İngilizcede ‘vaccine’ yani aşı sözcüğünün kökeni,
Latince’deki ‘vacca’ yani ‘inek’ sözcüğünden geliyor. Bunun sebebi şöyle açıklanıyor: İngiliz taşra doktoru
Edward Jenner, 1796 yılında inek sağan kızların çiçek hastalığına
yakalanmadığını gözlemleyip sebebini araştırmaya başladı. İnekler,
kemirgenlerden kaptıkları virüs sebebiyle ‘cowpox’ denilen, çiçek hastalığına
çok benzeyen bir hastalık geçiriyorlar ve memelerinde bazı sivilceler
oluşuyordu. Süt sağan kızlar, bu sivilcelere temas ettikleri için, bilmeden
kendilerine bir tür aşılama yapmış oluyorlardı ve çiçek hastalığına
yakalanmıyorlardı. Dr. Jenner, bu sebeple hastalığı hafif geçiren Sarah Nelmes’te oluşan sivilcelerden aldığı numuneyi, çiçek hastalığına
yakalanmış çocuklara enjekte ederek onları iyileştirdi ve ilk modern aşıyı
bulmuş oldu. Daha sonra çiçek aşısında kullanılan zayıflatılmış virüse
“vaccinica’ adı verildi ve 180 yıla yakın uygulandıktan sonra Dünya Sağlık
Örgütü (DSÖ) 1980 yılında çiçek aşısının kökünün kazındığını resmen ilan etti.
(Tıklayınız) ÜLKELERİN 'TİCARİ VE EKONOMİK UZAY' YARIŞI İYİCE HIZLANDI
Dr. Jenner’ın bilimsel yöntemlerle ispat edip modernize ettiği çiçek aşısı aslında Türklerde Orta Asya dönemlerinden bu yana daha basit yöntemlerle uygulanıyordu. Nitekim Türkçedeki aşı sözcüğünün kökeni, eklemek anlamındaki “aşlamak”tan geliyordu. 1716 yılında İstanbul’a İngiliz Büyükelçisi olarak atanan E. Wortley Montagu’nun eşi Lady Mary Wortley Montagu, 1763 yılında (ölümünün ardından) yayınlanan ‘Şark Mektupları’ adlı kitabında çiçek aşısını şöyle anlatıyordu:
“Bizim aramızda ölüme götüren ve yaygın olan
çiçek hastalığı burada aşı adı verilir bir buluşla tedavi edilir. Tamamen zararsız
bir şey olmuştur. Burada birtakım kadınlar var ki, bunu sanat haline
getirmişlerdir. Yazın şiddetli sıcakları geçip de güzün Eylül ayında yaparlar.
Şöyle ki; nice adamlar ahbabına haber gönderip aşılanmak ister misin diye
sorarlar. Toplanıp kır gezintisine çıkarlar. 15-16 kişi bir yere toplanınca bir
ihtiyar kadın bir ceviz kabuğu içinde en iyi çiçek çıkarmış olanlardan birinin
çiçeğinin cerahatini getirip hangi damarından aşılanmak istersin diye herkesten
sorar ve ona göre o damarı deler. Acısı ancak bir tırmık acısı kadar olabilir.
Oraya iğnenin alabildiği kadar cerahati karıştırır ve üzerine bir yarım ceviz
kabuğu kapatır ve bu suretle dört-beş damar açar... Gerek çocuklar ve gerek başkaları
aşılandıktan sonra akşama kadar oynayıp eğlenirler ve akşamdan sonra
kendilerinin ateşi çıkar, 2-3 gün kadar yatakta yatmaya mecbur olurlar.
Yüzlerinde yirmi-otuz kadar çiçek çıktığı pek görülmez, onların da asla lekesi
kalmaz ve sekiz gün içinde eski haline gelir. Çiçekler olgunlaşınca aşı vurulan
yerlerden bir sulu madde akar. Hiç şüphe etmem ki, hastalığın hafif geçmesine
bunun çok etkisi vardır. Nice bin kişiler her sene bu işlemi
yaparlar. Fransa Elçisi diyor ki, bizlerde eğlence için ılıcalara
gidildiği gibi burada da herkes çiçek çıkarmayı bir gezinti sayıyor. Aşılanıp
da ölen hiç yoktur. Bu tecrübelerin neticesinden bana ne derece emniyet
geldiğini anlatmak için kendi sevgili çocuğuma bu aşıyı yaptıracağımı size
bildiririm.”
Kendisi de zamanında çiçek hastalığı geçirmiş ve yüzünde izlerini taşıyan
Lady Montagu, iki çocuğunu İstanbul’da bu usulle çiçek aşısı yaptırmıştı. Bazı
iddialara göre modern çiçek aşısını bulan Dr. Jenner, Lady Montagu’nun kitabını
okuyarak aşı araştırmalarında bu mektuptaki bilgilerden esinlenmişti. Daha sonra Türklerin başka hastalıkların aşılarına
da ilgisi sürdü. Padişah II. Abdülhamit’in kuduz aşısını bulan Fransız bilim
insanı Pasteur’ü uzman yetiştirilmesi şartıyla maddi olarak desteklemesi (10
bin altın maddi destek ve 3 Türk uzman yetiştirilmesi) ; Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra Hıfzısıhha Enstitüsünün aşı çalışmalarında uluslararası üne
sahip olacak şekilde uzmanlaşması diğer önemli gelişmelerdi. Belki bu ulusal
haslet dolayısıyladır ki, Covid-19 aşısını keşfetmek de Almanya’da yaşayan ve
bu ülke adına çalışan Pfizer-Biontech’ten Türk bilim insanları Dr. Özlem Türeci
ile Prof. Dr. Uğur Şahin çiftine nasip oldu. Yalnız bu ikilinin buluşları zayıflatılmış
Covid-19 virüsüyle tedaviye değil, mRNA metoduna dayanıyordu. Biyo-teknolojik inovasyonları
kullanan yeni nesil bu metod, aşı yoluyla hücrelere “Covid-19 vücut için
tehlikeli, bağışıklık sistemini harekete geçirmelisin” mesajının gönderilmesini
sağlıyordu. Bu başarı sonucudur ki; İngiliz Financial Times gazetesi Türeci ve
Şahin’e 2020 için “Yılın İnsanları” ödülünü verdi. Gazete “Dünyanın en güvenilir düzenleyicilerinden ikisinin (İngiltere
ve ABD) onayını alan ilk Covid-19 aşısının yaratıcıları olmaları”nı bu ödüle gerekçe
gösterdi.
Tarihsel bu
iki anekdot, bazı bulaşıcı hastalıklar nasıl insanlığın ortak sıkıntısı ise
aşıların da hastalıklara ortak çözüm
noktası olduğunu gösteriyor. Yani aşılar tarihte hep insanlığın ortak malı
olageldi. Ancak Covid-19 salgını ile adeta bir anda tetiklenen aşı
araştırmaları ve elde edilen ilk başarılı aşılar, bu algıyı ve kabulü tersine
çevirdi. Covid-19 aşıları insanlık ve tıp tarihine “Dengesiz ve tehlikeli bir
şekilde aşırı piyasalaşmış, parası ve gücü olanların ulaşabildiği aşılar”
olarak geçti. Dünyada bireyler ve ülkeler arasındaki gelir ve servet dağılımı
nasıl bozuk ve aşırı dengesizse, bu tablo Covid-19 aşılarının üretim ve
dağıtımına birebir yansıdı.
Şunu
kastediyorum: İngiltere merkezli
uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, 2020 yılı başında yayınladığı çalışmada
dünyanın en zengin 2 bin 153 kişisinin elinde bulunan servetin, 4,6 milyar
kişinin (Dünya nüfusunun neredeyse yüzde 60’ı) toplam servetinden fazla
olduğunu bildirmişti. Çalışmada "Eğer herkes 100 dolarlık
banknotlardan oluşan servetlerinin üzerinde otursaydı, dünyanın büyük kısmı
yerde oturuyor olurdu. Gelişmiş bir ülkede yaşayan orta halli bir kişi bir
sandalye yüksekliğinde otururken, en zengin iki kişi uzayda olurdu" denilmişti.
Fırsat ve gelir
adaletsizliğinin azaltılması için hükümetlerin ulusal sağlık hizmetlerine daha
fazla yatırım yapması gerektiği, aşırı servet anlayışının ortadan kaldırılması istenilen
Oxfam çalışmasında "Aşırı servet birikimi, işlemeyen bir ekonomik sistemin
emaresidir. Hükümetler zengin ve fakir kesimler arasındaki uçurumu kapatacak
radikal politikaları yürürlüğe koymalı” denilmişti. Benzer bir çağrıyı 2019
sonunda Uluslararası Para Fonu Başkanı Kristalina Georgieva da yapmış ve
ülkeleri vergi sistemlerini gözden geçirmeye çağırmıştı.
Servet
dağılımındaki bu çarpık tablo aynen, Covid-19 aşılarının paylaşımına da
yansıdı. Şöyle ki: BBC Türkçe’nin haberine göre 3 önemli aşı şirketinin
(Pzifer-Biontech, Moderna, Oxford-AstraZeneca) bugüne kadar açıkladıkları aşı
üretim kapasitelerinin çoğu satın alındı. Avrupa Birliği'nin (AB) 27 üye ülkesi
ve diğer 5 zengin ülke aşıların yarısını satın almak için sözleşme imzaladı. Bu
ülkeler dünya nüfusunun yüzde 13'ünü oluşturuyor. Oxfam
International’a göre; aşıyı garantilemiş yaklaşık 1 milyar kişinin dışındaki
yaklaşık 6,5-7 milyar insana kalan aşı miktarı ise sadece 2,5 milyar doz.
Aşı adaletsizliği o boyutlarda ki, Kanada’nın durumu buna örnek verilebilir. Kanada, kişi başına 9 dozluk sözleşme imzaladı ve bu alanda dünya lideri oldu. Kanada’nın aşı çalışmalarında başı çeken üç konsorsiyumla da alım sözleşmeleri var. Kanada’nın tek üreticinin aşısına bağımlı olmamak için bu yola gittiği düşünülüyor. Dengesizlik ve adaletsizliğin diğer ucunda ise Peru gibi ülkeler var. Çünkü aşı üretim kapasitesine sahip olmayan Peru gibi bazı ülkeler, kendi toplumlarında aşı deneyi yapılmasına izin vererek aşı sözleşmesi imzalayabildi!
Bundan 9 ay önce Covid-19 aşı
çalışmaları başladığında, önümüzdeki dönemde ‘aşı milliyetçiliği’ yaşanacağı
kaygıları dile getirilmişti. Ancak aradan geçen zaman, aşıların öncelikle üretim
ülkesinde kullanılacağına dayanan bu varsayımı boşa çıkardı. Aksine aşı
şirketleri, parayı peşin ödeyebilen ülkelerle anlaşma masasına oturdu. Kısa
vadeli üretim kapasitelerini, yapılan ödemeye göre tahsis etti. Böylece aşı
milliyetçiliği beklentisi yerini, parası ve nüfuzu olan ülkelerin ön plana çıktığı
‘küresel aşı bencilliği’ne bıraktı.
Bu bencilliği besleyen şey ise
ülkelerin veya ülke birliklerinin ödeme yapabilme gücü ve aşı şirketlerinin kâr
arayışıydı. Söz gelimi; Pfizer-Biontech’in ürettiği aşının fiyatı doz başına
15,5 euro olarak belirlendi. AB, Pfizer-Biontech’le yaptığı 300 milyon dozluk
anlaşma için 4,65 milyar Euro (Yaklaşık 5,7 milyar dolar) ödemeyi taahhüt etti.
AB’nin çok çeşitli aşı şirketleriyle yaptığı aşı alım anlaşmaları Aralık ayı
ortasında 2,1 milyar doza ulaştı. Bu, aşı fiyatının ortalama 15 euro olduğu
varsayımıyla 1 yıl içinde 30-31 milyar Euro ödeyebilmek manasına geliyordu.
Çünkü bu kış çift doz yapılacak aşıların ardından, 2021 sonbaharında aşıların
yenilenmesi bekleniyor. Bu sebeple, halen 450 milyonluk nüfusa sahip AB’nin aşı
ihtiyacının 2 milyar doz olacağı hesaplanıyor. İşte bu rakamlar bile ‘küresel
aşı bencilliği’nin, aşının insanlığın ortak malı olduğu bilincini nasıl yerle
bir ettiğini göstermeye yeterliydi.
Siparişler ve aşı
şirketlerinin hesabına yatırılan paralar sebebiyle, nihayetinde düşük ve orta
gelirli ülkelerin alabileceği az miktarda aşı kaldı. Bu ülkelerin çoğu zaten DSÖ’nün
liderliğinde kurulan Küresel Aşı Girişimi-COVAX'tan gelecek yardıma bağımlı
kaldı. Bugüne kadar 700 milyon doz için sözleşme yapan COVAX, 2021 sonuna kadar
2 milyar doz aşı almak istiyor ki bu, aşı alamamış ülkelerin nüfusunun sadece yüzde
20'sine yetecek bir miktar. Zengin ülkelerin kendi nüfuslarını aşıladıktan
sonra, insaf edip ellerindeki fazla aşıları COVAX'a bağışlamaları umut
ediliyor. Şu anda birçok kuruluş, bu organizasyon yapısıyla gidilirse, tüm
insanlara aşının ulaşmasının 2024 yılını bulacağını dile getiriyorlar ki, bu
oldukça korkutucu bir öngörü.
Halen bünyesinde 145 bin
kişiyi bulunduran Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (MZF), aşı çalışmalarının
aşırı düzeyde piyasalaşmasından rahatsızlığını dile getiriyor. Benzeri
görülmemiş düzeyde kamu finansmanına rağmen, Covid-19 aşılarını geliştirmek
için yarışan şirketlerin lisans anlaşmalarının gizli tutulmaya devam edilmesini
eleştiren MZF, araştırma ve
geliştirme (Ar-Ge), klinik deneyler ve 6 öncü aday Covid-19 aşısının üretimine
12 milyar dolardan fazla harcama yapıldığını bildirdi. Lisans anlaşmalarının
şeffaflaştırılarak aşıların ‘kamu malı’ sayılmasını sağlamak için hükümetleri
harekete geçmeye çağıran MZF, “Bu aşılar için vergi mükellefleri milyarlarca
dolar ödeme yaptı, milyarlarca insanın hayatı söz konusu. Buna rağmen, aşılar
konusunda gizlilik sürüyor. COVID-19 aşılarının fiyatı ve tedariği gibi kritik
bilgilerden yoksunuz. Aşıya adil erişim konusu belirsizliğini koruyor” görüşünü
savunuyor.
Covid-19 konusunda gelinen noktada insanoğlu, geleneksel tedbirlerle pandemiyi yenemeyeceğini anlayarak aşı bulmaya yöneldi. Ancak ‘tarihin en hızlı bulunan aşısı’ olma özelliği taşıyan Covid-19 aşıları, dünyadaki adaletsizlik ve dengesizliklerden oluşan uçurumu iyice artırdı. Bu açıdan bakıldığında 2021 yılı Covid-19 aşıları üzerinden, insan olmanın gereklerinin evrensel bir anlayışla yerine getirilip getirilemeyeceğini sınamak için önemli bir zaman dilimi olacak gibi görünüyor.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ocak-2021 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder