30 Ekim 2015 Cuma

TÜRKİYE, SURİYELİ MİSAFİRLER İÇİN EKONOMİK AÇIDAN CAZİP OLMAKTAN ÇIKTI; SIĞINMACI SORUNU AVRUPA’YA SIÇRADI

Cahit UYANIK


Türkiye, bugünlerde mülteci politikaları açısından Birleşmiş Milletler’in “en iyi” partneri durumunda… Çünkü Türkiye, sınırları içinde 2 milyon civarında Suriyeli ve Iraklı sığınmacıyı barındırmaya çalışıyor ama oldukça zorlanıyor. Köklü sorunlara sahip bir ekonomisi olan Türkiye, özellikle son 1 yıl içinde gelen Suriyeliler için artık pek cazip bir ülke değil. İş bulmanın çok zor olması ve düşük ücretler ile ağır çalışma koşulları, Türkiye’ye gelen yeni sığınmacıları çok memnun etmiyor.  O nedenle yeni gelen Suriyeli sığınmacılar, Türkiye’yi Avrupa’ya geçmek için bir ‘ara istasyon’ olarak kullanmaya başladılar. Böylece Suriye’deki insani kriz, 4 yıl aradan sonra Avrupa ülkelerinin kapısını çaldı. 
Peki bundan sonra neler yaşanabilir? Cevabı ararken belki de meseleye, Türkiye’nin 4 yıl önce karşılaştığı Suriyeli sığınmacılar problemi ile ilgili neler yaptığını anlayarak başlamakta fayda var. Türkiye, BM’nin dünya çapında üstlendiği mülteci politikalarında “çok fazla sorun çıkartmayan bir ülke” olarak göz doldurdu. Çünkü Suriyeli sığınmacılardan 230 bini Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı’nın (AFAD) kurduğu kamplarda yaşıyor ve BM’nin istediği standartlarda bir yaşam sürüyor. Bu kamplarda zaman zaman takdir toplayan sosyal projelere de  imza  atılabiliyor. Büyük çoğunluğu kampların kurulması ve kamplarda yaşamın sürmesi için olmak üzere, Türkiye’nin bu “misafirlere”  4 yılda harcadığı para 6 milyar doları geçti. Üstlenmek zorunda kaldığı bu önemli insani görev için Türkiye’ye yapılan uluslararası yardımlar ise 2015-Eylül ayı itibarıyla sadece 417 milyon dolar oldu.

Yani Türkiye yalnız bırakılınca, sorunu kendi yöntemleriyle çözmeye soyundu. Nasıl mı? Fiilen sığınmacı olsalar da, bu 2 milyon Suriyeli Türk kanunlarına göre “misafir” olarak kabul ediliyor. Yani bu kişilere bir anlamda “geçici barınma izni” verilmiş durumda… Kampların dışında yaklaşık 1,8 milyon kişi yaşıyor. Türkiye’nin verdiği bir kimlikle (bazen kimliksiz), tıpkı Türk vatandaşları gibi, hiçbir yerden izin almadan ülke içinde rahatça hareket edebiliyorlar. Şehir şehir gezip, istedikleri kentte ev tutup, bir işte çalışıp (tabii ki, iş bulabilirse ve ağır şartları kabul ederlerse), sermayesi varsa işyeri açabiliyorlar. Bu 1,8 milyon kişinin ellerindeki kimlikler sadece parasız sağlık hizmetine ve kısıtlı biçimde eğitim imkanına ulaşmasına yardımcı oluyor. Eğitim Reformu Girişimi (ERG) adlı sivil inisiyatifin Eylül ayında açıkladığı rapora göre, Suriyeli çocukların yüzde 70’i okula devam edemiyor. Çocukların Türkçe bilmemeleri, sabit adreslerinin olmaması büyük sorun. Kışın yaklaşmasıyla birlikte fakir Suriyeli misafirlere,  kömür yardımı yapılacağı da ifade ediliyor.  

Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılar için izlediği bu aşırı esnek kabul ve esnek yaşam politikası, şimdiye kadar Avrupa’ya yaşanabilecek büyük bir göç dalgasını engelliyordu. Ancak Türkiye’nin kabul ettiği Suriyeli ve Iraklı sığınmacı sayısı 1,5 milyon kişiyi geçtikten sonra, bu esnek politika işe yaramamaya başladı.  Çünkü Suriyeli sığınmacılar sebebiyle Türkiye’nin bazı şehirlerindeki ev kiraları aşırı yükseldi. Suriyelilerin getirdiği ek talep sebebiyle gıda fiyatları yaz aylarında bile ucuzlamaz oldu.

Kırıkkale Üniversitesinden Dr. Harun Öztürkler ile Ankara Üniversitesinden Dr. Türkmen Göksel’in “Suriyeli Mültecilerin Türkiye’ye Ekonomik Etkileri: Sentetik Modelleme” adlı çalışması bu konuda ilginç bulgulara ulaştı. Araştırmaya göre yaklaşık 300 bin Suriyeliyi barındıran Gaziantep; 2010 yılında il çapındaki fiyat artışlarında Türkiye 18’incisi iken, 2013 yılında birinciliğe geldi. Suriyelilerin etkisiyle yıllık fiyat artışı 2,1 puan daha fazla oldu. Bu kentte kira fiyatları artış oranı ise Türkiye’nin 2,3 katı daha fazla. Araştırma, Türkiye’de yüzde 30’u aşan düzeydeki kayıt dışı emek piyasasına Suriyelilerin girdiğini, ağır ve sigortasız işlerde daha düşük ücretlerle çalışmaya razı olarak; benzeri koşulları kabullenmiş Türk vatandaşlarının işsiz kalmasına yol açtığını bildiriyor.  

Ancak Türkiye’nin izlediği açık kapı politikasının da sınırları vardı.  Yeni gelen Suriyeliler, Türkiye’de geçirdikleri birkaç ayda fiyatları hayli yükselmiş barınma ve beslenme kalemlerindeki harcamalarını; düzensiz ve kalitesiz işlerde çalışarak kazanacakları parayla finanse edemeyeceklerini anladılar. Buldukları yeni çözüm ise daha iyi ekonomik imkanları bulunan ülkeler ile mültecilerin daha geniş insani ve mali desteğe sahip olabildiği Avrupa ülkelerine gitmekti.

Türk yetkililerin kapalı toplantılarda Batılı muhataplarına söylediği “İzlediğimiz açık kapı politikasının fiili sınırları var. Ülkemizin ekonomik ve sosyal kapasitesi limitlere yaklaştığında, göç size yönelecektir. Çaresini beraber bulalım” uyarısı bu yaz aylarından itibaren gerçek oldu. Havaların ısınmasıyla binlerce sığınmacı, 5-6 Avrupa ülkesini, (yaklaşık 2.500-3.000 kilometrelik yolu) derme-çatma deniz taşıtlarıyla, yürüyerek veya izinsiz şekilde seyahat ederek katetti. Fransa, İngiltere ve Almanya’ya yöneldi. Eylül ayı başında cansız bedeni Bodrum’da kıyıya vuran Kobanili Aylan bebeğin iç burkan fotoğrafından sonra, bu sorun Avrupa’da iyice açığa çıktı ve kabullenildi.

Avrupa Birliği, şimdilerde bu sığınmacıların Türkiye’de kalması ve kendi kapısını çalmaması için yollar arıyor. Ancak Türkiye’nin verdiği, izin alınmadan seyahat imkanı tanıyan geçici ikamet izni, AB’nin isteklerini karşılamıyor. Çünkü bir kimseyi, belli kamplarda veya şehirlerde yaşamaya mecbur kılmak için, uluslararası tanımlara göre sığınmacı statüsü tanımak zorundasınız. Bu da o devlete birçok mali, sosyal, hukuki yükümlülük getiriyor. Oysa Türkiye, buna yanaşmak istemiyor. Sebebi; Türkiye’nin finansal imkanları ve ekonomik kapasitesinin 2 milyon kişiyi, mültecilik koşullarında yaşatmaya yeterli olmaması. 230 bin kişiyi ağırlamak için harcanan 6 milyar dolar, bunun için sağlam bir referans oluşturuyor.

Anlayacağınız Türkiye’nin izlediği misafirlik politikası, içerisinde zorlu bir entegrasyon sürecini de barındırıyor. Çünkü Türkiye’de halihazırda resmi rakamlara göre 3 milyon kişi işsiz. Umudunu kestiği için iş aramadığını belirten işsizler eklendiğinde ise işsiz sayı 6 milyon kişiye çıkıyor.  Suriyeliler hesaplandığında bu sayının fiilen 6,5 milyon kişiyi geçtiği düşünülüyor. Kayıt dışı ve düşük ücretle çalışmaya razı Suriyeliler sebebiyle  genel ücret düzeyinin düştüğü; ancak dünya pazarlarında Çin, Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Mısır gibi ülkelerle rekabet eden Türk işletmelerinin bunu memnuniyetle karşıladığı tahmin ediliyor. “Zorlu entegrasyon süreci” denilirken, bu kastediliyor. 

Türkiye, aslında bu politikaya alışkın. Birçok işletmede, çiftlikte veya evlerde Gürcistan, Rusya, Romanya, Afganistan, Ukrayna, Ermenistan, İran, Türkmenistan, Makedonya, Irak, Filipinler, Libya ve değişik Afrika ülkelerinden gelen insanlar kayıt dışı çalışıyor. 2012 yılında yapılan bir araştırma, kayıt dışı çalışan yabancı işçi sayısının 200 bin kişi olduğunu belirlemişti.  Açıkçası; Türkiye’nin giriş kadar, çıkışı da gevşek tutan açık kapı politikası; elinde parası yoksa, bir süre çalışıp para biriktiren insanlara Avrupa’ya geçme olanağı yaratıyor.

Suriye’de son 4 yılda yaşanan iç savaş, bir ülkenin yarı yarıya boşalması anlamına geldi. Bu sıra dışı sosyolojik olaydan ise en fazla etkilenen ülke Türkiye oldu. Bu ülkede iç savaşın sonuçlanmayacağına dair beklentiler güçlendikçe, Suriyeli sığınmacıların geri dönme ihtimali de azalıyor. Sorun, bölgesel olmaktan çıkıp tüm dünyayı ilgilendiren bir görünüm aldı. Yapılması gerekenleri bilen ve Suriyelileri en iyi tanıyan ülke ise Türkiye. Suriyelilerin yeni bir hayata başlayarak gittikleri ülkelere entegre olmalarında Türkiye’nin tecrübelerinden tüm dünyanın yararlanması gerekiyor. Tabii ki Türkiye’nin de bunu iyi bir şekilde anlatabilmesi, yeni ve zorlu bir  görev olarak ortaya çıkıyor. 
(Bu yazı, Diplomatik Gözlem Dergisinin Ekim-2015 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)

TÜRKİYE’DEKİ 2 MİLYON SURİYELİ, ÜLKE EKONOMİSİNİ NASIL ETKİLİYOR?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder