Su, yaşamın kaynağı. Birçok kaynak gibi,
ancak azaldığında veya yok olmaya yüz tuttuğunda önemi anlaşılıyor. Normal
zamanlarda insanlar, bu tip kaynakları hiç bitmeyecekmiş gibi fütursuzca
harcıyorlar. Türkiye, bu yaz yaşadığı büyük kuraklığı çok uzun süredir
görmemişti. Kuraklık, çoğunlukla bölgesel ve gelip geçici zamanları içeren bir
problem olarak yaşanıyordu. Çok uzun yıllardır sözü edilen küresel ısınmanın
geçen kış ve bu yaz iyice kendini hissettirmeye başlamasıyla su sorunu da ülke
çapında iyice kendini gösterdi. Peki su sorununun neresindeyiz ve Türkiye'de
sular nasıl kirlenip boşa akıyor? Bu konuda Çevre ve Orman Bakanlığının
verilerine başvurmak en sağlıklısı gibi görünüyor. Bu verilere bakıldığında
ortaya çıkan sonuç şu: Türkiye, su zengini bir ülke değil. Buna rağmen suyu
oldukça hor kullanıyor ve kirlettiği suyu da arıtıp yeniden kullanıma
sunamıyor.
Dünyanın yüzde 70'ini kaplayan su,
bedenimizin de önemli bir kısmını oluşturuyor. Ancak yeryüzündeki su
kaynaklarının yaklaşık yüzde 0,3'ü kullanılabilir ve içilebilir özellikte.
Dünya nüfusunun yüzde 40'ını barındıran 80 ülke şimdiden su sıkıntısı çekiyor.
Çünkü 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıkmış. Nüfusun hızla
artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her
geçen gün artıyor. Dünyadaki mevcut suyun hacmi 141 milyar metreküp. Bu miktar
dünya yüzeyini 3 km. kalınlığında bir tabaka halinde sarabilecek büyüklükte. Bu
suyun yüzde 98'i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunuyor fakat tuzlu olduğu
için içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve endüstriyel kullanıma uygun değil.
Dünyadaki suların ancak yüzde 2.5'i tatlı su. Bunun da yüzde 87'si buzullarda,
toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunuyor ve kullanılamıyor. İşte bu
nedenle tatlı suların en önemli kaynağı yağışlar.
Türkiye'de tatlı su kaynakları oldukça
sınırlı ve ihtiyaca ancak cevap veriyor. Türkiye'nin kullanılabilir su
potansiyeli 110 milyar metreküp ve bunun yüzde 16'sı içme ve kullanmada, yüzde
72'si tarımsal sulamada, yüzde 12'si de sanayide tüketiliyor. Kişi başına düşen
su kullanımı, gelişmişlik seviyesiyle doğru orantılı.
Gelişmiş ülkelerde bu oran oldukça yüksek olmasına rağmen, gelişmekte olan
ülkelerde ise düşük. ABD'de 1692 metreküp, Avrupa'da 726 metreküp, Afrika'da
244 metreküp. Dünyanın yıllık yağış ortalaması 1000 mm iken Türkiye'nin yıllık
yağış ortalaması ise 643 mm. düzeyinde bulunuyor. Türkiye, su kıtlığı çeken
ülkeler arasında yer almıyor ama hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yıllık yağış
ortalamasının dünya ortalamasından düşük olması; mevcut kaynakların daha
dikkatli kullanılmasını ve kirlenmeye karşı gerekli tedbirlerin bir an önce
alınmasını gerektiriyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve çok
sayıda yer üstü ve yeraltı su kaynaklarının bulunduğu Türkiye'de sular, evsel ve
endüstriyel atıklarla kirleniyor. Bu atıkların arıtılmadan su yataklarına
verilmesi, katı atıkların düzensiz olarak alıcı ortama bırakılması, ayrıca
bilinçsizce yapılan zirai ilaçlama ve gübrelemeden dolayı yer üstü suları tehdit
altında. Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha
fazla. Sanayi kuruluşlarının; sıvı atıkları ile su kirliliğine, buna bağlı
olarak gelişen toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere sebep olduğu
ve doğa tahribine yol açtığı biliniyor. Ayrıca son yıllarda sanayi ve
teknolojinin hızla gelişmesi sonucu köyden kente göç olayı arttı ve bu durum
hızlı ve düzensiz yapılaşmaya yol açtı. Zirai mücadele için yapılan
ilaçlamalarda, havadaki ilaç zerrelerinin rüzgarla sulara taşınması veya tarım
ilaçları üretimi yapan fabrikaların atıklarının su kaynaklarına arıtılmadan
verilmesi sebebiyle sular kirleniyor. Diğer yandan kimyasal gübrelerin
bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zamanla toprağı çoraklaştırıyor, bunun
sonucunda hem toprağın verimi düşüyor hem de yeraltı sularına sızması ve yüzey
su akışlarıyla birlikte yerüstü sularına karışması neticesinde su kirliliğine
sebep oluyor.
Akarsular; küçük dereler, yağmur, kar ve
kaynak sularıyla besleniyorlar. Kanalizasyon suları, fabrika atıkları ile
havayı kirleten etkenlerin yağmur ve yüzey akışlarıyla taşınması, tarımsal
faaliyetler sonucu oluşan pestisit ve gübre gibi kimyasal atıklar, akarsuları
kirleten başlıca etkenler. Akarsular ve okyanuslar belli bir seviyeye kadar
olan kirliliği arıtma özelliğine sahip. Bu sınır aşıldığında suda aşırı
kirlilik ve bozulma başlıyor. Akarsuların bazı etkenlerle kirlenmesi sonucu
akarsularda mevcut olan ekolojik denge bozuluyor, bitkiler ve hayvanlar olumsuz
yönde etkileniyor. Göl kirlenmesinin ana unsurları akarsular ve atmosferik
olaylar. Akarsularla taşınan çözünmüş ve askıdaki maddelerin önemli miktarı
erozyon ve kimyasal çözünme sonucu oluşuyor. Ayrıca asit yağmurları da
kirliliği artırıyor. Göle karışan kirleticilerin büyük bir kısmı akarsular,
endüstriyel atıklar ve drenaj yoluyla taşınmasına karşılık, atmosferle
kirliliğin taşınması da son derece önemli. Havadaki kirleticilerin yağışlar ve
rüzgar gibi atmosferik etkenlerle uzun mesafelere taşınması ve yerüstü sularına
karışması sonucu su kirliliği meydana geliyor. Deniz kirliliği de hayati önem
taşıyor. Denizlerin taşımacılık ve turizm amacıyla kullanılması, evsel,
endüstriyel atıkların arıtılmadan veya kısmen arıtılarak denize verilmesi,
deniz kazaları sonucu meydana gelen petrol akıntıları, akarsulardan denizlere
ulaşan tarımsal atıklar, kirlenmeyi meydana getiren başlıca etkenler. Deniz
kirliliğine sebep olan atıklar belirli bir zamanda, bir bölgedeki kirlenme
yoğunluğuna bağlı olarak insan sağlığına ve çevreye olumsuz yönde etki ediyor.
Türkiye denizlerindeki kirlilik durumunu
daha iyi anlamak için Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'in kirlilik durumlarına
kısaca değinmekte fayda var. Karadeniz'in bazı bölgelerinde yapılan
araştırmalar sonucunda; koliform bakteri sayısı, organik madde miktarı,
bulanıklık gibi kirlilik unsurlarının normal değerlerin üzerinde olduğu tespit
edildi. Trabzon'da yapılan bir araştırmaya göre; deniz kirliliğinin sebepleri
önem sırasına göre kanalizasyon, çöp ve atıklar, erozyon, Doğu Karadeniz
Bölgesinde kara yolu ulaşımının deniz kıyılarından gerçekleştirilmesi ve sanayi
kuruluşlarının olumsuz etkisi olarak sıralanıyor. Marmara Denizi ise özellikle
Haliç ve İzmit Körfezi başta olmak üzere, fiziksel ve kimyasal kirleticilerin
etkisinde. Giderek artan kentsel ve endüstriyel faaliyetler sonucu, bazı
kirleticiler sınır değerlerin üzerine çıkmış durumda. Bunlara ilaveten Haliç'te
dere ve yamaçlardan gelen erozyon kalıntıları kirliliği artırıyor. Ege
Denizi'nde ortaya çıkan en önemli kirletici kaynakla ise B. Menderes, Meriç ve
Gediz Nehirleri ile Çanakkale Boğazı ve İzmir şehrinden ileri gelen kentsel ve
endüstriyel atıklar. İzmir Körfezi'nde petrol rafinerilerinden birisinin
bulunması ve yoğun deniz trafiği de, petrol ve diğer petrol ürünleriyle
körfezin kirlenmesine yol açıyor. Akdeniz'de ise deniz yolu taşımacılığı,
Mersin'deki petrol rafinerisi ve İskenderun Körfezi'ndeki iki adet petrol boru
hattı terminali önemli kirletici unsurlar. Bununla birlikte Akdeniz'de kirlilik
oranı, Marmara ve Ege Denizi'ne göre daha düşük.
Peki su kirliliğinin en önemli
etkenlerinden olan evsel ve endüstriyel atık suların arıtılması ile ilgili
durum ne? Endüstriyel işletmelerde arıtma tesisine sahip işletmeler sadece
yüzde 9 olarak belirlenmiş. Arıtma tesisi bulunmayan kuruluşlardan; özel
sektörün oranı yüzde 16 iken, kamu sektörünün oranı ise yüzde 84. Türkiye'de
faaliyette bulunan organize sanayi bölgelerinden sadece yüzde 14'ünde arıtma
tesisi bulunuyor. Turistik tesislerinin ise yüzde 81'inde arıtma tesisi
var. 3215 belediyenin bulunduğu
Türkiye'de 141 belediyede kanalizasyon sistemi var, bunun da sadece 43 tanesinde
arıtma tesisi bulunuyor. Bir başka ifade ile kanalizasyon sularının yüzde
98.67'si hiç arıtılmadan ırmaklara, göllere ve denizlere bırakılıyor.
Türkiye'deki endüstri kuruluşlarından arıtma tesisi bulunanların bir kısmı ise
yetersiz veya çalışamaz durumda. Endüstrinin ürettiği zehirli ve ağır metaller
ihtiva eden atık sulara gelince... Yılda 930 milyon metreküp endüstriyel atık
suyun sadece yüzde 22'si arıtılıyor, yüzde 78'i ise arıtılmaksızın doğrudan
göl, ırmak ve denizlere veriliyor.
Evet, su konusunda devletin resmi verileri
böyle ve bu veriler pek içaçıcı görünmüyor. Türkiye'de su sorununun çözümü,
sanırım öncelikle böyle bir sorunun varlığını kabullenmekle başlamalı diye
düşünüyorum. Bu bilinç henüz oluşmadığı için, yapılması gereken şeyleri
tartışmak pek fayda getireceğe benzemiyor.
(Bu yazı, Türk Standartları Enstitüsü'nün (TSE) yayın organı Standard Dergisinin Eylül-2007 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder