4 Nisan 2019 Perşembe

IMF, STAND BY'DAN SONRA TÜRKİYE'YE İŞSİZLİĞE ÇÖZÜM VE KALICI MALİ DENGE İÇİN NELER ÖNERMİŞTİ?


IMF, TÜRKİYE'Yİ EN SON HANGİ KONULARDA UYARDI?

2008 yılında stand by anlaşmasını bitiren ve yeni bir anlaşma yapmayan Türkiye'ye IMF, ekonominin sağlığı için 2010 yılında iki önemli öneride bulunmuştu. 1) Mali açıkları ekonomik aktivite ile ilişkilendiren 'mali kural'a yönelik bir kanun çıkarılması 2) İşsizlikle mücadeleye yönelik bir takım önlemler alınması... Bu yazıda stand by sonrası IMF-Türkiye ilişkileri ile 2 önerinin ayrıntıları yer alıyor.   

Cahit UYANIK

Türkiye, bu yılın ilkbahar aylarında Uluslararası Para Fonu (IMF) ile bir stand by anlaşması imzalamayacağını 'resmen' açıklamıştı. Ancak bu, IMF ile ilişkilerimizin tamamen bitirilmesi anlamına gelmiyor. Çünkü Türkiye, IMF'nin en eski ortaklarından birisi. Ortaklık ilişkisi, 1947 yılından bu yana sürüyor. IMF, geçen mayıs ayında Türkiye'ye bir heyet göndererek "4. madde konsültasyonu" denilen bir faaliyet gerçekleştirdi ve incelemesinin ardından bir ön açıklama yaptı. 

Bu yazımızda önce, 4. madde konsültasyonunun ne anlama geldiğini açıklayacağız. Çünkü büyük bir aksilik olmazsa, bundan sonra Türkiye ile IMF arasındaki ilişkiler bu yolla sürüp gidecek. Daha sonra da, 4. madde incelemeleri ile ilgili ön raporun ayrıntılarını aktaracağız. Buna ön rapor veya ön değerlendirme diyoruz; çünkü Türkiye'de inceleme yapan heyet daha geniş bir raporu IMF İcra Direktörleri Kurulu'na sunuyor. Kurul da bu raporu görüşerek, üyesi olan Türkiye'nin son ekonomik durumunu dünyaya resmen ilan ediyor.    


IMF, üye ülkelerin ekonomi yönetimlerine yol gösterici olmak ve uluslararası finansal sistem üzerindeki gözetim görevini yerine getirmek amacıyla her bir üye ülkenin ekonomik gelişmelerine ilişkin olarak (genellikle yılda bir kez) ayrıntılı gözden geçirme çalışmalarında bulunuyor. Söz konusu çalışmalar, IMF Kuruluş Anlaşması’nın 4. Maddesi kapsamında gerçekleştirildiğinden “4. Madde Görüşmeleri” olarak da adlandırılıyor. 4. madde görüşmeleri çerçevesinde ilk olarak, IMF uzmanlarından oluşan bir heyet ekonomik verileri toplamak ve ülkenin ekonomi politikaları hakkında hükümet ve merkez bankası yetkilileriyle görüşmelerde bulunmak üzere üye ülkeyi ziyaret ediyor. Heyet, ülkenin makro ekonomik politikalarını gözden geçiriyor ve finansal sistemin sağlamlığına ilişkin değerlendirmelerde bulunuyor. Gerekli analizler yapıldıktan sonra, bulguları özetleyen bir rapor hazırlanıyor. Söz konusu rapor, İcra Direktörleri Kurulu’nda görüşülüyor ve onaylanıyor. 4. madde görüşmeleri neticesinde yapılan değerlendirmelere ilişkin olarak kamuoyunu bilgilendirmeye yönelik notlar (Public Information Notice-PIN) Fon’un internet sayfasında da yayımlanıyor.

Türkiye, en son 4. madde konsültasyonunu 2007 yılında geçirmişti. IMF, 2007 yaz aylarında yayınladığı ayrıntılı konsültasyon raporunda ise ilk kez Türkiye için 'mali kural' uygulaması gerektiğini gündeme getirmişti. Daha sonraki yıllarda ise, 2008'de stand by'ın kapanış raporu yayınlandığı için 4. madde incelemesi yapılmamıştı. IMF, geçen yıl sonbaharda IMF-DB İstanbul Yarıyıl toplantısının ardından 4. madde görüşmesi için Türkiye'ye gelmek istediğini belirtmişti. Ancak stand-by görüşme sürecinde bulunulduğu belirtilerek, bu talep bir kez daha ertelenmişti. Ancak bu yıl mart ayında stand by yapılmayacağı resmen açıklanır açıklanmaz, IMF 4. madde incelemesi için Türkiye'ye geldi. 

IMF heyeti, 4. madde incelemesinin yanı sıra, stand by anlaşmasından çıkmış ülkelerin, borç geri ödemeleri devam ettiği sürece gerçekleştirilen 'Program sonrası izleme çalışması'nı da gerçekleştirdi. Yani bir ziyaretin içine iki amaç yerleştirilmiş oldu. IMF'nin bu incelemeleri sonrasında yayınladığı rapor ise uzmanlar tarafından genellikle 'iyimser' bulundu. Elbette bu rapor, 1 veya 2 yıl sonra yapılacak yeni bir konsültasyona kadar dikkatle izlenip okunacak. Bundan sonraki inceleme çalışması, bu rapor ve 2007 tarihli olan ile kıyaslanarak yapılanlar-yapılamayanlar bilançosu çıkarılacak. Bir sonraki rapor (2011 veya 2012 yılı); Türkiye'nin kendi krizi ile baş etmesi (2007 raporu) ve küresel ekonomik kriz ile mücadele etmesinin (2010 raporu) nasıl sonuçlar doğurduğunu da göstermesi açısından iktisat araştırmacılarının yakından inceleyeceği metinler olacaklar gibi görünüyor.  

IMF'nin 2010 yılı 4. madde inceleme raporu "Türk ekonomisi, kapsamlı politika reformları ve daha güçlü siyasi istikrarla desteklenen 6 yıllık bir büyüme sürecinin ardından, küresel finansal ve ekonomik krizle karşılaşmıştır. Mali disiplin, enflasyon hedeflemesine geçiş ve finansal sektör gözetiminin güçlendirilmesi başta olmak üzere geçmiş 10 yıldaki reformlar ile siyasi istikrar ve AB katılım müzakerelerinin açılmış olması, ekonomi yönetimine olan güveni önemli ölçüde artırmıştır. Bu etkenler yüksek düzeyli faiz dışı fazla verilmesine, kamu borcunun hızla azaltılmasına ve enflasyonun makul düzeylere inmesine katkı sağlamıştır" değerlendirmesi ile başlıyor. Bu reformların kriz öncesi kırılganlıkları bölgedeki diğer ülkelere kıyasla daha sınırlı tuttuğu ve Türkiye’nin krizle ortaya çıkan uluslararası ekonomik ve finansal dalgalanmaları daha kolay atlatmasına imkan sağladığı anlatılan raporda, Türkiye’nin iç ve dış ekonomik dengesizliklerinin Avrupa’daki diğer yükselen piyasa ekonomilerine kıyasla daha sınırlı kaldığı ifade ediliyor.

Raporda IMF'nin Türkiye'ye bu övgüsünün ardından ilk uyarısı ise ekonomik büyüme konusunda geliyor. Büyümenin tekrar başladığı ifade edilen çalışmada, "Ancak büyümenin fazlasıyla tüketime bağlı olması riski bulunmaktadır. Bu durum, özellikle mevcut küresel ortam altında dış kırılganlıkları besleyebilecektir. Güçlü sermaye girişi ortamında, özellikle bu akımlar kısa vadeli ise, enflasyonun artmasının ve cari açığın sürdürülemez bir şekilde genişlemesinin önlenmesi, ihtiyatlı ve zamanlı politika uygulamalarını gerekli kılmaktadır" deniliyor. IMF, dengesiz ve sürdürülemez bir büyüme patikası oluşmasının engellenmesi için, krize karşı uygulanan politika önlemleri geri çekilerek çıkış planlarına hız verilmesini öneriyor.

Mali kural 

IMF, 2011 yılından itibaren ekonomiye ihtiyatlı mali açık tavanları getiren kapsamlı bir mali kuralın uygulanacağını belirtirken, "Gelecek ay (Haziran ayı) Meclis’te onaylanması beklenen mali kural kanunu taslağı, orta vadeli açık hedefine kademeli olarak yakınsarken, aynı zamanda konjonktürel koşullara göre de uyarlama gösteren yıllık bir açık tavanı saptamaktadır. Kuralın formülasyonu, parametrelerin seçimi ve  kapsamının geniş olması; ihtiyatlı, gerçekleştirilebilir ve karşı döngüsel mali açık tavanları belirlenmesini sağlayacaktır. Kanun taslağı ayrıca, mali hedeflerin ve gerçekleşmelerin daha şeffaf ve kapsamlı raporlanması, yerel yönetim borçlanmalarının daha sıkı takip edilmesi ve harcamaların bütçeyle daha uyumlu gerçekleşmesini sağlamak için  daha güçlendirilmiş kontrolleri de dahil olmak üzere, kamu  mali yönetim  usullerinde önemli iyileştirmeler getirmektedir. Muhafazakar bütçe tahminlerini teşvik etmek, gerektiğinde yıl içi mali açık azaltıcı önlemlerin zamanında uygulanmasını sağlamak ve merkezi hükümet ile mahalli idareler arasındaki mali koordinasyonu güçlendirmek için de mekanizmalar gerekmektedir. Kuralın uygulamaya konması mali disiplini  kalıcı kılmak adına önemli bir dönüm noktası olmakla birlikte, kuralın başarısı nihai olarak kural  hükümlerinin  yerine getirilmesinde gösterilecek kararlılığa bağlı olacaktır" değerlendirmesinde de bulunuyor. 

Ancak hükümet, temmuz ayı ortasında yaptığı açıklamayla mali kuralın kanunlaşmasını ekim ayına bıraktı. Bu da IMF'nin yumuşak bir dille yaptığı 'önemli bir dönüm noktası' uyarısını yerine getirememesi demekti. Bu aynı zamanda, IMF tarafından 2007 yılından bu yana önemine dikkat çekilen bir reformun da hayata geçirilememesi anlamına geliyordu. Bu durumun IMF ile ilişkilerde yaratacağı etkileri ise önümüzdeki aylarda görebileceğiz.   

İşsizliğe çözüm önerileri

IMF, Türkiye'de bir türlü çözülemeyen işsizlik problemine de kendi penceresinden önerileri ile katıldı. IMF, rekabet gücünün geliştirilmesi ve istihdam artırıcı büyümenin sağlanabilmesi için yapısal reformların çok boyutlu olarak ele alınması gerektiğini belirtti. Kayıtlı sektörde işgücü maliyetlerinin yüksek olmasının rekabet gücünü azalttığı ve kayıtlı sektörde faaliyet gösteren firmalarda istihdamı caydırdığı anlatılan çalışmada, "Kıdem tazminatı sistemi OECD ülkeleri içinde en  cömert olanlardan biridir. Asgari ücret ise yeni AB üyesi ülkelerin neredeyse tamamından daha yüksek seviyede olup, Türkiye’nin düşük gelirli bölgelerinde kısıtlayıcı olmaktadır. Rekabet gücünü geliştirmek ve kayıtlı sektördeki istihdamı artırmak için asgari ücret ve kıdem tazminatı reformları ile kayıt dışı ekonomiyi azaltıcı önlemler bir arada yürütülmelidir. Bu, vergi tahsilatında asgari ücret sınırlamasından doğabilecek düşüşü (pek çok çalışan gerçek geliri yerine asgari ücret beyan etmektedir) engelleyecektir. Zaman içinde  artacak vergi uyumu,  istihdam üzerindeki vergilerin kamu maliyesine yük getirmeden düşürülebilmesini sağlayacak olup, bu uygulama kayıtlı sektörün rekabet gücünü  daha da artıracaktır" değerlendirmesi de yapıldı.
(Bu yazı Türk Standartları Enstitüsü-TSE'nin yayın organı Standard Dergisinin Ağustos-2010 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)  



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder