Cahit UYANIK
“Alternatif piyasa şart. Rusya olayı bize bunu öğretti. Rusya’yla ani yaşanan sıkıntı, pazar çeşitliliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha önümüze koydu. Yaygın bir pazar ağına kavuşmalıyız”. Bu sözler, Rusya’nın yaklaşık 10 ay süren ambargosundan büyük yara alan ve tarım sektörünü temsil eden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’e ait.
Türkiye, dünyanın önemli
ülkelerinin çıkarlarının düğümlendiği Ortadoğu Bölgesinde daha fazla söz sahibi
olmak istedikçe, Rusya’nın ambargosuna benzer ekonomik temelli sorunlarla (açık
veya gizli) karşılaşacak gibi görünüyor. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik yeni dış
politika açılımının ihracat için üretim yapan sektörleri olumsuz etkilememesi adına,
alternatif pazar arayışlarının önümüzdeki dönemde iyice hızlanması bekleniyor. Bunun
yanı sıra, Türkiye’nin ihracatta hitap ettiği gelişmiş ülkelerde yaşanan ekonomik
durgunluk havası ile dolar-euro paritesindeki oynaklıklar da ihracatın istenen
hızda artmasını engelliyor. Bu sorunları aşarak ihracatı artırabilmek için Afrika
ve Latin Amerika pazarına yoğunlaşılması hedefleniyor.
Türkiye’nin 1980 sonrasında
girdiği ihracat serüveninde, neredeyse hiç gidilmemiş, siyasi ve ekonomik
olarak ilişki kurulmamış ülkeler var. Bu ülkeler ağırlıklı olarak Afrika ve
Latin Amerika’da bulunuyor. Türkiye’nin önde gelen ticaret odalarından birinin
başkanı, “Sözgelimi Gambiya. Bazı yıllar 20 milyon dolarlık mal satıp, sadece
ama sadece 10 bin dolarlık ithalat yapmışız. Rakamlar; ilişkilerin yetersizliği
kadar, gelişmeye çok açık olduğunu da gösteriyor” diyerek bu tespiti
destekliyor.
Çok geç kalındığını ve bu
coğrafyaların ihmal edildiğini herkes kabul ediyor. Peki Türkiye’nin bu iki
önemli kıtada siyasi, ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirme şansı var mı? Türkiye,
Afrika ve Latin Amerika pazarlarında kendisine gizli bir parola belirlemiş
durumda:.”Batı ülkeleri kalitesindeki malı, Doğu ülkelerinin fiyatı ile
satmak”. Yani bu pazarlara girebilmek için kaliteli malı ucuza satabilmek
gerekiyor. Türkiye’nin üretim alt yapısı buna müsait. Çünkü Türkiye, ağırlıklı
olarak kalite ve standarta dayalı ithalata büyük önem veren Avrupa pazarına
üretim yapabilen bir ülke. Özellikle 1996 yılında Gümrük Birliğine girildikten
sonra Türk sanayisinin kalite ve standartları çok yükseldi. Türkiye, kaliteli
ve ucuz malları ile Ortadoğu, Kuzey Afrika, Orta Asya, Balkanlar ile Rusya
pazarında haklı bir başarı elde etmişti. Şimdi buna benzer bir havayı Afrika ve
Latin Amerika ile yakalamaya çalışıyor.
Türkiye ayrıca bu iki
kıtada fiyat-kalite ikilisinin yanı sıra “ortaklık” stratejisi de izliyor.
Şöyle ki: “Size sadece mal satmaya çalışmıyoruz. Biz ortaklık için geldik.
Ortak işler yapabiliriz. Gündelik hayatta karşılaştığınız ve bizim yardımımızla
çözebileceğiniz eğitim, sağlık, sulama vb. sorunlarınızı ele alıp yaşam
standartınızı yükseltebilirsiniz” deniliyor. Türkiye’nin iki ayaklı stratejisi,
sömürgecilikten çok çekmiş ve hala birçok alanda sömürülen bu iki kıtaya yönelik
ayağı yere basan stratejiler gibi görünüyor. Türkiye söz konusu stratejilerini
başta Çin olmak üzere, bu ülkelerle geçmişe dayalı ilişkileri bulunan Avrupa
ülkeleri ve ABD ile rekabet halinde gerçekleştirmeye çalışıyor.
İşte bu ortamda; Türkiye’nin
1990’lı yılların ortasından bu yana izlediği Afrika’ya açılım stratejisinin bir
anlamda meyvelerinin toplanacağı Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Forumu; 2-3 Kasım
2016 tarihlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayesinde İstanbul’da
gerçekleştirilecek. Zirvede ilişkilerin
geliştirilmesi için 2015-2019 için belirlenmiş olan yol haritası gözden
geçirilecek; iş ve yatırım imkanları araştırılacak.
Türkiye’nin Afrika kıtası ile
ticaret hacmi 2003 yılında 5,47 milyar dolar iken, bu rakam 2015 yılında yılında
3 katlık bir artışla 17,5 milyar doları aştı. Söz konusu dönemde benzer şekilde
ihracatımız 2,13 milyar dolardan 12,4 milyar dolara yükselirken, ithalatımız ise
3,34 milyar dolardan 5,1 milyar dolara çıktı. Afrika’nın toplam dış
ticaretimizdeki payı 2015 yılında yüzde 5 olarak kaydedildi. Yatırımlar
açısından bakıldığında, 2003 yılında oldukça düşük bir düzeyde olduğu tahmin
edilen Türkiye’nin Afrika kıtasındaki doğrudan yatırımlarının hali hazırda 6,2
milyar dolara ulaştığı hesaplanıyor. Ekim 2015’te yayınlanan bir rapora göre
Afrika’daki doğrudan yabancı yatırımlar arasında en fazla istihdam yaratanın,
Türk yatırımları olduğu kaydedildi (2014’te 16 bin 593 kişilik istihdam).2003’te Afrika’daki Türkiye
Büyükelçiliklerinin sayısı 7, Ticaret Müşavirliklerinin sayısı 4 iken; bu
sayılar sırasıyla 39 ve 26’ya ulaştı. Stratejinin ortaklık boyutunda önemli rol
verilen TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) kıtada 15
ülkede faaliyet yürütüyor. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Afrika’daki benzeri
kanaat kuruluşlarıyla 33 ülkede İş Konseyleri kurdu. Türk Hava Yolları (THY)
kıtadaki 31 ülkede 48 noktaya uçuş yapıyor ki, 2003’te yalnızca Kuzey Afrika’ya
uçuyordu. Türkiye İhracatçılar Meclisinin (TİM)
dünyanın değişik bölgelerinde kurduğu 7 Türk Ticaret Merkezinden biri de
Kenya’da bulunuyor. Yani Türkiye, bu bilinçli çabalarıyla yakın gelecekte
Afrika pazarından istediği sonuçları elde edebilir.
Latin Amerika’ya gelince… 1860’dan Birinci
Dünya Savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğundan Latin Amerika’ya çeşitli göç
dalgaları ile yaklaşık 1 milyon kişinin gittiği tahmin ediliyor. Çoğunluğu Arap
olan bu göçmenler, Osmanlı pasaportlarından dolayı “Los Turcos” olarak
biliniyor. Ancak Türkiye bu bölgeye yönelik olarak siyasi, ekonomik ve ticari
ilişkileri geliştirme çabalarını 1990’ları ortasından itibaren
yoğunlaştırmıştı. Dışişleri Bakanlığının hazırladığı bir rapora göre Latin
Amerika ile dış ticaretimiz, son 15 yılda 9 kat artarak 9 milyar dolara çıktı.
Ancak bu yeterli değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 yıl aradan sonra geçen yıl
başında Latin Amerika’nın 3 önemli ülkesi Meksika, Kolombiya ve Küba’ya giderek
ilişkilerin canlanmasını sağlamıştı. Erdoğan, 2017 yılının ilk aylarında da
tekrar bölgeye gidecek ve başta Venezuela olmak üzere diğer ülkeleri ziyaret
edecek. İki yıl aradan sonra bölgeye gerçekleşecek bu seyahatin ardından,
ticari ve ekonomik ilişkilerin daha artması bekleniyor. Nitekim bu ziyaretin
olumlu sonuçlar yaratabilmesi için Ekonomi Bakanlığında yeni bir Latin Amerika
stratejisi hazırlığı da devam ediyor.
Türkiye’nin büyük önem vermeye başladığı
Afrika ve Latin Amerika pazarları, gelecekte nüfus ve refah artışlarına sahne
olacak iki bölge. Son 10 yıl içinde dünyanın en hızlı büyüyen 10 ekonomisinden
6’sı Afrika kıtasında bulunuyor. Afrika Kalkınma Bankası’nın 2010-2060 yılları
arasında kıtada kişi başına düşen gelirin 1,667 dolardan 5,600 dolara
ulaşacağı, bugün 56 yıl olan ortalama yaşam süresinin de 70 yıla yükseleceği
yönünde tahminleri var. Latin Amerika 600 milyonu aşan nüfusu barındıran bir
bölge. Latin Amerika’da önümüzdeki 10
ile 25 yıl arası dönemde, ortalama yaşam standardının Avrupa'ya çok yaklaşması
ve nüfusun 95 milyon artması bekleniyor.
Bu
yazımızda yeni girmeye çalıştığımız Afrika ve Latin Amerika pazarlarını
inceledik ama Türkiye’nin başta Çin olmak üzere Asya ve Pasifik ülkeleri, Kuzey
Amerika ve Hindistan’a yönelik benzeri stratejileri bulunuyor. Türkiye’nin 2023
yılı için ortaya koyduğu 500 milyar dolarlık ihracat hedefi yakalanamayacak
olsa da, böylesi bilinçli ve hedefe yönelmiş stratejilerle söz konusu hedefe
yaklaşılması mümkün görünüyor. Elbette belirlenen stratejilerin harfiyen
uygulanması ve gerektiğinde gelişmelere göre yenilenmesi şartıyla…
(Bu yazı Diplomatik Gözlem Dergisinin Kasım 2016 tarihli sayısında yayınlanmıştır.)
TÜRKİYE’DEKİ KARIŞIK SİYASİ VE JEOPOLİTİK ORTAM, YABANCI SERMAYENİN GÖZÜNÜ KORKUTMAYA BAŞLADI
RUSYA’NIN TÜRKİYE AMBARGOSUNUN İLK 6 AYI: İKİ ÜLKE DE ZARARDA…
TÜRKİYE’DEKİ KARIŞIK SİYASİ VE JEOPOLİTİK ORTAM, YABANCI SERMAYENİN GÖZÜNÜ KORKUTMAYA BAŞLADI
RUSYA’NIN TÜRKİYE AMBARGOSUNUN İLK 6 AYI: İKİ ÜLKE DE ZARARDA…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder