2 Temmuz 2025 Çarşamba

SPK BAŞKANI KARACAN: FAİZ ORANLARI SÜREKLİ OLARAK KAR ORANLARININ ÜZERİNDEYSE O EKONOMİDE KRİZ VARDIR

SPK BAŞKANI KARACAN: TEKDİRDEN USLANMAYANA HEM SAVCI HEM HAKİMİZ

Karacan: Yaptırımsız tavsiye hiç bir işe yaramaz. 

Cahit UYANIK / Leyla YARATAN

Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) son zamanlarda piyasalar konusunda oldukça aktif bir görünüm çiziyor. Kapatılan, uyarılan, ağır cezalar alan aracı kurumlar ile cumhuriyet savcılıklarına yapılan suç duyurularından geçilmiyor. SPK sanki 'kriz içindeki bir ekonomi'de kararlar alıyormuş imajı veriyor. SPK Başkanı Ali İhsan Karacan ile genel ekonomik gidişat, aracı kurumlar ve borsadaki yabancı yatırımcı ağırlığını görüştük:

İntermedya Ekonomi: SPK Başkanı olarak yaşanılan ekonomik ve siyasi istikrarsızlık ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Karacan: Türk halkı 1970'lerden beri enflasyonla yaşamayı öğrendi. Herkes buna karşı pozisyonunu alıp kendini 'hedge' edebiliyor. Aslında siyasi istikrarsızlık için de aynı benzetmeyi yapabiliriz. Türkiye'de ekonomi ve mali piyasalar siyasi istikrarsızlık yaşamayı öğreniyor. Piyasa, siyaset konusundaki gelişmelere bağışıklık kazanıyor ve buna göre pozisyon alıyor. Ama bu ekonomik sorunların giderildiği, çözüldüğü şeklinde de algılanmamalı. Son zamanlarda tehlikeli saydığım şöyle bir eğilim içine girildiğini de görüyorum. Deniliyor ki 'İstanbul'da ihracat sürüyor, üretim yapılıyor yani ekonomi kendi kuralları içinde devam ediyor. Bizim Ankara'ya ihtiyacımız yok.' Bir kısım insanlar sığlığından ve bilgisizliğinden böyle söyleyebilir. Bir kısım da böyle ortamlardan kendisine ekonomik çıkar sağlama beklentisi içine girebilir. Ankara ne kadar yetkisiz olursa olsun, kendi dertleri ile uğraşıp piyasayla yakından ilgilenemese de bu yaklaşım yanlış. Bir ülkenin siyasal kurumlarının iyi işlemesi gerekiyor.

- Ama devletin de bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı var her halde...

Karacan: Hem de çok ciddi bir şekilde... Bütün bu çekilen sıkıntılar içinde siyasetçilerin bürokratları sık değiştirmesi, bu modelin eskidiğinin bir göstergesi. Yerine yeni bir şey koyamadığınız için bu sistemde rahat edemiyorsunuz. Yani sistemi hem koruyorsunuz hem de dejenere ediyorsunuz. Çözüm ise yeniden yapılanma. Türkiye bunda geç kalıyor aslında... Uluslararası arenada 15-20 senelik bir zaman süresi içinde belirli adımları atmadığınızda lig düşüyorsunuz. Mesela yüzyılın başında Arjantin, Amerika ve Almanya ile eşitti. Japonya o yıllarda milli gelirde Arjantin'den gerideydi. Bir de şimdiki duruma bakın... Türkiye'ye de bakıldığında her yıl geriye gittiğini görüyorsunuz. Türkiye'de siyasetin bunu görmesi lazım. 

- Bu ortamda Türkiye ekonomisi yeni bir krize doğru mu gidiyor?

Karacan: İstikrarsızlık dönemlerinde faizler düşmüyor, yükseliyor. İç borç faizleri bir mihenk taşı. Bu faizi devalüasyon ve enflasyon ile kıyaslayacaksınız. Türk parasının değer kaybı, dövizin faiz fiyatı ve enflasyonla toplanarak kıyaslanmalı. Bütün bunlara baktığınızda reel faizlerin çok yüksek olduğunu görürsünüz. Yani yüzde 70 enflasyon var, faiz yüzde 120... Yüzde 50 reel faiz veriyorsunuz. Bu, son derece tehlikeli. Çok basit bir olay var, ta Marks'tan beri bilinen bir iktisat ilkesi: Eğer bir ekonomide faiz oranları, kar oranlarının sürekli üzerindeyse o ekonomide kriz var demektir. Anlattığım durum da Türkiye ekonomisindeki krizin en belirgin göstergesi... Ekonomide üretim yerine rant faaliyetleri var. Üretim ve yatırım yapmak yerine repo yapılıyor. Reponun faizi devletin bütçesinden ve enflasyondan ödeniyor.

- SPK son zamanlarda ardı ardına aracı kurumları kapatıyor. Sert tedbirler alıyor. 'SPK yetkilerini aşıyor' eleştirilerine ne diyorsunuz?

Karacan: SPK'nın çalışma yöntemi ve yetkileri çağdaş ülkelerdekinden çok farklı değil. 'SPK hem savcı hem yargıç gibi hareket ediyor' diyorlar. Elbette öyle olur. Tekdirden uslanmayana hem savcı hem hakimiz. ABD'de SEC, yüksek yargı organı gibi de çalışır. Yani Danıştay, Sayıştay, Anayasa Mahkemesi gibi, yargı organı gibi karar verir ve biter. Kararları başka yere götürülemez. Ama bizim kararlar idare mahkemesine götürülebilir. Aslında aynı şeyi Hazine ve Merkez Bankası da yapıyor, karar alıyor ve denetliyor, yaptırım uyguluyor. Biz nispeten bürokratik kademe içinde olmadığımız için kararları biraz daha fazla tartışarak alıyoruz. SPK piyasaya girecek, karar alacak, ilkeleri belirleyecek, denetleyecek ve müeyyide altına alacaktır. Yaptırım uygulayamazsanız aldığınız kararların hiç bir anlamı kalmaz. Yaptırımsız tavsiye hiçbir işe yaramaz. Mesela İngiltere’de Bank of England'ın önemli yetkileri var ve bir bankanın buraya çağrılıp uyarılması yeterlidir, gerisi gelir. Ama bizde Hazine, Merkez Bankası veya SPK, 'Gel kardeşim şunu şöyle yapma' dediğinde anlaşılamadığıni görüyoruz. 

- Bu eleştirileri yersiz buluyorsunuz o zaman...

Karacan: Bir kurum kendine verilen yetkileri sonuna kadar kullanmalıdır. Bana ait olan yetkiye kimseyi karıştırmam. Özel sektörde de yaklaşımımız buydu. Bana ait derken SPK'ya ait olan yetkilerden söz ediyorum. Tabii bu üslup olarak kuruma yansıyor. Bazıları SPK'nın karar alma mekanizmasını hala karıştırıyor. Buradaki mekanizma yönetim kurulu tipidir. Kurul karar almadığında başkan birşey yapamaz. Başkanın görevi alınan kararları icra etmektir. Kurulun karar alabilmesi için de mutlaka bir uzman raporuna gereksinim vardır. Kurul, bir konuyu uzmanına inceletmeden karar almaz. Burada benim görevim ise icra etmek ve bazı mekanizmaları aşağıdan yukarıya harekete geçirmektir. Piyasanın yadırgadığı konu bizim geçmişe göre daha fazla etkin olmamızdır. Geçmişe kıyasla daha fazla içlerine girdik. Amacımız müdahale değil sistemin düzgün çalışmasını sağlamaktır.

- SPK son zamanlarda hiçbir yeni aracı kuruma faaliyet izni vermedi. Bu politikanız, piyasanın istikrar kazanması için mi?

Karacan: Piyasanın büyüklüğü ile kıyasladığımızda çok sayıda aracı kurum var. Yani aracı kurumlar artı bankalar... Bunların sayısı -büyük piyasalar olmasına rağmen- Kore'de 29, Japonya'da 30 civarında... Fazlalık neyi getiriyor? Çok sayıda aracı kurumun şahıs işletmesi gibi çalışmasını... Şirket küçük kaldıkça para kazanamıyor, para kazanamadıkça büyüyemiyor. Büyüyemedikçe hep şahıs işletmesi olarak kalıyor. Ortak ile yönetici birbirinden ayrılmıyor. Oysa bankacılık sektörüne bakın, kaç tane banka sahibi genel müdürlük yapıyor? Çoğu yönetim kurulu üyesi olarak bile oturmuyor, hep profesyonel yönetici... Sahiplik ile yöneticilik birbirinden ayrılmadıkça, ikisinin cebi de birbirinden ayrılamıyor çoğu zaman... Profesyonel yönetime geçmedikçe organizasyon, muhasebe, kontrol düzeni de gelişemiyor. Bu nedenle sektörümuzde insana ve teknolojiye yatırım yapmamız lazım. Yatırım yapmadıkça kurumsallaşma mümkün değil. Bunun için de asgari bir ölçek gerekli. Şu anki ölçekle sektörün genel yapısındaki hastalıklar büyük ölçekli şirketlere bile taşınabiliyor.

- Kamu finansman açığı giderek büyüyor. Rant gelirlerinin vergilendirilmesi gündemde... Borsa kazançları da vergilendirilebilir mi?

Karacan: Günümüzde vergilendirme bazen teşvik bazen de caydırma için kullanılıyor. Borsanın vergilendirilmesi için dünyada değişik sistemler var. Elde tutma süresine göre veya muamele sayısına göre vergilendirme yapılıyor. Bu, borsada değişkenliği azaltıyor. Çünkü devlet kısa sürede kazanılan karlardan önemli vergiler alıyor. Ama bence ekonomideki yatırım araçları arasındaki dengenin olabildiğince bozulmaması lazım. Borsa vergi konularak, diğer yatırım araçlarıyla karşılaştırıldığında dezavantajlı duruma düşmemeli. Vergi mali araçlar arasında bozucu etki yaratmamalı.

- Sizce borsamızdaki yabancı yatırımcı ağırlığı ne düzeyde? Bu oran yüksek mi?

Karacan: Belirli karinelere bakarak yabancıların getirdiği miktarlar bazen tespit edilebiliyor. Ama bugünkü sistem içinde yatırımın ne kadarı yabancıya aittir, ne kadarı ulusal yatırımcıya aittir? Bunu bilemem. Belki bu alanın davranışlarından, hisse senetlerini nereye tevdi ettiğinden yola çıkarak hesaplanabilir. Ben borsadaki yabancılarla ilgili herhangi bir oran tahmini yapmak istemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim: Bizde yabancıya herhangi bir sınırlama olmadığı için bu rakamın epey yüksek olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz.

Yabancı, borsanın çok iyi gittiği dönemde kağıt alır, tersi olduğunda satabilir. Ülkedeki politik riskin arttığını gören yabancı yatırımcı, portföy yatırımlarını elden çıkarıp satarsa yaşanan krizi ağırlaştırır. Bu satışlar belki tek başına bir krize yol açmaz ama krizi arttırır. Yabancı yatırımcının bu kadar yüksek oranda olmasının tehlikesi budur. Mesela Meksika'da borsa düşünce yabancı yatırımcıların elindeki hisse senetlerinin değeri çok düştü. Borsayı yükseltmek gerekli oldu. Çünkü Meksika'ya yatırım yapanların çoğu Amerikan emeklilik fonlarıydı. Onların bilançosu bozulmasın diye ABD, Meksika'ya 35 milyar dolar kredi verdi. ABD'nin yatırımları kurtuldu ama Meksika halkının sırtına 35 milyar dolar borç kaldı. Yabancı yatırımcı bir risk kaynağıdır ve sistemi duyarlı hale getirir.

(Bu röportaj haftalık İntermedya Ekonomi dergisinin 09-15 Haziran 1995 tarihli, Yıl: 3, Sayı: 19'da yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder