Cahit UYANIK
Türkiye’nin yönetim
sistemini değiştirerek ‘Türk Tipi Başkanlık’ modeline geçmek için gerçekleştireceği
anayasa referandumu ilkbahar aylarında yapılacak. Eğer anayasa değişikliği halk
tarafından kabul edilirse başkanlık sisteminin devlet ve ekonomi idaresine istikrar
getirerek, ülke ekonomisinin gelecekte daha iyi bir performans göstereceği ileri
sürülüyor. Meclis’te kabul edilen anayasa değişikliğinin gerekçesinde,
1983-2016 arasındaki 33 yılda 21 hükümet kurulduğu ve hükümetlerin ortalama
ömrünün 1,5 yıl olduğu ifade edilerek, yeni sistemle ülke idaresinde istikrar
yakalanacağı vurgulanıyor.
Peki bu yeni sistemde ekonomi
yönetimi nasıl şekillenecek? Anayasa değişikliği, Bakanlar Kurulunu kaldırarak
bakanların Meclis dışından atanması usulünü getiriyor ve bu haliyle Amerikan
tipi başkanlık modeline benziyor. Benzemesine benziyor ama, ABD’de olduğu gibi
bakanlar atanma sürecinde sıkı bir Meclis denetiminden geçecek mi, bilinmiyor… Bakanların
liyakatinin nasıl bir ön denetime tabi olacağı belirsizliğini koruyor. Ne
demeye çalıştığımı bir örnek vererek anlatayım:
20 Ocak 2017 tarihinde
görevine başlayan ABD’nin 45’inci Başkanı Donald Trump’ın Hazine Bakan Adayı Steven Mnuchin, kendinin bu göreve layık olduğunu
ispat edebilmek için ABD Senatosunda 8 saat boyunca ter döktü. Mnuchin,
Finansal Hizmetler Komitesinde sunum yaptı ve senatörlerin sert sorularına
maruz kaldı. Senatörler Trump’ın Rusya ile ilgili ılımlı düşüncelerini
bildikleri için Mnuchin’i bu konuda sıkıştırdılar ve "Rusya'ya yönelik
yaptırımları uygulamaya kararlı mısın?" sorusunu yönelttiler. Mnuchin, “Yüzde
100 kararlıyım. Başkan seçilen Trump'ın yaptırımlarının ancak daha iyi bir
anlaşma yapıldığında ve karşılığında bir şey aldığımızda değiştireceği
konusunda çok açık olduğunu düşünüyorum" dedi. Mnuchin'in Kongre Etik
Ofisine beyan ettiği kişisel mal varlığı belgeleri de ciddi bir sorgulama
geçirmesine sebep oldu. Beyanının Cayman Adaları'ndaki yaklaşık 100 milyon
dolarlık varlıklarını içermediğini belirten senatörler; “Hazine Bakanı olarak
vergi reformunda, kendiniz gibi olağanüstü derecede zengin kişilerin suistimal
edebileceği boşlukları kapatacak mısınız?" sorusunu yönelttiler. Bunun
üzerine Mnuchin, avukatının kendisini Cayman Adaları'ndaki gayrimenkullerinin
Kongreye beyan edilmesi gerekmediği şeklinde yönlendirdiğini aktararak "Cayman
Adaları'ndaki şirketleri hiçbir zaman kendim için vergi kaçırmak için
kullanmadım. Oradan elde edilen tüm gelirler için ABD'ye vergi ödedim" şeklinde
konuştu.
Bu
örnekten yola çıkarsak; anayasa değişikliği halk tarafından kabul edildiği
taktirde, halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı; söz gelimi Hazineden Sorumlu
Devlet Bakanı görevine atamak istediği ismi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna
göndererek milletvekillerinin sorgulamasına maruz bırakacak mı? Yoksa
Cumhurbaşkanı, bir sayfalık basın bülteni ile bakanların listesini kamuoyuna
duyurup, liste Resmi Gazete’de yayınlanmadan önce bilgilendirme amaçlı olarak
TBMM’ye resmi yazı ile bildirmekle mi yetinecek? Türkiye’de bu konularda henüz
bir demokratik gelenek veya usul hukuku mevcut değil. Referandum sonrası ilk
genel seçimlerin ve cumhurbaşkanı seçiminin 2019 yılı Kasım ayında yapılması
öngörülüyor. Yani böylece ilk ‘Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ de 2019 yılının son
günlerinde oluşacak. İşte o zamana kadarki yaklaşık 2,5 senelik sürenin, bu tip
usul hukuku hazırlıkları ile geçirilmesi gerekiyor.
Türkiye
ekonomisi 2008’de tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz dalgasından
oldukça olumsuz etkilendi. Yüzde 5-6 büyüme ortalamasına sahip olan ekonomi,
yüzde 3’e razı olmak durumunda kaldı. Sonuçta işsizlik rakamları büyüyerek
yüzde 12 sınırına kadar dayandı. Yerli ve yabancı tüm ekonomi uzmanları
“Türkiye ekonomisinin yeni bir hikayeye ihtiyacı var” düşüncesinde birleşiyor.
Bu hikaye Türkiye ekonomisinin güçlü bir hukuk alt yapısı desteği ile yetişmiş
insan kalitesini artırması beklentisine dayanıyor. İşte anayasa değişikliği
Cumhurbaşkanına oldukça geniş yönetim yetkileri tanıyor. Ekonomiyi yönetirken
göstereceği performans da ulaşacağı sonuçlar itibarıyla, ikinci defa
Cumhurbaşkanı seçilebilmek için çok önemli.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım ile
ekonomi yönetimindeki tüm bakanlar, “Türkiye ekonomisinin yeni hikayesinin
referandum sonrası başlayacağını” dile getirerek beklentileri yükseltiyorlar.
Bu
noktada Türkiye’nin ekonomi yönetimi modelinin geçmişine göz atmakta fayda var.
Ekonomi yönetimi en son 1983 yılında dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından
köklü bir değişime tabi tutulmuştu. Özal, Maliye Bakanlığının ekonomi
yönetimindeki rolünü çok azaltarak, bir çok yetkiyi Hazine ve Dış Ticaret
Müsteşarlığı üzerinden kendi eline almıştı.
Türkiye, uzun yıllar Özal’la uyumlu çalışan, teknik bilgi kapasitesi
oldukça yüksek güçlü bürokratlarla yoluna devam etmişti. Çoğu yurt dışından
getirtilen bu bürokratlar ekonomi yönetiminde “Prensler Dönemi”ni başlatmıştı.
“Prensler Dönemi” Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sona erdi ama Başbakan’ın
kontrolündeki ekonomi yönetimi modeline fazla dokunulmadı. Değişen başbakanlar,
ellerindeki yetkileri Hazineden Sorumlu Devlet Bakanları ile paylaştılar. Bu
geleneğin en bilinen temsilcileri Güneş Taner, Işın Çelebi, Kemal Derviş, Ali
Babacan’dı. Halen bu geleneğin en sonuncu temsilcisi Hazineden Sorumlu Devlet
Bakanı Mehmet Şimşek…
Türkiye’nin
bankacılık sektörü başta olmak üzere ekonomi yönetiminde yaşadığı sorunlara
2001 Ekonomik Krizi sonrasında da müdahale edildi. Uluslararası Para Fonu (IMF)
ve Dünya Bankasının yönlendirmeleriyle bağımsız düzenleyici ve denetleyici
kurumlar sisteme başarılı bir şekilde monte edildi. Bu kurumların en bilineni,
dış dünya tarafından da takdirle izlenen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurumu (BDDK)… Çok güçlü bir mevzuat ve denetim alt yapısıyla bankacılık
sektörünü kontrol altında tutan BDDK, halen tüm dünyadaki benzer yapılanmalara
örnek olarak gösteriliyor. Merkez Bankasına bağımsızlık tanınması da 2001 yılı
sonrasındaki en büyük ekonomi yönetimi reformlarından biriydi. Merkez Bankası
bu haliyle Avrupa Birliği’nin (AB) istediği kriterlere uyum sağlayabilen ilk
kurumlardan olmuştu. Yani sonuçta şu anda ekonomi yönetimi siyasilerin idare
ettiği ve siyasilerin yöneticilerini atadığı ancak özerklik tanıdığı kurumlarca
idare ediliyor.
Başkanlık
sistemine geçildiğinde mevcut bakanlık sayısının korunup korunmayacağı, ekonomi
ile ilgili bakanlıkların hepsinin tek çatı altına alınıp alınmayacağı, bağımsız
düzenleyici ve denetleyici kurumların güç ve yetkilerinin azaltılıp
azaltılmayacağı belirsizliğini koruyor. Ak Parti 2003 yılında iktidara
geldiğinde bakanlık sayısında büyük bir azaltıma gitmişti. Dünyanın en güçlü
ekonomisi olan ve başkanlıkla yönetilen ABD’de Kongre tarafından yaratılmış
bakanlıklar bulunuyor. Bu bakanlıkların
başına Başkan tarafından önerilen isimler Kongre’nin onayı ile
atanıyorlar. “Başkan’ın Kabinesi” olarak
bilinen bu kurulda, 15 bakanlık bulunuyor. Bu bakanlıklar şunlar:
“Tarım Bakanlığı, Ticaret
Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Sağlık ve
İnsan Hizmetleri Bakanlığı, İç Güvenlik Bakanlığı, İskân ve Kentsel Kalkınma
Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Dış İşleri
Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Maliye (Hazine) Bakanlığı, Gaziler Bakanlığı.“
Bu 15
bakanlığın 6’sının ekonomi ile doğrudan ilgili olduğu görülebiliyor. Ayrıca
ABD’de çoğu ekonomiyle ilgili bir çok bağımsız kurum da görev yapıyor. ABD
Merkez Bankası (FED) bunlar içinde en fazla tanınmış olanı denilebilir. ABD’nin federal bir devlet olduğunu
unutmamakla birlikte, başkanlıkla yönetilen tüm ülkelerde “dar kabine” modeli
uygulandığı biliniyor. Bu durumda Türkiye’de de gelecekte daha az sayıda
bakandan oluşan bir “Cumhurbaşkanı Kabinesi” modeli ile karşılaşmak sürpriz
olmasa gerek.
Türkiye ekonomi
yönetiminin gösterdiği tarihi gelişim, başkanlık sisteminin dünya uygulama
örnekleri, Türkiye’nin AB’ye yönelimi ve dünya ekonomisinin gerçekleri
gösteriyor ki; gelecekte bir kısmı Cumhurbaşkanı tarafından idare edilen, bir
kısmı da Cumhurbaşkanının atadığı uzman bürokratlar tarafından yönetilen
bağımsız kurumları ekonomi yönetiminde görmeye devam edeceğiz. Ekonomi
yönetiminin gelecekte tamamen siyasi etkilere maruz bırakılabileceği yönündeki tahminler
ise pek isabetli görünmüyor.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Şubat-2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder