Cahit UYANIK
Türkiye, yaklaşık 1,5 yıldır çok yoğun
bir terör saldırısı altında. Süreç, 20 Temmuz 2015 tarihinde Şanlıurfa'nın
Suruç ilçesinde Irak Şam İslam Devletine (IŞİD) bağlı bir canlı bombanın
gerçekleştirdiği saldırı ile başladı ve peşinden PKK’nın saldırıları da buna
eklendi. Devam eden bu terör dalgası, Fetullahçı Terör Örgütü'nün (FETÖ) 15
Temmuz 2016 tarihindeki kanlı darbe girişimi ile adeta gücünü artırarak tüm
Türkiye'yi sosyal, siyasal, hukuksal ve ekonomik açıdan çok olumsuz yönde
etkiledi. Bu dalganın önümüzdeki
yıllarda da etkisini devam ettireceği şimdiden görülebiliyor.
Jandarma Genel Komutanlığının bir çalışmasında;
terör eylemlerinin ortak özelliği “Bir ülkenin ekonomik, toplumsal, siyasal ve
anayasal yapılarını sarsmak ya da yıkmak amacıyla bilerek ve kasten yapılmış
olmalarıdır” şeklinde tanımlanıyor. Bu anlamda Türkiye’nin 1,5 yıldır yaşadığı
süreç, ileride “vak’a analizi” olarak ders kitaplarına, yüksek lisans veya
doktora tezlerine konu olabilecek özellikler
taşıyor. Ben de bu yazımda; terörün Türkiye’ye ekonomik faturasını geniş bir
yelpazede ve yenilikçi bir bakış açısıyla analiz etmeye çalışacağım.
Şu anda Başbakan Yardımcısı ve Hükümet
Sözcüsü olan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un Ak Parti’nin yönetim kademesinde iken
yaptırdığı en son araştırmaya göre; Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da yaşanan yaygın
terör ve asayiş olaylarının ekonomiye 28 yıllık maliyetinin (1984-2012 yılları)
doğrudan ve dolaylı etkileriyle birlikte 1 trilyon 200 milyar dolara ulaştığı
tahmin edilmişti. Demek ki PKK terörünün ülke ekonomisine verdiği zarar, yılda
ortalama 40 milyar dolar olarak hesaplanmıştı. Bu yıllık ortalama rakama saygı
gösterilirse, 2016 yılı bittiğinde PKK terörünün maliyetinin 160 milyar dolar
daha artarak 1 trilyon 360 milyar dolara ulaştığını rahatça söyleyebiliriz. Türkiye’nin
gayri safi yurt içi hasılasının 800-850 milyar dolar olduğu da hatırlanırsa,
katlanılan maliyetin büyüklüğü kolayca anlaşılabilir.
Peki Türkiye!nin FETÖ’den gördüğü zarar
ne kadar olabilir? Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, darbe girişiminden
iki hafta sonra yaptığı açıklamada hasar gören kamu malları (savaş uçakları,
helikopterler, silahlar, binalar vb.)
sebebiyle zararı 90 milyar euro yani 100 milyar dolar olarak açıklamış
ve eklemişti: “Bu zarar yeni gelen bilgi ve verilerle artabilir. Tabii orta vadede tüm maliyet çıkacak. Darbeciler
Türkiye’yi üçüncü dünya ülkesi görüntüsüne soktu. Yurtdışından mal siparişleri
ve turistik tesislerde rezervasyonlar iptal edildi. Sokaklarda tankların
olduğu, Meclis’in bombalandığı görüntülerden sonra (mal sipariş edenler ve
turistler) gelmiyorlar".
Darbe girişiminin
üzerinden 6 ay geçti ve Türkiye ekonomisinin Temmuz-Eylül 2016 döneminde yüzde
1,8 küçüldüğü resmen açıklandı. Bu küçülmenin içinde Rusya ekonomik ambargosu
ve diğer olumsuz şartlar da var. Ama en büyük payın, yarattığı şok dalgasıyla
darbe girişiminde olduğu kesin. 2015 yılının üçüncü çeyreği ile aynı düzeyde
büyüyebilmek için gereken rakam ile ilan edilen ekonomik küçülme arasındaki
fark 4 milyar dolarlık üretim azalmasını gösteriyor. Bu azalmanın yarı yarıya
darbe girişiminden kaynaklandığı varsayılırsa 2,5 ayda (15 Temmuz 2016-30 Eylül
2016 arası) FETÖ terörü kaynaklı kaybın 2 milyar dolardan fazla olduğu
söylenebilir. Kayıp rakamına, olması gereken yüzde 3-4’lük büyüme rakamının
sağlayacağı hasılanın yarısı eklendiğinde (FETÖ’nün artmasını engellediği
üretim olarak) toplam GSMH kaybının 2,5 ayda 10 milyar dolara yaklaştığını
kolayca söyleyebiliriz. Yani ‘ara toplam’ yaptığımızda PKK (1984-2016)+FETÖ (2016
3. çeyreği) terörünün Türkiye’ye faturasının 1,5 trilyon dolar olduğunu hemen görebiliyoruz.
Kamu idarecileri
tarafından her fırsatta FETÖ’nün klasik terör örgütlerinden farklı, yeni nesil
bir terör örgütü olduğu dile getiriliyor. Terörün sadece bombalı ve silahlı
eylemler değil; legal görünümlü, silah gerektirmeyen ancak çok ciddi siyasal,
sosyal, ekonomik ve hukuki sonuçlar yaratabilen gizli eylemler yoluyla
gerçekleştirilebildiğinin canlı örneğinin FETÖ olduğu vurgulanıyor. Bu sebeple
FETÖ’nün ülkeye maliyetine değişik bir gözle bakmak gerekiyor.
Prof. Dr. Kurtulmuş’un
PKK terörünüm ülkeye maliyeti için yaptırdığı geriye dönük analiz, henüz FETÖ
için yapılmış değil. Terör operasyonlarında tutuklanan asker, hakim, savcı,
polis, doktor, iş adamı, öğretmen, öğretim üyesi, hemşire, idari memur, vaiz vb.
kişilerin okudukları devlet okullarında onlar için yapılan harcamalar, bu
kişilere ödenen maaşlar, yolluklar, ikramiyeler ve ödüller; iş adamlarına
yapılan teşvik ve destek ödemeleri, sağlanan vergi indirimleri gibi devlet ödemeleri
terör örgütü finansmanında kullanılmış olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca bu örgüt
mensuplarının kendi hedefleri doğrultusunda, hukuka aykırı şekilde verdiği
kararlar sebebiyle; devletin mağdurlara ödemek zorunda kaldığı ve kalacağı
tazminatlar da (Ergenekon Davası mağdurları gibi) bu listeye eklenebilir. Sınav
yolsuzlukları sebebiyle uğranılan zararlar, sosyal yardım ödemelerinde yapılan usulsüzlükler,
devlet ihalelerinde dönen tezgahlar, vergi denetiminden kaçırılarak yurt dışına
götürülen yasa dışı fonlarla ilgili
kayıplar vb. birçok kalem de listeye eklenebilir.
Tabii FETÖ
operasyonları sonrası devletin el koyduğu çok sayıda üniversite, özel okul, hastane,
maden, şirket, vakıf, dernek bulunuyor. El konularak Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu’na (TMSF) devredilen şirket sayısının 700’ü geçtiği ve toplam değerlerinin
20 milyar dolara ulaştığı belirtiliyor. El konulan üniversiteler vb. diğer
varlıklarla birlikte toplam değerin 30-35 milyar doları geçebileceği tahmin
ediliyor.
Bir süre sonra FETÖ’nün
Türkiye’ye verdiği zararın çerçevesinin çizilerek ayrıntılı hesaplamalar
yapılması gerekiyor. Söz gelimi FETÖ’nün
ülkeye faturası hesaplanırken; az önce bahsettiğim el konulan varlıkların;
toplam zarar rakamından düşülmesi gerekiyor. PKK’dan daha eski bir örgütlenme
olan FETÖ’nün, yaklaşık 50 yıllık bir geçmişi olduğu düşünülüyor. FETÖ’nün iyi
analiz edilerek ne zamandan itibaren bir dini cemaat boyutundan farklılaşarak,
devleti ele geçirmeye yönelik bir terör örgütüne doğru evrilmeye başladığı
belirlenip hasar tespitine girişilebilir. Bu konuda Meclis’te kurulan ve
Ocak-2017’de faaliyetlerini sona erdirerek birkaç ay içinde raporunu açıklaması
beklenen 15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu ile darbe girişimini
yürüten beyin takımına yönelik açılacak ceza davasının iddianamesinin bir çıkış
noktası sağlayabileceğini düşünüyorum. Bunun haricinde bürokrasideki raporlar, üniversitelerde
yapılacak yüksek lisans ve doktora tezi çalışmaları da bu kompleks yapılanmanın
ekonomiye etkisini belirlemekte yol gösterici olabilecektir.
Türkiye’nin son 1,5
yılda uğraştığı bir başka terör örgütü ise IŞİD. Bu örgütün Türkiye’ye
verdirdiği çok sayıdaki insan kaybının yanı sıra, özellikle turizm ve dış
ticarete olumsuz etki yaptığı bir gerçek. Özellikle Batılı turistlerin IŞİD’i
gerekçe göstererek Türkiye’ye gelmekten kaçındığı biliniyor. Ayrıca IŞİD ile
YPG’ye yönelik olarak yaklaşık 4 aydır devam eden ve güvenli bölge oluşturmanın
hedeflendiği Fırat Kalkanı Operasyonun masraflarını da terörün toplam faturasına
eklemek gerekiyor.
Bütün bunlar gösteriyor
ki PKK ve FETÖ’nün hesaplanabilen 1,5 trilyon dolarlık maliyetinin üstüne;
henüz ayrıntıları ortaya konulmamış çalışmaların yapılmasıyla 1,5 trilyon dolar
daha eklenebilir. Böylece terörün Türkiye’ye 30-35 yıllık faturası 3 trilyon
dolara yükselebilir. Geriye dönük bir
analiz yapıldığında; yaygın, yoğun, uzun süreli, geniş kitleler ve önemli
ekonomik faaliyetler üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri dikkate
alındığında PKK+FETÖ+IŞİD+DİĞER TERÖR
ÖRGÜTLERİ sebebiyle ortaya çıkabilecek 3 trilyon dolarlık fatura akla yatkın
geliyor. Böylece bu rakam 1984-2016 arasındaki 32 yılda, terörün ortalama
maliyetinin yıllık 94 milyar dolar olarak belirlenebileceğini düşündürüyor. Zaman
zaman 1960’ların sonunda aynı gelir düzeyinde iken, aradan geçen 40-50 yılda Türkiye’yi ikiye veya üçe katlayan ülkeler olduğu
belirtiliyor. Gizli veya açık terör faaliyetleri; Türkiye’nin ekonomik refah
yarışında benzer ülkelerden neden geride kaldığını açıklamaya yardımcı en
önemli unsur olabilir.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Ocak 2017 sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder