4 Kasım 2023 Cumartesi

502 YILLIK STANDART YOLCULUĞU

Cahit UYANIK 

Kanunname-i İhtisab-ı Bursa. Bu üç kelimelik Osmanlıca ibarenin arkasında neler var biliyor musunuz? Şu anda elinizde tuttuğunuz dergiyi yayımlayan kuruluşun yani Türk Standartları Enstitüsünün (TSE)  ilk yazılı belgesi var. Tarih hanesinde ise 1502 senesi yazıyor. Bu belge, Sultan İkinci Beyazıt Han tarafından Bursa şehrindeki üretim ve piyasa standartlarını belirlemek için yayımlanmış. Yani 502 yıllık bir geçmişin son yazılı ve basılı ürünlerinden birisini elinizde tutuyorsunuz. Belki 2504 yılında da bir araştırmacı TSE'nin bu dergisini, elini sürmesine izin verilmeden bilgisayar ekranı üzerinden inceleyebilecektir. 

Peki Kanunname-i İhtisab-ı Bursa nerede diye sorarsanız..? İstanbul Topkapı Sarayı Kütüphanesi Arşivinde... Ama günümüz Türkçesine tam çevirisini TSE'nin internet sitesinden okuyabilir veya TSE'den basılmış haliyle temin edip inceleyebilirsiniz. Biz uzmanların yalancısıyız; Bursa Belgesi dünyadaki ilk yazılı standart olma özelliğini de taşıyor. Geçmişi bilip övünmek güzel elbette, ama dünyada ilk yazılı belgeyi yayımlayabilmişken standart işini neden başkalarına kaptırmışız? İyi düşünüp bundan sonraki adımlarımızı hayli dikkatli atmalıyız. 

Laf buraya nasıl geldi derseniz cevap kısa. 14 Ekim tüm dünyada 'Dünya Standartlar Günü' olarak kutlanıyor. Böylesi günlerin en güzel yanı da şapkayı önümüze koyup düşünme olanağı yaratabilmesi. Her yıl yurt dışına 70 milyar dolarlık mal satan, 110 milyar dolarlık mal alan, 20 milyon kişiye yakın yabancıyı ülkesinde turist olarak ağırlayan bir ülke için standart kavramı çok önemli. Standart, bir yerden sonra ülkelerin değil ilişkilerin pasaportu görevini görüyor çünkü. 

Bir parti malın satışını kağıt üzerinde yapmış olsanız da, tüketici gözündeki değeriniz onun alıştığı standartlara uygun bir mal üretebilmekten geçiyor. Turisti ülkenizde her ne kadar güleryüzle, misafirperverlikle ağırlasanız da günlük hayatında tükettiği ürünlerin kaliteli ve hep aynı ölçüde yani standardize bir biçimde üretilmiş olması zorunlu. Günümüzde küreselleşme denilen olayda da standartlar önemli rol üstleniyor. Hiç tanımadığımız bir ülke veya kente gittiğinizde kullanmanız gereken ürünlerde 'marka ile özdeşleşmiş standart' hissini arıyorsunuz. "Markasını tanıdığım suyu tüketirken, üretim ve sağlık standartları konusunda emin olabilirim" değerlendirmesini kaçımız yapmamışızdır ki? O zaman tüm dünyada standart kavramı da giderek insanı kendisine odak seçiyor. 

Türkiye'nin standart konusundaki yolculuğu 500 yıl önceye kadar gitse de, TSE henüz 44 yaşında. Türkiye'de tüketici hakları ve tüketicinin bilinçlenmesi kavramının geliştiği 1980’li yıllarda halkın bir dost gibi yakından tanıyıp sevdiği TSE, insanı kendisine odak seçen standart kavramının belki de ilk uygulayıcılarından olmalı. Hala halk arasında bozuk, eksik çıkan bir ürünle karşılaştığında ilk başvuru mercii olarak düşünülen TSE'nin bu imajını kolay kolay bırakmaması gerekiyor. Her ne kadar Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bünyesinde tüketici hakem heyetleri kurulmuş olsa da, TSE'nin bu sefer de halkı bu mercilere başvuru konusunda bilinçlendirmesinde fayda var. Bu noktada TSE'nin 444 08 73 nolu telefonunu hatırlatmadan geçmeyelim.

Günümüzde standart belirleme ve bu standartlara uygun üretim yapanları belgelendirme kültürü tüm ciddi ülkelerde yerleşti. Malların serbest dolaşımı ile başlayan süreç, işgücünün serbest dolaşımının artmasıyla da yoğunlaşınca, standart ve belgelendirme çalışmaları bu alana da yayıldı. Bunun yanı sıra bir işletmenin günlük faaliyetleri sırasında belli standartlarda çalışıyor olduğunun belirlenmesi de oldukça önemli bir başka standart kültürü yarattı. Anlayacağınız standart arayışı bir ekonominin iç ve dış faaliyetlerinin odağına yerleşti veya yerleşmek üzere. Türkiye'de de son yarım yüzyılda serbest piyasalaşma ve liberalleşme arayışları ile standartlar arasında doğrudan bir bağ var. İkisi birlikte güçleniyor, ikisi birlikte zayıflıyor. Ama doğrultuda bir sapma olmuyor. Günümüzde Türkiye'de dünyadaki en yüksek standartlar ve ötesinde üretim yapan bir çok işletme var. Demek ki Türkiye'de artık standartın önemi iyice anlaşılmış. 

Standartlar konusunda Türkiye'nin en çok yakınlaşmaya çalıştığı yer ise Avrupa Birliği (AB). Çünkü AB hem Türkiye'nin ihracat ve ithalatında en büyük ortağı konumunda, hem de nihayetinde bu yapılanmaya tam üye olarak girmek istiyor. AB'nin tam çevirisi yapılan 2003 Yılı İlerleme Raporunda standart ve belgelendirme çalışmalarına ilişkin oldukça yoğun eleştirileri bulunuyordu. Eskiden İlerleme Raporları Türkiye'de 2004 yılındaki kadar önemsenmiyordu. Bu sebeple 2003 yılında yapılan eleştirilerin haklılık ve haksızlığı üzerine çok derin tartışmalar yapılamadı. Oysa 2004 Yılı Raporu müzakere masasına oturmadan önce yayınlanmış son önemli metin olduğu için didik didik ediliyor. Raporun henüz tam çevirisi yapılmadığı için standartlar ve ürün belgelendirme çalışmalarımıza AB'nin bakışını tam öğrenebilmiş değiliz. Gönül isterdi ki 14 Ekim Dünya Standartlar Gününde bu konu tamamen masaya yatırılmış, yapılan değerlendirmenin önce yanlış-doğru cetveli çıkarılmış, ardından da yapmamız gerekenler üzerinde yoğun bir tartışma başlamış olsun. Üzülerek görüyorum ki Türk kamuoyu, iş adamları, politikacıları, bürokratları henüz bu noktada değiller.

Türkiye'deki iş adamlarının şu anda bazı mallarına uluslararası belgeleri alabilmek için yurt dışındaki standart kuruluşlarına zorunluluktan avuç dolusu döviz ödemek zorunda kaldığını biliyoruz. Bu konular artık sır değil. Standart meselesine kafa yoran kiminle konuşsanız ortak yakınma konusu bu çünkü. Türkiye'nin bir an önce bu konulara el atıp standart ve belgelendirme alanlarında kaybettiği dövizi içeride bırakmasında yarar var. Türk Akreditasyon Kurumu, TSE, diğer belgelendirme kuruluşları, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,  Dış Ticaret Müsteşarlığı üzerine düşeni tam olarak yapmalı. Tüm dünya bulduğu ile karın doyurma peşinde iken, pazarda satılan meyveye-sebzeye bile standart koyup Kanunname-i İhtisab-ı Bursa'yı yayımlayabilen bir millete de bu yakışır. 

(Bu yazı TSE'nin aylık yayın organı Standard dergisinin Ekim-2004 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder