29 Ağustos 2015 Cumartesi

YÖNETENLERİ YÖNETİYORLAR: ULUSLARARASI DANIŞMANLIK FİRMALARI





Cahit UYANIK

Uluslararası danışmanlık firmaları ve yatırım bankalarının Türkiye'deki etkileri üzerine bir yazı yazmak üzere kolları sıvadığımda, doğrusu konunun bu kadar geniş ve karmaşık boyutları olacağını hiç aklıma getirmemiştim. Beni böyle bir yazı hazırlamaya iten en önemli etken, danışman firma ve bankalar hakkında kapalı kapılar ardında anlatılan, ancak bir türlü kamuoyunda dillendirilmeyen ve kaleme alınmayan şeyleri gün ışığına çıkarmaktı. Anlatılan olumsuzlukların genel çerçevesi, danışman firma ve bankaların yerel koşullar hakkındaki derin bilgisizliklerine rağmen, Türkiye'nin kaderinde söz sahibi oldukları yönündeydi.

Ekonomi gazeteciliğine ilk başladığım günlerden beri, bu konuda birbirinden renkli öyküler dinlemiştim. Bu öykülere göre, "zincir vurulmayan" bağımsızlık tutkumuz, danışmanlık kuruluşlarının 'yeni yetme' uzmanlarınca sık sık ayaklar altına alınıyordu. Yaşını başını almış bürokratlar, yabancı danışman firmaların 'yuppie' uzmanlarının karşısında ezilip büzülmekten dolayı gururlarının incindiğini anlatıyorlardı. Bu durum, sık sık yetişmiş insan bolluğundan dem vurulan bir ülkeye yakışmıyordu. Aşağılanmak bir yana, danışmanlık kuruluşlarına yapılan etek dolusu parasal ödemeler de cabasıydı.

"Türkiye padişahlıkla mı yönetiliyor?"

Söz gelimi; şu an çok önemli ve düzenleyici fonksiyonları ön plandaki bir kamu kuruluşunun başında bulunan bir bürokrat, 1980'lerin sonunda yaşadığı bir olayı hiç unutamıyordu. O dönem genel müdür yardımcılığı yaptığı kamu bankasında, yabancı bir danışmanlık firmasının uzmanıyla bankanın yeniden yapılanması üzerine düzenlediği toplantının daha başında "Türkiye, padişahlıkla yönetiliyor değil mi?" sorusu, onu çileden çıkarmaya yetmişti. Yabancı danışmanlık firmasının 70 yılı aşkın süredir cumhuriyetle yönetilen, yaklaşık 10 yıldır ise serbest piyasa ekonomisi uygulayan Türkiyeyi tanımak tenezzülünü göstermeyen uzmanı apar topar ülkesine gönderilmişti. Hemen ardından da danışmanlık firmasının sözleşmesi, haklı gerekçelere dayandığı belirtilerek feshedilmişti.

Artık vefat etmiş bir sendikacı ise Karabük Demir Çelik Fabrikalarının kaderinin belirlenmeye çalışıldığı 1994 yılında yaşanılan olayı gözleri fal taşı gibi açılarak anlatıyordu.  O tarihte Karabük'ün kaderinin ne olması gerektiği konusunda yetkili veya yetkisiz herkes bir düşünce ileri sürüyordu. Çünkü dönemin siyasi iktidarı, açıkladığı 5 Nisan Tedbirleri çerçevesinde Kardemir konusunda bir çözüm bulunmadığı taktirde fabrikanın yıl sonuna kadar kapatılacağını deklare etmişti. Soruna çözüm aranırken, Karabük'ün kaderinin ne olacağı yine yabancı uzmanlara teslim etmişti.

Yabancı danışmanlık firması uzmanları, yüz binlerce dolara sipariş edilen rapora baz almak üzere Karabük'ü incelemeye gelmişlerdi. Fabrikayı şöyle bir dolaşmış, dönemin yöneticileriyle çay kahve sohbetinin ardından kenti terk etmişlerdi. Uzmanların Ankara ve İstanbul'daki temas ve incelemeleri ise daha çok Kardemir'le ilgili dokümanları toparlamaktan ibaret olmuştu. Merkezlerine dönüp sıcacık ofislerinde hazırladıkları raporları, birkaç nüsha halinde ve basının eline geçtiğinde kim tarafından sızdırıldığını anlamayı kolaylaştırıcı şifrelerle donatarak Ankara'ya göndermişlerdi. Ama rapor, tüm çabalara rağmen basına sızmıştı. Raporun özü şuydu: Kardemir'i kapatın, hurdasını satın! Raporun unuttuğu bir şey vardı: Karabük'te yüz binlerce insan yaşıyordu. Yüz binlerce dolar ödenerek yazdırılan rapor bir işe yaramıştı: Karabük'te neyin yapılmaması gerektiği anlaşılmıştı. Benzeri örneklere yazının akışı boyunca tekrar döneceğiz.

Big six'ler dünyayı çekip çeviriyor

Türkiye'ye özgü olaylar bir yana, okuduğum kaynaklar ve yaptığım sohbetler; yıllardır şahit olduğum bu yakınmaların gelişmiş ve gelişmekte olan tüm ülkelerde yaşanan 'ortak bir psikoloji'nin varlığını ortaya çıkardı. Dünyadaki danışmanlık hizmetleri pazarını kontrol eden çok uluslu şirketler, 1980 sonrasında tüm dünyada karma ekonominin öneminin azalıp serbest piyasa ekonomisine ağırlık verilmesiyle güçlerinin doruğuna ulaşmışlardı. Bu kuruluşların büyük çoğunluğu 1980 öncesinde ağırlıkla sermaye ve para piyasaları ağırlıklı çalışan yatırım bankalarıydı.

Danışmanlık hizmetleri ise daha çok kamu sektörünün etkin ve verimli çalışmasını sağlayacak projelerden ibaretti. Serbest piyasa ekonomisine geçişten sonra, bu talep tersine dönmüştü. Gelişmiş ülkelerde başlayan kamu sektörünü küçültme politikası, bu bankaların danışmanlık birimlerine ağırlık vermesini gerektirmişti. Ardından serbest piyasa rüzgarı, gelişmekte olan ülkelerin de kanına girince pazar iyice büyümüş ve bazıları danışmanlık hizmetleri konusunda iyice sivrilmişlerdi.

Dünyadaki danışmanlık hizmetleri pazarında yüzlerce firma faaliyet gösteriyor. Bu firmalar "yatırım bankacılığı", "bağımsız dış denetim (audit)" ve "yönetim danışmanlığı" adı altında alt disiplinlere ayrılmış durumdalar. Dünya finans ve sermaye piyasalarında artık gelenekselleşen "big" sınıflandırması, danışmanlık firmaları için de mevcut. Yatırım bankacılığının big six'i; Goldman Sachs, Morgan Stanley, Merrill Lynch, Salomon Brothers, SBC Warburg, UBS, J.P. Morgan'dan oluşuyor. Audit'in big six'i ise Coopers and Lybrand, Price Waterhouse, KPMG, Ernst and Young, Deloitte Touch ve Arthur Andersen'den oluşuyor. Yönetim danışmanlığının ilk büyük 6 firması ise Mc Kinsey, Booz Allen and Hamilton, Boston Consultant Group, Bainand Company, Coopers and Lybrand, Andersen Consulting'den müteşekkil.

Bu isimlerin hemen hepsi Türkiye'ye yabancı değil. Kimileri kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması, kimisi özelleştirme, kimisi yurt dışında halka arz edilecek değerli kağıtlar öncesinde bilançoların denetlenmesinde görev aldılar. Söz gelimi Goldman Sachs, Türk Telekomun özelleştirme stratejisini hazırladı. Salomon Brothers ise İş Bankasının nasıl bir strateji ile satışa sunulacağı konusunda hizmet veriyor. Coopers and Lybrand, halihazırda enerji sektörünün yeniden yapılandırılması hakkında Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına bir rapor ve öneri seti hazırlıyor. Booz Allen and Hamilton ise TCDD'nin yeniden yapılandırılması konusunda geniş bir raporu geçen yıl Hükümete sundu. Rapordaki önerilerin bu yıl uygulamaya başlanması bekleniyor. Bu tablo Türkiye'nin "big six"lerin ilgi ve etki alanına girdiğini gösteriyor.

Danışmanlık firmaları siyasetin içinde

Danışmanlık firmalarının yöneticileri bürokrat ve politikacılarla kurdukları yakın ilişkiler nedeniyle dünya politika sahnesinde zaman zaman etkin roller üstlenebiliyorlar. Söz gelimi ABD Hazine Bakanı Robert Rubin, eski bir Goldman Sachs çalışanıydı. İtalya Başbakanı Romano Prodi de aynı şirketin danışmanlığı görevini üstlenmişti. Yine Goldman Sachs Uluslararası Bölüm Başkanı Peter Sutherland'ın önümüzdeki yıl Avrupa Birliğinin başına getirilmesi söz konusu. Sutherland, 1999'da Jacques Santer'den boşalacak AB Komisyonu Başkanlığına en güçlü adaylardan biri olarak gösteriliyor. Sutherland, daha önce AB'de görev yapmıştı ve Komisyonun rekabetten sorumlu üyesiydi. Sutherland bir ara GATT Başkanlığını da yürütmüştü.

Rubin, Prodi ve Sutherland danışman firmalarda çalıştıktan sonra siyasi kademelerde yükselen saygın örnekler olabilir. Ancak danışmanlık firmalarını, güç ve servet için bir atlama taşı olarak kullananlar da az değil.  Bu noktada daha çok politika ve bürokraside edindiği nüfuzu, danışman firmalar için kullananlar dikkat çekiyor. Ünlü İngiliz özelleştirme uzmanı Brendan Martin'in "Özelleştirme Kamu Yararına mı?" adlı kitabında belirttiğine göre, Eski İngiltere Ticaret Bakanı Lord Young, Salomon Brothers'ta çalışıyor. Eski Hazine Bakanı John Moore, Hill and Knowlton International'de kıdemli özelleştirme danışmanı. Eski Enerji Bakanı Peter Walker ise Rotschild'in yan kuruluşu Smith New Court'un müdürlüğünü yürütüyor; aynı zamanda da Alman Özelleştirme Kurumu Treuhand'in İngiltere Temsilciliği görevini yapıyor. İngiliz Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanlığı görevini sürdüren David Howell ise Coopers and Lybrand'in danışmanlığını yapmakta sakınca görmüyor.

Danışman firmaların tarihleri çok eski

Peki bu şirketler dünya siyaset sahnesinde neden bu kadar etkinler? Bunun cevabı çok basit. Çünkü bu şirketler dünya siyasetinde ve ekonomisinde "hancı" rolünü oynarken, siyasi figürler "yolcu" konumunda. Dünya çapında "big" sınıflamasında yer alan danışmanlık firmalarının çok köklü bir geçmişe sahip olmaları hemen hemen hepsinin ortak özelliği. Bunlara Merrill Lynch ve Morgan Stanley'i örnek gösterebiliriz.

Charles Merrill 1907 yılında Amherst ve Michigan Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra New York'a geldi. Burada bir tekstil fabrikasında çalışan Merrill, bir deney amacıyla YMCA adlı firmaya gitti. Orada Edmund Lynch ile tanıştı. Lynch, John Hopkins Üniversitesinden mezundu ve bu sıvı karbon fabrikasında satış elemanı olarak çalışıyordu.  Merrill ve Lynch, kısa bir süre sonra oda arkadaşı oldular. Merrill, ilk Wall Street deneyimine 1909 yılında George H. Burrand Co. adındaki ticari kağıt firmasının senet bürosunda hizmet vererek başladı. Burrand'daki yılları boyunca Merrill, sermaye ticaretiyle ilgili kendi düşüncelerini formüle etmeye başladı. 1919 Kasım ayında Leslie's Weekly adlı bir dergide "Bay Vasat Yatırımcı" adı altında bir yazı yayımladı. Bu yazıda müşterilerinin şartlarını ve hedeflerini dikkate alacak, müşteriyi aydınlatacak bir "aracı"nın gereğini vurguladı. Merrill Lynch 1915 yılında kendi tabelasını astı. Merrill, 1928 yılında şirketlerin büyüyen stoklarına bakarak yaklaşan büyük bir ekonomik krizi sezdi. Müşterilerine, ellerindeki tahvilleri satmalarını önererek haklı bir ün kazandı.

Morgan Stanley'in kuruluşu ise ABD Hükümetinin 1935 yılında aldığı ve ticari bankaların yatırıma yönelik kollarını budayan kararına dayanıyor. J. P. Morgan'ın oğlu Henry S. Morgan ve Howard Stanley tarafından kurulan şirket 1970'li yıllara kadar "özel ortaklık" olarak varlığını sürdürmüş. 1970'lerde ticari operasyonlara başlayan şirket, 1980 sonlarına doğru Londra ve Tokyo gibi iki büyük finans merkezinde önemli bir kuruluş olarak adından söz ettirmiş. 1986'da halka açılan şirketin şu anda yüzde 40 hissesi çalışanlarına ait. Bu, şirketin kurucuları Morgan ve Stanley'in başlattığı ortaklık geleneğini sürdürdüğünü gösteriyor.

Danışmanların sabıka kayıtları

Uluslararası yatırım bankaları ve danışmanlık firmaları, dikkatle incelendiğinde dünyadaki finans ve sermaye piyasalarının hemen her dalında faaliyetlerinin bulunduğu görülüyor. Bu kuruluşların değişik departmanları zaman zaman "kar etmek için her yol mübahtır" mantığı ile hareket edebiliyorlar. Ancak finans sihirbazlıkları ve serbest piyasa cinlikleri ortaya çıktığında kamuoyunun olumsuz okları üzerlerine yöneliyor.

Söz gelimi yatırımcıların kısaca "Solly" diye adlandırıldığı Salomon Brothers'ın başından böylesine bir olay geçti. ABD'nin en büyük aracı kurumlarından biri olan Solly'nin varlıkları toplamı 100 milyar doları geçiyor. ABD Devlet Tahvilleri Piyasasının en güçlü ismi olan Salomon, 1991'de ABD kamu ihalelerini manipüle etmekle suçlanmıştı. Suçlamaya göre Solly, ihaleye çıkılan tahvillerin en çok yüzde 35'ine talip oluyordu. Kabulü garantilemek için de geçerli fiyatın biraz üstünde bir teklif sunuyordu. Firma, aynı anda başlıca büyük müşterilerinin ismini kullanarak yüksek fiyat üzerinden teklifler sunuyordu. ABD hazinesi doğal olarak bu elverişli teklifleri kabul ediyordu. Solly elemanları daha sonra müşterilerinin kağıtlarını topluyor ve ellerinde piyasayı denetleyecek kadar kağıt birikince istediği fiyatı dikte ettirecek güce ulaşıyordu. ABD piyasasında buna "köşeye sıkıştırmak" anlamında "corner" deniliyordu. Olay ABD'nin SPK'sı konumundaki SEC ve Antitröst Dairesi tarafından soruşturulup doğrulandı. İhalelerde her hafta 12 milyar dolar dönüyordu. Solly, bu durum ortaya çıkınca kendisini "müdür yardımcılarından biri şaka olsun diye yapmış" şeklinde savundu.

İkinci örnek de Morgan Stanley özelinde verilebilir. Olay aynı zamanda firma çıkarları ile müşteri çıkarlarının zaman zaman çatıştığının göstergesi. 1995'te batan 120 milyon dolar sermayeli Global Opportunity Funds'un Lüksemburg Şubesinin yöneticiliğini Morgan Stanley yürütüyordu. Morgan Stanley, fon kağıtlarını satın alan 20 yatırımcı şirket tarafından "ihmalkarlık" suçlamasıyla mahkemeye verildi.

Danışmanlık firmaları giderek büyüyor

Yatırım bankaları ve danışmanlık firmaları artık iyice uluslararası nitelik taşımaya başladılar. Yayınlanan çok uluslu şirket listelerinde bu firmaların isimlerine rastlamak mümkün. Mesela ABD'nin 5 büyük bankacılık kuruluşundan biri olan Merrill Lynch'in 70 milyar doları aşan bir mal varlığı mevcut. Yıllık geliri 15 milyar dolara yaklaşan şirkette 40 binden fazla personel çalışıyor. Merrill Lynch, son 2 yıldır büyük bir hızla büyüyor. İngiltere, İspanya ve İtalya'da aracı kurumlar satın aldı. Son operasyon ise ABD'li Hambrecht and Quist'i satın almaktı. Merrill, bu alışveriş karşılığında 1 milyar doları aşkın para ödedi. Merrill, 1995 yılından bu yana ABD dışı pazarlarda dolar dışı faaliyetlerini geliştirmeye dönük bir strateji izliyor. Bu doğrultuda sürekli şirketler satın alıyor. Özellikle bu satın alma işlemleri İngiltere'de yoğunlaşmış durumda. Şirket bu çerçevede Smith New Court Securities'i aldı. Avrupa'daki en büyük operasyonu ise 1997 Kasım ayında İngiltere'nin en büyük fon yönetim kurumu Mercury Asset Management Group'u 5.3 milyar dolara satın alarak yaptı. Bu satış sonrasında Merrill Lynch, dünyanın en büyük üçüncü fon yöneticisi oldu.

Yatırım bankaları ayrıca gelişmekte olan ülkeleri özel ilgi ve büyüme alanı olarak seçmiş durumdalar. Söz gelimi Morgan Stanley, son dönemlerde faaliyetlerini Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkelerde yoğunlaştırıldı. Şirketin çalışan sayısı 1990 yılında 7 bin 122 iken 1995 yılında 9 bin 238 olarak tesbit edildi. Morgan Stanley, üçüncü dünyada yavaş yavaş palazlanan yerel pazarlarda uzun vadede büyük karlar elde edeceğini düşünüyor. Morgan Stanley, Hindistan ve Çin'de çok etkin. Hindistan-Bombay'da ticareti canlandıracak ve süreci kolaylaştıracak daha etkin bir sistem kuruyor. 1994 yılında Hindistan Hükümetiyle ortaklaşa yere bir fon kurdu.  Çin'de ise ilk bankasını kuruyor. People's Construction Bank'a 35 milyon dolar yatırdı. Böylece gelişmekte olan ülkelere uzun vadeli fonları çekmeye çalışıyor. Üçüncü dünya ülkelerinde çalışmak bazı riskleri de getirmiyor değil. Morgan Stanley bu riskin oranını yüzde 10 ile 15 olarak tahmin ediyor. Riski minimize etmek için açılan şubeler faaliyetlerini başlangıçta çok dar bir alanda yoğunlaştırıp daha sonra çeşitlendirme  yolunu seçiyorlar. Morgan Stanley'in veri altyapısı mükemmel. Cenevre'deki şubede 3 bin 500 farklı  endüstriyel ürün pazarıyla ilgili veriler üretiliyor ve saklanıyor.

Bu arada "big six" sınıflandırmasına dahil danışman firmaları kendi aralarında birleşerek, bu alanda dünya çapında bir oligopol piyasası oluşturmak istiyorlar. Ancak ABD ve Avrupa Birliğindeki rekabet kurulları bu birleşmeleri yakın takibe almış durumdalar. Coopers and Lybrand ile Price Waterhouse'un yanısıra KPMG ve Ernst and Young birleşmesi bu kapsamda değerlendirildi. AB Rekabet Kurulu, ocak ayı sonunda bu birleşmelerle ilgili ayrıntılı bilgi almak üzere söz konusu şirketlere bir dizi soru gönderdi. AB Rekabet Kurulu, bu soruları "Uluslararası mali danışmanlık firmalarının denetim yaptıkları şirketlere verdikleri hizmet için çok düşük fiyat talep edip; daha sonra bunu vergi ve yönetim danışmanlığı hizmetlerinde yüksek fiyat biçerek telafi edip etmediklerini belirlemek amacıyla" gönderdiğini açıkladı. Kurul ayrıca bu birleşmelerin bir piyasa tıkanıklığından mı yoksa piyasanın büyümesinden mi kaynaklandığını belirlemeye çalışacak. Bu gelişmeden birkaç hafta  sonra nedendir bilinmez KPMG ile Ernst and Young arasındaki birleşme kararından geri dönüldü!

Uzak Doğu Krizi'yle ortaya çıkan fırsatlar

Yatırım bankaları ve danışmanlık firmaları "işler en kolay ve ucuz olarak kriz ortamlarında büyütülür" ilkesini hayata geçirmekten kaçınmıyorlar. Uzak Doğu Krizinin ardından özellikle IMF'nin girişimlerinin güvencesiyle yabancı banka ve finans kuruluşlarının Uzak Doğu pazarlarında yeni ve büyük olanaklar bulacakları hatta bulmakta oldukları epeydir kabul gören bir gelişmeydi. Özellikle Japonya'da Merrill Lynch ve Morgan Stanley gibi güçlü yabancı finans kurumlarının çalkalanan finans piyasalarına girdiğini ve önemli paylar aldıklarını görmek mümkün. Geçen Ekim ayında Tokyo piyasasında en büyük iş hacmini söz konusu iki şirket gerçekleştirerek, bu konumu Japon şirketlerinden kaptılar. Mesela Merrill Lynch, Japonya'da yeni bir şirket kurarak iflas eden Yamaichi Menkul Değerler'in 3 bin elemanın istihdam edileceğini resmen açıkladı. Lynch'in bu şirkete 300 milyon doları aşkın yatırım yapması bekleniyor. Bu durum uluslararası finans devlerinin merkezlerinin bulunduğu kendi ülkelerinde de olumsuz bazı tepkilere yol açabiliyor. Söz gelimi ABD'nin Uzak Doğu Krizinde IMF'ye 18 milyar dolarlık destek fonu tahsisinin tartışılması öncesinde Eski Cumhuriyetçi Başkan Adayı Patrick Buchanan ironi yüklü şu cümleyi sarf etti: "Bu kefalet, dünyayı Goldman Sachs için daha güvenli hale getirmek için ödenecek!".

Özelleştirme ve danışmanlık firmaları

Danışman firmaların pazar pastasının büyük bir bölümünü özelleştirme kaynaklı hizmetler oluşturuyor. Tüm dünya ülkelerini sarıp sarmalayan özelleştirme histerisi, danışman firmaların ekmeğine yağ sürmüş durumda. Her ülkenin sosyal, siyasal, hukuksal, tarihsel, kültürel vb. özelliklerine bağlı olarak gelişen kamu sektörü-özel sektör dengesinin "rantabilite" at gözlüğü ile irdelenmeye çalışıldığı özelleştirme çabalarının arka planında hep danışmanlık firmalarını görüyoruz. Özelleştirme Uzmanı Martin'in "Özelleştirme Kamu Yararına mı?" adlı kitabında danışman firmalar için özel bir bölüm bulunuyor. Martin şöyle diyor:

"Dünya Bankasının özelleştirmeye daha güçlü sarılması, dünyanın en hızlı gelişen iş alanlarından birine egemen olan büyük yönetim danışmanlığı şirketleri ile ticari bankalar için iyi bir haber oldu. Hükümetlere kamu sektörünü nasıl iyileştirecekleri yolunda akıl veren ve özelleştirme programlarını tasarlayıp uygulamaya geçiren evrensel bir sanayi ortaya çıkmış bulunmaktadır. Altı büyükler olarak anılan uluslararası muhasebe bürolarının başı çektiği, onların hemen ardından Londra ve New York ticaret ve yatırım bankalarının geldiği bu iş alanı akıl almaz bir gelişme göstermiştir."

Bizzat Ernst and Young şirketi yöneticilerinin verdiği bilgiye göre 1980 ile 1990 arasındaki dönemde danışmanlık gelirleri ABD'de yüzde 31, İngiltere'de ise yüzde 47 artmış durumda. Danışmanlık hizmetlerinde personel başına sağlanan gelir de astronomik boyutlara ulaşmış durumda. Martin'e göre Ernst and Young uzmanlarının verdiği hizmetin 1 günlük bedeli 3 bin 500 dolar düzeyinde bulunuyor. Elbette bu astronomik ödemeler kaynakları çok kısıtlı olan ülkelerin tepkisini çekiyor. Mesela güçlü bir serbest pazar ideologu olarak tanınan eski Çek Başbakanı Vaclav Klaus bile ülkesinde iş yapan İngiliz danışmanlık firmalarının hizmetleri için "Gevşek öneriler için sıkı para" deyimini kullanıyor.

Özelleştirme danışmanlığı fiyaskoları

Klaus'un başdanışmanı Dusan Triska ise özelleştirme sonucunda cennet vaat etmenin olumsuz sonuçları olabileceğini anlatırcasına "Ne yazık ki ülkedeki yabancı danışmanlar standart önlemleri ortaya sürüp duruyorlar. Kuruluşu özelleştirmeye hazırlama kavramı, kuruluşlarımızda özelleştirilmeden önce borçlarından kurtulacakları yönünde yanlış bir kanı uyandırdı. Bunu sonucu olarak da borçları 1991 yılında neredeyse iki katına çıktı" değerlendirmesini yapıyor. Benzeri değerlendirmelerin birisi de Slovenya Gelişme Fonu yöneticisi Uros Konze tarafından dile getiriliyor. Konze "Özelleştirmede İngiliz örneğinin işe yararlılığının sınırlı olduğu kısa zamanda anlaşıldı. Merkezi ve tek kişi işletmeler bazında yürütülen çalışmaların çok zaman aldığı ve yabancı danışmanlara ödenen paraların satış gelirlerinin büyük kısmını götürdüğü görüldü. Yabancı uzmanların tüm katkılarına karşın klasik yaklaşım başarılı olamadı" şeklinde konuşuyor.

Martin'in verdiği bilgilere göre danışmanlık firmalarının el attığı işlerin bazılarında büyük fiyaskolar da yaşandı. Mesela Coopers and Lybrand 1990 yılında Arjantin telekom şirketi ENTel'in satışını hem tasarladı hem uyguladı. Ancak Privatization International bültenine göre büyük olasılıkla "Bir özelleştirme nasıl yapılmamalıdır?" konusunda alınacak ders olarak hatırlanacak. Yine aynı şirketin İngilteredeki Beceri Eğitim Kurumu devrindeki başarısızlığı da kayıtlara geçmiş bulunuyor. The Guardian Gazetesine göre, bu kurumu satın alanlardan biri iflas edince işsizler "yeniden eğitim" olanağından yoksun kaldılar. Gazete, Kurumu devralan 3 şirkete yapılan 13,6 milyon sterlinlik ödemeye de dikkat çekmeden edemiyor. Yine İngiltere ve Galler'deki 12 bölgesel elektrik şirketinin danışman firmaların önerdiğinden daha farklı yöntemlerle satılması durumunda 1,2 milyar sterlin daha fazla gelir elde edileceği İngiliz Parlamentosu adına çalışan Ulusal Denetleme Bürosu tarafından ortaya çıkarıldı. Çünkü 12 şirketin karları yüzde 11 ile yüzde 47 arasındaki oranlarda düşük hesaplanmıştı.

Türkiye ve özelleştirme danışmanlığı

Diğer ülkelerdeki örnekler böyle ama Türkiye sütten çıkmış ak kaşık mı? Pek değil. Danışman firmaların İngiltere ve serbest piyasa ekonomisine geçmeye çabalayan Doğu Avrupa ülkelerindeki hatalarına Türkiye'de de rastlamak mümkün. Prof. Dr. Yakup Kepenek "Gelişimi, Sorunları ve Özelleştirmeleriyle Türkiye'de Kamu İktisadi Teşebbüsleri" adlı kitabında (tıpkı İngiltere'deki 12 elektrik dağıtım şirketi özelleştirirken yapılan 'düşük kar belirleme' hatası veya kasıtına) Uçak Servisi A.Ş. (USAŞ) özelleştirmesi kapsamında yapılan hatalara dikkat çekiyor.

Kepenek'in verdiği bilgiye göre Morgan Guaranty adlı danışmanlık firması tarafından hazırlanan Özelleştirme Ana Planında USAŞ, KİT değerlemesinde kullanılan yöntemin bir örneği olarak anlatıldı. Morgan Guaranty, indirgenmiş nakit akımı yaklaşımıyla USAŞ'ın satış fiyatını 64 milyon ABD Doları  olarak belirledi.  Üstelik bu fiyat, danışman firmanın 1984-1994 dönemine ilişkin olarak yaptığı kar tahminleri düşük tutulmasına rağmen belirlenmişti Daha sonra USAŞ'ın özelleştirilmesinde mali danışman olarak çalışan First National Bank of Chicago, Uluslararası Endüstri ve Ticaret Bankası A.Ş. ve Arthur Young Konsorsiyumunun karı düşük saptadıkları Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca tesbit edildi. Ancak bütün bu olgular USAŞ'ın yüzde 70'inin 14.5 milyon ABD dolarına satılmasını engellemedi. Üstelik USAŞ'ı satın alan SAS Service Partner'e devletin bu alanda yatırım yapmayacağı taahhütü de verildi. Eğer Morgan Guaranty'nin ilk değer tesbiti dikkate alınsaydı, USAŞ'ın yüzde 70'inin en az 45 milyon dolara satılması gerekiyordu. 

Özelleştirme İdaresi Başkanlığının (ÖİB) 1986-1996 dönemini kapsayan 11 yıllık verilerine göre, Türkiye'nin özelleştirme kapsamındaki denetim ve danışmanlık giderleri 37,6 milyon dolar. Buna reklam ve tanıtım giderleri eklendiğinde rakam 64 milyon dolara yaklaşıyor. Bu rakam toplam ÖİB gelirlerinin sırasıyla binde 95 ve yüzde 1,61'ine denk geliyor. ÖİB yetkilileri bu yüzdelerin "normal" olduğunu belirterek dünya standartlarında yüzde 2,5'e kadar çıkabildiğini ifade ediyorlar. 

Sonuç yerine; söz hakkı İsmet İnönü'nün...

Danışmanlık firmalarının dünya ve Türkiye üzerindeki etkileri artık tartışma götürmeyecek bir gerçeklik haline dönüşmek üzere. Bu konuda "sonuç" adına; keskin ve kerameti kendinden menkul yorumlar yapmak yerine her sözü ölçüp tartıp ve kısa yoldan söylemesiyle meşhur İsmet İnönü'nün 1960'lı yıllarda yabancı danışmanlara ilişkin olarak sarf ettiği uzun cümleleri dikkatlerinize sunuyorum:

"Daha bağımsız ve şahsiyetli bir dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar etraflıca çalışma yapacaklar. Yapabilirler mi bunu? Hepsinin etrafında 'uzman' denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbirler alıyorlar. Bir görev veriyorum; neticesi bana gelmeden Washington'un haberi oluyor. Sonucu memurumdan önce sefirimden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz devleti?

Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış, derdimize deva bir rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak biz yine kendi elemanlarımız ile yapıyoruz. Peki bu binlerce adam 'avara kasnak' gibi dolaşmıyor. Elbet kendileri için önemli marifetleri var. İstiklal Harbinden sonra sulh aşamasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar meselesi fiili durum idi. Tazminat işini ki, biz devletlerle hallederdik. Bütün mücadele idarenize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük ödünler vermeye razıydılar. Dayattık. Biz onların niçin ısrar ettiklerini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. 

Böyledir bu işler. Peygamber edasıyla size dünyaları vaat ederler. İmzayı attınız mı ertesi gün gelmişlerdir. Personeli gelmiştir, üsleri gelmiştir. Ondan sonra sökebilirsen sök. Gitmezler. Ancak bu meselenin üzerine vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa bağımsız dış politika güdemeyiz. Fakat zannetmeyiniz ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki-üç badire bunun yanında çok kolay kalır. Teşebbüs ettiğimizde başımıza neler geleceğini kestiremem."

--------------------------

ÖZELLEŞTİRME DANIŞMANLARI NASIL SEÇİLİYOR?

Türkiye'nin danışman firmalarla temas etmek zorunda kaldığı en büyük alan belki de özelleştirme. Türkiye'ye bir "Özelleştirme Ana Planı" hazırlayan Morgan Guaranty ile başlayan özelleştirme danışmanları serüveni, şu anda ağırlıkla Dünya Bankasının (DB) danışmanlık hizmetleri ihale prosedürü çerçevesinde gelişiyor. DB, Türkiye'ye açtığı kredinin önemli bir kısmını danışmanlık hizmetlerinin satın alınması şartıyla kullandırıyor. Parayı veren düdüğü çaldığı için Türkiye, DB'nin ihale prosedürlerine uymak zorunda. DB'nin danışmanlık hizmetleri ihale prosedürü hakkında Özelleştirme İdaresi Başkanlığı Danışmanlık Hizmetleri Dairesi Başkanı Aysun Cengiz şunları anlattı:

"DB'nin Türkiye'ye verdiği krediye ilişkin anlaşmada ne kadarlık paranın danışmanlık hizmetleri satın almakta kullanılacağı belirtilmiş. Kredinin kalemleri arasında aktarma veya kaydırma yapamıyorsunuz. Anlaşmaya göre 100 bin doların altındaki harcamalarda DB onayına gerek yok. 100 bin doların üzeri ise zorlaşıyor. Önce DB'ye satın alınacak hizmete ilişkin tahmini bütçe, ihaleye davet edilecek firmalar, davet mektubu ve ihale şartnamesi gönderiliyor. Onay alınan firmalarla ihaleye çıkılıyor. İhaleye çıkmadan önce DB'ye 15 firma ismi (long list) gönderiliyor. Onay geldikten sonra bu firmalardan teknik bilgiler isteniyor. Liste, ikinci aşamada 6'ya indiriliyor. Short list'teki firmaların 3 değişik ülkeden olması isteniyor. 

DB'nin ihalelerle ilgili genel yaklaşımı "fiyatın değil kalitenin önemli" olduğu yönünde. Öyle ki teknik teklife 80 puan fiyat teklifine 20 puan veriliyor. Teknik değerlendirmede Türkiye'de daha önce iş yapıp yapmadığı, dünyada daha önce yaptığı veya katıldığı işler, özelleştirme tecrübesi, çalıştıracağı kişilerin öz geçmişleri ve tecrübeleri, nasıl bir teknikle satacağına (halka arz, uluslararası arz, blok satış, köprü seneti vb.)  bakılıyor. 80 puanın altında kalanların fiyat teklifleri açılmıyor bile. Bazen bu oran DB'nin izniyle ihalenin özelliğine göre 70'e 30 veya 60'a 40 gibi değiştirilebiliyor. Mesela İş Bankasında bu oran 60'a 40 olarak kullanıldı.

Daha sonra sonuç DB'ye bildiriliyor. İmzalanacak kontrat ise uluslararası formata uygun olmalı. Ancak bu kontrat formatıyla ilgili çok ciddi sorunlar yaşanıyor. Çünkü kontrat daha çok DB'nin alt yapı (baraj, yol sulama şebekesi vb.) işlerinde müteahhitlerin kullanması için hazırlanmış. Finans sektörüne uydurmak çok zor. Mesela biz Telekom özelleştirme danışmanı seçilirken sırf 3,5 ay danışmanlık kontratı sıkıntısı yaşadık. Kontratta sorun özellikle "müteselsil kefillik"te yaşanıyor. Bu şart müteahhitlikte pek sorun değil, çünkü konsorsiyumu yürüten firmalar birbirine çok benzer işleri paylaşıyorlar. Ama danışmanlık hizmetleri öyle değil. Danışmanlık konsorsiyumunda yer alan firmalar birbirlerinin sorumluluğunu üstlenmek istemiyor. Hukuk danışmanı denetçinin, yönetim danışmanı bir başkasının sorumluluğunu istemiyor. Çünkü birbirlerinden gerçekten çok farklı alanlarda çalışıyorlar. Bu, dolayısıyla tazminat maddesini etkiliyor. Yatırım bankaları birleşip 1 veya  1,5 yıl önce DB'ye adeta bir nota verdiler. DB şimdi bu itirazları dikkate alarak bir reorganizasyon içinde. 1 veya 2 yıla kadar sonuç alınacak gibi görünüyor. 

Genelde istenilen danışmanlık hizmetinin bir piyasa rayici var. Bu nedenle çok düşük ve yüksek teklifler hemen fark ediliyor. Teklifler birbirleriyle karşılaştırılıyor. Mesela İş Bankasında birinci olan Salomon Brothers'in fiyatı piyasa rayicinden azdı. Bu nedenle Salomon Brothers, ihaleye giren diğer firmalardan ciddi eleştiriler aldı, "rayici düşürüyorsun" diye... Danışmanlık hizmetlerinde uygulanması mümkün olmayan teklif ve tavsiyeler de geliyor. Mesela Hükümet 'Telekom'u 3 ayda satın' talimatı vermiş. Danışman, sektörle ilgili çıkarılması gereken yasalar setinden bahsediyor. Oysa Türkiye'de yasa çıkarmak çok zor. Bunu dikkate alarak teklifini hazırlaması gerekirdi.

Yabancı danışmandan alacağınız performans biraz da insanları nasıl çalıştıracağınızla yakından ilgili. Çünkü danışman firmanın elemanı Londra'da, New York'ta yaşıyor sonuçta. Ülkenin koşullarını anlatmak gerekiyor. Danışman firmayla çalışmak zorundasınız çünkü; satmak istediğiniz firma dünyada ne kadarlık bir yere sahip, gelecekte bu yer gelişir mi zayıflar mı, hedef müşteri kitlesi kimlerdir, en akılcı satış yöntemi ne olmalıdır? Bütün bu konularda danışman firmadan gelecek bilgilere ihtiyacımız var. 'Biz Türkiye'de bunu neden yapamıyoruz?' sorusunun cevabı da şu: Yeterli data birikimimiz ve ağımız yok. Muhtemel müşteri kitlesi hakkında yeterince  bilgimiz yok. Üstelik bir hisseyi dışarıda satarken büyük bir danışmanlık firmasını refere etmek, satın almaya niyetli yatırımcıyı rahatlatıyor.

Düşünün; New York'ta oturan bir yatırımcıya  ismi duyulmamış bir danışmanlık firmasıyla Türkiye'deki bir şirketin hisse senedini satmak mümkün değil. Satışı yönlendirecek olanların bu noktada müşteri portföyleri de ön plana çıkıyor.  Yani itibarları ve büyüklükleri önem taşıyor. Firmaların köklü ve hangi sektörde ağırlıkla faaliyet gösterdikleri önemli. Geriye doğru 3-5 yıllık iş hacimleri önem taşıyor. Bu konuda kendi ülkenizdeki yetişmiş insan gücü fazla bir şey ifade etmiyor. Bu bir pazar ve uzmanlık meselesi. Gelişmiş ülkeler de özelleştirme yaptı. Onlar da bu danışmanlık firmalarıyla çalıştı. Ben bu tip görevleri üçüncü ve tarafsız bir gözün yapabileceğini düşünüyorum."

------------------------------      

ESKİ BİR BÜROKRAT:

"DANIŞMAN FİRMA, BÜROKRASİ NEYİ İSTERSE AYNEN RAPORUNA YAZIYOR"

Danışmanlık firmalarının dünyada uyguladığı "yaklaşma" ve "iş bağlama" stratejileri hemen hemen aynı. Uzun süre bürokraside çalışmış ve şimdi özel sektöre geçen bir bürokrat, bu konuda aynen şunları anlatıyor:

"İşin içine girmeden önce bu firmaların gücünü ben de bilmiyordum. Bürokrasiye ve politikacılara daha çok kendi milliyetinden insanlarla yaklaşıyorlar. Bunlar 'miggle man' olarak bilinen ve daha önce bu firmalarda çalışmış kişilerdir. Açıkça şirketlerle bürokrasi arasında aracılık yapıyorlar. Randevu ve yemek gibi işleri ayarlıyorlar. Danışmanlık şirketleri bunlara bağladıkları işlerin komisyonunu ve işi bağlarken yaptıkları masrafları hiç sorun çıkarmadan öderler. Bunları defterlerinde "temsil giderleri" kalemine yazarlar.

Daha geçen aylarda Türkiye'de şube açmaya dahi tenezzül etmeyen bir şirkete çok önemli bir danışmanlık hizmeti verildi. Bana sorarsanız bu haliyle Türkiye'nin bu haliyle danışmana ihtiyacı yok. Çünkü yaptıkları iş, işe yaramıyor. Aslında efektif kullanılabilseler çok işimize yarayabilirler. Onlar işi eksik gedik tamamlayıp teslim etme derdinde. Bizim bürokraside de kafa yoranlar pek sevilmediği için raporların içeriği doğru düzgün kontrol edilemiyor. Danışman firma ayrıca, bürokrasi veya politikacı ne isterse onu yazıyor, onu öneriyor. Sık sık hata yapılmasının nedeni de bu zaten... Yine çok sayıda firmanın katıldığı bir danışman konsorsiyumda, 3 taşeron firmanın ismi var kendisi yok. Hiçbir toplantıya gelmemişler. Konsorsiyumda isimleri görünsün yeter! Yine başka bir danışmanlık işinde dünyaca ünlü firma tüm işi kotarmak için 3 milyon doları aldı. Ama raporu teslim ederken, üç ayrı konunun eksik olduğunu söyledi. Bizim idare de bunu kabul etti. Para, aynen ve eksiksiz ödendi.

Bugün Dünya Bankasından emekli hemen hemen her uzman, ya bir danışmanlık firması kurar ya da büyük bir danışmanlık firmasına girip uzmanlık yıllarındaki ilişkilerini satar. Bu durum,
Dünya Bankasını bile rahatsız etti. Şimdi bankayı reorganize ediyorlar. Reorganizasyon öncesinde "Dünya Bankası kumpanyaya dönüştü" diye eleştiriler geliyordu. Sırf bu tip olaylar  nedeniyle... Bence Türkiye'deki özel sektör bu yabancı danışmanlara danışmanlık yapacak düzeydedir. Çünkü yaşamak için dünya koşullarını izleyip bilmek durumundalar." 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder