, insan haklarını AB normlarına yaklaştıracak düzenlemeleri yaparken, ekonomiye de büyük özen göstermesi gerekiyor. Çocuklarımızın geleceği açısından Türkiye'nin önümüzdeki 3-4 yıl içinde borçlanmayı 'ayak bağı' olmak yerine, 'atlama taşı' haline getirmeyi başarması zorunlu görünüyor. 

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard dergisinin Haziran-2002 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder