KREDİ DERECELENDİRME KURULUŞLARI, 2015’TE TÜRKİYE İÇİN 7 AYRI AYDA 7 KEZ NOT AÇIKLAYACAK
Cahit UYANIK
Cahit UYANIK
Türkiye, 1980’lerin
sonundan bu yana kredi derecelendirme (rating) kuruluşları ile içi içe yaşıyor.
Halkın ve Türk basınının, okulda notu
kıt öğretmenler için kullanılan “Sıfırcı Hoca” lakabını taktığı kredi
derecelendirme kuruluşları ile 2015 yılı boyunca da sık sık karşılaşacağız.
Dünyadaki 3 büyük ve önemli kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Moody’s
ve Standart and Poor’s’un (S&P) uzman heyetleri Türkiyeyi sık sık ziyaret
ederek, belli tarihlerde kredi notumuzu açıklayacaklar.
Buna göre Hazine
Müsteşarlığı ile resmi hizmet sözleşmesi bulunan Fitch Ratings; Türkiye’nin
kredi notu ve görünümünü 20 Mart 2015 ile 18 Eylül 2015’te açıklayacak. Aynı
şekilde, Hazine Müsteşarlığı ile resmi hizmet sözleşmesi bulunan diğer kredi
derecelendirme kuruluşu Moody’s ise not ve görünüm açıklama tarihlerini 10
Nisan 2015, 7 Ağustos 2015 ile 4 Aralık 2015 olarak ilan etti. Talep etmediği halde Türkiye için not
açıklayan yani Hazine Müsteşarlığı ile arasında 2013’ten bu yana herhangi resmi bir bağ bulunmayan S&P ise kredi notu ve görünüme ilişkin
açıklama yapma tarihlerini 8 Mayıs 2015 ile 6 Kasım 2015 olarak belirledi.
Böylece Türkiye ekonomisi ve siyaseti;
Mart (Fitch Ratings)
Nisan (Moody’s)
Mayıs (S&P)
Ağustos (Moody’s)
Eylül (Fitch Ratings)
Kasım (S&P)
Aralık (Moody’s)
olmak üzere, 7 ayını
not heyecanı ile geçirecek. Kredi
derecelendirme kuruluşları not açıklamaya uygun tüm ayları, kendi aralarında
kardeşçe paylaşmış görünüyorlar. Çünkü hiçbir kuruluş, aynı ayda not ve görünüm
ilan etmeyecek. Ancak hepsinin ortak noktası, 7 Haziran 2015’te yapılacak
milletvekilliği genel seçimi öncesi ve sonrasında olmak üzere, en az iki defa
not açıklama yönünde bir yol izlemeleri…
Kredi derecelendirme
kuruluşları Türkiye’de sık sık, açıkladıkları olumsuz notlar ve
değerlendirmeler nedeniyle ekonomi üzerinden siyaseti etkilemekle
eleştiriliyorlar. Geçmişten bu yana Türkiye ekonomisine daha ılımlı bir
yaklaşım sergileyen Fitch Ratings ile Moody’s’in genel seçimler öncesi, seçim
tarihinden hayli uzak not tarihleri açıklamaları dikkat çekiyor. Ancak
1994’teki ekonomik krizden bu yana; yani 21 yıldır Türkiye ile arası hayli
gergin olan S&P ise seçime 1 ay kala not açıklayarak hükümetle arasındaki
soğuk havayı yumuşatmaya yanaşmayacağını gösteriyor.
Her üç kredi derecelendirme kuruluşu da 1994’deki ekonomik kriz sonrasında Türkiyeyi yatırım yapılabilir ülke statüsünden çıkararak spekülatif seviyeye indirmişti. Aradan 18 yıl geçtikten sonra Fitch, 5 Kasım 2012 tarihinde Türkiye'nin uzun vadeli yabancı para cinsinden “BB+” ile "yatırım yapılabilir" seviyenin bir basamak altında olan kredi notunu bir basamak artırarak "yatırım yapılabilir" seviye olan "BBB-"ye yükseltmişti.
Moody's de aradan 19 yıl geçtikten sonra 16 Mayıs 2013
tarihinde Türkiye'nin uzun vadeli yabancı para cinsinden "Ba1" ile
"yatırım yapılabilir" seviyenin bir basamak altında olan kredi notunu
bir basamak artırarak "yatırım yapılabilir" seviye olan
"Baa3"e yükseltmişti. S&P ise Türkiye
için “spekülatif” notu açıklıyor ve aradan 21 yıl geçmiş olmasına rağmen henüz yatırım yapılabilir notu vermiş değil. S&P, 27 Mart 2013 tarihinde
Türkiye'nin uzun vadeli kredi notunu “BB”den, “BB+”ya yükseltmiş ve not
görünümünü durağan olarak korumuştu. Ancak yatırım yapılabilir seviye için
S&P’nin notu “BBB-“
düzeyine yükseltmesi gerekiyor.
Hakkında bu kadar çok
konuşsak da kredi derecelendirme kuruluşlarını pek tanımıyoruz. Yazının bu
bölümünde bu kuruluşların aslında ne yaptığı ve notlarının nasıl sonuçlara yol
açabildiği hakkında bilgi vermek istiyorum. Kredi derecelendirmesi, tahviller
ve diğer sabit getirili yatırım araçlarının (bu, ülke ve şirketler için ise borçlanma
demek) satın alınması hakkında karar veren yatırımcıların kullanabileceği bir
araç. Konu borç verme olunca elbette, kredi faizleri ile vade dolduğunda ana
paranın zamanında geri ödenip ödenemeyeceği; daha kötümser bir yorumla temerrüte
düşme yani faiz ve ana parayı geri ödeyememe riski önem taşıyor. İşte kredi
derecelendirme kuruluşları yatırımcılar için, profesyonel olarak bu riskleri
ölçüyor. Not verilenler, bir şirket de olabiliyor bir devlet de…
Kredi notu yatırım yapılabilir seviyeye
yükseltilen ülkelerin portföy yatırımları ve kredi kanallarıyla yabancı
sermayeye ulaşım imkanı artıyor. Buna karşın doğrudan yabancı
yatırımlarda belirgin bir eğilim değişimi pek görülmüyor. Not artışı
sonrası yurt dışından borçlanma maliyetleri düşerken, borçlanma vadesinde
anlamlı bir değişim yaşanmıyor. Yurt dışı finansmana ulaşımın
kolaylaşmasıyla, not artırımı öncesinde düşüş eğiliminde olan dış borçlar
artışa geçerken; cari denge ise bozulma eğilimine giriyor. Yurt dışı
kredi imkanının artması yurt içi kredi piyasasına da yansıyor ve özel
sektöre açılan krediler hızlanırken kredi faizleri düşüyor. Not artışı
sonrası mutlak büyüme hızı ise not artışı öncesi seviyelerin üzerinde
gerçekleşirken göreli büyüme performanslarında istatistiksel olarak
anlamlı bir değişim görülmüyor. Yani not artışı borçlanmayı kolaylaştırıp
ucuzlatırken, yerel paranın değerini artırıyor. Ülkenin güçlü bir ihracat
performansı yoksa, bu durum ithalatı ucuzlatarak cari denge sorunları
yaratıyor. Bu tablo, son 20-25 yıldır Türkiye’de yaşananlara çok uyuyor. Bu
sebeple Türkiyenin iç politik dengelerinde kredi derecelendirme kuruluşları
hayli geniş bir yer kaplıyor.
Türkiye’de kredi derecelendirme kuruluşu denilince akla gelen bir başka
tartışma ise bunlara yapılan ödemeler. Hazine Müsteşarlığı, bu konuda herhangi
resmi bir açıklama yapmıyor ve ödemeler adeta devlet sırrı gibi saklanıyor.
Ancak bu, dedikoduları daha artırıyor. Söz gelimi; bu kuruluşlara yılda 50
milyon dolar ödendiğine ve Türkiyenin dış borçlanmalarından on binde 1 ile
on binde 3 oranında değişen oranlarda pay aldıklarına dair iddiaların
seslendirildiği, Mecliste Başbakana yöneltilmiş soru önergeleri mevcut. Bu
kuruluşların resmi sözleşme imzaladığı ülkelerden toplu ödemeler aldıkları,
borçlanmalardan sonra belli oranlarda komisyon ödendiği bilinen bir gerçek.
Ancak Türkiyenin bu kadar yüklü ödemeler yapıp yapmadığı bilinmiyor.
Küçük bir not: Hazine Müsteşarlığının 2015 Bütçesine 450 milyon lira
(yaklaşık 220 milyon dolar) “borçlanma genel gideri” konulmuş vaziyette. Kredi
derecelendirme kuruluşlarına yapılan ödemeler de bu kalem içinde bulunuyor.
Ancak 450 milyon liralık rakam, Hazinenin tüm iç ve dış tüm borçlanma
çalışmalarına ait giderleri içeriyor. Bu rakam,
iki kredi derecelendirme kuruluşuna (Fitch Ratings ile Moody’s)
yapılacak ödemeleri de barındırıyor.
Türkiye’nin yaptığı ödemelere ilişkin tutarın büyüklüğü konusunda fikir
verebilecek bir başka yol ise bu kuruluşların yıllık hasılatları… Bu
hasılatlar; hangi rakamın olası, hangi rakamın dedikodu olduğu konusunda bir baz
oluşturabilir. Çünkü bu kuruluşların dünya çapında binlerce müşterisi
bulunuyor. Merkez Bankasının bir araştırmasına göre, 2000 yılı itibarıyla
Moody’s’in yıllık geliri 600 milyon dolar, Fitch Ratings’in ise 260 milyon
dolar düzeyinde. Kredi derecelendirme kuruluşları, 2008 yılından sonra global
ekonomik krizi öngöremedikleri için büyük bir itibar ve müşteri kaybına
uğradılar. Bu nedenle 2000 yılındaki gelir düzeylerini korumakta zorlanacakları
söylenebilir. Türkiye’deki ödeme miktarı tartışmalarına bu açıdan da bakmakta
fayda bulunuyor.
Türkiye, kredi derecelendirme kuruluşları ile geçmişten bu yana iki
ileri-bir geri şeklinde ilişki kuruyor ama bir türlü vazgeçemiyor. Borçlanmaya
ihtiyacı sürdükçe Türkiye, bu kuruluşlarla ilişkisini sürdürmek zorunda. Kredi
derecelendirme kuruluşlarının notlarının ve görünümlerinin dış borçlanmada çok
önemli bir gösterge değil; birçok göstergeden sadece biri olacağı ekonomik gücü
yakaladığımız taktirde bu konudaki tüm tartışmalar da önemini yitirecek gibi
görünüyor.
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Şubat 2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder