Cahit UYANIK
Son 10 yıldır dünyada bir Çin
fırtınasıdır esiyor. 1970 ve 80'li yıllarda gazetelerde yayımlanan "Uyuyan
Dev: Çin" başlıklı köşe yazıları ve dizi yazılar gerçek oldu. Uyuyan dev
uyandı. Çin'in uyanma dönemi Türkiye'nin de ekonomisini dışa açma ve enflasyon
belası ile mücadele etme dönemine rast geldi. Daha 2 yıl önce vitrinlerine
"Ne alırsan 1 YTL" diye yazılan ve Çin malı satan mağazalar hepimizin
akıllarında. Çin, tüm dünyadan sermaye çeken, çektiği sermaye ile üretim
yaparak bunu yeniden tüm dünyaya satmaya çabalayan adeta dev bir 'pompa'yı
andırıyor. Pompanın en önemli güç kaynağını ise bir hesaba göre 1.3, bir hesaba
göre de (kayıtsız nüfus nedeniyle) 1.4 milyar kişiye ulaşan nüfus ve ucuz
iş gücü oluşturuyor. Çin'in nüfusu, dünya nüfusunun neredeyse yüzde 20'sine
karşılık geliyor.
Çin'de çalışanların saatlik ücreti 0.64
dolar düzeyinde. Bu rakam ABD'de 21 doları geçerken, 30 ülkelik bir grup
incelendiğinde ortalama saat ücreti 14.2 dolar olarak belirlendi. Türkiye'de
ise 2003 yılı itibarıyla bu rakam 6.92 dolar düzeyinde bulunuyor. Bu basit
gösterge bile Çin'in ucuz iş gücü konusunda baş edilemez rekabet gücünü ortaya
koyuyor. Çin ekonomisinin ulaştığı büyüklük ise 2.5 trilyon dolar. Aslında bu
yazının konusu bizzat Çin ekonomisi değil. Bu verileri, ileride
okuyacaklarınıza bir temel oluşturması açısından verdim. Yazıda daha çok Çin
ekonomisinin Türk ekonomisi ile ilişkileri ve gelecekte neler olabileceği
üzerine yoğunlaştık.
Türkiye'nin Çin ile ticareti yıllık 12
milyar dolara yaklaşıyor. Bunun neredeyse 10'da 1'i kadarı bizim bu ülkeye
ihracatımızı oluşturuyor. Geri kalan ise ithalat. Yani iki ülke arasında, geride
kalan 4-5 yıl içinde dış ticaret makası iyice açılmış durumda. Bunun nedeni ise
belli: Çin'deki ucuz ara mamul ve sanayi malları sebebiyle, başka ülkeler
yerine ithalatta Çin tercih ediliyor. Çin'den yapılan ithalatın bir kısmı,
üzerine katma değer eklenerek mamul mal olarak üçüncü ülkelere satılıyor.
Burada ilk bakışta fazla sorun yok gibi görünüyor. Ama Çin'den yapılan bu ara
mamullerin Türkiye'deki yani iç pazardaki üreticileri, Çin'in ucuz fiyatlarıyla
baş edemiyorlar. Yani Çin, Türkiye'deki ara mamul üreten sanayicilerin de
rakibi. Çin'den ithalatın bir kısmı da iç pazardaki tüketime yönelik. Bundan
birkaç yıl önce İstanbul Atatürk Havalimanında, Konya'dan Çin'in ismini ilk
defa duyduğum bir kentine makine bakmaya giden iş adamıyla tanıştığımda, Çin
gerçeğinin ne demek olduğunu iyice anlamıştım. O iş adamı Çin'e gitme nedenini,
oradaki makinenin daha ucuz olmasına bağlıyordu.
Ama aradan geçen yıllarda Türkiye, Çin'in
sırf bir rakip değil aynı zamanda dev bir pazar olduğunu anladı. Hem de aç bir
pazar. Öyle ki Çin'in nüfusunun yüzde 4'ü yani 50 milyonu (Orta büyüklükte bir
ülke kadar) 20 bin dolardan fazla bir gelire sahip bulunuyor. 180 milyon kişi
orta gelir düzeyinde bulunuyor. Türkiye bunu anlaması ile birlikte, Çin'le
ilişkilerinde daha akılcı ve mantıklı adımlar atmaya başladı. Türkiye, artık bu
ülke ile ilişkilerini çok boyutlu ve stratejik ortaklık temelinde geliştirmek
istiyor. Geçtiğimiz günlerde Çin Ticaret Bakanı Bo Xilai, beraberindeki büyük
bir grup iş adamı ile İstanbul ve Ankara'yı ziyaret etti. Bu birkaç günlük
ziyaret sırasında, Çinliler 300 milyon dolarlık alım bağlantısı yaptılar ki; bu
rakam Türkiye'nin Çin'e yıllık ihracatının dörtte birini denk geliyor. Böylece
Çin'in ne kadar büyük bir pazar olduğu da bir kez daha anlaşılmış oldu.
Türkiye bu ziyaret sırasında, Çin'e iki
önemli anlaşma imzalamayı teklif etti. Bunlar; stratejik ortaklık anlaşması ve
tercihli ticaret anlaşmaları. Taslaklar Çin tarafına verildi. Onlar anlaşmaları inceleyecek ve sonbahar aylarında
tekrar görüşülecek. Türkiye, tercihli ticaret sisteminin ilk aşamada
Türkiye'den Çin'e yapılacak ihracatın artırılmasına yönelik bir biçimde dizayn edilmesi ve uygulanması istiyor.
Tercihli ticaret anlaşmasının sonuçlarının ise orta ve uzun vadede görüleceği
düşünülüyor. Kısa vadeli hedef ise tarifelere daha fazla duyarlı ticaret
sistemi oluşturmak. Türkiye bu anlaşmaların esas etkisinin ise 'karşılıklı
yatırımları tetikleyici olması' şeklinde açıklıyor. Türkiye'nin hedefi Çin'le
ticareti 5 yıl içinde 50 milyar doları aşması.
İki ülke arasındaki ticaretin dengeye
kavuşması için en öncelikli projenin ise Türkiye'de bir Türk-Çin Ortak Sanayi
Bölgesi oluşturmak olduğu düşünülüyor. Projenin; Türkiye'nin güney bölgesinde
kurulması, Karadeniz-Akdeniz ve Hazar Denizi havzasında yer alan Türkiye'nin
gümrük birliği ya da Serbest Ticaret Anlaşması (STA) ilişkisi bulunduğu tüm
ülkeleri hedef alan mega bir proje şeklinde düşünülüyor. Önümüzdeki günlerde bu
tür yatırımlarla ilgilenen büyük Çinli firmalar Türkiye'ye gelecek. Mersin ve
İskenderun'da incelemelerde bulunacaklar. Çünkü Çin giderek yabancı sermaye
çeken bir ülke olmak kadar, yabancı sermaye ihraç eden bir ülke haline geliyor.
2005 yılında Çin'in dış ülkelerdeki yatırımı 5 milyar dolara yaklaştı.
Türkiye Çin pazarına giriş için birkaç ay
içinde Pekin ve Şanghay'da ticaret ofisleri projesini de yürürlüğe koyacak. Böylece Çin pazarı daha
yakından izlenip, ihracatçılarımız daha fazla bilgiye sahip olabilecek. Pazarda
karşılaşılan sorunlar ise yerinde çözülmeye çalışılacak. Türkiye aslında Dış
Ticaret Müsteşarlığı'nın başlattığı Asya Pasifik Stratejisi çerçevesinde Çin
pazarına girmek için çalışıyor. DTM'nin tespitlerine göre Çin, Türkiye
açısından inşaat malzemeleri, otomotiv yan sanayii, demir-çelik ve diğer maden
ve metal, kimyasallar, işlenmiş gıda ürünleri, hazır giyim, tekstil makineleri
ile müteahhitlik sektöründe potansiyel arz ediyor.
Çin'le ilişkilerde dikkate alınması
gereken bir başka unsur ise 2008 Pekin Olimpiyatları. Çin'in, bu olimpiyat
oyunları için, başkent Pekin'in modernizasyonu için 22 milyar dolar olmak üzere
toplam 34 milyar dolar harcayacağı hesaplanıyor. Pekin'de kullanılacak 32
tesisin 13'ü yenilenirken geri kalanları sıfırdan inşa ediliyor. Su sporlarına
ilişkin yarışmaların yapılacağı Quingdao'daki yatırımların maliyeti ise 9.1
milyar dolar düzeyinde. Türk firmaları bugüne kadar bu pastadan hiç pay
alamadılar. Ancak firmaların bu alanda yapılan son ihalelerden pay alabileceği
düşünülüyor.
2001'de iki ülke arasında imzalanan
anlaşma çerçevesinde; Türkiye Çin tarafından tanınan 23. resmi turist güzergahı
olmuştu. Hatta o günlerde Türkiye'ye yılda 2 milyon Çinli turist geleceği
yönünde değerlendirmeler yapılmıştı. Ama aradan geçen sürede bunun bir hayal
olduğu anlaşıldı. Bu sayı sadece 50 binler düzeyinde kaldı. Halen yurt dışında
tatil yapan 40 milyon Çinli turist var ve bunların çok çok azı Türkiye'yi
biliyor ve tercih ediyor. Ama yine de kötümser olunmamalı. Dünya Turizm
Örgütü'nün tahminlerine göre Çin, 2020 yılında 180 milyon turist çeken, 100
milyon turist gönderen bir ülke olacak. Turizm bu nedenle, iki ülke arasındaki
olumsuz ekonomik dengeleri, etkileyebilecek en önemli unsurlardan biri olarak
görülüyor. Türkiye zaten son görüşmelerde, hizmetler sektöründe Türk firmaları
için Çin pazarının açılmasını da istedi.
(Bu yazı, Türk Standartları Enstitüsü-TSE'nin aylık yayın organı Standard Dergisinin Temmuz-2007 tarihli sayısında yayınlanmıştır)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder