20 Kasım 2015 Cuma

TEKSTİLDE YANLIŞ VE GEÇ KONUM SEÇMENİN FATURASINI ÖDÜYORUZ

Cahit UYANIK

Türkiye, son birkaç aydır yoğun biçimde tekstil ve hazır giyim sektörlerindeki sorunları tartışıyor. Bu sektörler, Türkiye açısından hayli önemli. Çünkü bu sektörler "istihdam" ve "döviz deposu". Hem nüfusun önemli bölümü buralarda çalışarak hayatlarını kazanıyor, hem de üretimin büyük bölümü ihracata yönelik olduğu için döviz kaynağı olma özelliğini taşıyor. Bu sektörlerde yaşanan sorunlar, Türkiye'nin iki kritik meselesinin tam ortasında bulunuyor. Eğer sektörlerde kriz yaşanmaya devam ederse, Türkiye'de zaten bir türlü inmek bilmeyen işsizlik oranı daha yükseklere çıkabilecek. Öbür yandan da, Türkiye daha az döviz kazanarak, cari açığın finansmanında zorlanacak. Üstelik, piyasa ithal tekstil ürünleri ile dolabileceği için döviz kaybı yeni bir boyut daha kazanacak. Bu iki sektör o kadar önemli ki, Türkiye'nin toplam üretimi yani gayri safi milli hasılası içindeki payı yüzde 14'ü, istihdam içindeki payı yüzde 11'i, ihracat içindeki payı yüzde 35'i geçiyor.

Tekstil ve hazır giyimin Türkiye'nin can damarlarından birisi olduğu kesin. Ama bu can damarını son zamanlarda tehdit eden önemli gelişmeler yaşanıyor. Her şeyden önce, 2005 yılında Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) aldığı kararlar gereği, tekstil ve konfeksiyon sektöründe tüm kotalar ve kısıtlamalar kaldırıldı. Bunun böyle olacağı da 1996 yılından belliydi. O tarihte imzalanan bir anlaşmayla, tekstil sektöründe kota ve benzeri kısıtlamaların kaldırılması konusunda görüş birliğine varılmıştı. Buna ilişkin takvim ise 2001 yılında işlemeye başladı. 2005 yılında kotaların kalkacağını tüm dünya biliyordu. Aradan geçen 10 yılda, herkes pozisyonunu buna göre aldı. 

Neler mi oldu? Sanayisinin yapısının bir bölümü tekstil sektörüne dayanan Batılı ülkeler, yavaş yavaş moda, marka yaratma yani teknik deyimle "piyasa yapıcısı" olmak için kolları sıvadılar. Yani; yeni ve modern kumaşlar (ütü gerektirmeyen, az kırışan vb.), günlük yaşamda kullanılan giyim ürünlerinin stil ve görünümlerinin insanların tüketim eğilimlerine göre şekillendirilmesi gibi konularda yoğunlaşmaya başladılar. Tekstilde yoğun olarak çalışan kişileri de dönüşüm programlarıyla başka sektörlere doğru yönlendirdiler. 

1996'da alınan kararın Doğu'daki yansıması ise Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş gibi ülkelerde görüldü. Kotaların kalkacağını gören bu ülkeler, dünya piyasalarında çok ucuza satılan ikinci el iplik ve tekstil makinelerini toplamaya başladılar. Bu makineleri ucuz iş gücü ile destekleyerek ucuz ürünler elde ettiler. Sonuçta 1996 yılında kararı verilen ve 2001'de takvimi belirlenen bu geçiş sürecinde, herkes kendine göre bir "gard" aldı.

Peki Türkiye'de neler oldu? Türkiye'de olan biten, ne yazık ki iç açıcı değildi. 1990'lı yılların ikinci yarısı siyasi çalkantılarla geçirildikten sonra 2001'de girilen ekonomik kriz, insanları altüst etti. Sanki 2005'te kotalar kalkmayacakmış gibi; Türkiye sanki Avrupa Birliği ve ABD pazarına hazırlanan bir ülke değilmiş gibi davranıldı. Türkiye; Çin gibi, Pakistan gibi davranarak dünya piyasalarına boca edilen ucuz ikinci el tekstil makinelerini toplayarak ülkesine getirdi. Sorunun büyüklüğü 2003 yılından itibaren dünya tekstil piyasalarını zorlamaya başlayan Çin ile birlikte anlaşılmaya başlandı ama geç kalınmıştı. Çünkü Türkiye, izlediği anti-enflasyoncu politika sebebiyle  değerlenen TL ile Çin'in sabit kuru ile baş edemiyordu. Her geçen gün, ihracat azalıyor ya da yerinde sayıyordu.

Türkiye 2005 ve 2006 yılının ilk 3 ayını bu acı deneyimi anlayıp hazmetmekle geçirdi. Bundan sonra nelerin yapılması gerektiği konusunda ise değişik çözüm önerileri mevcut. Ama bu tüm bu olup bitenler, 1996'daki anlaşmayı ciddiye alıp konumlanamayan bir ülkenin çektiği sıkıntılar. Çin gibi sanayileşme macerasına yeni ancak bilinçli bir başlangıç yapmış ülkeler "sebep" değil "sonuç" durumunda bulunuyor. Türkiye, sonuçta bir piyasa ekonomisi. Devletin piyasalara müdahalesi pek mümkün değil. Ama sektörlerin geleceğinin ne olacağı konusunda onlara yön gösteren çalışmalarda bulunabilir. Türkiye'nin bu konuda önündeki "altın fırsat" ise 2007-2013 dönemini kapsayan 9. Kalkınma Planı. Avrupa Birliği (AB) sürecinde bulunulduğu için eskiden 5 yıllık hazırlanan planlar artık 7 yıllık dönemi kapsıyor. 9. Plan kapsamında Tekstil ve Hazır Giyim Sektörü Özel İhtisas Komisyonu kurulmuştu. Bu komisyon kamu, özel sektör, bağımsız uzmanlar ile akademik çevreleri kapsıyor. 

Bu komisyonda ulaşılan ilk sonuç şu: Türkiye'nin sağladığı istihdam, ihracat ve ciro bakımından en önemli sektörü olan tekstil sanayisini gözden çıkarmak mümkün değil. Tekstil sanayisinde meydana gelecek büyük boyutlu bir kriz veya ani bir çökme, küçülme, Türkiye'de çok tehlikeli ekonomik ve sosyal çalkantılara neden olabilecektir. Türk tekstil sanayi, yapısal değişim dönemine geçmelidir. Tedarikçi ülkeden piyasa yapıcı ülkeye dönüşüm şarttır. Çünkü bu sektörde üretim yapan tedarikçi ülkeler yüzde 25 pay alırken, marka, moda yaratan piyasa yapıcıların payı ise yüzde 75 düzeyinde. Türkiye'de şu anda yaklaşık 20 bin üretici, ihracatçı firma var. Yapısal dönüşüm sağlanarak bunu 2-3 bin büyük şirkete düşürmek gerekiyor. Yaratıcı ve yönlendirici sanayi yoluyla pazar, moda ve marka yaratılması gerekiyor. 

9. Planda yer verilen bilgilere göre tekstil ve hazır giyim ihracat-ithalatında bugünkü trendin sürmesi halinde 2013 yılında Türkiye net ithalatçı ülke haline gelecek. Sektördeki dış ticaret açığı 3,8 milyar doları bulacak. Liderliği korumak için yeniden yapılanma şart. Raporda 2007-2013 döneminin sektör için hayati nitelikte olduğu belirtilerek "Sektör, gün geçtikçe rekabet gücünü kaybederek kontrolsüz bir şekilde küçülecek ya da daha da güçlenmiş bir şekilde lider pozisyonunu sürdürmeye devam edecek" görüşü savunuluyor. Tekstil ve konfeksiyondaki ithalat artışının en temel sorun olduğu vurgulanan raporda "Böyle giderse 2013 yılında yurt içinde Türk kumaşıyla imal edilmiş hazır giyim ve ev tekstili ürünü kalmayacaktır" değerlendirmesinde bulunuluyor. Raporda sektördeki başıboş gidişin durdurulması için "A'dan Z'ye yeniden yapılanmanın" şart olduğuna dikkat çekildi. Raporda yer verilen değerlendirmeler başlıklar halinde şöyle:

* Hazır giyim ve konfeksiyon sektöründe en temel maliyet kalemi ham maddeyken, tekstilde ham maddenin yanı sıra insan kaynakları da önemli maliyet kaynakları arasında bulunuyor. Uzun dönemde sektörün maliyet yapısının uluslararası ortalamalara veya Türkiye'nin rakibi olan ülkelerin ortalamasına yakınlaşması gerekiyor. Aksi taktirde sektör, rekabet gücünü koruyamaz. 
  
* Türk tekstil ve konfeksiyon sanayisi KOBİ ağırlıklı bir sektör olup, özellikle hazır giyim sanayisindeki kayıt dışılığın yüzde 50'nin üzerinde olması nedeniyle işletme sayısı hakkındaki tahminler bile çok büyük farklılıklar gösteriyor. Verilere göre konfeksiyon sanayisindeki çalışanların yüzde 80'ine yakın bir kısmı kayıt dışı çalışıyor. Tekstil ve hazır giyim sektöründe ise kayıt dışı oranı yüzde 62 düzeyinde bulunuyor. 

* Tekstil ile hazır giyim ve konfeksiyon sektörleri birlikte değerlendirildiğinde, bu sektörlerin 2004 yılı ithalatının 7,7 milyar dolar düzeyine çıktığı görülür. Bu iki sektörün toplam ithalatının 1999 yılında 3,2 milyar dolardan 2004 yılında 7,7 milyar dolara çıkması, oldukça büyük bir artışın olduğunu göstermektedir. İthalat artışı iki kattan fazla olmuşken, eş dönemde ihracat 9,8 milyar dolardan 17,6 milyar dolara çıktı.

* Türk hazır giyim ve konfeksiyon sanayisi gittikçe artan oranda ithal girdi ile çalışan bir sanayi haline gelmeye başladı. 2005 yılında Türk hazır giyim ve konfeksiyon sanayisinin toplam üretiminde kullandığı tekstil malzemelerinin yüzde 42'si, ihraç ürünlerinde kullandığı tekstil malzemelerinin de yüzde 67'si ithalatla karşılanır hale geldi. 

*  Türk tekstil ve konfeksiyon sanayisinin şu anda yaşadığı en önemli güncel sorun, fiyat tutturamaması. Türkiye'de üretim yaptığı taktirde maliyetlerin yüksekliği sebebiyle rekabet gücü kalmayacağı için son yıllarda üretimini tamamen veya kısmen yurt dışına (başta Özbekistan, Türkmenistan, Romanya, Bulgaristan, Mısır, Ürdün ve Çin olmak üzere) kaydıran tekstil ve konfeksiyon firması sayısı 100'ü buldu.

* Dinamik bir gelişme stratejisi belirlenmediği için sektör 8. Kalkınma Planı döneminde plansız, programsız bir şekilde, sonuçta da sağlıksız bir büyüme gösterdi. Sektörün güncel sorunlarına acilen çözüm bulunmadığı taktirde, sektörün arkasından tüm ekonomiyi de sürükleyerek hızlı bir çöküntü içerisine girme tehlikesi var.
(Bu yazı, Türk Standartları Enstitüsünün yayın organı Standard Dergisinin Nisan-2006 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder