28 Şubat 2017 Salı

“TÜRK TİPİ BAŞKANLIK”TA EKONOMİ YÖNETİMİ NASIL OLABİLİR?


Cahit UYANIK

Türkiye’nin yönetim sistemini değiştirerek ‘Türk Tipi Başkanlık’ modeline geçmek için gerçekleştireceği anayasa referandumu ilkbahar aylarında yapılacak. Eğer anayasa değişikliği halk tarafından kabul edilirse başkanlık sisteminin devlet ve ekonomi idaresine istikrar getirerek, ülke ekonomisinin gelecekte daha iyi bir performans göstereceği ileri sürülüyor. Meclis’te kabul edilen anayasa değişikliğinin gerekçesinde, 1983-2016 arasındaki 33 yılda 21 hükümet kurulduğu ve hükümetlerin ortalama ömrünün 1,5 yıl olduğu ifade edilerek, yeni sistemle ülke idaresinde istikrar yakalanacağı vurgulanıyor. 

Peki bu yeni sistemde ekonomi yönetimi nasıl şekillenecek? Anayasa değişikliği, Bakanlar Kurulunu kaldırarak bakanların Meclis dışından atanması usulünü getiriyor ve bu haliyle Amerikan tipi başkanlık modeline benziyor. Benzemesine benziyor ama, ABD’de olduğu gibi bakanlar atanma sürecinde sıkı bir Meclis denetiminden geçecek mi, bilinmiyor… Bakanların liyakatinin nasıl bir ön denetime tabi olacağı belirsizliğini koruyor. Ne demeye çalıştığımı bir örnek vererek anlatayım:


20 Ocak 2017 tarihinde görevine başlayan ABD’nin 45’inci Başkanı Donald Trump’ın Hazine Bakan Adayı Steven Mnuchin, kendinin bu göreve layık olduğunu ispat edebilmek için ABD Senatosunda 8 saat boyunca ter döktü. Mnuchin, Finansal Hizmetler Komitesinde sunum yaptı ve senatörlerin sert sorularına maruz kaldı. Senatörler Trump’ın Rusya ile ilgili ılımlı düşüncelerini bildikleri için Mnuchin’i bu konuda sıkıştırdılar ve "Rusya'ya yönelik yaptırımları uygulamaya kararlı mısın?" sorusunu yönelttiler. Mnuchin, “Yüzde 100 kararlıyım. Başkan seçilen Trump'ın yaptırımlarının ancak daha iyi bir anlaşma yapıldığında ve karşılığında bir şey aldığımızda değiştireceği konusunda çok açık olduğunu düşünüyorum" dedi. Mnuchin'in Kongre Etik Ofisine beyan ettiği kişisel mal varlığı belgeleri de ciddi bir sorgulama geçirmesine sebep oldu. Beyanının Cayman Adaları'ndaki yaklaşık 100 milyon dolarlık varlıklarını içermediğini belirten senatörler; “Hazine Bakanı olarak vergi reformunda, kendiniz gibi olağanüstü derecede zengin kişilerin suistimal edebileceği boşlukları kapatacak mısınız?" sorusunu yönelttiler. Bunun üzerine Mnuchin, avukatının kendisini Cayman Adaları'ndaki gayrimenkullerinin Kongreye beyan edilmesi gerekmediği şeklinde yönlendirdiğini aktararak "Cayman Adaları'ndaki şirketleri hiçbir zaman kendim için vergi kaçırmak için kullanmadım. Oradan elde edilen tüm gelirler için ABD'ye vergi ödedim" şeklinde konuştu.

Bu örnekten yola çıkarsak; anayasa değişikliği halk tarafından kabul edildiği taktirde, halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı; söz gelimi Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı görevine atamak istediği ismi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna göndererek milletvekillerinin sorgulamasına maruz bırakacak mı? Yoksa Cumhurbaşkanı, bir sayfalık basın bülteni ile bakanların listesini kamuoyuna duyurup, liste Resmi Gazete’de yayınlanmadan önce bilgilendirme amaçlı olarak TBMM’ye resmi yazı ile bildirmekle mi yetinecek? Türkiye’de bu konularda henüz bir demokratik gelenek veya usul hukuku mevcut değil. Referandum sonrası ilk genel seçimlerin ve cumhurbaşkanı seçiminin 2019 yılı Kasım ayında yapılması öngörülüyor. Yani böylece ilk ‘Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’ de 2019 yılının son günlerinde oluşacak. İşte o zamana kadarki yaklaşık 2,5 senelik sürenin, bu tip usul hukuku hazırlıkları ile geçirilmesi gerekiyor. 

Türkiye ekonomisi 2008’de tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik kriz dalgasından oldukça olumsuz etkilendi. Yüzde 5-6 büyüme ortalamasına sahip olan ekonomi, yüzde 3’e razı olmak durumunda kaldı. Sonuçta işsizlik rakamları büyüyerek yüzde 12 sınırına kadar dayandı. Yerli ve yabancı tüm ekonomi uzmanları “Türkiye ekonomisinin yeni bir hikayeye ihtiyacı var” düşüncesinde birleşiyor. Bu hikaye Türkiye ekonomisinin güçlü bir hukuk alt yapısı desteği ile yetişmiş insan kalitesini artırması beklentisine dayanıyor. İşte anayasa değişikliği Cumhurbaşkanına oldukça geniş yönetim yetkileri tanıyor. Ekonomiyi yönetirken göstereceği performans da ulaşacağı sonuçlar itibarıyla, ikinci defa Cumhurbaşkanı seçilebilmek için çok önemli.  Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım ile ekonomi yönetimindeki tüm bakanlar, “Türkiye ekonomisinin yeni hikayesinin referandum sonrası başlayacağını” dile getirerek beklentileri yükseltiyorlar.

Bu noktada Türkiye’nin ekonomi yönetimi modelinin geçmişine göz atmakta fayda var. Ekonomi yönetimi en son 1983 yılında dönemin başbakanı Turgut Özal tarafından köklü bir değişime tabi tutulmuştu. Özal, Maliye Bakanlığının ekonomi yönetimindeki rolünü çok azaltarak, bir çok yetkiyi Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı üzerinden kendi eline almıştı.  Türkiye, uzun yıllar Özal’la uyumlu çalışan, teknik bilgi kapasitesi oldukça yüksek güçlü bürokratlarla yoluna devam etmişti. Çoğu yurt dışından getirtilen bu bürokratlar ekonomi yönetiminde “Prensler Dönemi”ni başlatmıştı. “Prensler Dönemi” Özal’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle sona erdi ama Başbakan’ın kontrolündeki ekonomi yönetimi modeline fazla dokunulmadı. Değişen başbakanlar, ellerindeki yetkileri Hazineden Sorumlu Devlet Bakanları ile paylaştılar. Bu geleneğin en bilinen temsilcileri Güneş Taner, Işın Çelebi, Kemal Derviş, Ali Babacan’dı. Halen bu geleneğin en sonuncu temsilcisi Hazineden Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek…      

Türkiye’nin bankacılık sektörü başta olmak üzere ekonomi yönetiminde yaşadığı sorunlara 2001 Ekonomik Krizi sonrasında da müdahale edildi. Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankasının yönlendirmeleriyle bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumlar sisteme başarılı bir şekilde monte edildi. Bu kurumların en bilineni, dış dünya tarafından da takdirle izlenen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK)… Çok güçlü bir mevzuat ve denetim alt yapısıyla bankacılık sektörünü kontrol altında tutan BDDK, halen tüm dünyadaki benzer yapılanmalara örnek olarak gösteriliyor. Merkez Bankasına bağımsızlık tanınması da 2001 yılı sonrasındaki en büyük ekonomi yönetimi reformlarından biriydi. Merkez Bankası bu haliyle Avrupa Birliği’nin (AB) istediği kriterlere uyum sağlayabilen ilk kurumlardan olmuştu. Yani sonuçta şu anda ekonomi yönetimi siyasilerin idare ettiği ve siyasilerin yöneticilerini atadığı ancak özerklik tanıdığı kurumlarca idare ediliyor.

Başkanlık sistemine geçildiğinde mevcut bakanlık sayısının korunup korunmayacağı, ekonomi ile ilgili bakanlıkların hepsinin tek çatı altına alınıp alınmayacağı, bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurumların güç ve yetkilerinin azaltılıp azaltılmayacağı belirsizliğini koruyor. Ak Parti 2003 yılında iktidara geldiğinde bakanlık sayısında büyük bir azaltıma gitmişti. Dünyanın en güçlü ekonomisi olan ve başkanlıkla yönetilen ABD’de Kongre tarafından yaratılmış bakanlıklar bulunuyor.  Bu bakanlıkların başına Başkan tarafından önerilen isimler Kongre’nin onayı ile atanıyorlar.  “Başkan’ın Kabinesi” olarak bilinen bu kurulda, 15 bakanlık bulunuyor.  Bu bakanlıklar şunlar:

Tarım Bakanlığı, Ticaret Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı, Enerji Bakanlığı, Sağlık ve İnsan Hizmetleri Bakanlığı, İç Güvenlik Bakanlığı, İskân ve Kentsel Kalkınma Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Dış İşleri Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Maliye (Hazine) Bakanlığı, Gaziler Bakanlığı.“

Bu 15 bakanlığın 6’sının ekonomi ile doğrudan ilgili olduğu görülebiliyor. Ayrıca ABD’de çoğu ekonomiyle ilgili bir çok bağımsız kurum da görev yapıyor. ABD Merkez Bankası (FED) bunlar içinde en fazla tanınmış olanı denilebilir.  ABD’nin federal bir devlet olduğunu unutmamakla birlikte, başkanlıkla yönetilen tüm ülkelerde “dar kabine” modeli uygulandığı biliniyor. Bu durumda Türkiye’de de gelecekte daha az sayıda bakandan oluşan bir “Cumhurbaşkanı Kabinesi” modeli ile karşılaşmak sürpriz olmasa gerek. 

Türkiye ekonomi yönetiminin gösterdiği tarihi gelişim, başkanlık sisteminin dünya uygulama örnekleri, Türkiye’nin AB’ye yönelimi ve dünya ekonomisinin gerçekleri gösteriyor ki; gelecekte bir kısmı Cumhurbaşkanı tarafından idare edilen, bir kısmı da Cumhurbaşkanının atadığı uzman bürokratlar tarafından yönetilen bağımsız kurumları ekonomi yönetiminde görmeye devam edeceğiz. Ekonomi yönetiminin gelecekte tamamen siyasi etkilere maruz bırakılabileceği yönündeki tahminler ise pek isabetli görünmüyor.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Şubat-2017 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder