5 Aralık 2025 Cuma

ANKARA NOTLARI / OSMANLI'NIN DIŞ BORÇLA İMTİHANININ KISA ÖYKÜSÜ VE GÜNÜMÜZ DIŞ BORÇLARININ DIŞ POLİTİKAYA ETKİSİ

ANKARA NOTLARI / DIŞ BORÇLARA DİKKAT!

Cahit UYANIK 

Türkiye'nin birkaç aydır yaşadığı ekonomik kriz ve sonrasında alınan önlemler tam bir 'bıçak sırtı' görünümünde... Bir tarafta olumlu ekonomik sinyaller, diğer tarafta iflas ve tasfiyeler birbirini izliyor. Bu tabloda insanların çok fazla kafa yormaya zaman ve fırsat bulamadığı konulardan biri de dış borçlar ve bunların yoğunlaşan geri ödemeleri... Bu, neden önemli? Türkiye bir önceki büyük ekonomik kriz döneminde yani daha 14 yıl önce (1980 yılında) dış borçlarını ödeyemez duruma düşmüş ve erteleme istemek zorunda kalmıştı. Hazine'nin "70 cent'e muhtaç olduğu" o günlerde Lüksemburg'un verdiği 1 milyon dolarlık borca sevinmiştik. Elbette içimize yayılan bir buruklukla...

Bu minik hatırlatmadan sonra sizi; Osmanlı İmparatorluğunun ihtişamlı günlerindeki 'borç talep edilen devlet' olduğu zamanlarından, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca 'dış borç boyunduruğu' altına alındığı 19. Yüzyıl sonu ve 20. Yüzyıl'ın ilk çeyreğindeki Düyun-i Umumiyye yıllarına götürmek istiyorum. Bu dönemi çeşitli kaynaklardan topladığım bilgilerle anlatıp ardından sözü 1994 Türkiyesine getireceğim.

Aslına bakmak gerekirse Türkiye, dış borçlanma ile 1563 yılında Kanuni Sultan Süleyman döneminde tanıştı. Ama günümüz Türkiyesine göre önemli bir farkla... Fransa Kralı IX. Charles, Osmanlılar'dan borç talep ediyordu. Kanuni ise bu talebe, -günümüz işgüzar bankacı ve Hazine bürokratlarına ders olabilecek nitellikteki- şu yanıtı vermişti:

"Hazine'den şahsa para ikrazına (borç verilmesi) devletin kanun ve adetleri müsait değildir. Hatta bu karz (borç anlaşması) dostluk icabı olarak yapılsa bile, ortada rehin olmaksızın ikrazatta bulunmak ne kanuni ne mantıkidir."

Dış borç maceramızda 'masanın karşı tarafı'na ise Kanuni'nin Fransa'ya gönderdiği bu mektuptan yaklaşık 300 yıl sonra geçmiştik. Osmanlı İmparatorluğu 1854 yılında, devlet maliyesi kötü durumda olduğundan, Kırım Savaşını finanse etmek için müttefik ülkeler Fransa ve İngiltere'den 3 milyon İngiliz sterlinlik kredi sağlamıştı.

Türk devletinin aldığı bu ilk dış borç sırasında 22 Osmanlı lirası 20 İngiliz sterlinine karşılık geliyordu. Yani borcumuz 3,6 milyon Osmanlı lirasıydı. Ancak işin ilginç yanı Osmanlı'nın yıllık devlet gelirinin 7,5 milyon lira olmasıydı ki, bu anlaşma devlet gelirlerinin yarısı kadar yani ölçüsüzce borçlanıldığı anlamına geliyordu. Anlaşmaya göre borç veren iki şirket temsilcisi 'kredinin yerinde yani savaş harcamalarında kullanılıp kullanılmadığını' denetleyebilecekti. Anlaşmanın bu şartıyla Osmanlı ilk 'mali kapitülasyon' ile de tanışıyordu. Eh kefaletsiz, rehinsiz borç olur mu? Yüzde 6 faizli ve 15 sene vadeli borca; Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'dan vergi olarak alınacak 60 bin kese altın teminat olarak gösteriliyordu.

Tatlı ve zahmetsiz paranın büyüsü Osmanlı Maliyesini öylesine kendinden geçirmişti ki borçlanmalar devam etti gitti. 1881 yılına gelindiğinde 15 ayrı dış borç anlaşması yapılmıştı bile... Gelir az gider çok, borç da bini aşınca Osmanlı'nın dış borç taksitlerini aksatmaya başlaması ilk kez 1866 yılında yaşandı. Bu durum Osmanlı borçlanmalarına aracılık eden o zamanki 'Galata Bankerleri' arasında büyük bir kriz ve panik yaşanmasına da neden olmuştu. 

'93 Harbi' diye bilinen ve 1877'de Ruslar'a karşı kaybedilen savaşla beraber Osmanlı iyice güçsüzleşince; 1878 yılındaki Berlin Kongresinde 'Düyun-i Umumiyye İdaresi'nin kurulmasına izin verilmek zorunda kalındı. Günümüz Türkçesine 'Genel Borçlar İdaresi' olarak çevrilebilecek bu yeni yapılanma, Osmanlı'nın ilk dış borcu almasının üzerinden daha 24 yıl geçmişken borç geri ödemelerinde tüm inisiyatifi yabancıların eline bırakıyordu. Düyun-i Umumiyye, alacaklı ülke temsilcilerinden oluşuyor ve 'görünürde' birikmiş borçları bir geri ödeme planına bağlamaya uğraşıyordu. 1881 yılı; yani Düyun-i Umumiyye kurulduktan yalnızca 3 yıl sonra, Osmanlı İmparatorluğunun başlıca gelir kaynaklarının Düyun-i Umumiyye'ye aktarılmasını öngören Muharrem Kararnamesinin imza senesiydi. Kararname, ismini imzalandığı Muharrem (Ekim) ayından alıyordu.

Düyun-i Umumiyye, faaliyetlerinde tam bir 'devlet içinde devlet' gibi davranıyordu. Aldığı karar ve yaptığı işlere Osmanlı'nın herhangi bir müdahalesini kabul etmeyen Düyun-i Umumiyye, topladığı devlet gelirlerini başka devletlere veya kurumlara satıyordu. Söz gelimi İtalya'nın Düyun-i Umumiyye'den aldığı borç sayesinde Osmanlı İmparatorluğuna karşı giriştiği Trablus Seferi bunun en çarpıcı örneği idi. Yani Türk halkı kendi ödediği vergilerle, kendi askerlerinin öldürülmesi ve topraklarının işgal edilmesini finanse etmiş oluyordu! Türkiye, Düyun-i Umumiyye İdaresi belasından ancak bir bağımsızlık savaşı vererek, Lozan Antlaşması ile kurtulabildi. Bu İdare faaliyetlerini Paris'te kolu kanadı kırık bir şekilde 1940'a kadar sürdürdü. Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Antlaşması ile Osmanlı borçlarının yüzde 75'ini yüklendi. Osmanlı borcunun son taksiti ise 1954 yılında yani ilk dış borç alınmasından 100 yıl sonra ödenerek bitirildi. 

Ne hazin ve ibret alınası bir hikaye değil mi? Türkiye artık Düyun-i Umumiyye İdaresi gibi bir yapılanmaya izin verecek kadar güçsüz bir ülke değil. Ama 1980 sonrasında dış piyasalarda oluşan 'Borcuna sadık ülke' imajı bence tehlikede... 1993-Eylül verilerine göre bu yıl 8 milyar 481 milyon dolar dış borç geri ödememiz var. 1995'te ise geri ödemelerimiz daha kötü: 11 milyar 54 milyon dolar. İhracatın ve turizm gelirlerinin bugünkü gidişatına bakılırsa, Türkiye alacaklılardan bir 'borç erteleme' isterse, bu bir sürpriz sayılmamalı. Bunun tek alternatifi ise borcumuzu, daha yüksek faizli yeni borçlanmalara giderek (dış veya iç) ileriye atmak olabilir. 

Hükümetin bu noktadan sonra dikkat etmesi gereken konu ise dış borçların dış politikamızı ipotek altına almayacak şekilde yönetilip yönlendirilmesidir. Kıbrıs Meselesi, Güneydoğu Sorunu, Ege Kıta Sahanlığı Anlaşmazlığı vb. konuların hepsinin ulusal çıkarlarımız doğrultusunda çözümlenmesi biraz da dış borçlarımızı nasıl yöneteceğimize bağlı. 

'Doğru söze ne denir?' nihai  değerlendirmesiyle; ABD'nin Kurucusu George Washington'ın dış borçlanmaya ilişkin düşüncelerini anımsatarak bu yazıyı bitirelim: 

"Bir ulus, bir başka ulustan 'menfaat aramayan lütuf' istemenin çılgınlık olduğunu daima hatırında tutmalıdır. Bir ulus kabul edeceği her lütfun bedelini, mutlaka bağımsızlığının bir parçasıyla ödeyecektir. Başka bir ulustan gelecek lütufları beklemek veya lütuflara göre tasarılar hazırlamak kadar büyük bir kötülük yoktur." 

(Bu köşe yazısı haftalık Ekonomik Trend dergisinin 12-18 Haziran 1994 tarihli, Yıl: 2, Sayı: 24'te yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder