29 Kasım 2016 Salı

İHRACAT AZALDI; TÜRKİYE AFRİKA VE LATİN AMERİKA’YA YÖNELDİ

Cahit UYANIK


“Alternatif piyasa şart. Rusya olayı bize bunu öğretti. Rusya’yla ani yaşanan sıkıntı, pazar çeşitliliğinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha önümüze koydu. Yaygın bir pazar ağına kavuşmalıyız”. Bu sözler, Rusya’nın yaklaşık 10 ay süren ambargosundan büyük yara alan ve tarım sektörünü temsil eden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik’e ait.

Türkiye, dünyanın önemli ülkelerinin çıkarlarının düğümlendiği Ortadoğu Bölgesinde daha fazla söz sahibi olmak istedikçe, Rusya’nın ambargosuna benzer ekonomik temelli sorunlarla (açık veya gizli) karşılaşacak gibi görünüyor. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yönelik yeni dış politika açılımının ihracat için üretim yapan sektörleri olumsuz etkilememesi adına, alternatif pazar arayışlarının önümüzdeki dönemde iyice hızlanması bekleniyor. Bunun yanı sıra, Türkiye’nin ihracatta hitap ettiği gelişmiş ülkelerde yaşanan ekonomik durgunluk havası ile dolar-euro paritesindeki oynaklıklar da ihracatın istenen hızda artmasını engelliyor. Bu sorunları aşarak ihracatı artırabilmek için Afrika ve Latin Amerika pazarına yoğunlaşılması hedefleniyor.


Türkiye’nin 1980 sonrasında girdiği ihracat serüveninde, neredeyse hiç gidilmemiş, siyasi ve ekonomik olarak ilişki kurulmamış ülkeler var. Bu ülkeler ağırlıklı olarak Afrika ve Latin Amerika’da bulunuyor. Türkiye’nin önde gelen ticaret odalarından birinin başkanı, “Sözgelimi Gambiya. Bazı yıllar 20 milyon dolarlık mal satıp, sadece ama sadece 10 bin dolarlık ithalat yapmışız. Rakamlar; ilişkilerin yetersizliği kadar, gelişmeye çok açık olduğunu da gösteriyor” diyerek bu tespiti destekliyor.

Çok geç kalındığını ve bu coğrafyaların ihmal edildiğini herkes kabul ediyor. Peki Türkiye’nin bu iki önemli kıtada siyasi, ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirme şansı var mı? Türkiye, Afrika ve Latin Amerika pazarlarında kendisine gizli bir parola belirlemiş durumda:.”Batı ülkeleri kalitesindeki malı, Doğu ülkelerinin fiyatı ile satmak”. Yani bu pazarlara girebilmek için kaliteli malı ucuza satabilmek gerekiyor. Türkiye’nin üretim alt yapısı buna müsait. Çünkü Türkiye, ağırlıklı olarak kalite ve standarta dayalı ithalata büyük önem veren Avrupa pazarına üretim yapabilen bir ülke. Özellikle 1996 yılında Gümrük Birliğine girildikten sonra Türk sanayisinin kalite ve standartları çok yükseldi. Türkiye, kaliteli ve ucuz malları ile Ortadoğu, Kuzey Afrika, Orta Asya, Balkanlar ile Rusya pazarında haklı bir başarı elde etmişti. Şimdi buna benzer bir havayı Afrika ve Latin Amerika ile yakalamaya çalışıyor.

Türkiye ayrıca bu iki kıtada fiyat-kalite ikilisinin yanı sıra “ortaklık” stratejisi de izliyor. Şöyle ki: “Size sadece mal satmaya çalışmıyoruz. Biz ortaklık için geldik. Ortak işler yapabiliriz. Gündelik hayatta karşılaştığınız ve bizim yardımımızla çözebileceğiniz eğitim, sağlık, sulama vb. sorunlarınızı ele alıp yaşam standartınızı yükseltebilirsiniz” deniliyor. Türkiye’nin iki ayaklı stratejisi, sömürgecilikten çok çekmiş ve hala birçok alanda sömürülen bu iki kıtaya yönelik ayağı yere basan stratejiler gibi görünüyor. Türkiye söz konusu stratejilerini başta Çin olmak üzere, bu ülkelerle geçmişe dayalı ilişkileri bulunan Avrupa ülkeleri ve ABD ile rekabet halinde gerçekleştirmeye çalışıyor.

İşte bu ortamda; Türkiye’nin 1990’lı yılların ortasından bu yana izlediği Afrika’ya açılım stratejisinin bir anlamda meyvelerinin toplanacağı Türkiye-Afrika Ekonomi ve İş Forumu; 2-3 Kasım 2016 tarihlerinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın himayesinde İstanbul’da gerçekleştirilecek.  Zirvede ilişkilerin geliştirilmesi için 2015-2019 için belirlenmiş olan yol haritası gözden geçirilecek; iş ve yatırım imkanları araştırılacak.

Türkiye’nin Afrika kıtası ile ticaret hacmi 2003 yılında 5,47 milyar dolar iken, bu rakam 2015 yılında yılında 3 katlık bir artışla 17,5 milyar doları aştı. Söz konusu dönemde benzer şekilde ihracatımız 2,13 milyar dolardan 12,4 milyar dolara yükselirken, ithalatımız ise 3,34 milyar dolardan 5,1 milyar dolara çıktı. Afrika’nın toplam dış ticaretimizdeki payı 2015 yılında yüzde 5 olarak kaydedildi. Yatırımlar açısından bakıldığında, 2003 yılında oldukça düşük bir düzeyde olduğu tahmin edilen Türkiye’nin Afrika kıtasındaki doğrudan yatırımlarının hali hazırda 6,2 milyar dolara ulaştığı hesaplanıyor.  Ekim 2015’te yayınlanan bir rapora göre Afrika’daki doğrudan yabancı yatırımlar arasında en fazla istihdam yaratanın, Türk yatırımları olduğu kaydedildi (2014’te 16 bin 593 kişilik istihdam).2003’te Afrika’daki Türkiye Büyükelçiliklerinin sayısı 7, Ticaret Müşavirliklerinin sayısı 4 iken; bu sayılar sırasıyla 39 ve 26’ya ulaştı. Stratejinin ortaklık boyutunda önemli rol verilen TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı) kıtada 15 ülkede faaliyet yürütüyor. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Afrika’daki benzeri kanaat kuruluşlarıyla 33 ülkede İş Konseyleri kurdu. Türk Hava Yolları (THY) kıtadaki 31 ülkede 48 noktaya uçuş yapıyor ki, 2003’te yalnızca Kuzey Afrika’ya uçuyordu. Türkiye İhracatçılar Meclisinin (TİM)  dünyanın değişik bölgelerinde kurduğu 7 Türk Ticaret Merkezinden biri de Kenya’da bulunuyor. Yani Türkiye, bu bilinçli çabalarıyla yakın gelecekte Afrika pazarından istediği sonuçları elde edebilir.
Latin Amerika’ya gelince… 1860’dan Birinci Dünya Savaşına kadar Osmanlı İmparatorluğundan Latin Amerika’ya çeşitli göç dalgaları ile yaklaşık 1 milyon kişinin gittiği tahmin ediliyor. Çoğunluğu Arap olan bu göçmenler, Osmanlı pasaportlarından dolayı “Los Turcos” olarak biliniyor. Ancak Türkiye bu bölgeye yönelik olarak siyasi, ekonomik ve ticari ilişkileri geliştirme çabalarını 1990’ları ortasından itibaren yoğunlaştırmıştı. Dışişleri Bakanlığının hazırladığı bir rapora göre Latin Amerika ile dış ticaretimiz, son 15 yılda 9 kat artarak 9 milyar dolara çıktı. Ancak bu yeterli değil. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 20 yıl aradan sonra geçen yıl başında Latin Amerika’nın 3 önemli ülkesi Meksika, Kolombiya ve Küba’ya giderek ilişkilerin canlanmasını sağlamıştı. Erdoğan, 2017 yılının ilk aylarında da tekrar bölgeye gidecek ve başta Venezuela olmak üzere diğer ülkeleri ziyaret edecek. İki yıl aradan sonra bölgeye gerçekleşecek bu seyahatin ardından, ticari ve ekonomik ilişkilerin daha artması bekleniyor. Nitekim bu ziyaretin olumlu sonuçlar yaratabilmesi için Ekonomi Bakanlığında yeni bir Latin Amerika stratejisi hazırlığı da devam ediyor.
Türkiye’nin büyük önem vermeye başladığı Afrika ve Latin Amerika pazarları, gelecekte nüfus ve refah artışlarına sahne olacak iki bölge. Son 10 yıl içinde dünyanın en hızlı büyüyen 10 ekonomisinden 6’sı Afrika kıtasında bulunuyor. Afrika Kalkınma Bankası’nın 2010-2060 yılları arasında kıtada kişi başına düşen gelirin 1,667 dolardan 5,600 dolara ulaşacağı, bugün 56 yıl olan ortalama yaşam süresinin de 70 yıla yükseleceği yönünde tahminleri var. Latin Amerika 600 milyonu aşan nüfusu barındıran bir bölge. Latin Amerika’da önümüzdeki 10 ile 25 yıl arası dönemde, ortalama yaşam standardının Avrupa'ya çok yaklaşması ve nüfusun 95 milyon artması bekleniyor.
Bu yazımızda yeni girmeye çalıştığımız Afrika ve Latin Amerika pazarlarını inceledik ama Türkiye’nin başta Çin olmak üzere Asya ve Pasifik ülkeleri, Kuzey Amerika ve Hindistan’a yönelik benzeri stratejileri bulunuyor. Türkiye’nin 2023 yılı için ortaya koyduğu 500 milyar dolarlık ihracat hedefi yakalanamayacak olsa da, böylesi bilinçli ve hedefe yönelmiş stratejilerle söz konusu hedefe yaklaşılması mümkün görünüyor. Elbette belirlenen stratejilerin harfiyen uygulanması ve gerektiğinde gelişmelere göre yenilenmesi şartıyla…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder