9 Ocak 2016 Cumartesi

TÜRKİYE, SUYUNU HOR KULLANIYOR VE KİRLETTİĞİ SUYU ARITMIYOR



Cahit UYANIK

Su, yaşamın kaynağı. Birçok kaynak gibi, ancak azaldığında veya yok olmaya yüz tuttuğunda önemi anlaşılıyor. Normal zamanlarda insanlar, bu tip kaynakları hiç bitmeyecekmiş gibi fütursuzca harcıyorlar. Türkiye, bu yaz yaşadığı büyük kuraklığı çok uzun süredir görmemişti. Kuraklık, çoğunlukla bölgesel ve gelip geçici zamanları içeren bir problem olarak yaşanıyordu. Çok uzun yıllardır sözü edilen küresel ısınmanın geçen kış ve bu yaz iyice kendini hissettirmeye başlamasıyla su sorunu da ülke çapında iyice kendini gösterdi. Peki su sorununun neresindeyiz ve Türkiye'de sular nasıl kirlenip boşa akıyor? Bu konuda Çevre ve Orman Bakanlığının verilerine başvurmak en sağlıklısı gibi görünüyor. Bu verilere bakıldığında ortaya çıkan sonuç şu: Türkiye, su zengini bir ülke değil. Buna rağmen suyu oldukça hor kullanıyor ve kirlettiği suyu da arıtıp yeniden kullanıma sunamıyor.
Dünyanın yüzde 70'ini kaplayan su, bedenimizin de önemli bir kısmını oluşturuyor. Ancak yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık yüzde 0,3'ü kullanılabilir ve içilebilir özellikte. Dünya nüfusunun yüzde 40'ını barındıran 80 ülke şimdiden su sıkıntısı çekiyor. Çünkü 1940-1980 yılları arasında su kullanımı iki katına çıkmış. Nüfusun hızla artması, buna karşılık su kaynaklarının sabit kalması sebebiyle su ihtiyacı her geçen gün artıyor. Dünyadaki mevcut suyun hacmi 141 milyar metreküp. Bu miktar dünya yüzeyini 3 km. kalınlığında bir tabaka halinde sarabilecek büyüklükte. Bu suyun yüzde 98'i okyanuslarda ve iç denizlerde bulunuyor fakat tuzlu olduğu için içme suyu olarak kullanıma, sulamaya ve endüstriyel kullanıma uygun değil. Dünyadaki suların ancak yüzde 2.5'i tatlı su. Bunun da yüzde 87'si buzullarda, toprakta, atmosferde, yeraltı sularında bulunuyor ve kullanılamıyor. İşte bu nedenle tatlı suların en önemli kaynağı yağışlar.

Türkiye'de tatlı su kaynakları oldukça sınırlı ve ihtiyaca ancak cevap veriyor. Türkiye'nin kullanılabilir su potansiyeli 110 milyar metreküp ve bunun yüzde 16'sı içme ve kullanmada, yüzde 72'si tarımsal sulamada, yüzde 12'si de sanayide tüketiliyor. Kişi başına düşen su kullanımı, gelişmişlik seviyesiyle doğru orantılı. Gelişmiş ülkelerde bu oran oldukça yüksek olmasına rağmen, gelişmekte olan ülkelerde ise düşük. ABD'de 1692 metreküp, Avrupa'da 726 metreküp, Afrika'da 244 metreküp. Dünyanın yıllık yağış ortalaması 1000 mm iken Türkiye'nin yıllık yağış ortalaması ise 643 mm. düzeyinde bulunuyor. Türkiye, su kıtlığı çeken ülkeler arasında yer almıyor ama hızlı nüfus artışı, kirlenme ve yıllık yağış ortalamasının dünya ortalamasından düşük olması; mevcut kaynakların daha dikkatli kullanılmasını ve kirlenmeye karşı gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını gerektiriyor.

Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve çok sayıda yer üstü ve yeraltı su kaynaklarının bulunduğu Türkiye'de sular, evsel ve endüstriyel atıklarla kirleniyor. Bu atıkların arıtılmadan su yataklarına verilmesi, katı atıkların düzensiz olarak alıcı ortama bırakılması, ayrıca bilinçsizce yapılan zirai ilaçlama ve gübrelemeden dolayı yer üstü suları tehdit altında. Sanayinin çevre üzerindeki olumsuz etkisi diğer faktörlerden çok daha fazla. Sanayi kuruluşlarının; sıvı atıkları ile su kirliliğine, buna bağlı olarak gelişen toprak ve bitki örtüsü üzerinde aşırı kirlenmelere sebep olduğu ve doğa tahribine yol açtığı biliniyor. Ayrıca son yıllarda sanayi ve teknolojinin hızla gelişmesi sonucu köyden kente göç olayı arttı ve bu durum hızlı ve düzensiz yapılaşmaya yol açtı. Zirai mücadele için yapılan ilaçlamalarda, havadaki ilaç zerrelerinin rüzgarla sulara taşınması veya tarım ilaçları üretimi yapan fabrikaların atıklarının su kaynaklarına arıtılmadan verilmesi sebebiyle sular kirleniyor. Diğer yandan kimyasal gübrelerin bilinçsizce ve aşırı kullanımı da zamanla toprağı çoraklaştırıyor, bunun sonucunda hem toprağın verimi düşüyor hem de yeraltı sularına sızması ve yüzey su akışlarıyla birlikte yerüstü sularına karışması neticesinde su kirliliğine sebep oluyor.

Akarsular; küçük dereler, yağmur, kar ve kaynak sularıyla besleniyorlar. Kanalizasyon suları, fabrika atıkları ile havayı kirleten etkenlerin yağmur ve yüzey akışlarıyla taşınması, tarımsal faaliyetler sonucu oluşan pestisit ve gübre gibi kimyasal atıklar, akarsuları kirleten başlıca etkenler. Akarsular ve okyanuslar belli bir seviyeye kadar olan kirliliği arıtma özelliğine sahip. Bu sınır aşıldığında suda aşırı kirlilik ve bozulma başlıyor. Akarsuların bazı etkenlerle kirlenmesi sonucu akarsularda mevcut olan ekolojik denge bozuluyor, bitkiler ve hayvanlar olumsuz yönde etkileniyor. Göl kirlenmesinin ana unsurları akarsular ve atmosferik olaylar. Akarsularla taşınan çözünmüş ve askıdaki maddelerin önemli miktarı erozyon ve kimyasal çözünme sonucu oluşuyor. Ayrıca asit yağmurları da kirliliği artırıyor. Göle karışan kirleticilerin büyük bir kısmı akarsular, endüstriyel atıklar ve drenaj yoluyla taşınmasına karşılık, atmosferle kirliliğin taşınması da son derece önemli. Havadaki kirleticilerin yağışlar ve rüzgar gibi atmosferik etkenlerle uzun mesafelere taşınması ve yerüstü sularına karışması sonucu su kirliliği meydana geliyor. Deniz kirliliği de hayati önem taşıyor. Denizlerin taşımacılık ve turizm amacıyla kullanılması, evsel, endüstriyel atıkların arıtılmadan veya kısmen arıtılarak denize verilmesi, deniz kazaları sonucu meydana gelen petrol akıntıları, akarsulardan denizlere ulaşan tarımsal atıklar, kirlenmeyi meydana getiren başlıca etkenler. Deniz kirliliğine sebep olan atıklar belirli bir zamanda, bir bölgedeki kirlenme yoğunluğuna bağlı olarak insan sağlığına ve çevreye olumsuz yönde etki ediyor.

Türkiye denizlerindeki kirlilik durumunu daha iyi anlamak için Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz'in kirlilik durumlarına kısaca değinmekte fayda var. Karadeniz'in bazı bölgelerinde yapılan araştırmalar sonucunda; koliform bakteri sayısı, organik madde miktarı, bulanıklık gibi kirlilik unsurlarının normal değerlerin üzerinde olduğu tespit edildi. Trabzon'da yapılan bir araştırmaya göre; deniz kirliliğinin sebepleri önem sırasına göre kanalizasyon, çöp ve atıklar, erozyon, Doğu Karadeniz Bölgesinde kara yolu ulaşımının deniz kıyılarından gerçekleştirilmesi ve sanayi kuruluşlarının olumsuz etkisi olarak sıralanıyor. Marmara Denizi ise özellikle Haliç ve İzmit Körfezi başta olmak üzere, fiziksel ve kimyasal kirleticilerin etkisinde. Giderek artan kentsel ve endüstriyel faaliyetler sonucu, bazı kirleticiler sınır değerlerin üzerine çıkmış durumda. Bunlara ilaveten Haliç'te dere ve yamaçlardan gelen erozyon kalıntıları kirliliği artırıyor. Ege Denizi'nde ortaya çıkan en önemli kirletici kaynakla ise B. Menderes, Meriç ve Gediz Nehirleri ile Çanakkale Boğazı ve İzmir şehrinden ileri gelen kentsel ve endüstriyel atıklar. İzmir Körfezi'nde petrol rafinerilerinden birisinin bulunması ve yoğun deniz trafiği de, petrol ve diğer petrol ürünleriyle körfezin kirlenmesine yol açıyor. Akdeniz'de ise deniz yolu taşımacılığı, Mersin'deki petrol rafinerisi ve İskenderun Körfezi'ndeki iki adet petrol boru hattı terminali önemli kirletici unsurlar. Bununla birlikte Akdeniz'de kirlilik oranı, Marmara ve Ege Denizi'ne göre daha düşük.

Peki su kirliliğinin en önemli etkenlerinden olan evsel ve endüstriyel atık suların arıtılması ile ilgili durum ne? Endüstriyel işletmelerde arıtma tesisine sahip işletmeler sadece yüzde 9 olarak belirlenmiş. Arıtma tesisi bulunmayan kuruluşlardan; özel sektörün oranı yüzde 16 iken, kamu sektörünün oranı ise yüzde 84. Türkiye'de faaliyette bulunan organize sanayi bölgelerinden sadece yüzde 14'ünde arıtma tesisi bulunuyor. Turistik tesislerinin ise yüzde 81'inde arıtma tesisi var.  3215 belediyenin bulunduğu Türkiye'de 141 belediyede kanalizasyon sistemi var, bunun da sadece 43 tanesinde arıtma tesisi bulunuyor. Bir başka ifade ile kanalizasyon sularının yüzde 98.67'si hiç arıtılmadan ırmaklara, göllere ve denizlere bırakılıyor. Türkiye'deki endüstri kuruluşlarından arıtma tesisi bulunanların bir kısmı ise yetersiz veya çalışamaz durumda. Endüstrinin ürettiği zehirli ve ağır metaller ihtiva eden atık sulara gelince... Yılda 930 milyon metreküp endüstriyel atık suyun sadece yüzde 22'si arıtılıyor, yüzde 78'i ise arıtılmaksızın doğrudan göl, ırmak ve denizlere veriliyor.

Evet, su konusunda devletin resmi verileri böyle ve bu veriler pek içaçıcı görünmüyor. Türkiye'de su sorununun çözümü, sanırım öncelikle böyle bir sorunun varlığını kabullenmekle başlamalı diye düşünüyorum. Bu bilinç henüz oluşmadığı için, yapılması gereken şeyleri tartışmak pek fayda getireceğe benzemiyor.
(Bu yazı, Türk Standartları Enstitüsü'nün (TSE) yayın organı Standard Dergisinin Eylül-2007 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder