3 Nisan 2017 Pazartesi

FİLİPİNLER NOTLARI: UZAKTA, DERTLİ, FARKLI VE GÜZEL İNSANLAR ÜLKESİ...



Manila'da gecekondu mahallesi bakkalı
Cahit UYANIK

Yıl 2005... Başkent Manila'ya otobüs yolculuğu ile bir-iki saat uzaklıkta ıssız, asfalt bir yolda ilerliyoruz. Manila'nın bir köyüne Asya Kalkınma Bankasının (ADB) yürüttüğü projeyi incelemeye gidiyoruz. Otobüsümüz yavaşlıyor. Çünkü önümüzde bir cenaze otomobili var. Yavaş yavaş ilerleyen siyah cenaze otomobilinden bangır bangır bir kilise müziği yükseliyor. Yolun sağında solunda uçsuz bucaksız bir yeşillik halinde uzanan ovada müzik, hoparlörün gücü kadar yayılıyor. Filipinli köylüler de yavaş yavaş otomobilin ardından yürüyorlar sessizce... Terk-i alem eyleyen dostlarının dünyaya 'müzikli vedası'na eşlik ediyorlar. Bunu ne için yapıyorlar? Neden bangır bangır müzik eşliğinde bir cenaze töreni düzenlenmiş? Hâlâ bilmiyorum. Anladığım bir şey varsa, Uzak Doğu'nun uzağındaki Filipinler'de hemen hiç bir şeyin benim aklıma-mantığıma pek uymaması... 

"Uzak Doğu'nun uzağında" dedimse abartı değil... Türkiye'den çıkmadan önce haritadan bakıp "Tayland'ın başkenti Bangkok'tan 1, bilemedin 2 saat uzaklıktadır burası..." diyorsunuz. 
Bangkok'ta Türk Hava Yolları'nın üst düzey hizmet verilen uçağından inip, Filipinler Havayolları'nın aktarma uçağına binince, "bir hoş" oluyorsunuz. Ayrıntılara girmeyeyim... (Aynı yolculuğu dönüşte Thai Havayolları ile yaptım ve THY kadar kaliteli hizmet verildiğini gördüm.) Ve sonra... Okyanus üzerindeki yol uç uç bitmiyor. 3,5-4 saat sonra Manila'ya iniyorsunuz. Kendinizi 1-2 saate şartladığınız için yol boyunca; Shrek'in bir filmindeki sevimli -sözüm meclisten dışarı- eşek gibi konuşmaya başlıyorsunuz: Gelmedik mi, gelmedik mi, gelmedik mi? 


Yaşlı Batılı erkeklerin son limanı:Filipinli genç hanımlar

Uçak yolculuğunda dikkatimi celbeden bir ayrıntıdan bahsetmeden geçemeyeceğim: Uçak yolcuları arasında yan yana oturan yaşlı Batılı erkekler ve genç Filipinli hanımlar vardı. Uçakta böyle 5-6 çift görünce, Manila'ya indikten sonra sorup soruşturdum; "Nedir bu?" diye... Yalnız kalmış Batılı erkeklerin evlendirme ajanslarına başvurarak Filipinli genç kadınlarla nikahlandığını öğrendim. Munis ve "insanlara hizmet et, mutlu ol" felsefesiyle büyümüş Filipinli kadınlar, bu yaşlı Batılı erkeklere ömürlerinin son yıllarında ihtiyaç duydukları ihtimamı gösteriyorlarmış. Evin Batılı kocası ölünce dul maaşı ve mirası da yıllarca hizmetini görmüş cefakar Filipinli hanıma kalıyormuş. İlginç...

Filipinler, birçok açıdan insan havsalasını (kavrayış yeteneğini) zorlayan bir ülke. Az önce müzikli cenaze töreninden bahsetmiştim. Katolikliğin Filipinliler üzerindeki sıra dışı etkisi bununla sınırlı değilmiş. Bana verilen bilginin yalancısıyım ama Filipinliler, zaten az olan kazançlarının büyük kısmını bu kiliselere bağışlıyorlarmış! Neden peki? Çünkü onlara göre günahlarının affı böyle sağlanabiliyormuş... Vatikan, bu konularla ve Filipinler Kilisesi ile ne kadar ilgili; bunu da bilemiyorum. 
Gecekondu mahallesinin çocukları

Maaş yok; haftalık var...

Konu kazançtan açılmışken... Filipinler'de maaş kavramı aylık değil haftalık periyotta işliyor. "Neden böyle?" diye araştırdığımda "Çünkü maaşı aylık verdiğimizde bir hafta içinde harcayıp bitiriyorlar, sonra zor durumlara düşüyorlar. O nedenle haftalık veriyoruz" cevabını duydum. Filipinliler "gününü gün et; yarını yarın düşünürsün" felsefesini had safhada yaşıyor anlaşılan... Filipinler'de ekonominin durumu pek iç açıcı değil. O nedenle bu ülke vatandaşları çok uzun yıllar önce dünyanın dört bir yanına dağılıp çalışmaya başlamış. Türkiye'de de "Filipinli çocuk bakıcıları iyidir" düşüncesi boşuna değil... E hal böyle olunca; Filipinler, dünyada en fazla sayıda vatandaşının yurt dışında çalıştığı ülke olmuş. Bu rakam -aklımda yanlış kalmadıysa- 10 milyon civarındaydı. 

Manila'da Victor Hugo'nun Sefiller 
romanındaki sahneler yaşanıyor

Filipinler, orta yaş kuşağı için "Diktatör Ferdinand Marcos ve onun ayakkabı takıntılı eşi İmelda Marcos'un ülkesi"... Öyle ki İmelda'nın 2.700 çift ayakkabısı vardı ve iktidardan düştükten uzun yıllar sonra bu ayakkabılarıyla bir müze açtı. Şimdilerde ise Filipinler ekstrem özellikler taşıyan Devlet Başkanı Rodrigo Duterte ile anılıyor. Duterte, "Hitler, 3 milyon yahudiyi katletti. Filipinler'de 3 milyon uyuşturucu bağımlısı var. Ben de bunları katletmekten mutlu olacağım. Hitler'in kurbanları masum kişilerdi. Benim hedefimdekiler ise suçlular. Eğer Almanya'nın Hitler'i varsa Filipinler'in Dutertesi var" diyerek dünyaya şok yaşatmıştı. 

Duterte'ye katılmıyorum ama Filipinler'de 12 yıl önce gördüklerim de pek hoş şeyler değildi ve şimdilerde Duterte'nin nasıl iktidar gelebildiğinin işaretlerini barındırıyordu. Neler mi gördüm? Ben uyuşturucuyu bilmem ama Filipinler'de fuhuş feci ve insanı çileden çıkartabilecek boyutlara ulaşmış. Derin ve içinden çıkılamaz bir kuyuyu andıran yoksulluk, bu sektörü besleyen en önemli unsur... Bu konuda gözlemlediğim ve öğrendiğim şeyler beni çok üzdü. İnsanlığımdan utanma noktasına geldim diyebilirim. Sözü fazla uzatmadan; size sadece Filipinler'de Victor Hugo'nun Sefiller romanında kızı Cosette'e bakabilmek için kendini satan Fantine'ı acıyla anımsadığımı söyleyebilirim. Evet Filipinler Duterte'yi yaratmış ama bir Victor Hugo'yu da  bekliyor kesinlikle... 

Kulübede sepet ören Filipinli gençler

Filipinler'de yoksulluğun boyutları ışıltılı kent merkezinden uzaklaşıp gecekondu mahallelerine gidildiğine daha çok anlaşılabiliyor. "Gecekondu" dedimse, bizdekiler ile kıyaslamayın. Çünkü Türkiye'deki gecekondular, bu derme-çatma, teneke çatılı viranelerin yanında müstakil ev olarak değerlendirilebilir. Ziyaret ettiğimiz gecekondu mahallesindeki kesif lağım kokusu  (kokulu ıslak mendillere başvurarak mücadele etmeye çalıştığımız), içerilere doğru gitsek, bizi daha kötü manzaralar görebileceğimiz sahipsizlik ve kimsesizliğin ilk işareti gibiydi... İnsanlar derme çatma kulübelerde kaderlerinin örgüsü gibi zor olan sepet örerek birkaç kuruş kazanmaya çalışıyorlardı. Bu mahallelerdeki başına onlarca kişinin toplanmış olduğu içme suyu istasyonları da, evlerin su altyapısının olmadığının belirtisiydi. 
"150 doları 15 yılda ödeyip bu kulübeyi almam çok zor" 

150 dolarlık ev borcunu 15 yılda ödeyememek... 

"Cennet içinde cehennem" manzarasının yaşandığı Filipinler'de yoksullukla mücadele çalışmaları da elbette var. Az önce yoksulluğu derin ve içinden çıkılamaz bir kuyuya benzetmiştim. Gerçekten Filipinler'de yoksulluktan sıyrılmak pek kolay değil. Söz gelimi ADB, kooperatiflerle işbirliği yaparak yoksullar için; bir oda, bir salon bir banyodan oluşan 45 metrekarelik tuğlalardan yapılma (Filipinli yoksullar için tuğladan bir ev büyük bir lüks demek) bir kulübeyi 150 dolara 15 yıl vade ile (yanlış okumadınız 150 dolar ve 15 yıl vade) yoksullara veriyordu. Ancak çok az para kazanabilen Filipinli yoksul insanlar bu parayı ödemekte zorlanacaklarını söylüyorlardı ve pek bu borcun altına girmeye gönüllü değillerdi. Gazeteciler olarak ceplerimizdeki paranın yarısıyla hemen 10-15 aileyi hayal ettikleri ev sahibi yapabileceğimizi düşündük ama bu palyatif çözüm hiç kimseye akılcı gelmedi. Çözüm, kitlesel fakirliğe kitlesel çözüm getirmekten geçiyordu.

Zamboanga nire ola ki?

Filipinler'e gittiğim 2005 yılında Manila'da, o zamanki ismiyle bir Türk okulu da bulunuyordu. Türk okulu dedimse, malum cemaatin okulu olduğunu söylemeliyim. Okulu da gezdik. Ortada göze görünen aykırı bir şey olmadığını söyleyebilirim. Manila'da yeterince Türk olmadığı için, diğer ülkelerin elçiliklerinin personelinin ve az sayıda da Filipinler vatandaşının çocukları okulda bulunuyordu. Okulun öğretmenleri ise malum cemaatin görevlendirdiği Türk öğretmenlerden oluşuyordu. Merak işte... Okulun nasıl ve hangi parayla kurulduğunu, maaşlarını nereden aldıklarını sordum. Cevap olarak kuruluş parasının hayır amaçlı olarak Türkiye'deki bazı vakıflardan geldiğini, maaşlarının da bu vakıflarca ödendiğini söylediler. Peki "Türk" sözcüğünün hemen hemen hiç bilinmediği ve duyulmadığı bu coğrafyada bir cemaat okulu açmak zor olmamış mıydı? İzinler, lisanslar...Cevap aynen şöyleydi: Kuruluş sırasında bazı ülkeler de bize yardımcı oldu. 

Söz konusu cemaatin faaliyetlerinin Filipinler'in başkenti Manila'dan uçak yolculuğu ile birkaç saat daha uzaktaki Müslümanların yoğun yaşadığı Zamboanga'da yoğunlaştığını da kendileri ifade ettiler. "Türkiye'de kaç kişi Filipinler'i bilir? Benim gibi bilenler içinde de Zamboanga diye bir yer olduğunu kaç kişi bilir?" sorusu aklıma takılırken; cemaat okulu yöneticileri "Zamboanga'daki müslüman halk çok fakir. Aralarında pek çoğu, Kurban Bayramlarında götürdüğümüz kırmızı eti hayatlarında ilk kez tattılar. Hep balıkla besleniyorlar" diye övündüklerini de anımsıyorum. Söz konusu okuldan hatırladığım bir başka şey de, 50-60 metrekarelik misafir salonunun Türkiye'den gönderilen mobilyalar, perdeler, halılar ile donatılması ve adeta bir Türk evinin misafir salonunun tıpatıp aynısının yapılmış olmasıydı. Okuldaki yemekler de Türk usulüydü. Filipinli ahçıya Türk usulü yemek pişirmesi öğretilmişti.  

Filipinlerin özgün toplu taşım aracı: Jeepney...



Manila'ya inip havalimanından otele giderken trafikte dikkatimi çeken en ilginç şey ise büyük askeri ciplere benzeyen, camı penceresi olan veya olmayan taşıtlardı. Yolcular koltukta oturduğu gibi, seyyar taburelerde de seyahat ediyorlardı. Bu araçların olup olmadık yerlerde durup yolcu indirip bindirmesi çok hoştu. Bana Türkiye'deki dolmuşları anımsattı. Araştırıp soruşturdum; bu toplu taşıtların ismi "jeepney" imiş. Amerikan Ordusu, Filipinler'de üsleri boşaltırken taşıma masrafına katlanmamak için bu jipleri terketmiş veya satmış. Filipinli vatandaşlar da bu askeri taşıtları, bizim dolmuşa benzeyen araçlara çevirmişler. Rengarenk boyanıp süslenmiş "jeepney"ler Manila sokaklarında dolaşmaya başlamış. Seyahatteki bir arkadaşımız, hatıra olsun diye  jeepney'lerin oyuncak halini alıp Türkiye'ye getirmişti.

Tüm Uzak Doğuda olduğu gibi Filipinler'in yemek kültürü bize hiç uymuyor. Türk mutfağına yaklaştıkları tek ürün, pirinç. Ancak pirinci pilav olarak değil lapa olarak, içine burnumuza hiç de hoş gelmeyen bir baharat ekleyerek pişiriyor ve servis ediyorlar. Bisküviler, konserveler en büyük dostunuz oluyor. Filipinlerde hava çok sıcak olduğu için kırmızı et kaynağı olan inekler yaşayamıyormuş. Kırmızı et Çin'den ithal ediliyormuş. Seyahatimiz boyunca doğru dürüst karnımın doyduğu 4 yer oldu. Türkiye Büyükelçiliğinde dönemin büyükelçisi Tanju Sümer'in (Halen şükran duyuyorum Sayın Büyükelçimize) yaptırdığı köfte, cemaat okulu, bir Türk girişimcinin açtığı Türk lokantası ve oteldeki İtalyan lokantası...

Filipinler'de bulunduğumuz 5-6 gün içinde Türkiye'den ve Avrupa'dan adeta kopup farklı bir gezegende imiş gibi yaşadık. Televizyonlar Çin ve Japonya haberler ile dolup taşıyordu. İnsan Asya Pasifik coğrafyasının kendi içinde, Avrupa ve ABD'den ayrı bir alem yarattığını hemen hissediyordu. Televizyonlarda Türkiye hiç yoktu. Avrupa ile ilgili haberler ise sınırlıydı. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya'da yaşanan bir olayın haberi bize hemen tanıdık geliyordu. Bu haberler, "Türkiye'yi bulamadık, Avrupa ile idare edelim" hissi uyandırdı bizlerde...

Hilal ve yıldızın gücü...
Üç güzel Filipinli çocuk. 

Filipinlerde hayatımda nadiren yaşadığım bir aidiyet duygusundan da bahsetmek istiyorum. Manila'ya birkaç saat uzaklıktaki kasabaya projeleri incelemek için otobüsle götürüldük. Ön camında Türk bayrağı olan otobüsümüz kasaba meydanına park ettiğinde, sakallı bir adam yanımıza yaklaşıp bayrağımızı gösterdi ve "Müslümansınız değil mi? Ben de müslümanım. Sizi misafir edebilirim" dedi. Biz de teşekkür ettik ve programımız olduğunu söyledik. Ancak bu bile Türkiye'den binlerce uzaklıkta hilal ile yıldızın müslümanların bir sembolü olarak bilindiğini, milliyetler üstü bir kimlikle insanları bir araya getirebileceğini bana gösterdi.  

Yazıyı daha uzatabilirim. Ama bu seyahatten önce hiç bilmediğim ve ilgimi çekmeyen, Tagalogça konuşan (Türkiye'de bu dili konuşup yazabilen kaç kişi vardır ki?), kahverengi derili, siyah saçlı, bazıları küçük bazıları yayvan burunlu, yıllarca sömürgecilik belasından çok çekmiş bu güzel halkın ülkesini daha yakından izlemeye başladım. Ne zaman Filipinler ile ilgili bir haber okusam veya seyretsem, bana daha anlamlı gelmeye başladı. Umarım 12 yıl sonra blogum için yazdığım bu yazı; sessiz, sakin ve dünyanın külfetleri tarafında yolunu seçmek zorunda bırakılmış Filipinler halkının daha mutlu, müreffeh, sağlıklı ve insan onuruna yakışan bir düzen içinde yaşayabilmesine minicik de olsa bir katkıda bulunur. Filipinler halkına sevgi ve saygılarımla...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder