Cahit UYANIK
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlığına seçilen Donald
Trump’ın ekonomik ve ticari korumacılıkla ilgili söylemleri ve bu konuda
attığı adımlar, tüm dünyada yankı uyandırmıştı. ‘Gümrük duvarlarını yükseltmek’
yani gümrük vergilerini artırarak ABD yerli sanayisini korumak ve işsizliği
azaltmak isteyen Trump’ın başlatacağı bu akımın, dünyada serbest ticarete sekte
vurabileceği kaygısı hayli yüksek. Nitekim Trump’ın söylemlerinden etkilenen
bazı büyük firmaların, daha uygun yatırım şartlarına rağmen yabancı ülkelerden
vazgeçip ABD’de kaldığı biliniyor.
Türkiye’nin ABD’nin başlatabileceği ekonomik ve ticari korumacılık
tedbirlerinden nasıl etkileneceği ise kısa süre öncesine kadar ‘muamma’ idi. Yani
ortada koyu bir belirsizlik ve sessizlik mevcuttu. (Ancak ekonomik korumacılığın dünya geneline
yayılarak herkesin kendi kabuğuna çekilmesinin Türkiye’nin aleyhine olacağı
herkesin kabulüydü.) İşte bu belirsizlik ve sessizliği Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası (TCMB) bozdu. TCMB, düzenli olarak yayınladığı Finansal İstikrar
Raporunun Mayıs-2017 tarihli sayısında ABD’nin ekonomik korumacılık eğiliminin
Türkiye’yi nasıl etkileyebileceğini araştırıp bir sonuca ulaşan ilk kurum oldu.
Hemen belirtelim TCMB’ye göre, ABD’nin ekonomik ve ticari korumacılık yönünde
atacağı olası adımların Türkiye ekonomisi üzerindeki etkilerinin sınırlı olması
bekleniyor.
TCMB; Finansal İstikrar Raporunun “Uluslararası Ticarette
Korumacı Politikalar ve Olası Etkileri” başlıklı bölümünde geniş bir analize imza
attı. Rapora göre 1980’li yılların başından bu yana artarak
devam eden küreselleşme olgusu, küresel ve bölgesel entegrasyonu destekleyen
liberal politika uygulamalarını beraberinde getirdi. Bilgi teknolojileri,
ulaşım ve haberleşme alanlarındaki gelişmeler ise küresel sermaye akımları ve
ticaret hacminin artmasına katkıda bulundu. Liberal ticaret politikalarının da
etkisiyle ülkeler “küresel değer zincirlerinin” birer parçası oldu ve üretim
faaliyetlerinde yapısal bir dönüşüm meydana geldi. Bu süreçte, uluslararası
ticaret hacmindeki değişimin küresel büyüme ve talep koşullarına duyarlılığı
arttı.
Avrupa Birliği (AB) gibi
siyasi ve ekonomik oluşumların yanı sıra, NAFTA (Kuzey Amerika Serbest Ticaret
Anlaşması) benzeri çok taraflı ticaret anlaşmaları ve Çin’in Dünya Ticaret
Örgütü’ne (DTÖ) üyeliği gibi gelişmeler de küresel ticaret akımlarının
artmasına katkı sağladı. Bununla birlikte
istihdam, gelir dağılımı ve kalkınma üzerindeki etkileri bakımından ele
alındığında, küreselleşme yanlısı ticaret politikalarının ülkelere
yansımalarında farklılıklar var.
2008’deki küresel
finansal kriz sonrasında ise zayıf iktisadi büyüme ve azalan yatırımların
etkisiyle küreselleşmenin büyüme ve istihdam üzerindeki etkileri hissedilir
hale geldi ve ticarette korumacı
politikalara daha fazla başvurulmaya başlandı. DTÖ’nün raporuna göre
G-20 ülkeleri
genelinde uygulamaya konulan ticaret tedbiri sayısı Ekim-2015 ve Mayıs-2016
tarihleri arasında, aylık ortalama 21 adet ile 2009 yılından bu yana en yüksek
seviyesine ulaştı. Bu dönemde, uygulanan 145 adet ticaret tedbirinin 89’unu
telafi edici önlemler ve anti-damping uygulamaları (ithalatta haksız rekabeti
önlemeye yönelik tedbirler) oluşturdu.
TCMB’nin raporuna
göre son yıllarda büyüme ve istihdamdaki olumsuz gelişmeler ve artan göç
hareketleri nedeniyle gelişmiş ülkelerde korumacı politikalar dile getirilmeye
başlandı. Bu dönemde, İngiltere’nin AB’den ayrılmasını ifade eden Brexit
sürecinin başlaması siyasi ve ekonomik belirsizliğin artması ile sonuçlandı ve
ekonomik entegrasyon karşıtı politikaların yaygınlaşmasına katkı sağladı.
Ayrıca, ABD başkanlık seçimi sonrası dönemde yeni yönetimin seçim vaatleri
arasında yer alan korumacı ticaret politikalarının uygulanmasına yönelik
belirsizlik de hâlihazırda küresel finansal kriz sonrasında yavaşlayan küresel
ticaret akımları ve ekonomik büyüme üzerinde aşağı yönlü risk unsuru olarak
değerlendirilmeye başlandı.
Bu nedenle, Trump yönetimi
tarafından uygulamaya konulması öngörülen korumacı ticaret politikalarının olası
etkileri küresel iktisadi görünüm açısından önem taşıyor. TCMB’nin analizine
göre ABD’nin dış ticaret açığı kompozisyonu; korumacı ticaret politikalarının
gündeme gelmesinde belirleyici oldu. 2016 yılı itibarıyla ABD’nin dış ticaret
açığında ilk sırayı Çin alırken; bu ülkeyi Japonya, Almanya ve Meksika takip ediyor.
Bölgesel olarak ABD’nin dış ticaret açığının yoğunlaştığı Asya ekonomilerinin,
olası korumacı politikalardan en çok etkilenecek ülkeler arasında olması
muhtemel. Serbest ticaret anlaşmalarının gözden
geçirilmesi, NAFTA’nın tekrar müzakere edilmesi, Meksika ve Çin’den yapılacak
ithalat için sırasıyla yüzde 35 ve yüzde 45 oranında gümrük vergisi getirilmesi
ise ABD tarafından uygulamaya konulabilecek olası korumacı ticaret politikaları
arasında dile getiriliyor.
Trump’ın seçim sonrası dönemde ilk olarak
Trans-Pasifik Ortaklığı (TPP) anlaşmasının
uygulamaya
konulmaması yönünde karar verdiği anımsatılan TCMB Finansal İstikrar Raporuna göre bunun nedeni, TPP’nin
yüksek nitelikli işgücüne daha fazla katkı sağlaması ancak gelir dağılımındaki
eşitsizliği artırması olasılığı… İlave olarak, 2017 yılı Mart ayında Almanya’da
düzenlenen G-20 Maliye Bakanları ve Merkez Bankası Başkanları Toplantısında
korumacı politikaların engellenmesine dair maddenin ABD’nin önerisiyle sonuç
bildirgesinden çıkarılması da, uluslararası piyasalarda yankı bulan bir gelişme
oldu. Ancak ABD yönetiminin öne sürdüğü korumacı ticaret politikalarının hayata
geçirilmesi yönünde bazı yasal ve siyasi engeller bulunduğu da görülüyor.
Sağlık reformunda değişiklik öngören yasa tasarısının ertelenmesi siyasi
engellere bir örnek olarak değerlendiriliyor. Başta IMF olmak üzere
uluslararası kuruluşlar tarafından yayımlanan raporlarda korumacı ticaret
politikaları, küresel iktisadi faaliyet üzerinde aşağı yönlü risk faktörü
olarak görülmeye devam ediyor.
Gelelim
Türkiye’ye… Rapora göre bahsedilen önlemlerin uygulamaya konulması durumunda
ABD ve gelişmekte olan ülkeler üzerinde birtakım olumsuz yansımaları olacağı
tahmin edilmekle birlikte, söz konusu politikaların Türkiye ekonomisi üzerine
doğrudan etkilerinin sınırlı olacağı değerlendiriliyor. Çünkü Türkiye’nin ABD’ye
ihracatı artış eğiliminde ve 2016 yılı itibarıyla Türkiye’nin toplam
ihracatının yüzde 4,6’sını oluşturuyor. ABD’ye yapılan ihracatın yıllık büyüme
hızı 2010 ve 2016 yılları arasında dalgalı bir seyir izlemesine karşın, dış
ticaret açığında azalma kaydedildi. Ayrıca, ABD’nin Türkiye’den
gerçekleştirdiği ithalatta uyguladığı ortalama tarife oranları, gıda ve
tarımsal hammadde sektörlerinde hâlihazırda dünya ortalamasının üzerinde bulunuyor.
Bu bakımdan ABD’nin bazı sektörlerde Çin’e tek taraflı tarife artışı uygulaması
durumunda, Türkiye’nin ABD pazarındaki rekabet gücünün Çin’e kıyasla nispi
olarak artabileceği düşünülüyor.
Bununla beraber Türkiye’nin
gelişmiş ülkelere yaptığı ihracatta gelir esnekliğinin (Bu ülkelerdeki genel
gelir düzeyinin artışıyla aynı oranda, Türk mallarına talebin de artması) yüksek
olması da, ABD’nin olası korumacı politikalarının etkilerinin sınırlı olması beklentisini
destekliyor. Ancak TCMB’ye göre söz konusu politikaların küresel iktisadi
görünüm üzerindeki etkileri çok yönlü olarak yakından takip edilmeye de devam
edilmeli.
Parasal bir otorite
olmasına rağmen (tüm dünyadaki benzerleri gibi) reel sektörü de çok iyi izleyen
TCMB’nin, önümüzdeki aylarda gündemi hayli meşgul edecek ekonomik ve ticari
korumacılığa yaklaşımı ve bu durumun Türkiye’yi nasıl etkileyebileceğine
yönelik analizi böyle...
Şimdi gözler, 7-8
Temmuz 2017 tarihlerinde Almanya’nın Hamburg kentinde düzenlenecek G-20 Liderler
Zirvesinde… Bu zirvede küreselleşmeyi tehdit eden ekonomik ve ticari
korumacılık konularının da ele alınması bekleniyor. Zirve bildirisinde bu
meseleye yer verilip verilmeyeceği de dikkatle izlenecek ayrıntılardan biri
olacak. Nitekim Almanya Başbakanı Angela Merkel, G-20 Liderler Zirvesi ile
ilgili kaleme aldığı bir yazıda; üye ülkelerin 10 yıl önce başlayan küresel
ekonomik krizde korumacılığa başvurmadan birbirleriyle yakınlaşarak sorunlara
çözüm aradığını vurguladı ve “Halen yaşadığımız bazı zorluklar, tecrit ve
korumacılıkla aşılamaz. Bunu yaparsak küreselleşme öncesi döneme geri dönüş
yapmış oluruz” ifadesini kullandı.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Temmuz-2017 sayısında yayınlanmıştır.)