6 Temmuz 2023 Perşembe

TÜRK BANKALARININ GELECEĞİ KARANLIK MI?

Cahit UYANIK

Türk bankacılık sektörü, belki de tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Sektör hem kendi bünyesinden kaynaklanan, hem de globalleşmenin getirdiği sorunlarla boğuşuyor. Bankalar, aynı zamanda Avrupa Birliği (AB) tam üye adaylığı hakkının kazanılmasından sonra, önümüzdeki 10 yıl içinde dünyanın belli başlı büyük bankalarıyla boy ölçüşmek zorunda kalacak. Bütün bunlar, görünürde 140 milyar dolarlık ancak gerçekte 100 milyar dolarlık aktif büyüklüğüne sahip sektörün üzerindeki stresi artırıyor. Parasal stres, zaman zaman tüm ekonomiye yayılıyor ve enflasyonla mücadele eden toplumu karamsarlığa sürüklüyor.

Bankacılık sektöründeki sorunların nasıl çözüleceği konusunda ise her kafadan bir ses çıkıyor. Sektörü çekip çevirmek ve geleceğe hazırlamak konusundaki tek umut noktası ise Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulunun (BDDK) faaliyete geçmiş olması. Ancak BDDK,  şu anda yetersiz kadrolar ve imkanlarla bir tür 'banka satış birimi'ne dönüşmek üzere. Kasım ve Şubat aylarında yaşanan iki kriz BDDK'nın yükünü daha artırdı. Eldeki bankaların satışı ve buradan elde edilecek kaynaklarla sektörün rehabilite edilmesini sağlama hedefi ön plana çıktı, Halen BDDK bünyesinde "Gelecekte Türk bankacılık sektörü nasıl bir görünüm almalı?" başlıklı geniş bir çalışma hazırlanıyor. Çalışma bittiğinde ve kamuoyuna açıklandığında devletin sektöre bakış açısını görebileceğiz.

Ulusal kimlik korunmalı

BDDK'nın çalışmasının ayrıntılarını henüz bilmiyoruz ama bankacılık sektörünün gelecekte kendi ulusal kimliğini koruyarak globalleşmeyle başa çıkmayı öğrenmesi gerek. Bunu yaparken 1990-1999 arasında olduğu gibi iç borçlanma ihaleleri yoluyla kamu kaynaklarına dayanması beklenemez. Bunun yerine ekonominin üretim cephesi ile yakın ve sıcak ilişkiler kurarak kaynak yaratmaya çalışması zorunlu. Çünkü ulusal kimlik ancak ulusal üretime dayanarak korunabilir. Bankaların yabancı rakiplerine karşı koyabilmesi için kendi aralarında birleşmeleri de gerekiyor. Ancak ortaklık kültürünü bir türlü oturtamayan Türkiye'de bunu sağlamak hayli zor olsa gerek.

Bu yazıyı hayli karamsar tablolarla süsleyerek devam ettirmek mümkün. Kötümserliğin ise kimseye yararı yok. Aslında Türk bankacılık sektörü çok ilginç bir dönemeçte değişim rüzgarları almaya başladı. Dünyada da bankacılık sektörü önemli dönüşümlerin eşiğinde bulunuyor. Eğer Türkiye, 1980'lerin başında serbest piyasaya geçiş ve enformasyon teknolojilerindeki yeniliklerin başlangıcını yakaladığı gibi, 2000'li yılların başında da bankacılık sektöründeki değişimi yakalarsa yelkenlerini kolayca şişirebilir. Ancak 1980'de yakalanan başarının daha sonraki yıllarda sürdürülemediğini, gerekli insan yatırımı, hukuki zemin ve ekonomik ortamın gerçekleştirilememesi nedeniyle 1980'lerin gerisine düşülme tehlikesi bulunduğunu unutmayalım.

Dünyada bankacılık sektörü de bir dönüşümün eşiğinde demiştik. Bunu anlayabilmek için gerilere gitmekte fayda var. Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) olarak bilinen kurum bünyesindeki Basel Bankacılık Gözetim ve Denetim Komitesi 1988 yılında 'Sermaye Uyumu' başlıklı bir karar almıştı. Karar, bankacılık sektöründe ülkeler arası farklılıkları önlemek üzere sermaye yeterliliğinde uluslararası standartlar belirlemişti. Karar, banka sermayesine tanımlar getirerek, banka aktiflerini risk ağırlıklarına göre dört grupta toplamıştı. BIS, sermayenin risk ağırlıklı toplam aktifkerine oranına yüzde 8 alt sınırı getirmişti. Yani bankalar sermayelerinin ancak yüzde 8'i kadar sermayelerini riske edebileceklerdi. 

Dünya bankacılığında 2004 miladı

Ancak aradan geçen 10-11 yıllık süreçte globalleşme rüzgarları BIS'in kurallarını çok zayıflattı. Çok karmaşık finansman metotları ve teknikleri nedeniyle ortaya çıkan riskler tanımlara dahil edilemedi. Bu nedenle BIS kurallarının yenilenmesi gerekti. BIS, 1999 Haziran ayında 'Sermaye Uyumu' konusunda yeni bir taslak hazırladı ve tartışmaya açtı. Komite aradan geçen sürede kendisine ulaşan 200'e yakın görüşü de dikkate alarak 16 Ocak 2001 tarihinde son bir taslak yayınladı. Görüşler; bankacılar ve bizdeki BDDK'ya benzer gözetim-denetim otoritelerinden gelmişti. Basel Komitesi, bu aşamadan sonra yeni taslağa ilişkin görüşleri de 31 Mayıs 2001'e kadar toplayacak. Komite, 2004'ten itibaren uygulanmak üzere taslağa nihai şeklini bu yıl sonunda verecek. 

Peki BIS'e bağlı olarak çalışan Basel Komitesi'nin son taslak metninde neler var? Önümüzdeki yıllarda tüm bankaları etkileyecek bu kurallara Türk bankaları uyum gösterebilir mi? BIS, bir bankanın faaliyet gösterebilmesi için asgari sermaye gereklerini yerine getirmesi, sermaye yapısının sürekli denetim altında tutulması ve piyasa disiplinine uymasını istiyor. Bunları birer birer ele alalım: 

Bunlardan en kapsamlı ve önemli olanı asgari sermaye gerekleri maddesinin yerine getirilmesi. Biraz teknik olacak ama yüzde 8 olarak belirlenen sermaye yeterlilik rasyosunda bir değişiklik yok. Ama yüzde 8 oranına ulaşılması için kullanılan kesirli sayının 'payda' bölümünde revizyon var. Eskiden yüzde 8 sayısına toplam sermaye, kredi riski ile piyasa riski toplamıyla oranlanarak ulaşılırken, son taslakta paydaya 'operasyonel risk' de ekleniyor. Ayrıca kredi riski de hayli ayrıntılandırılıyor. İnsana ameliyathaneyi hatırlatan operasyonel risk, faaliyet riski olarak da biliniyor. Faaliyet riski, bilgisayar sistemlerinin çökmesi, dokümantasyon zayıflıkları gibi konuları içeriyor. BIS bu konuya oldukça büyük önem veriyor ki, faaliyet riskinin ortalama olarak yeni yapı altında gerekecek olan toplam sermaye gereğinin yaklaşık yüzde 20'sini oluşturacağı tahmin ediliyor. Zaten şu anda pek çok büyük yabancı banka da iç sermayelerinin yüzde 20'sini bu riski karşılamak üzere hazır tutuyor. Sonuçta bankacılık daha büyük sermaye ile yapılan, daha sofistike ve risklerin asgariye indirilmesi için daha büyük yatırımların yapıldığı bir sektör olmaya doğru gidiyor. Bankacılık sektörünün dünyadaki yeni gelişim çizgisinin en kalın şekilde belli olan trendi bu.

Sektörün yakaladığı değişim şansı

İşte Türkiye'nin henüz yaşama geçiremese de, Resmi Gazete'nin sarı saman kağıdı sayfaları arasındaki yerini alan ve yakaladığı değişim bu. BDDK'nın kuruluşuna esas oluşturan Bankalar Yasası ve ona dayanılarak çıkarılan 8 Şubat 2001 tarihli 'Bankaların İç Denetim ve Risk Yönetimi Sistemleri Hakkında Yönetmelik' BIS'in istediği bankacılık kurallarına çok yakın bir düzeni kurmayı amaçlıyor. Türk bankacılık sisteminin dezavantajı, bir çoğunun bünyesinde 'risk' kavramının bilinmemesi veya çok az bilinmesi. 

Yönetmelik, bankaların BIS kurallarına hazırlayacak olan yeni sistemlerin 1 Ocak 2002'ye kadar tamamlanmasını istiyor. Yani bankaların önünde alt yapılarını güçlü rakiplerine göre uydurmak için yaklaşık 9-10 ay var. Bu süre yeter mi, bilinmez. Ancak şu kesin ki, 1980 sonrasında bankacılık sektörünün rekabete açılması sonrasında söylenen "Sektör Batılı rakipleriyle rekabet edecek durumda ama özsermaye için aynı şeyi söylememiz mümkün değil" söylemi kesinlikle ortadan kalkmış durumda. Çünkü sırf operasyonel riskler için sermayesinin yüzde 20'sini ayırabilen rakiplerle, banko önüne alımlı genç hanımları yığarak baş etmek mümkün değil.

Sektörde 'yabancı' korkusu

Artık bankaların itibarı, her türlü riske karşı güçlü sermaye yapılarıyla ölçülecek. Sektördeki bankaların sermayesini güçlendirmesi ve bunu yaparken de muhtemel risklerle baş edecek alanlara yatırım yapması artık kaçınılmaz. Bu yapılmadığı taktirde, sektörü büyük bir 'yabancı baskısı' bekliyor olabilir. Yabancı bankaların Türkiye'de faaliyet göstermelerine büyük bir engel yok. Halen yabancıların toplam aktifler içindeki payı yüzde 5 düzeyinde. İnsanların bankacılık hizmetlerine olan ihtiyacı bitmeyeceğine göre, sağlam yabancı bankaların boşalan piyasayı doldurma ihtimali çok yüksek. Yani yüzde 5'lik payın ileride artacağını söylersek kehanette bulunmuş olmayız. 

Yabancı bankaların elini güçlü kılan şey ise dayandıkları sermaye gücü ve dış piyasalardan daha düşük maliyetli fonlar temin edebilmeleri olarak gösteriliyor. Sektörün büyük bir krize düştüğü ortamda dünyanın en büyük bankalarından birisinin reklamcılık dilindeki söylemle 'imaj yerleştirme' türünden reklam filmlerinin yayınlamasının erken kalkar yol alır düşüncesi ile ilişkisi olabilir. BDDK'nın satışa çıkardığı kamu bankalarına Kazakistan ve Güney Afrika'dan sürpriz müşteriler çıkması da, gelecekteki muhtemel gelişmelerin ilk habercileri olarak kabul edilebilir.

BIS'e bağlı Basel Bankacılık Komitesinin 'Yeni Sermaye Uyumu' diye tanımladığı taslak metnin ikinci ve üçüncü ayağını sermaye gereklerinin denetimi ve piyasa disiplininin sağlanması oluşturuyor demiştik. Peki kuş dili lisanı ile yazılmış bu teknik deyimler ne anlama geliyor? Sermaye gereklerinin denetimi; bankaların doğru bir şekilde değerlendirilmiş risklerine karşılık tutmaları gereken sermayeyi belirleyecek birer içsel yönteme sahip olmalarından emin olunması demek. Yani buradan anlaşılması gereken şey, bankaların beyan ettikleri sermaye rasyolarının doğruluğunun denetlenmesi. Bu konuda da BDDK'nın az önce sözünü ettiğimiz yönetmeliği Türk bankalarına oldukça ayrıntılı şartlar getiriyor.

Yönetmelik bankalarda çok ciddi iç denetim yapılanmalarının kurulmasını ve çalışmasını öngörüyor. Ayrıca bankaların günü gününe takip edilmesine yönelik bir bilgisayar sisteminin kurulması için Dünya Bankasından BDDK'ya 20 milyon dolar kredi verildi. Sonuçta bankalar, bu yönetmeliğe uyum gösterdiklerinde BIS'in kurallarına harfiyen uymuş olacaklar.

Şeffaflık gelecekte önemli

Üçüncü kuralı oluşturan 'piyasa disiplininin sağlanması' ise ağırlıkla şeffaflık konusu ile ilgili. Yeni yapıda piyasa disiplininin bankaların daha şeffaf bir yapı sergilemeleri ile sağlanması öngörülüyor. Bu düzenleme, piyasa katılımcıları dediğimiz mevduat müşterisinden muhabir bankalara, sendikasyon kredisi veren dış bankalardan kredi müşterisine kadar geniş bir yelpazedeki herkesin bu şeffaflıktan yararlanması amacıyla getiriliyor. Henüz enflasyon muhasebesine bile geçememiş Türk bankalarının bu alanda da katedecekleri büyük bir mesafe bukunduğunu söylemek mümkün. Ancak burada da görev, büyük ölçüde BDDK'ya düşüyor. BDDK'nın bankaların muhasebe sistemlerini çok iyi kurmalarını ve kamuoyuna açıklanan tüm bilgilerin gerçeğe uygunluğunu sağlaması gerekiyor.

‐-------------------------

Ulusal Program'da Bankacılık Sektörü

Türk bankacılık sektörünün geçiş sürecinde uyum göstermesi gereken bir başka dış yapılanma ise Avrupa Birliği (AB) bankacılık sistemi. Bu konuda yapılması gerekenler Ulusal Program'da belirlendi. Ulusal Programın ekonomik kanadını hazırlamakla görevlendirilen Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), bankacılık sektörünün AB ile rekabet edebileceğini düşünüyor. 

DPT, son çıkarılan Bankalar Yasasının AB Bankacılık Direktiflerine ve Basel Komitesi Prensiplerine uygun olduğunu belirterek "Bu gelişmeler sayesinde sektör uluslararası bankacılık standartlarına uygun olarak yasal yapı ve işlev bakımından güçlü bir pozisyon elde etmiştir" görüşünü savunuyor. DPT, mevcut BDDK'nın tüm mali sektörü kavrayacak şekilde görev ve yetkilerinin genişletilerek Mali Sistemi Düzenleme ve Denetleme Kurulunun oluşturulmasının şart olduğunu belirtiyor. DPT'nin bu konudaki tespit ve önerileri şöyle:

• Türkiye AB'ye katılım sürecinde mali hizmetler alanında belirtilen Topluluk mevzuatına uyum sağlamak zorundadır. Türkiye ile AB arasında hizmetlerin serbest dolaşımının devreye girmesiyle uluslararası bankaların sayısının artacağı umulmaktadır. Bunun da bankalar arasındaki rekabeti artırması ve bankaların mali disiplinlerini geliştirmesi ve böylece mali sektörün etkin çalışmasına katkı yapması beklenmektedir.

• Türk bankacılık sektörü kalifiye insan kaynakları ve teknolojik alt yapı avantajına sahiptir. Hizmet çeşitliliği açısından da dünya ölçeğinde rekabet edebilecek güçtedir. Sektörde kısa dönemde yapılacak değişiklikler açık pozisyon, risk yönetimi ve muhasebe standartlarına ilişkin durumun uluslararası normlara uyumlulaştırılması olacaktır. Sektörün yapısının piyasa koşullarına uydurulması amacı çerçevesinde, kamu bankalarının bir süreç içinde özelleştirilmeleri de gerekmektedir.

• AB Müktesebatında bankacılıkla ilgili 15 dğzenleme bulunmaktadır. Müktesebata uyumu sağlama görevi Türkiye'de BDDK, TMSF ve leasing, faktoring ve finans firmaları ile ilgili olarak Hazine Müsteşarlığındadır. Bankacılıkla ilgili mevzuat, AB mevzuatı ile özü itibarıyla geniş ölçüde uyumludur. AB mevzuatı, muadil mevzuatla birebir karşılaştırıldığında bazılarının tam uyumlu hale getirilmiş olduğu, bazılarında cüzi değişiklikler yapılması gerektiği bazılarında ise muadil mevzuat bulunmadığı gözlenmektedir. Bu çerçevede Türk mevzuatında 11 ayrı değişikliğin yapılması gerekmektedir.

• AB mevzuatına uyum herhangi bir kurumsal değişikliğe ihtiyaç göstermemektedir. BDDK zaten faaliyete geçmiştir. Bununla birlikte gelişen mali sistemin yapısında ayrı düzenleyici kurumların görev alanlarından kaynaklanabilecek boşlukların önlenebilmesi ve mali piyasalarda etkinlik ve saydamlığa ait uygulamaların homojenliğini sağlamak amacıyla 'Mali Sistemi Düzenleme ve Denetleme Kurulu' oluşturulmalıdır.

(Bu haber; Ekonomi Muhabirleri Derneği-EMD'nin yayın organı Ekonom dergisinin Mart-2001 tarihli Sayı:17'de yayınlanmıştır.)  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder