Cahit UYANIK
Türkiye, bugünlerde mülteci politikaları açısından Birleşmiş Milletler’in “en iyi” partneri durumunda… Çünkü Türkiye, sınırları içinde 2 milyon civarında Suriyeli ve Iraklı sığınmacıyı barındırmaya çalışıyor ama oldukça zorlanıyor. Köklü sorunlara sahip bir ekonomisi olan Türkiye, özellikle son 1 yıl içinde gelen Suriyeliler için artık pek cazip bir ülke değil. İş bulmanın çok zor olması ve düşük ücretler ile ağır çalışma koşulları, Türkiye’ye gelen yeni sığınmacıları çok memnun etmiyor. O nedenle yeni gelen Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’yi Avrupa’ya geçmek için bir ‘ara istasyon’ olarak kullanmaya başladılar. Böylece Suriye’deki insani kriz, 4 yıl aradan sonra Avrupa ülkelerinin kapısını çaldı.
Peki bundan sonra neler yaşanabilir? Cevabı ararken belki de
meseleye, Türkiye’nin 4 yıl önce karşılaştığı Suriyeli sığınmacılar problemi
ile ilgili neler yaptığını anlayarak başlamakta fayda var. Türkiye, BM’nin
dünya çapında üstlendiği mülteci politikalarında “çok fazla sorun çıkartmayan
bir ülke” olarak göz doldurdu. Çünkü Suriyeli sığınmacılardan 230 bini Afet ve
Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) kurduğu kamplarda yaşıyor ve BM’nin
istediği standartlarda bir yaşam sürüyor. Bu kamplarda zaman zaman takdir
toplayan sosyal projelere de imza atılabiliyor. Büyük çoğunluğu kampların
kurulması ve kamplarda yaşamın sürmesi için olmak üzere, Türkiye’nin bu
“misafirlere” 4 yılda harcadığı para 6
milyar doları geçti. Üstlenmek zorunda kaldığı bu önemli insani görev için
Türkiye’ye yapılan uluslararası yardımlar ise 2015-Eylül ayı itibarıyla sadece
417 milyon dolar oldu.
Yani Türkiye yalnız bırakılınca, sorunu kendi yöntemleriyle
çözmeye soyundu. Nasıl mı? Fiilen sığınmacı olsalar da, bu 2 milyon Suriyeli Türk
kanunlarına göre “misafir” olarak kabul ediliyor. Yani bu kişilere bir anlamda “geçici
barınma izni” verilmiş durumda… Kampların dışında yaklaşık 1,8 milyon kişi yaşıyor.
Türkiye’nin verdiği bir kimlikle (bazen kimliksiz), tıpkı Türk vatandaşları
gibi, hiçbir yerden izin almadan ülke içinde rahatça hareket edebiliyorlar. Şehir
şehir gezip, istedikleri kentte ev tutup, bir işte çalışıp (tabii ki, iş bulabilirse
ve ağır şartları kabul ederlerse), sermayesi varsa işyeri açabiliyorlar. Bu 1,8
milyon kişinin ellerindeki kimlikler sadece parasız sağlık hizmetine ve kısıtlı
biçimde eğitim imkanına ulaşmasına yardımcı oluyor. Eğitim Reformu Girişimi
(ERG) adlı sivil inisiyatifin Eylül ayında açıkladığı rapora göre, Suriyeli
çocukların yüzde 70’i okula devam edemiyor. Çocukların Türkçe bilmemeleri,
sabit adreslerinin olmaması büyük sorun. Kışın yaklaşmasıyla birlikte fakir
Suriyeli misafirlere, kömür yardımı
yapılacağı da ifade ediliyor.
Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar için izlediği bu aşırı
esnek kabul ve esnek yaşam politikası, şimdiye kadar Avrupa’ya yaşanabilecek
büyük bir göç dalgasını engelliyordu. Ancak Türkiye’nin kabul ettiği Suriyeli
ve Iraklı sığınmacı sayısı 1,5 milyon kişiyi geçtikten sonra, bu esnek politika
işe yaramamaya başladı. Çünkü Suriyeli
sığınmacılar sebebiyle Türkiye’nin bazı şehirlerindeki ev kiraları aşırı
yükseldi. Suriyelilerin getirdiği ek talep sebebiyle gıda fiyatları yaz
aylarında bile ucuzlamaz oldu.
Kırıkkale Üniversitesinden Dr. Harun Öztürkler ile Ankara
Üniversitesinden Dr. Türkmen Göksel’in “Suriyeli Mültecilerin Türkiye’ye
Ekonomik Etkileri: Sentetik Modelleme” adlı çalışması bu konuda ilginç bulgulara
ulaştı. Araştırmaya göre yaklaşık 300 bin Suriyeliyi barındıran Gaziantep; 2010
yılında il çapındaki fiyat artışlarında Türkiye 18’incisi iken, 2013 yılında
birinciliğe geldi. Suriyelilerin etkisiyle yıllık fiyat artışı 2,1 puan daha fazla
oldu. Bu kentte kira fiyatları artış oranı ise Türkiye’nin 2,3 katı daha fazla.
Araştırma, Türkiye’de yüzde 30’u aşan düzeydeki kayıt dışı emek piyasasına
Suriyelilerin girdiğini, ağır ve sigortasız işlerde daha düşük ücretlerle
çalışmaya razı olarak; benzeri koşulları kabullenmiş Türk vatandaşlarının işsiz
kalmasına yol açtığını bildiriyor.
Ancak Türkiye’nin izlediği açık kapı politikasının da sınırları
vardı. Yeni gelen Suriyeliler, Türkiye’de
geçirdikleri birkaç ayda fiyatları hayli yükselmiş barınma ve beslenme
kalemlerindeki harcamalarını; düzensiz ve kalitesiz işlerde çalışarak kazanacakları
parayla finanse edemeyeceklerini anladılar. Buldukları yeni çözüm ise daha iyi
ekonomik imkanları bulunan ülkeler ile mültecilerin daha geniş insani ve mali desteğe
sahip olabildiği Avrupa ülkelerine gitmekti.
Türk yetkililerin kapalı toplantılarda Batılı muhataplarına
söylediği “İzlediğimiz açık kapı politikasının fiili sınırları var. Ülkemizin
ekonomik ve sosyal kapasitesi limitlere yaklaştığında, göç size yönelecektir.
Çaresini beraber bulalım” uyarısı bu yaz aylarından itibaren gerçek oldu. Havaların
ısınmasıyla binlerce sığınmacı, 5-6 Avrupa ülkesini, (yaklaşık 2.500-3.000
kilometrelik yolu) derme-çatma deniz taşıtlarıyla, yürüyerek veya izinsiz
şekilde seyahat ederek katetti. Fransa, İngiltere ve Almanya’ya yöneldi. Eylül
ayı başında cansız bedeni Bodrum’da kıyıya vuran Kobanili Aylan bebeğin iç
burkan fotoğrafından sonra, bu sorun Avrupa’da iyice açığa çıktı ve
kabullenildi.
Avrupa Birliği, şimdilerde bu sığınmacıların Türkiye’de kalması
ve kendi kapısını çalmaması için yollar arıyor. Ancak Türkiye’nin verdiği, izin
alınmadan seyahat imkanı tanıyan geçici ikamet izni, AB’nin isteklerini
karşılamıyor. Çünkü bir kimseyi, belli kamplarda veya şehirlerde yaşamaya
mecbur kılmak için, uluslararası tanımlara göre sığınmacı statüsü tanımak
zorundasınız. Bu da o devlete birçok mali, sosyal, hukuki yükümlülük getiriyor.
Oysa Türkiye, buna yanaşmak istemiyor. Sebebi; Türkiye’nin finansal imkanları
ve ekonomik kapasitesinin 2 milyon kişiyi, mültecilik koşullarında yaşatmaya
yeterli olmaması. 230 bin kişiyi ağırlamak için harcanan 6 milyar dolar, bunun
için sağlam bir referans oluşturuyor.
Anlayacağınız Türkiye’nin izlediği misafirlik politikası,
içerisinde zorlu bir entegrasyon sürecini de barındırıyor. Çünkü Türkiye’de
halihazırda resmi rakamlara göre 3 milyon kişi işsiz. Umudunu kestiği için iş
aramadığını belirten işsizler eklendiğinde ise işsiz sayı 6 milyon kişiye
çıkıyor. Suriyeliler hesaplandığında bu
sayının fiilen 6,5 milyon kişiyi geçtiği düşünülüyor. Kayıt dışı ve düşük
ücretle çalışmaya razı Suriyeliler sebebiyle
genel ücret düzeyinin düştüğü; ancak dünya pazarlarında Çin, Hindistan,
Pakistan, Bangladeş, Mısır gibi ülkelerle rekabet eden Türk işletmelerinin bunu
memnuniyetle karşıladığı tahmin ediliyor. “Zorlu entegrasyon süreci”
denilirken, bu kastediliyor.
Türkiye, aslında bu politikaya alışkın. Birçok işletmede,
çiftlikte veya evlerde Gürcistan, Rusya, Romanya, Afganistan, Ukrayna,
Ermenistan, İran, Türkmenistan, Makedonya, Irak, Filipinler, Libya ve değişik
Afrika ülkelerinden gelen insanlar kayıt dışı çalışıyor. 2012 yılında yapılan bir
araştırma, kayıt dışı çalışan yabancı işçi sayısının 200 bin kişi olduğunu
belirlemişti. Açıkçası; Türkiye’nin
giriş kadar, çıkışı da gevşek tutan açık kapı politikası; elinde parası yoksa,
bir süre çalışıp para biriktiren insanlara Avrupa’ya geçme olanağı yaratıyor.
Suriye’de son 4 yılda yaşanan iç savaş, bir ülkenin yarı
yarıya boşalması anlamına geldi. Bu sıra dışı sosyolojik olaydan ise en fazla
etkilenen ülke Türkiye oldu. Bu ülkede iç savaşın sonuçlanmayacağına dair
beklentiler güçlendikçe, Suriyeli sığınmacıların geri dönme ihtimali de
azalıyor. Sorun, bölgesel olmaktan çıkıp tüm dünyayı ilgilendiren bir görünüm
aldı. Yapılması gerekenleri bilen ve Suriyelileri en iyi tanıyan ülke ise
Türkiye. Suriyelilerin yeni bir hayata başlayarak gittikleri ülkelere entegre
olmalarında Türkiye’nin tecrübelerinden tüm dünyanın yararlanması gerekiyor.
Tabii ki Türkiye’nin de bunu iyi bir şekilde anlatabilmesi, yeni ve zorlu
bir görev olarak ortaya çıkıyor.
(Bu yazı, Diplomatik Gözlem Dergisinin Ekim-2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
TÜRKİYE’DEKİ 2 MİLYON SURİYELİ, ÜLKE EKONOMİSİNİ NASIL ETKİLİYOR?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder