Türk bankacılık sektörünün içinde
bulunduğu durum, yaşadığı sorunlar ve çözüm arayışları yayın hayatının ilk
sayılarından itibaren EKONOM’un gündeminde hep oldu. Geriye dönüp bakıldığında;
ekonomi haberciliği açısından hayli teknik bir alan olan bankacılık
sektöründeki gelişmelerin, EMD üyesi uzman muhabirler tarafından, gazetecilik
ilkelerine uyularak, büyük bir ustalıkla takip edildiği görülüyor. EMD üyeleri
sektörün durumu, gidişatı ve geleceği ile ilgili yorumlar yaparken her zaman,
konunun uzmanı akademisyenler ile sektörü yöneten isimlerden görüş almaya özen
gösterdiler. Yazılı dokümanları okuyup inceledikten sonra, haberlerini veya
yazılarını herkesin kolayca anlayabileceği bir dille kaleme aldılar. 1994-2004
yılları arasında Türkiye ekonomisi ve bankacılık sektöründe büyük çalkantılar
yaşanıp belli bir disiplin altına girilirken, çoğu mevzunun karanlık veya flu
kaldığı ortamlarda; yapılan haberler, kaleme alınan yazılarla olup bitenin
gerçek resmini ortaya koymayı başardılar. Şu günlerde sorunları asgariye inmiş
bir şekilde tıkır tıkır işleyen, Türkiye’yi ekonomik kriz yaşamaktan koruyan
güçlü ve tahkim edilmiş bir yapıya dönüşen bankacılık sektörünün yıllar boyu çektiği
dönüşüm sancıları, EKONOM ve EMD üyeleri tarafından tarihe not düşüldü.
Her
an yeni bir kriz yaşanabilecek ortamda sektörü konuştular
Bundan 18 yıl önce EKONOM’un Mart-1997
tarihli 4’üncü sayısının 4-8’inci sayfaları arasındaki Mehmet ÖNGEOĞLU’nun Doç.
Dr. Ahmet ERTUĞRUL ile yaptığı söyleşi, 1994 Ekonomik Krizinin üzerinden 3 yıl
geçtikten sonra yayınlanmıştı. Söyleşinin başlığı aynen şöyleydi: “Bankalar, 94
Krizinden Hala Kurtulamadı”… Söyleşinin geneline bakıldığında; sektörde her an yeni
bir kriz yaşanabileceği ve bunun yaşanmaması için neler yapılabileceğinin yanı
sıra sektörün geleceğinin nasıl şekillendirilmesi gerektiğinin özenle
sorgulandığı görülüyor. Söz gelimi bankaların açık pozisyonları konusunda
ustaca yöneltilen soruya, Doç. Dr. Ertuğrul “1996’da döviz pozisyonlarıyla
ilgili bir tebliğ yayınlandı. Bu tebliğde açık pozisyon olayı, bankaların
sermaye tabanına endekslendi. Ama gerçekte nasıl ve ne derece sıkı takip
ediliyor, bunu bilemiyorum” diye cevap veriyordu. Böylece bankaların sağlamlığı
ile ilgili bakılan birkaç önemli kriterden biri olan açık pozisyon konusundaki
boşluk ve denetimsizliğe vurgu yapılmaya çalışılıyordu. Açık pozisyon mevzusu,
daha sonraki zaman diliminde ve 2001 Mali ve Ekonomik Krizinde bankaları en
fazla zorlayan unsurlardan biriydi ve şu anda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme
Kurulu (BDDK) tarafından günü gününe ve birkaç açıdan özenle izleniyor.
Doç. Dr. Ertuğrul, söyleşinin bir başka
bölümünde ise “… Türkiye’de bankaların halen önemli ölçüde mali bünyeleri ile
ilgili problemleri vardır ve bu sorunlar ciddiyetini korumaktadır. Krizlere
karşı sistemin en büyük refleksi olarak, mali gücünün sağlam olması lazım. Oysa
bu mali güç henüz uluslararası normlarda belirtilen noktalara gelebilmiş değil”
diyerek, sektör için yapılması gerekeni ana hatlarıyla ortaya koyuyordu. Nitekim
aradan 4 yıl geçtiğinde, bankaların mali bünyelerinin durumunu tüm açıklığı ile
gösteren sermaye yeterlilik rasyosu da 2001 Mali ve Ekonomik Krizinde dikkatle takip
etmeye başladığımız ve yine BDDK’nın üzerinde büyük önemle durduğu bir başka
gösterge oldu. Doç. Dr. Ertuğrul’un Türk bankalarının gelecek dönemlerde
giderek kitlelere açılacağı ve sunduğu hizmetleri çeşitlendirmesi gerektiği
yolundaki düşünceleri ise 2001 Krizinden çıkma emareleri belirir belirmez
gerçek oldu.
Zor
zamanında Türk bankacılığını analiz etmeye çalıştık
Mehmet ÖNGEOĞLU’nun söyleşisinin de
yayınlandığı 1997 yılı, bankacılık sektörünün nefes nefese kaldığı 1994-1999
yılının neredeyse tam ortasındaydı. Öyle ki bu dönemde bankacılık sektörü ile
ilgili yasal alt yapı zayıflamış, sektör çok başlı bir yapı (Hazine
Müsteşarlığı ile Merkez Bankası bünyesindeki Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu)
altında adeta yönetilemez hale gelmişti. Bu dönemde yani 5 yılda 11 bankaya el
konulmuş veya iflas sürecine girmişti. 1999 yılında bankacılık sektörünün
düzenlenmesi ve denetlenmesindeki bu parçalı yapının ortadan kaldırılması ve
sektöre ilişkin tek bir bağımsız denetleyici ve düzenleyici kurumun kurulması
kararlaştırıldı. Buradaki temel amaç, düzenleme ve denetimin etkinliğinin
artırılması ve bağımsız bir karar alma mekanizmasının oluşturulmasıydı. Bu
gelişmelerin sonucu olarak, 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile Haziran 1999’da
BDDK’nın kurulmasına karar verildi ve Ağustos-2000’de faaliyetlerine başladı.
Sektör, yıllardır yaşadığı başıboş ve denetimsiz ortamda büyük soygunlara da maruz kalmış, ‘banka hortumculuğu’ kavramı dünya literatürüne armağan edilmişti. İlgili kurumun adından da anlaşılacağı gibi bankacılık sektörünün çok iyi düzenlenip, yapılan düzenlemelere uyulup uyulmadığının da çok iyi denetlenmesi hedefleniyordu. BDDK’nın faaliyete geçmesinden 5-6 ay sonra yaşanan ekonomik kriz ise belki de Türk bankacılığının en sıkıntılı senesiydi. Mevcut yapısal sorunların yanı sıra fırlayan döviz kuru sebebiyle her açıdan büyük yaralar alınmıştı. Mali bünyeler zayıflamış, sermayeler erimiş, batık krediler tavanı delip çıkmış, döviz açık pozisyonları kontrol edilemez hale gelmişti. Üstelik sektörün içinde bulunduğu uluslararası camia yani Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS), dünyadaki tüm bankalara çeki düzen vermek için yeni koşullar belirlemeye başlamıştı.
İşte böyle bir ortamın var olduğu 2001
yılında sektör EKONOM’un gündemine iki defa girdi. EKONOM’un Mart-2001 tarihli
17’inci sayısının 11-13’üncü sayfalarında yer alan yazımın başlığı da o
günlerin karamsar havasını yansıtır nitelikteydi: “Türk bankalarının geleceği
karanlık mı?” Yazıda 2001 yılında sektörün kendi bünyesi ve globalleşmeden
kaynaklı sorunlarla boğuştuğu ifade edilerek,
gelecek 10 yılda sektörün uluslararası rekabete açılacağı anlatılıyordu.
Yazıda BDDK’nın Türk bankacılığının geleceğinin nasıl olması gerektiğine yönelik bir çalışma hazırlamakta olduğu
bildirilerek, -sektörü yabancıları ele geçirmesi ihtimali dikkate alınarak- bankalarımızın
ulusal kimliğinin korunması gerektiği vurgulanıyordu. Ayrıca bankaların kamuyu
finanse eden bir yapıdan çıkarılıp asli fonksiyonuna yani ekonominin üretim
cephesini finanse etmeye yönelmesi gerektiği belirtiliyordu. Yazıda BIS’in
hazırlıklarına giriştiği Sermaye Uzlaşısı adlı yeni uluslararası kriterler
ayrıntısıyla anlatılıyor ve 8 Şubat 2001 tarihinde (2001 Ekonomik Krizinin
başlamasında 11 gün öncesi) BDDK’nın yayınladığı “Bankaların İç Denetim ve Risk
Sistemleri Hakkındaki Yönetmelik”in bu açıdan iyi bir hazırlık olduğuna atıf
yapılıyordu.
Yazdıklarımızın
mürekkebi kurumadan 5 bankaya el konuldu
BDDK kurulduktan sonra 6 ay içinde, yani
EKONOM’daki ilk yazımın yayınlandığı tarih olan Mart-2001’e kadar 5 bankaya
daha el konuldu. İzleyen haftalarda sektördeki olumsuzluklar sürdü ve BDDK
yaptığı denetimlerle yeni bilgilere ulaştı. Başka hangi bankalara el konulacağı
konusundaki dedikoduların ayyuka çıktığı sırada, sektörü geniş bir şekilde
mercek altına alıp kapak konusu olarak işlemeye karar verdik. Bu görevi ben
üstlendim. EKONOM’un 18’inci sayısında herkesin kafasındaki “Türk bankacılığı
nereye gidiyor?” sorusunu kapak cümlesi olarak belirleyip, sektörün en önemli
ismi olan dönemin BDDK Başkanı Engin AKÇAKOCA’ya yönelttim. Akçakoca, 26-28’inci
sayfalar arasındaki söyleşide, sektörün en önemli 5 sorununu “Makro ekonomik
istikrarsızlık, özkaynak yetersizliği, risk algılama ve yönetim sistemlerinin
gelişmemiş olması, kamu ve TMSF’nin elindeki bankaların sistem üzerinde
yarattığı bozucu etki ile diğer etmenler (4 adet)” olarak sıraladı. Akçakoca,
sektörde 4-5 yıl sonra 5-6 büyük banka kalacağını düşündüğünü ifade ederek
teknik olarak ‘konsolidasyon’, halk arasındaki deyimle ‘el koyma’ işlemlerini
sürdüreceklerinin sinyalini vermiş oldu.
Türk bankacılığının nereye doğru
gittiğini araştırdığım kapakta, gerçekte ne olup bittiğini, teknik ayrıntılara
dalmadan, pratik örneklerle anlatabilen Doç. Dr. Ömer Faruk ÇOLAK’la yaptığım
söyleşiden çıkan başlık ise manidardı: “(Sektörde) Patlayacak birkaç dinamit
daha var”… Doç. Dr. Çolak, 32-34’üncü sayfalar arasındaki söyleşimizde “BDDK’nın
kurulduğu 1999’a kadar bankalar kötü çalışırken Hazine bunların hepsinden
haberdardı. Bir bankanın kötü çalıştığını bile bile bunu göz ardı ediyorsam,
suç ortaklarından biri benim. Eğer bunlar yapılmasaydı Fon bankalarına 22
milyar dolar aktarmazdık. Bunu yaptık ve elimizde şimdi patlamış bir dinamit
var. Ben sanıyorum ki patlayacak birkaç dinamit daha var” diyerek, sektördeki
‘kanlı’ sürecin devam ederek yeni el koyma olayları yaşanacağına işaret
ediyordu. Dergimiz yayınlanır yayınlanmaz, gazeteler “dinamit” sözcüğünün
geçtiği röportajdan geniş alıntılar yaptılar. Nitekim, daha EKONOM’un mürekkebi
kurumadan BDDK, 9 Temmuz 2001 tarihinde 5 bankaya daha el koydu.
Kapağımızın üçüncü konuğu ise Prof. Dr.
Nahit TÖRE idi. Avrupa Birliği konusunda geniş bir bilgi birikimi ve deneyime sahip
olan Prof. Dr. Töre, 28-31’inci sayfalardaki söyleşide Türkiye’nin AB
bankacılığına uyum sağlamak için yapması gerekenleri sıraladıktan sonra
“Bankacılık sektörümüz ciddi hasta. Bu hasta sektörle Türk ekonomisini,
özellikle reel sektörü bir yerden bir yere götürmek mümkün değil. İşe
bankalarımızdan başlamak mecburiyetindeyiz” diyordu. Prof. Dr. Töre’nin sektöre
yönelik “ciddi hasta” teşhisi de günlük gazetelerde alıntı yapılmış ve ikinci defa
haber olmuştu. EKONOM böylece bir kez daha, gazeteciliğin “tarihe not düşmek”
olarak tarif edilen temel işlevlerinden birine aracılık etmemizi sağlamıştı.
Hepimize
çıkan 67,5 milyar dolarlık fatura ve AB ile rekabet endişesi
10 yılda 2 büyük ve çok sayıda küçük
kriz geçiren bankacılık sektörü Ağustos-2004 tarihinde EKONOM’un 25’inci sayısında bir defa daha
kapak konusu olarak seçiliyordu. Sektörde en son el koyma işlemi 2 yıl önce
yapılmıştı ve düzenlemeler üzerinde yoğunlaşılmıştı. “Bankalar AB’ye koşuyor:
Ama ne kadar hızlı?” başlığı kullanılan kapakta, sektörün doğrultusunun belli
olduğu ancak gidişatın hızı konusundaki tereddütler anlatılmaya çalışılıyordu. Kapak
dosyası, üyemiz Ahmet KIVANÇ’ın “Türk bankacılığı AB’ye hazır mı?” başlıklı
10-15’inci sayfalar arasındaki yazısı ile açılıyordu. Yazıda Türk ve AB
bankaları en temel rakamsal göstergelerle kıyaslanarak, aradaki büyük farka
dikkat çekiliyor ve bunun sebepleri araştırıldığında 1994-2004 yılları
arasındaki kötü dönemin devlete ve dolayısıyla vatandaşa 67,5 milyar dolarlık
fatura çıkardığına, TBMM’ye sunulan raporlara dayanarak vurgu yapılıyordu. Yazıda
iyice olgunlaşan ve dünyadaki tüm bankaları bağlayacak olan Basel-II
Kriterlerinin Türk bankalarını zorlayacak diğer unsur olduğu ifade ediliyordu.
Üyelerimizden Harun GÜREK ise o günlerde
gündemde olan Kredi Kuruluşları Yasa Tasarısı taslağını eleştirerek “Bankalara
‘BigBrother’ Yasası” başlığını kullandığı 18-22’inci sayfalar arasındaki
yazısında 200 maddelik tasarının Basel-II’ye uyum gerekçesiyle aşırı gözetimci
ve denetlemeci unsurlar içerdiğini ifade ediyordu. Gürek’in yazısından yasa
taslağında bankalarla ilgili yapılacak haberlerde de sıkı denetim ve
yaptırımlar getirileceği anlaşılıyordu. Daha sonraki gelişmelere baktığımızda,
yasanın isminin Bankacılık Kanunu olarak değiştirilmesine rağmen, içeriğinin
çok az daraltılarak 171’i asıl, 31’i geçici maddeden oluşacak şekilde 2005 yılı
sonunda çıkarıldığı gördük.
Kapağın 30-31’inci sayfalarında Devlet
Bakanı Ali BABACAN ile yapılan söyleşiye yer veriliyordu. Babacan, kendisine
yöneltilen “Bankacılık sektörü hastalıklardan kurtulabildi mi?” sorusuna
yapılan çalışmaları uzun uzun anlatarak cevap veriyor ve satır aralarında
“Sektör henüz hastalıklardan kurtulamadı ama umut var” demeye getiriyordu. Babacan,
AB bankaları ile rekabet edilip edilemeyeceğine yönelik soruyu ise “Mevcut
Bankacılık Yasamızı kapsamlı şekilde gözden geçiriyoruz. Değişiklik yapıp
uyguladığımızda rekabet edebileceğiz” diyordu. BDDK Başkanı Tevfik BİLGİN ise
34-39’uncu sayfalar arasındaki söyleşisinde sektördeki sermaye yapısının
giderek güçlendiğini ifade ederek, “Sektörde yeni bir kırılganlık yaşanabilir
mi?” sorusuna hayır diyemiyor ve “kırılganlığın azaldığını” belirtmekle
yetiniyordu. Sektörün henüz AB ile rekabet edebilir durumda olmadığını kabul
eden Bilgin, rakamlar vererek karşılaştırma yapıyor ve Kredi Kuruluşları Kanun Tasarısı
taslağına göndermede bulunuyordu.
Gazeteci ve öğretim görevlisi dostumuz
Metin AKSOY’un 23-29’uncu sayfalar arasındaki “Holdinglerin Bankamedyası”,
Ziraat Bankası Eski Genel Müdürlerinden Osman TUNABOYLU’nun 32’inci sayfadaki
“Bankalar Yasasına doymuyoruz” ve Dr. Gülseren ADAKLI’nın 33’üncü sayfadaki “Türk
sermayesinin uğursuz evliliği: Banka ve Medya” adlı yazıları da meselenin tüm
boyutlarıyla ele alınmasını sağlıyordu.
Sektörün
aktif büyüklüğü, GSYH’nın 2-2,5 katına yükselmeli
Peki Türk bankacılık sektörü 2015 yılı
itibarıyla ne durumda ve bundan sonra nasıl ve hangi yönde bir gelişim
gösterebilir? Bankacılık sektörü 2005-2006 yıllarında tamamladığı dönüşüm
sürecini 2008’de başlayan ve halen devam eden küresel mali ve ekonomik krizde
test etme imkanı buldu. Bu süreçte zayıflamak bir yana sektörün aktif
büyüklüğünün GSYH’ye oranı 2013 yılında ilk kez yüzde 100’ü geçerek yüzde 111
olarak gerçekleşti. Bu oran, Haziran-2015 itibarıyla ise yüzde 119 düzeyinde
bulunuyor.
Sektörün tam verimle çalışması ve tüm
ekonomik üretim faaliyetlerini kavrayabilmesi için bu oranın yüzde 200-250
arasında bir rakama oturması gerekiyor. Yani bankacılık sektörü aktiflerinin
GSYH’nın 2-2,5 katına çıktığını görmeliyiz ve bu durumda önümüzde daha alınması
gereken hayli yol bulunuyor. Türkiye’de bankacılar ‘daha bankacı’, girişimciler
ise ‘daha girişimci’ olmalı. Bankacıların daha fazla kar sağlayabileceği büyük projeleri
fonlaması, girişimcilerin de daha güçlü projelerle ortaya çıkması
gerekiyor.
BDDK’nın bundan sonra izleyeceği yol
haritasının ne olacağı ise henüz açıklanmayan “2016-2018 Dördüncü Stratejik
Plan” ile belli olacak. Bu planda uyum çalışmaları 2013 yılında başlayan ve
2019 yılında sonuçlandırılması gereken Basel-III Süreci için yapılacakların
ayrıntılarıyla belirlenmesi bekleniyor. Basel-III’te
yaşanan küresel kriz deneyimleri ışığında, bankacılık sektöründe kırılganlığın
azaltılması ve uluslararası bir likidite riski ölçüm ve izleme mekanizmasının
oluşturulması öngörülüyor. Tabii ki Türk bankacılık sektörünün de buna nasıl
ayak uyduracağı…
Bankacılık sektörü yeniden yapılanma
sürecinde her gün sektörel verilerini açıklayabilecek kadar şeffaflaştı. Bu
alanda bir sorun kalmamış gibi görünüyor. Sektörün kitleselleşerek kişisel
bankacılık hizmetleri açısından çok geliştiği ve bu alandan ciddi bir faiz ve
komisyon geliri elde ettiği artık biliniyor. Ancak sektörün bu yolla daha
ileriye gidebilmesi de mümkün görünmüyor. Uzun lafın kısası: Büyümesini
sürdürmek istiyorsa, bankacılık sektörümüzün önümüzdeki yıllarda yeni ufuklara
yelken açması gerekiyor.
(Ekonomi Muhabirleri Derneği'nin (EMD) yayın organı EKONOM Dergisinin 50. Özel Sayısı için hazırlanıp Kasım-2015'te yayınlanmıştır.)
GÜNGÖR URAS KÖŞESİNDE HABERİMDEN NASIL BAHSETMİŞTİ-1? EMLAKBANK'IN BİLANÇOSU NASIL MAKYAJLANDI?
EKOKULAK: BANKACIDAN MORG GÖREVLİSİ OLUR MU?
GÜNGÖR URAS KÖŞESİNDE HABERİMDEN NASIL BAHSETMİŞTİ-1? EMLAKBANK'IN BİLANÇOSU NASIL MAKYAJLANDI?
EKOKULAK: BANKACIDAN MORG GÖREVLİSİ OLUR MU?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder