9 Kasım 2015 Pazartesi

BANKACILIK SEKTÖRÜ ARTIK YENİ UFUKLARA YELKEN AÇMALI/EKONOM 50. ÖZEL SAYI


Cahit UYANIK

Türk bankacılık sektörünün içinde bulunduğu durum, yaşadığı sorunlar ve çözüm arayışları yayın hayatının ilk sayılarından itibaren EKONOM’un gündeminde hep oldu. Geriye dönüp bakıldığında; ekonomi haberciliği açısından hayli teknik bir alan olan bankacılık sektöründeki gelişmelerin, EMD üyesi uzman muhabirler tarafından, gazetecilik ilkelerine uyularak, büyük bir ustalıkla takip edildiği görülüyor. EMD üyeleri sektörün durumu, gidişatı ve geleceği ile ilgili yorumlar yaparken her zaman, konunun uzmanı akademisyenler ile sektörü yöneten isimlerden görüş almaya özen gösterdiler. Yazılı dokümanları okuyup inceledikten sonra, haberlerini veya yazılarını herkesin kolayca anlayabileceği bir dille kaleme aldılar. 1994-2004 yılları arasında Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektöründe büyük çalkantılar yaşanıp belli bir disiplin altına girilirken, çoğu mevzunun karanlık veya flu kaldığı ortamlarda; yapılan haberler, kaleme alınan yazılarla olup bitenin gerçek resmini ortaya koymayı başardılar. Şu günlerde sorunları asgariye inmiş bir şekilde tıkır tıkır işleyen, Türkiye’yi ekonomik kriz yaşamaktan koruyan güçlü ve tahkim edilmiş bir yapıya dönüşen bankacılık sektörünün yıllar boyu çektiği dönüşüm sancıları, EKONOM ve EMD üyeleri tarafından tarihe not düşüldü.


Her an yeni bir kriz yaşanabilecek ortamda sektörü konuştular

Bundan 18 yıl önce EKONOM’un Mart-1997 tarihli 4’üncü sayısının 4-8’inci sayfaları arasındaki Mehmet ÖNGEOĞLU’nun Doç. Dr. Ahmet ERTUĞRUL ile yaptığı söyleşi, 1994 Ekonomik Krizinin üzerinden 3 yıl geçtikten sonra yayınlanmıştı. Söyleşinin başlığı aynen şöyleydi: “Bankalar, 94 Krizinden Hala Kurtulamadı”… Söyleşinin geneline bakıldığında; sektörde her an yeni bir kriz yaşanabileceği ve bunun yaşanmaması için neler yapılabileceğinin yanı sıra sektörün geleceğinin nasıl şekillendirilmesi gerektiğinin özenle sorgulandığı görülüyor. Söz gelimi bankaların açık pozisyonları konusunda ustaca yöneltilen soruya, Doç. Dr. Ertuğrul “1996’da döviz pozisyonlarıyla ilgili bir tebliğ yayınlandı. Bu tebliğde açık pozisyon olayı, bankaların sermaye tabanına endekslendi. Ama gerçekte nasıl ve ne derece sıkı takip ediliyor, bunu bilemiyorum” diye cevap veriyordu. Böylece bankaların sağlamlığı ile ilgili bakılan birkaç önemli kriterden biri olan açık pozisyon konusundaki boşluk ve denetimsizliğe vurgu yapılmaya çalışılıyordu. Açık pozisyon mevzusu, daha sonraki zaman diliminde ve 2001 Mali ve Ekonomik Krizinde bankaları en fazla zorlayan unsurlardan biriydi ve şu anda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) tarafından günü gününe ve birkaç açıdan özenle izleniyor.   

Doç. Dr. Ertuğrul, söyleşinin bir başka bölümünde ise “… Türkiye’de bankaların halen önemli ölçüde mali bünyeleri ile ilgili problemleri vardır ve bu sorunlar ciddiyetini korumaktadır. Krizlere karşı sistemin en büyük refleksi olarak, mali gücünün sağlam olması lazım. Oysa bu mali güç henüz uluslararası normlarda belirtilen noktalara gelebilmiş değil” diyerek, sektör için yapılması gerekeni ana hatlarıyla ortaya koyuyordu. Nitekim aradan 4 yıl geçtiğinde, bankaların mali bünyelerinin durumunu tüm açıklığı ile gösteren sermaye yeterlilik rasyosu da 2001 Mali ve Ekonomik Krizinde dikkatle takip etmeye başladığımız ve yine BDDK’nın üzerinde büyük önemle durduğu bir başka gösterge oldu. Doç. Dr. Ertuğrul’un Türk bankalarının gelecek dönemlerde giderek kitlelere açılacağı ve sunduğu hizmetleri çeşitlendirmesi gerektiği yolundaki düşünceleri ise 2001 Krizinden çıkma emareleri belirir belirmez gerçek oldu.

Zor zamanında Türk bankacılığını analiz etmeye çalıştık 

Mehmet ÖNGEOĞLU’nun söyleşisinin de yayınlandığı 1997 yılı, bankacılık sektörünün nefes nefese kaldığı 1994-1999 yılının neredeyse tam ortasındaydı. Öyle ki bu dönemde bankacılık sektörü ile ilgili yasal alt yapı zayıflamış, sektör çok başlı bir yapı (Hazine Müsteşarlığı ile Merkez Bankası bünyesindeki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu) altında adeta yönetilemez hale gelmişti. Bu dönemde yani 5 yılda 11 bankaya el konulmuş veya iflas sürecine girmişti.   1999 yılında bankacılık sektörünün düzenlenmesi ve denetlenmesindeki bu parçalı yapının ortadan kaldırılması ve sektöre ilişkin tek bir bağımsız denetleyici ve düzenleyici kurumun kurulması kararlaştırıldı. Buradaki temel amaç, düzenleme ve denetimin etkinliğinin artırılması ve bağımsız bir karar alma mekanizmasının oluşturulmasıydı. Bu gelişmelerin sonucu olarak, 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile Haziran 1999’da BDDK’nın kurulmasına karar verildi ve Ağustos-2000’de faaliyetlerine başladı.


Sektör, yıllardır yaşadığı başıboş ve denetimsiz ortamda büyük soygunlara da maruz kalmış, ‘banka hortumculuğu’ kavramı dünya literatürüne  armağan edilmişti. İlgili kurumun adından da anlaşılacağı gibi bankacılık sektörünün çok iyi düzenlenip, yapılan düzenlemelere uyulup uyulmadığının da çok iyi denetlenmesi hedefleniyordu.  BDDK’nın faaliyete geçmesinden 5-6 ay sonra yaşanan ekonomik kriz ise belki de Türk  bankacılığının en sıkıntılı senesiydi. Mevcut yapısal sorunların yanı sıra fırlayan döviz kuru sebebiyle her açıdan büyük yaralar alınmıştı. Mali bünyeler zayıflamış, sermayeler erimiş, batık krediler tavanı delip çıkmış, döviz açık pozisyonları kontrol edilemez hale gelmişti. Üstelik sektörün içinde bulunduğu uluslararası camia yani Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), dünyadaki tüm bankalara çeki düzen vermek için yeni koşullar belirlemeye başlamıştı.

İşte böyle bir ortamın var olduğu 2001 yılında sektör EKONOM’un gündemine iki defa girdi. EKONOM’un Mart-2001 tarihli 17’inci sayısının 11-13’üncü sayfalarında yer alan yazımın başlığı da o günlerin karamsar havasını yansıtır nitelikteydi: “Türk bankalarının geleceği karanlık mı?” Yazıda 2001 yılında sektörün kendi bünyesi ve globalleşmeden kaynaklı sorunlarla boğuştuğu ifade edilerek,  gelecek 10 yılda sektörün uluslararası rekabete açılacağı anlatılıyordu. Yazıda BDDK’nın Türk bankacılığının geleceğinin nasıl olması gerektiğine  yönelik bir çalışma hazırlamakta olduğu bildirilerek, -sektörü yabancıları ele geçirmesi ihtimali dikkate alınarak- bankalarımızın ulusal kimliğinin korunması gerektiği vurgulanıyordu. Ayrıca bankaların kamuyu finanse eden bir yapıdan çıkarılıp asli fonksiyonuna yani ekonominin üretim cephesini finanse etmeye yönelmesi gerektiği belirtiliyordu. Yazıda BIS’in hazırlıklarına giriştiği Sermaye Uzlaşısı adlı yeni uluslararası kriterler ayrıntısıyla anlatılıyor ve 8 Şubat 2001 tarihinde (2001 Ekonomik Krizinin başlamasında 11 gün öncesi) BDDK’nın yayınladığı “Bankaların İç Denetim ve Risk Sistemleri Hakkındaki Yönetmelik”in bu açıdan iyi bir hazırlık olduğuna atıf yapılıyordu.

Yazdıklarımızın mürekkebi kurumadan 5 bankaya el konuldu

BDDK kurulduktan sonra 6 ay içinde, yani EKONOM’daki ilk yazımın yayınlandığı tarih olan Mart-2001’e kadar 5 bankaya daha el konuldu. İzleyen haftalarda sektördeki olumsuzluklar sürdü ve BDDK yaptığı denetimlerle yeni bilgilere ulaştı. Başka hangi bankalara el konulacağı konusundaki dedikoduların ayyuka çıktığı sırada, sektörü geniş bir şekilde mercek altına alıp kapak konusu olarak işlemeye karar verdik. Bu görevi ben üstlendim. EKONOM’un 18’inci sayısında herkesin kafasındaki “Türk bankacılığı nereye gidiyor?” sorusunu kapak cümlesi olarak belirleyip, sektörün en önemli ismi olan dönemin BDDK Başkanı Engin AKÇAKOCA’ya yönelttim. Akçakoca, 26-28’inci sayfalar arasındaki söyleşide, sektörün en önemli 5 sorununu “Makro ekonomik istikrarsızlık, özkaynak yetersizliği, risk algılama ve yönetim sistemlerinin gelişmemiş olması, kamu ve TMSF’nin elindeki bankaların sistem üzerinde yarattığı bozucu etki ile diğer etmenler (4 adet)” olarak sıraladı. Akçakoca, sektörde 4-5 yıl sonra 5-6 büyük banka kalacağını düşündüğünü ifade ederek teknik olarak ‘konsolidasyon’, halk arasındaki deyimle ‘el koyma’ işlemlerini sürdüreceklerinin sinyalini vermiş oldu.

Türk bankacılığının nereye doğru gittiğini araştırdığım kapakta, gerçekte ne olup bittiğini, teknik ayrıntılara dalmadan, pratik örneklerle anlatabilen Doç. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK’la yaptığım söyleşiden çıkan başlık ise manidardı: “(Sektörde) Patlayacak birkaç dinamit daha var”… Doç. Dr. Çolak, 32-34’üncü sayfalar arasındaki söyleşimizde “BDDK’nın kurulduğu 1999’a kadar bankalar kötü çalışırken Hazine bunların hepsinden haberdardı. Bir bankanın kötü çalıştığını bile bile bunu göz ardı ediyorsam, suç ortaklarından biri benim. Eğer bunlar yapılmasaydı Fon bankalarına 22 milyar dolar aktarmazdık. Bunu yaptık ve elimizde şimdi patlamış bir dinamit var. Ben sanıyorum ki patlayacak birkaç dinamit daha var” diyerek, sektördeki ‘kanlı’ sürecin devam ederek yeni el koyma olayları yaşanacağına işaret ediyordu. Dergimiz yayınlanır yayınlanmaz, gazeteler “dinamit” sözcüğünün geçtiği röportajdan geniş alıntılar yaptılar. Nitekim, daha EKONOM’un mürekkebi kurumadan BDDK, 9 Temmuz 2001 tarihinde 5 bankaya daha el koydu.

Kapağımızın üçüncü konuğu ise Prof. Dr. Nahit TÖRE idi. Avrupa Birliği konusunda geniş bir bilgi birikimi ve deneyime sahip olan Prof. Dr. Töre, 28-31’inci sayfalardaki söyleşide Türkiye’nin AB bankacılığına uyum sağlamak için yapması gerekenleri sıraladıktan sonra “Bankacılık sektörümüz ciddi hasta. Bu hasta sektörle Türk ekonomisini, özellikle reel sektörü bir yerden bir yere götürmek mümkün değil. İşe bankalarımızdan başlamak mecburiyetindeyiz” diyordu. Prof. Dr. Töre’nin sektöre yönelik “ciddi hasta” teşhisi de günlük gazetelerde alıntı yapılmış ve ikinci defa haber olmuştu. EKONOM böylece bir kez daha, gazeteciliğin “tarihe not düşmek” olarak tarif edilen temel işlevlerinden birine aracılık etmemizi sağlamıştı.

Hepimize çıkan 67,5 milyar dolarlık fatura ve AB ile rekabet endişesi

10 yılda 2 büyük ve çok sayıda küçük kriz geçiren bankacılık sektörü Ağustos-2004 tarihinde  EKONOM’un 25’inci sayısında bir defa daha kapak konusu olarak seçiliyordu. Sektörde en son el koyma işlemi 2 yıl önce yapılmıştı ve düzenlemeler üzerinde yoğunlaşılmıştı. “Bankalar AB’ye koşuyor: Ama ne kadar hızlı?” başlığı kullanılan kapakta, sektörün doğrultusunun belli olduğu ancak gidişatın hızı konusundaki tereddütler anlatılmaya çalışılıyordu. Kapak dosyası, üyemiz Ahmet KIVANÇ’ın “Türk bankacılığı AB’ye hazır mı?” başlıklı 10-15’inci sayfalar arasındaki yazısı ile açılıyordu. Yazıda Türk ve AB bankaları en temel rakamsal göstergelerle kıyaslanarak, aradaki büyük farka dikkat çekiliyor ve bunun sebepleri araştırıldığında 1994-2004 yılları arasındaki kötü dönemin devlete ve dolayısıyla vatandaşa 67,5 milyar dolarlık fatura çıkardığına, TBMM’ye sunulan raporlara dayanarak vurgu yapılıyordu. Yazıda iyice olgunlaşan ve dünyadaki tüm bankaları bağlayacak olan Basel-II Kriterlerinin Türk bankalarını zorlayacak diğer unsur olduğu ifade ediliyordu.

Üyelerimizden Harun GÜREK ise o günlerde gündemde olan Kredi Kuruluşları Yasa Tasarısı taslağını eleştirerek “Bankalara ‘BigBrother’ Yasası” başlığını kullandığı 18-22’inci sayfalar arasındaki yazısında 200 maddelik tasarının Basel-II’ye uyum gerekçesiyle aşırı gözetimci ve denetlemeci unsurlar içerdiğini ifade ediyordu. Gürek’in yazısından yasa taslağında bankalarla ilgili yapılacak haberlerde de sıkı denetim ve yaptırımlar getirileceği anlaşılıyordu. Daha sonraki gelişmelere baktığımızda, yasanın isminin Bankacılık Kanunu olarak değiştirilmesine rağmen, içeriğinin çok az daraltılarak 171’i asıl, 31’i geçici maddeden oluşacak şekilde 2005 yılı sonunda çıkarıldığı gördük. 

Kapağın 30-31’inci sayfalarında Devlet Bakanı Ali BABACAN ile yapılan söyleşiye yer veriliyordu. Babacan, kendisine yöneltilen “Bankacılık sektörü hastalıklardan kurtulabildi mi?” sorusuna yapılan çalışmaları uzun uzun anlatarak cevap veriyor ve satır aralarında “Sektör henüz hastalıklardan kurtulamadı ama umut var” demeye getiriyordu. Babacan, AB bankaları ile rekabet edilip edilemeyeceğine yönelik soruyu ise “Mevcut Bankacılık Yasamızı kapsamlı şekilde gözden geçiriyoruz. Değişiklik yapıp uyguladığımızda rekabet edebileceğiz” diyordu. BDDK Başkanı Tevfik BİLGİN ise 34-39’uncu sayfalar arasındaki söyleşisinde sektördeki sermaye yapısının giderek güçlendiğini ifade ederek, “Sektörde yeni bir kırılganlık yaşanabilir mi?” sorusuna hayır diyemiyor ve “kırılganlığın azaldığını” belirtmekle yetiniyordu. Sektörün henüz AB ile rekabet edebilir durumda olmadığını kabul eden Bilgin, rakamlar vererek karşılaştırma yapıyor ve Kredi Kuruluşları Kanun Tasarısı taslağına göndermede bulunuyordu.

Gazeteci ve öğretim görevlisi dostumuz Metin AKSOY’un 23-29’uncu sayfalar arasındaki “Holdinglerin Bankamedyası”, Ziraat Bankası Eski Genel Müdürlerinden Osman TUNABOYLU’nun 32’inci sayfadaki “Bankalar Yasasına doymuyoruz” ve Dr. Gülseren ADAKLI’nın 33’üncü sayfadaki “Türk sermayesinin uğursuz evliliği: Banka ve Medya” adlı yazıları da meselenin tüm boyutlarıyla ele alınmasını sağlıyordu.

Sektörün aktif büyüklüğü, GSYH’nın 2-2,5 katına yükselmeli

Peki Türk bankacılık sektörü 2015 yılı itibarıyla ne durumda ve bundan sonra nasıl ve hangi yönde bir gelişim gösterebilir? Bankacılık sektörü 2005-2006 yıllarında tamamladığı dönüşüm sürecini 2008’de başlayan ve halen devam eden küresel mali ve ekonomik krizde test etme imkanı buldu. Bu süreçte zayıflamak bir yana sektörün aktif büyüklüğünün GSYH’ye oranı 2013 yılında ilk kez yüzde 100’ü geçerek yüzde 111 olarak gerçekleşti. Bu oran, Haziran-2015 itibarıyla ise yüzde 119 düzeyinde bulunuyor.

Sektörün tam verimle çalışması ve tüm ekonomik üretim faaliyetlerini kavrayabilmesi için bu oranın yüzde 200-250 arasında bir rakama oturması gerekiyor. Yani bankacılık sektörü aktiflerinin GSYH’nın 2-2,5 katına çıktığını görmeliyiz ve bu durumda önümüzde daha alınması gereken hayli yol bulunuyor. Türkiye’de bankacılar ‘daha bankacı’, girişimciler ise ‘daha girişimci’ olmalı. Bankacıların daha fazla kar sağlayabileceği büyük projeleri fonlaması, girişimcilerin de daha güçlü projelerle ortaya çıkması gerekiyor. 

BDDK’nın bundan sonra izleyeceği yol haritasının ne olacağı ise henüz açıklanmayan “2016-2018 Dördüncü Stratejik Plan” ile belli olacak. Bu planda uyum çalışmaları 2013 yılında başlayan ve 2019 yılında sonuçlandırılması gereken Basel-III Süreci için yapılacakların ayrıntılarıyla belirlenmesi bekleniyor.  Basel-III’te yaşanan küresel kriz deneyimleri ışığında, bankacılık sektöründe kırılganlığın azaltılması ve uluslararası bir likidite riski ölçüm ve izleme mekanizmasının oluşturulması öngörülüyor. Tabii ki Türk bankacılık sektörünün de buna nasıl ayak uyduracağı…


Bankacılık sektörü yeniden yapılanma sürecinde her gün sektörel verilerini açıklayabilecek kadar şeffaflaştı. Bu alanda bir sorun kalmamış gibi görünüyor. Sektörün kitleselleşerek kişisel bankacılık hizmetleri açısından çok geliştiği ve bu alandan ciddi bir faiz ve komisyon geliri elde ettiği artık biliniyor. Ancak sektörün bu yolla daha ileriye gidebilmesi de mümkün görünmüyor. Uzun lafın kısası: Büyümesini sürdürmek istiyorsa, bankacılık sektörümüzün önümüzdeki yıllarda yeni ufuklara yelken açması gerekiyor.
(Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin (EMD) yayın organı EKONOM Dergisinin 50. Özel Sayısı için hazırlanıp Kasım-2015'te yayınlanmıştır.)

GÜNGÖR URAS KÖŞESİNDE HABERİMDEN NASIL BAHSETMİŞTİ-1? EMLAKBANK'IN BİLANÇOSU NASIL MAKYAJLANDI?
EKOKULAK: BANKACIDAN MORG GÖREVLİSİ OLUR MU?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder