30 Ocak 2021 Cumartesi

COVID-19 PANDEMİSİ, 'KÜRESEL AŞI BENCİLLİĞİ' YARATTI

Cahit UYANIK                                                                           

İngilizcede ‘vaccine’ yani aşı sözcüğünün kökeni, Latince’deki ‘vacca’ yani ‘inek’ sözcüğünden geliyor. Bunun sebebi  şöyle açıklanıyor: İngiliz taşra doktoru Edward Jenner, 1796 yılında inek sağan kızların çiçek hastalığına yakalanmadığını gözlemleyip sebebini araştırmaya başladı. İnekler, kemirgenlerden kaptıkları virüs sebebiyle ‘cowpox’ denilen, çiçek hastalığına çok benzeyen bir hastalık geçiriyorlar ve memelerinde bazı sivilceler oluşuyordu. Süt sağan kızlar, bu sivilcelere temas ettikleri için, bilmeden kendilerine bir tür aşılama yapmış oluyorlardı ve çiçek hastalığına yakalanmıyorlardı. Dr. Jenner, bu sebeple hastalığı hafif geçiren Sarah Nelmes’te oluşan sivilcelerden aldığı numuneyi, çiçek hastalığına yakalanmış çocuklara enjekte ederek onları iyileştirdi ve ilk modern aşıyı bulmuş oldu.  Daha sonra çiçek aşısında kullanılan zayıflatılmış virüse “vaccinica’ adı verildi ve 180 yıla yakın uygulandıktan sonra Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1980 yılında çiçek aşısının kökünün kazındığını resmen ilan etti.

(Tıklayınız) ÜLKELERİN 'TİCARİ VE EKONOMİK UZAY' YARIŞI İYİCE HIZLANDI

Dr. Jenner’ın bilimsel yöntemlerle ispat edip modernize ettiği çiçek aşısı aslında Türklerde Orta Asya dönemlerinden bu yana daha basit yöntemlerle uygulanıyordu.  Nitekim Türkçedeki aşı sözcüğünün kökeni, eklemek anlamındaki “aşlamak”tan geliyordu. 1716 yılında İstanbul’a İngiliz Büyükelçisi olarak atanan E. Wortley Montagu’nun eşi Lady Mary Wortley Montagu, 1763 yılında (ölümünün ardından) yayınlanan ‘Şark Mektupları’ adlı kitabında çiçek aşısını şöyle anlatıyordu:

Bizim aramızda ölüme götüren ve yaygın olan çiçek hastalığı burada aşı adı verilir bir buluşla tedavi edilir. Tamamen zararsız bir şey olmuştur. Burada birtakım kadınlar var ki, bunu sanat haline getirmişlerdir. Yazın şiddetli sıcakları geçip de güzün Eylül ayında yaparlar. Şöyle ki; nice adamlar ahbabına haber gönderip aşılanmak ister misin diye sorarlar. Toplanıp kır gezintisine çıkarlar. 15-16 kişi bir yere toplanınca bir ihtiyar kadın bir ceviz kabuğu içinde en iyi çiçek çıkarmış olanlardan birinin çiçeğinin cerahatini getirip hangi damarından aşılanmak istersin diye herkesten sorar ve ona göre o damarı deler. Acısı ancak bir tırmık acısı kadar olabilir. Oraya iğnenin alabildiği kadar cerahati karıştırır ve üzerine bir yarım ceviz kabuğu kapatır ve bu suretle dört-beş damar açar... Gerek çocuklar ve gerek başkaları aşılandıktan sonra akşama kadar oynayıp eğlenirler ve akşamdan sonra kendilerinin ateşi çıkar, 2-3 gün kadar yatakta yatmaya mecbur olurlar. Yüzlerinde yirmi-otuz kadar çiçek çıktığı pek görülmez, onların da asla lekesi kalmaz ve sekiz gün içinde eski haline gelir. Çiçekler olgunlaşınca aşı vurulan yerlerden bir sulu madde akar. Hiç şüphe etmem ki, hastalığın hafif geçmesine bunun çok etkisi vardır. Nice bin kişiler her sene bu işlemi yaparlar. Fransa Elçisi diyor ki, bizlerde eğlence için ılıcalara gidildiği gibi burada da herkes çiçek çıkarmayı bir gezinti sayıyor. Aşılanıp da ölen hiç yoktur. Bu tecrübelerin neticesinden bana ne derece emniyet geldiğini anlatmak için kendi sevgili çocuğuma bu aşıyı yaptıracağımı size bildiririm.”

Kendisi de zamanında çiçek hastalığı geçirmiş ve yüzünde izlerini taşıyan Lady Montagu, iki çocuğunu İstanbul’da bu usulle çiçek aşısı yaptırmıştı. Bazı iddialara göre modern çiçek aşısını bulan Dr. Jenner, Lady Montagu’nun kitabını okuyarak aşı araştırmalarında bu mektuptaki bilgilerden esinlenmişti.  Daha sonra Türklerin başka hastalıkların aşılarına da ilgisi sürdü. Padişah II. Abdülhamit’in kuduz aşısını bulan Fransız bilim insanı Pasteur’ü uzman yetiştirilmesi şartıyla maddi olarak desteklemesi (10 bin altın maddi destek ve 3 Türk uzman yetiştirilmesi) ; Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Hıfzısıhha Enstitüsünün aşı çalışmalarında uluslararası üne sahip olacak şekilde uzmanlaşması diğer önemli gelişmelerdi. Belki bu ulusal haslet dolayısıyladır ki, Covid-19 aşısını keşfetmek de Almanya’da yaşayan ve bu ülke adına çalışan Pfizer-Biontech’ten Türk bilim insanları Dr. Özlem Türeci ile Prof. Dr. Uğur Şahin çiftine nasip oldu.  Yalnız bu ikilinin buluşları zayıflatılmış Covid-19 virüsüyle tedaviye değil, mRNA metoduna dayanıyordu. Biyo-teknolojik inovasyonları kullanan yeni nesil bu metod, aşı yoluyla hücrelere “Covid-19 vücut için tehlikeli, bağışıklık sistemini harekete geçirmelisin” mesajının gönderilmesini sağlıyordu. Bu başarı sonucudur ki; İngiliz Financial Times gazetesi Türeci ve Şahin’e 2020 için “Yılın İnsanları” ödülünü verdi. Gazete “Dünyanın en güvenilir düzenleyicilerinden ikisinin (İngiltere ve ABD) onayını alan ilk Covid-19 aşısının yaratıcıları olmaları”nı bu ödüle gerekçe gösterdi.

Tarihsel bu iki anekdot, bazı bulaşıcı hastalıklar nasıl insanlığın ortak sıkıntısı ise aşıların da  hastalıklara ortak çözüm noktası olduğunu gösteriyor. Yani aşılar tarihte hep insanlığın ortak malı olageldi. Ancak Covid-19 salgını ile adeta bir anda tetiklenen aşı araştırmaları ve elde edilen ilk başarılı aşılar, bu algıyı ve kabulü tersine çevirdi. Covid-19 aşıları insanlık ve tıp tarihine “Dengesiz ve tehlikeli bir şekilde aşırı piyasalaşmış, parası ve gücü olanların ulaşabildiği aşılar” olarak geçti. Dünyada bireyler ve ülkeler arasındaki gelir ve servet dağılımı nasıl bozuk ve aşırı dengesizse, bu tablo Covid-19 aşılarının üretim ve dağıtımına birebir yansıdı.

Şunu kastediyorum: İngiltere merkezli uluslararası yardım kuruluşu Oxfam, 2020 yılı başında yayınladığı çalışmada dünyanın en zengin 2 bin 153 kişisinin elinde bulunan servetin, 4,6 milyar kişinin (Dünya nüfusunun neredeyse yüzde 60’ı) toplam servetinden fazla olduğunu bildirmişti. Çalışmada "Eğer herkes 100 dolarlık banknotlardan oluşan servetlerinin üzerinde otursaydı, dünyanın büyük kısmı yerde oturuyor olurdu. Gelişmiş bir ülkede yaşayan orta halli bir kişi bir sandalye yüksekliğinde otururken, en zengin iki kişi uzayda olurdu" denilmişti.

Fırsat ve gelir adaletsizliğinin azaltılması için hükümetlerin ulusal sağlık hizmetlerine daha fazla yatırım yapması gerektiği, aşırı servet anlayışının ortadan kaldırılması istenilen Oxfam çalışmasında "Aşırı servet birikimi, işlemeyen bir ekonomik sistemin emaresidir. Hükümetler zengin ve fakir kesimler arasındaki uçurumu kapatacak radikal politikaları yürürlüğe koymalı” denilmişti. Benzer bir çağrıyı 2019 sonunda Uluslararası Para Fonu Başkanı Kristalina Georgieva da yapmış ve ülkeleri vergi sistemlerini gözden geçirmeye çağırmıştı.

Servet dağılımındaki bu çarpık tablo aynen, Covid-19 aşılarının paylaşımına da yansıdı. Şöyle ki: BBC Türkçe’nin haberine göre 3 önemli aşı şirketinin (Pzifer-Biontech, Moderna, Oxford-AstraZeneca) bugüne kadar açıkladıkları aşı üretim kapasitelerinin çoğu satın alındı. Avrupa Birliği'nin (AB) 27 üye ülkesi ve diğer 5 zengin ülke aşıların yarısını satın almak için sözleşme imzaladı. Bu ülkeler dünya nüfusunun yüzde 13'ünü oluşturuyor. Oxfam International’a göre; aşıyı garantilemiş yaklaşık 1 milyar kişinin dışındaki yaklaşık 6,5-7 milyar insana kalan aşı miktarı ise sadece 2,5 milyar doz.

Aşı adaletsizliği o boyutlarda ki, Kanada’nın durumu buna örnek verilebilir. Kanada, kişi başına 9 dozluk sözleşme imzaladı ve bu alanda dünya lideri oldu. Kanada’nın aşı çalışmalarında başı çeken üç konsorsiyumla da alım sözleşmeleri var. Kanada’nın tek üreticinin aşısına bağımlı olmamak için bu yola gittiği düşünülüyor. Dengesizlik ve adaletsizliğin diğer ucunda ise Peru gibi ülkeler var. Çünkü aşı üretim kapasitesine sahip olmayan Peru gibi bazı ülkeler, kendi toplumlarında aşı deneyi yapılmasına izin vererek aşı sözleşmesi imzalayabildi!

Bundan 9 ay önce Covid-19 aşı çalışmaları başladığında, önümüzdeki dönemde ‘aşı milliyetçiliği’ yaşanacağı kaygıları dile getirilmişti. Ancak aradan geçen zaman, aşıların öncelikle üretim ülkesinde kullanılacağına dayanan bu varsayımı boşa çıkardı. Aksine aşı şirketleri, parayı peşin ödeyebilen ülkelerle anlaşma masasına oturdu. Kısa vadeli üretim kapasitelerini, yapılan ödemeye göre tahsis etti. Böylece aşı milliyetçiliği beklentisi yerini, parası ve nüfuzu olan ülkelerin ön plana çıktığı ‘küresel aşı bencilliği’ne bıraktı.

Bu bencilliği besleyen şey ise ülkelerin veya ülke birliklerinin ödeme yapabilme gücü ve aşı şirketlerinin kâr arayışıydı. Söz gelimi; Pfizer-Biontech’in ürettiği aşının fiyatı doz başına 15,5 euro olarak belirlendi. AB, Pfizer-Biontech’le yaptığı 300 milyon dozluk anlaşma için 4,65 milyar Euro (Yaklaşık 5,7 milyar dolar) ödemeyi taahhüt etti. AB’nin çok çeşitli aşı şirketleriyle yaptığı aşı alım anlaşmaları Aralık ayı ortasında 2,1 milyar doza ulaştı. Bu, aşı fiyatının ortalama 15 euro olduğu varsayımıyla 1 yıl içinde 30-31 milyar Euro ödeyebilmek manasına geliyordu. Çünkü bu kış çift doz yapılacak aşıların ardından, 2021 sonbaharında aşıların yenilenmesi bekleniyor. Bu sebeple, halen 450 milyonluk nüfusa sahip AB’nin aşı ihtiyacının 2 milyar doz olacağı hesaplanıyor. İşte bu rakamlar bile ‘küresel aşı bencilliği’nin, aşının insanlığın ortak malı olduğu bilincini nasıl yerle bir ettiğini göstermeye yeterliydi.

Siparişler ve aşı şirketlerinin hesabına yatırılan paralar sebebiyle, nihayetinde düşük ve orta gelirli ülkelerin alabileceği az miktarda aşı kaldı. Bu ülkelerin çoğu zaten DSÖ’nün liderliğinde kurulan Küresel Aşı Girişimi-COVAX'tan gelecek yardıma bağımlı kaldı. Bugüne kadar 700 milyon doz için sözleşme yapan COVAX, 2021 sonuna kadar 2 milyar doz aşı almak istiyor ki bu, aşı alamamış ülkelerin nüfusunun sadece yüzde 20'sine yetecek bir miktar. Zengin ülkelerin kendi nüfuslarını aşıladıktan sonra, insaf edip ellerindeki fazla aşıları COVAX'a bağışlamaları umut ediliyor. Şu anda birçok kuruluş, bu organizasyon yapısıyla gidilirse, tüm insanlara aşının ulaşmasının 2024 yılını bulacağını dile getiriyorlar ki, bu oldukça korkutucu bir öngörü.

Halen bünyesinde 145 bin kişiyi bulunduran Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (MZF), aşı çalışmalarının aşırı düzeyde piyasalaşmasından rahatsızlığını dile getiriyor. Benzeri görülmemiş düzeyde kamu finansmanına rağmen, Covid-19 aşılarını geliştirmek için yarışan şirketlerin lisans anlaşmalarının gizli tutulmaya devam edilmesini eleştiren MZF, araştırma ve geliştirme (Ar-Ge), klinik deneyler ve 6 öncü aday Covid-19 aşısının üretimine 12 milyar dolardan fazla harcama yapıldığını bildirdi. Lisans anlaşmalarının şeffaflaştırılarak aşıların ‘kamu malı’ sayılmasını sağlamak için hükümetleri harekete geçmeye çağıran MZF, “Bu aşılar için vergi mükellefleri milyarlarca dolar ödeme yaptı, milyarlarca insanın hayatı söz konusu. Buna rağmen, aşılar konusunda gizlilik sürüyor. COVID-19 aşılarının fiyatı ve tedariği gibi kritik bilgilerden yoksunuz. Aşıya adil erişim konusu belirsizliğini koruyor” görüşünü savunuyor.  

Covid-19 konusunda gelinen noktada insanoğlu, geleneksel tedbirlerle pandemiyi yenemeyeceğini anlayarak aşı bulmaya yöneldi. Ancak ‘tarihin en hızlı bulunan aşısı’ olma özelliği taşıyan Covid-19 aşıları, dünyadaki adaletsizlik ve dengesizliklerden oluşan uçurumu iyice artırdı. Bu açıdan bakıldığında 2021 yılı Covid-19 aşıları üzerinden, insan olmanın gereklerinin evrensel bir anlayışla yerine getirilip getirilemeyeceğini sınamak için önemli bir zaman dilimi olacak gibi görünüyor.  

(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ocak-2021 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder