20 Ocak 2023 Cuma

BİLGİ FETİŞİZMİ, TERLİK KARARNAMESİ VE RADYASYONLU ÇAY YUDUMLAYAN BAKAN

GÜNIŞIĞI YASASI VE YARASALAR

Cahit UYANIK

Geçen hafta sonuna doğru gazetelerde ilginç bir haber yer aldı. Eğer yazılanlara inanmak gerekirse, Türkiye'de 1998 yılında 'Günışığı Yasaları' çıkarılacaktı. Yani idare, iş ve işlemlerini tamamen şeffaf yürütecek; her vatandaşa da devlet sırları hariç istediği bilgiler anında verilebilecekti. Bu haberi okuyunca kahkahalarla güldüm. Daha bir kaç gün önce bürokratlara "Sakın ha gazetecilere konuşmayın" genelgesi yayınlatan bu hükümet ve Başbakan Mesut Yılmaz değildi herhalde... Hani balık kavağa çıkıp da bir Günışığı Yasamız olursa, tarihin en eski 'bilgi avcılığı' mesleği gazeteciliğin Türkiye'deki naçizane temsilcileri olarak o günü bayram ilan etmemiz gerekir.

Bu alaycı üsluptan da anlayabileceğiniz gibi ben böyle bir yasanın çıkacağına milyonda bir ihtimal bile vermiyorum. Hadi ben yanıldım ve böyle bir yasa çıktı; uygulanacağına inanmıyorum. Türkiye'deki seçkinci bürokrat kadrolar ile aç gözlü ve denetimden hoşlanmayan politikacıların gizli ittifakı sürdükçe yine bir yolu bulunup 'bilgi cimriliği' sürdürülecektir. Çünkü Türkiye'de bilgi demek dünyanın aksine özgürlük değil, sorumluluk ve başkalarına haksız yere üstünlük sağlayan bir güç demektir. Bilgi insanlara, aynen devlet malı gibi zimmetlenir. Zimmetlenen bilgi başka bir yerden duyulursa veya okunursa, 'zimmete bilgi geçirmek' suçundan aforoz edilebilirsiniz. Hem bilgiyi veren, hem bilgiyi alan açısından aforoz işlemi geçerlidir. Hal böyle olunca bilgiyi elinde tutanlar, onu ya 7 kilitli kasalarda saklar ya da kendi çıkarı için alttan alta kullanır.

Türkiye Cumhuriyeti tarihi aleni veya gizli bilgi ticaretinde dünyaya parmak ısırtacak örneklerle doludur. Bilgi fetişizminden kimi zaman parasal bir çıkar sağlanır, kimi zaman politik çıkar... Ama sonuç değişmez. Aldatılan ve kumpasa düşürülen her zaman sokaktaki vatandaştır. Çünkü sokaktaki vatandaş hak aramayı bilmez. Bilse dahi kolay sindirilebilir. 

Bu konuda aklıma gelen iki 'parlak' örneği hemen hatırlatmak isterim. Birincisi Çernobil Faciası sonrasında radyasyon yüklü bulutlar başımızda dolaşırken, afiyetle nükleer artıkla bulaşmış çayı bize sattıran, bununla da yetinmeyip aynı çayı objektiflerin önünde yudumlayan bir bakanımızdır. Elbette onun bu tavrına alkış tutan bürokratları da unutmamak gerekir. Radyasyonlu çayın sonuçları ne oldu? Karadeniz Bölgesinde ucube bebek doğumları ve kanser vakalarında adeta patlama yaşandı. Fatura sokaktaki vatandaşa çıktı; politikacı kendine siyasi çıkar sağladı.

İkinci örneğimiz de bilgi ticareti tarihine "Terlik Kararnamesi" olarak geçti. Devletin teşvik mekanizmasını yönetenler öylesine bir kararname çıkarttılar ki, Türkiye'den naylon terlik ihraç edenler vergi iadeleriyle ihya oldu. Bu kararnamenin çıkartılmasının ertesi günü gümrük memurları naylon terlik dolu tırlardan başlarını alamadılar. Birkaç gün sonra da terlik ihracatçılarımıza vergi iadeleri 'trink' diye ödeniverdi. Bu üçkağıdı fark eden birkaç namuslu bürokrat kararmameyi uygulamadan kaldırttı. Müfettişler sorgu sual edip olayı mahkemeye taşıdılar. Sonuç ne mi oldu? Mahkeme, hiç kimseyi mahkum edemedi. Karara imza atan bakan "Kararnameyi hatırlamıyorum" deyip sütten çıkmış ak kaşık olarak politik yaşamını sürdürdü. Olan da ödediği verginin yol, su, elektrik, okul olarak kendisine dönmesini bekleyen sokaktaki vatandaşa oldu. Başbakanımuz sayın Mesut Yılmaz'ın deyimiyle son sözüm şu: yarasalar hiç bir yerde ve hiç bir zaman günışığını sevmez.

(Bu yazı 13 Ekim 1997 tarihinde Finansal Forum gazetesindeki Başkentten Yansımalar köşesinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder