Cahit UYANIK
İngiltere’de Brexit oylaması sonucu Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma kararı verilmesinden 5 ay sonra ABD’de de Trump’ın başkan seçilmesi, önümüzdeki yıllarda dünya siyasetinin ve dünya ekonomisinin yepyeni şartlarla karşılaşacağının “büyük alametleri” olarak kendini ortaya koydu. Dünyanın en büyük ekonomileri arasında bulunan İngiltere ve ABD’de eş zamanlı yaşanan değişimlerin ortak noktası, “liberalizmi savunan sağ eğilimli siyasetçilerin liberalizmi sınırlamaya girişmelerinde” toplanıyor.
İngiltere’de Brexit oylaması sonucu Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma kararı verilmesinden 5 ay sonra ABD’de de Trump’ın başkan seçilmesi, önümüzdeki yıllarda dünya siyasetinin ve dünya ekonomisinin yepyeni şartlarla karşılaşacağının “büyük alametleri” olarak kendini ortaya koydu. Dünyanın en büyük ekonomileri arasında bulunan İngiltere ve ABD’de eş zamanlı yaşanan değişimlerin ortak noktası, “liberalizmi savunan sağ eğilimli siyasetçilerin liberalizmi sınırlamaya girişmelerinde” toplanıyor.
Amerika
Birleşik Devletlerinde (ABD) büyük inşaat ve otel yatırımlarıyla tanınan iş
adamı ve Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump’ın sürpriz şekilde başkan
seçilmesi, dünyada ve Türkiye’de önemli tartışmalara yol açtı. 1843 yılında
kurulan, güçlü ve isabetli analizleriyle tanınan The Economist Dergisi; seçim
zaferinin ardından Trump dönemi değil “Trump Çağı”nın başladığına dair bir
kapakla yayınlandı. Oysa aynı derginin uzantısı durumundaki Economist
Intelligence Unit (EIU), seçimlerden 8 ay önce Trump’ı “küresel ekonomiyi
tehdit eden 10 riskten biri” olarak göstermiş ve Trump’ı risklerin önem
sıralamasında Irak-Şam İslam Devletinden (IŞİD) daha önde saymıştı.
Türkiye’de
ise Trump’a karşı pek sempati ile bakılmadığı biliniyordu. Trump’ın 2015 yılı
sonunda yaptığı ve ABD’ye göçmen ya da turist olarak
girmek isteyen müslümanların geçici olarak engellenmesini isteyen sözleri herkesi
kızdırmıştı. Trump, o açıklamasında kamuoyu yoklamalarının
müslümanların Amerikalılara yönelik nefret beslediğini gösterdiğini iddia
etmiş, bu durumun Amerikan halkını risk altına soktuğunu söyledikten sonra “Bu
nefret nereden geliyor ve nelerden kaynaklanıyor, bunu bulmak zorundayız.
Tehdidin ne kadar ciddi olduğu anlaşılana kadar sınır Müslümanlara kapalı
kalmalı” demişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise bu sözlere karşılık
“(Amerika’da) Şu anda adaylardan bir tanesi Müslümanlara vuruyor, vuruşturuyor. Sayın
Obama burada Müslümanlardan yana tavır koyuyor, 'Böyle bir ayırım yapamazsınız'
diyor ama diğer aday, Müslümanların Amerika'da olmasına, adamın tahammülü yok.
Bir de gelmiş burada bir yerde bir marka koymuşlar (İstanbul’daki Trump Towers binası) onun adına. O markayı aslında binasına koyanlar onu süratle kaldırması
lazım. Ben de bir yanlış yaptım, oranın açılışını yaptım" demişti.
THE ECONOMIST'İN "TRUMP ÇAĞI" KAPAĞI...
THE ECONOMIST'İN "TRUMP ÇAĞI" KAPAĞI...
Evet bütün bu yanılmalı ve sürprizli tablo, tüm
dünyada Trump Çağı’nın başladığının işareti sanki… İngiltere’de Brexit oylaması
sonucu Avrupa Birliğinden (AB) ayrılma kararı verilmesinden 5 ay sonra ABD’de
de Trump’ın başkan seçilmesi, önümüzdeki yıllarda dünya siyasetinin ve dünya
ekonomisinin yepyeni şartlarla karşılaşacağının “büyük alametleri” olarak
kendini ortaya koydu. Dünyanın en büyük ekonomileri arasında bulunan İngiltere
ve ABD’de eş zamanlı yaşanan değişimlerin ortak noktası, “liberalizmi savunan sağ
eğilimli siyasetçilerin liberalizmi sınırlamaya girişmelerinde” toplanıyor.
Bu manzara, birazcık olsun 2. Dünya Savaşından sonra
yeni bir ekonomik düzenin kurulmasına ön ayak eden bu iki ülkenin, 2017
sonrasında kurmaya çalışacakları yeni bir düzenin ayak sesleri olarak da
adlandırılabilir. Yaklaşık 70 yıllık dönemde liberalizm ve küreselleşmenin
bayraktarlığını yapan bu iki müttefik ülkenin, önümüzdeki on yıllarda dünya
ekonomisi ve finans yapılanması ile sert bir mücadeleye girişmesi sürpriz
olmayacak. Ancak dünyada başta Çin olmak üzere birçok gelişmekte olan ülkenin
gücü çok artmış durumda. Bu nedenle İngiliz ve ABD’li siyasetçilerin
kendilerine benzeyen düşünceleri savunan daha fazla sayıda ülkeyi yanlarına
çekerek “hesapsız-kitapsız küreselleşmeye karşı, küresel bir mücadele bayrağı”
açmaları bekleniyor.
2017 yılı bu eğilimlerin iyice belirginleşerek yeni anti-küreselleşmeci siyasetçilerin ortaya çıkacağı, mevcutların güçleneceği bir yıl olacak. Bu siyasetçiler gelişmiş ülkelerde demokratik süreçler takip edilerek ortaya çıkabilirken; gelişmekte olan ülkelerde böyle olmuyor. Bu geçiş, gelişmekte olan ülkelerde devlet bürokrasisine, bir etnik gruba, bir ideolojik akıma yaslanmış şekilde “otoriter eğilimleri ağır basan, demokratik görünümlü otokratik liderler”in işbaşına gelmesiyle tezahür edebilir. Bu liderler, (Trump ve destekçisi ülkelerin yardımıyla) özellikle kendi ülke nüfusunun göç etmesini engelleyici izolasyon politikaları izleyebilir. Kendi ülkesine yönelik göçmen akımlarını sınır kapılarını tamamen kapatarak (veya başka ülkelere geçebilmeleri için tamamen açarak) önlemeye çalışabilir. Her durumda, 2020’li yılların ortasına gelindiğinde daha kontrollü bir küreselleşme, hatta küreselleşmeyi yönetecek ve yönlendirecek yeni uluslararası yapılanmalar (Birleşmiş Milletler’in reforme edilmesi dahil) görülebilir.
Yazımın bu bölümünde ABD’de başlayacak “Trump Çağı”
ile Türkiye’nin açılımlarının birbiriyle kesiştiği ana noktalardan bahsetmek
istiyorum. Bunları şu şekilde toparlayabilirim:
* Trump’ın başkan
seçilmesi ile Türkiye’deki başkanlık sistemine geçiş hazırlıkları aynı döneme
denk geldi. Türkiye, başkanlığa geçtiği taktirde ABD’nin siyasi sistemine
ve dolayısıyla Trump yönetimine daha
çok benzeyecek. Bunun yaratabileceği etkileri şimdiden kestirmek zor.
* ABD’yi şimdiye kadar pek de alışık olunmadık tarzda
yönetmesi beklenen Trump ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın şimdiye
kadar görülmemiş şekilde bir cumhurbaşkanlığı görevi yürütmesi aynı döneme
rastlıyor. Trump’ın 2025’e, Erdoğan’ın 2029’a kadar görevde kalması
bekleniyor.
*
Trump’ın başta Meksikalı olmak üzere 11-12 milyon yasa dışı göçmeni sınır dışı
edeceği veya hapse atacağı şeklindeki sözlerini uygulayacağı dönemle;
Türkiye’nin 3 milyonu Suriyeli yaklaşık 4 milyon sığınmacının yarattığı sorunlarla
boğuştuğu ve Avrupa ile bu konuda sert tartışmalara girdiği dönem birbiriyle
aynı olacak. Türkiye’nin bu konudaki
insani politikası ile ABD’nin sert politikası (AB ile olduğu gibi) iki ülke
arasındaki ipleri gerebilir.
*
Trump’ın dünya ticaretinin yüzde 40’ını ilgilendiren ve 12 ülkenin dahil
olacağı Trans Pasifik Anlaşmasına nihai onay vermeyeceği ve anlaşmadan hemen
çıkacağına ilişkin sözleriyle; Türkiye’nin çok yakın ekonomik ve ticari
ilişkiler içinde bulunduğu AB ile soğuk rüzgarların estiği bir dönemi yaşaması aynı
zaman dilimine denk geldi. ABD’nin TPP’den çıkarak ikili ekonomik anlaşmalara
yönelmek gibi bir radikal hamleden olumlu sonuçlar alması, Türkiye ile AB
arasında öncelikle siyasi, daha sonra ise ekonomik boşanmayı beraberinde
getirebilir.
*
Trump’ın Orta Doğu’ya yaklaşık 7 trilyon dolar harcamalarına rağmen etkili
sonuçlar elde edilemediğine dair sözleriyle; Türkiye’nin bu bölgede fiilen askeri operasyonlara
başlaması aynı dönemde yaşandı. Trump’ın izleyen yıllarda Orta Doğu’da
Türkiye’den daha fazla rol oynamasını istemesi beklenebilir. Ancak bu durum,
mevcut şartlarda Türkiye’nin askeri harcamalarını artırarak ekonomisini
zorlayabilir.
*
Trump’ın ABD’nin alt yapısını oluşturan köprüler, yollar vb. alt yapıların çok
eskidiği ve bunları yeniden inşa ederek ekonomiyi canlandıracağına dair
sözleriyle Türkiye’deki inşaat sektörü ve mega proje harcamalarına dayalı
büyümenin fiilen gözlemlendiği bir dönemin arka arkaya gelmesinin bir tesadüf
olmadığı anlaşıldı. Büyümeyi inşaata bağlayan iki liderin özellikle ekonomik
konularda anlaşması daha kolay olacağa benziyor.
*
ABD’de kamu harcama artışı ile enflasyonun yeniden artışa geçerek bizim gibi
gelişmekte olan ülkelerden kaynak çıkışına yol açması, başlangıçta ciddi
sorunlar yaratsa da: orta vadede sağlam döviz kaynaklarına dönülmesi yönünde
politikaları canlandırmasıyla Türkiye’de sağlıklı bir ekonomik büyüme yaratıp
işsizlikle kalıcı çözümleri beraberinde getirebilir.
* Trump yönetiminin FETÖ ile mücadelede
Türkiye’nin tezlerine daha fazla haklılık payı tanıması ile Türkiye’nin bu
konuda küresel bir mücadeleye girişmesi aynı zaman dilimine denk gelecek. Ancak
bu konunun kaderini; ABD’nin 70’li yıllardan bu yana izlediği ve radikal İslam
ile mücadelede ılımlı İslam’ı kullanma yönündeki politikasından vazgeçmesi veya
eskisi kadar önem vermemesi belirleyecek gibi duruyor. Trump’ın “Müslümanlar
ABD’den neden nefret ediyor? Onu öğrenmeliyiz” sözlerinin arkasını nasıl
getireceği ve nasıl bir çerçeve çizeceği, ABD içinde ciddi bir ekonomik güce
erişen FETÖ’yü nasıl tanımlayacağını da belirleyebilir.
*
ABD’nin Türkiye ile ters düşebileceği en önemli konu ise NATO. Türkiye’nin
kendi NATO üyeliğini üstü kapalı şekilde tartışmaya açması, ABD’nin bunu
azaltmak için Türkiye ile askeri işbirliğini
daha artırması sonucunu doğurabilir.
Evet,
20 Ocak 2017 günü itibarıyla başlayacak “Trump Çağı”, çoğunlukla Türkiye’nin
çıkarlarına uygun gibi görünüyor. Tabii ki Türkiye’nin uluslararası konjonktürü
iyi bir şekilde yönetmeyi başarabilmesi kaydıyla…
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Aralık 2016 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder