28 Aralık 2021 Salı

KÜRESEL DÜZEYDE PLANLANAN YENİ BANKACILIK KURALLARI TÜRK BANKALARINI NASIL ETKİLEYECEK?

Cahit UYANIK

Merkez Bankası (MB) yaklaşık 5 yıldır, yılda iki defa olmak üzere 'Finansal İstikrar Raporu (FİR)' yayımlıyor. FİR, Merkez Bankası'nın yılda 4 defa yayınladığı enflasyon raporları kadar kamuoyunun ilgisini çekmiyor. Ancak FİR, mali sektörü yakından izleyenler için önemli bir referans niteliğini taşıyor. Bu raporda Türk bankacılığının son durumu, taşıdığı risklerin düzeyi, risklerin çeşitli senaryolar (olumlu-olumsuz) altında nasıl azalıp arttığı yer alıyor. Belki bankacılık sektöründe işler yolunda gittiği için şöyle bir bakılıp geçilen değerlendirmelerin yer aldığı raporda, sektörün gelecekte nasıl düzenlemeler altında çalışmalarını sürdüreceği de ele alınıyor.

2007 yılında başlayan ve 2008 Eylül ayında Lehman Brothers adlı dev bankanın iflas etmesiyle kabullenilen global ekonomik krizden çıkış için mali sektörde yapılacak yeni düzenlemeler büyük önem taşıyor. Kriz nasıl önce mali sektörde başlayıp reel sektöre yayıldıysa, krizden kalıcı çıkışın da önce mali sektör, ardından reel sektörde başlaması gerektiği herkesin kabulü. Mali sektörde kalıcı iyileşme ise regülasyonlar ile yakından ilgili. Bu konuda dünya mali sektörü toplu bir çaba içinde bulunuyor. İşte mayıs ayında yayınlanan FİR'de, tüm dünyada tartışma konusu olan yeni bankacılık sektörü düzenleme (regülasyonlar) hazırlıkları ayrıntısıyla ele alınıyor.       

Rapora göre bu düzenleme çalışmalarından ilki "Sistemik Öneme Sahip Finansal Kuruluşlar" ile ilgili. Yaşadığımız küresel krizle tecrübe edildiği gibi, sistemik öneme sahip finansal kuruluşların (SÖFİK) sorun yaşamaları durumunda, bunların kurtarılmaları kamu kaynakları üzerinde ciddi maliyetler yaratıyor. SÖFİK’ler, normal zamanlarda büyük olmalarının sağladığı avantajla daha düşük maliyetle borçlanabiliyor, yüksek kaldıraçla (bir tür borçluluk oranı) çalışabiliyor, kar amacıyla daha riskli faaliyetlere yönelebiliyorlar. Bu kuruluşlar için “Batmak için çok büyük” oldukları yönündeki piyasa algılaması ve kriz döneminde verilen destekler de 'suiistimal riski' sorununu ortaya çıkarıyor. Bu nedenle G-20 ülkeleri liderleri, Finansal İstikrar Kurulu’nu (FSB) 2010 yılı Ekim ayına kadar SÖFİK’lere ilişkin riskleri değerlendirecek çalışmalar yapmak ve önlemler ortaya koymakla görevlendirdi. 2009 yılı ekim ayında yayınlanan bir çalışmada ise bir kuruluşun sistemik öneminin belirlenmesinde “büyüklük”, “diğer finansal kuruluşlarla ilişki düzeyi” ve “ikame edilebilirlik” olarak 3 ana kriter ele alındı. Bu çalışmada görüldü ki; kullanılabilecek esas ve kıstaslar iç içe geçmişti ve kıyaslanabilme zorluğu, küresel veri koordinasyonundaki eksiklik ve uyumsuzluklar gibi sorunlarla da birleşerek, ilk etapta sistemik öneme sahip kuruluşların ayrıştırılmasında büyük güçlükler ortaya çıkarıyordu.

Bu tartışmalar bir yana finansal sektör içerisindeki payları, sistemik risk yaratma kapasiteleri ve kayıp durumunda yaratabilecekleri maliyet dikkate alındığında, SÖFİK’lerin maliyet paylaşımında önemli katkı yapmalarının beklenmesi bu çalışmanın esasını oluşturdu. Söz konusu maliyet paylaşımına yönelik olarak IMF, sistemik vergi ve harçları içeren bir takım öneriler sundu. FSB önderliğinde yürütülen çalışmalara ilişkin hazırlanacak ara rapor, bu dergi size ulaştığında Haziran ayı sonunda Kanada-Toronto'da gerçekleştirilmiş olacak G-20 toplantısına görüşülecek. G-20’nin önümüzdeki kasım ayı toplantısında ise nihai tavsiyeler oluşturulacak. 

Söz konusu çalışmaların üç temel amacı var. Bunları; 1) Düzenleme çerçevesinin güçlendirilmesi suretiyle SÖFİK’lerin batma olasılıklarının ve batma durumunda yaratacakları etkilerin azaltılması. 2) Kriz döneminde sınır ötesi faaliyet gösteren SÖFİK’lerin çözümlenebilme kapasitesi ve 3) Temel finansal altyapıları ve piyasaları güçlendirmek suretiyle bulaşma riskinin azaltılması olarak sıralamak mümkün.

Peki Türkiye'nin SÖFİK’lerden kaynaklanan risklere ilişkin pozisyonu ne? MB Finansal İstikrar Raporu'na göre; uluslararası aktif SÖFİK’lerin Türkiye'deki konumu şöyle: Ana ülkede sistemik öneme sahip olan uluslararası finansal kuruluşların Türkiye'de genellikle iştirak biçiminde kurulmuş olmaları kriz durumunda çözümlenmelerini kolaylaştırıyor. Ancak 'bulaşma etkisi' nedeniyle her zaman yakından takip ediliyorlar. Türkiye'deki finansal kuruluşlar içerisinde SÖFİK olarak nitelendirilebilecek sistemik öneme sahip kuruluşların durumu ne? Türkiye'de bankacılık sektörü, yüzde 88’lik pay ile finansal sektörün en önemli kısmını oluşturuyor. Türkiye’de faaliyet gösteren 49 bankadan 10’u toplam aktifler içerisinde yüzde 83’lük paya sahip. Söz konusu bankalar büyüklükleri, sistemik riske yol açabilme potansiyelleri ve ödeme sistemlerindeki önemli rolleri göz önüne alınarak, ilgili otoritelerce yakından takip ediliyor, etkin gözetim ve denetime tabi tutuluyor. Rapora göre Türk bankacılık mevzuatı SÖFİK yaratılmasını teşvik edici olmaktan uzak ve söz konusu kuruluşlardan kaynaklanacak risklerle mücadeleye engel teşkil edici bir nitelik de taşımıyor. Likidite ve sermaye yeterliliği açısından büyük ya da küçük tüm bankaların sağlamlığı mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde takip ediliyor. Sorunlu bankaların çözümlenmesine ilişkin çerçeve, sisteme giriş ve çıkış konusundaki esaslar da detaylı olarak düzenleniyor.

Küresel kriz sonrasında, bankaların özkaynaklarının şoklara karşı dayanıklılığını artırmak ve sermayelerini daha güçlü kılmak amacıyla çeşitli düzenleme çalışmalarına başlandığını daha önce anlatmıştık. Bu konudaki ikinci çalışma ise Basel Bankacılık Denetim Komitesi tarafından sürdürülüyor. 'Sermayenin kalitesinin artırılması' çerçevesindeki çalışmalarda gelişmiş ülkelerin bankacılık sektörlerinin özkaynak yapısı incelendiğinde, zarar karşılama kapasitesi yüksek olan ödenmiş sermaye ile kar yedeklerinin özkaynaklar içindeki payının düşüklüğü dikkat çekti. Bu  ülkelerde borç ile sermaye karışımı 'melez ürünler'in özkaynaklarda önemli bir ağırlığa sahip olduğu görüldü. Bu nedenle Basel Bankacılık Denetim Komitesi, zarar karşılama kapasitesi yüksek olan ürünlerin özkaynak tanımında yer almasına yönelik bir düzenleme taslağı üzerinde çalışıyor. Komite, yasal özkaynaklarda yer alabilecek borçlanma araçlarını ise finansal stres durumunda hisse senedine çevrilebilir tahvillerle sınırlamayı planlıyor.

'Kaldıraç oranı' çalışmalarında ise küresel kriz sırasında zora düşen birçok bankanın sermaye yeterlilik oranının yüksek olmasının yanı sıra kaldıraç seviyelerinin de çok yüksek olduğu göze çarptı. Komite, risk bazlı sermaye yeterlilik oranlarının yanı sıra bilanço değerlerine dayanan kaldıraç oranı düzenlemesini yürürlüğe sokmayı düşünüyor. 'İktisadi çevrim karşıtı sermaye yeterlilik oranı' çalışmaları kapsamında ise halen yüzde 8 olan asgari sermaye yeterlilik oranının 'hareketli' olarak uygulanması öngörülüyor. Tasarlanan yeni düzenleme ile ekonominin genişleme döneminde daha yüksek, daralma dönemlerinde ise daha düşük asgari oran uygulanması düşünülüyor. Böylece gelecekteki olası daralma dönemlerindeki zararları karşılayacak yedek akçelerin ekonominin genişleme dönemlerinde biriktirilmesi ve daralma dönemlerinde bankaların kredi büyümelerini sürdürebilmeleri ve böylelikle ekonominin küçülmesinin sınırlanması amaçlanıyor.

Rapora göre sermaye yeterlilik ve kaldıraç oranları diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye'de bankacılık sektörünün güçlü özkaynak yapısına sahip olduğu görülüyor. Avrupa’da sermaye yeterlilik oranı yüzde 11, ABD’de ise yüzde 12 civarında. Türkiye'de ise sermaye yeterlilik rasyosu kredilerdeki büyüme ve uluslararası standartlara uyum çerçevesinde yapılan çeşitli düzenleme değişiklikleri nedeniyle yıllar itibariyle düşüş eğilimi göstermekle birlikte, son yıllarda yüzde 20 oranına yakın gerçekleşiyor. Türkiye'de sermaye yeterlilik oranının yüksekliğinin yanı sıra, kaldıraç oranının düşüklüğü de dikkat çekici. Avrupa’da bankacılık sektörü özkaynak başına yaklaşık 30 birim aktifle, ABD bankacılık sektörü ise yaklaşık 10 birim aktifle çalışıyor. Türk bankacılık sisteminde ise özkaynak başına düşen aktif tutarı yaklaşık 7-8 birim. Rapora göre sermaye yeterlilik rasyosunun yüksekliği ve düşük kaldıraç oranı, Türk bankacılık sektörünü diğer ülkelerden olumlu yönde ayrıştırıyor. Bu durum Türkiye'nin küresel düzeyde yürütülen sermaye yeterliliğinin yükseltilmesi ve kaldıraç oranlarının sınırlandırılmasına yönelik düzenlemelere uyum sağlamasını kolaylaştırıyor.

(Bu yazı TSE'nin yayın organı Standard Dergisinin Temmuz-2010 tarihli sayısında yayınlanmıştır.) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder